hanifler.com Kuran odaklı dindarlık

hanifler.com Kuran odaklı dindarlık (http://www.hanifler.com/index.php)
-   KEHF SÛRESİ (http://www.hanifler.com/forumdisplay.php?f=644)
-   -   Kehf sûresi (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2906)

dost1 12. September 2012 07:19 PM

Kehf sûresi
 
[B]MEKKE DÖNEMİ[/B]

[B]Necm: 292[/B]

[SUP]1-4[/SUP]Tüm övgüler, katından şiddetli azaba karşı uyarmak, düzeltmeye yönelik işler yapan mü’minlere, şüphesiz kendileri için, içinde sürekli kalıcılar olarak güzel bir ödül bulunduğunu müjdelemek ve “Allah çocuk edindi” diyenleri uyarmak için, kuluna, gözetici olarak, kendisi için hiçbir pürüz oluşturmadığı Kitab'ı indiren Allah içindir.
[SUP]5[/SUP]Kendilerinin ve atalarının Allah'ın çocuk edinmişliğine dair hiçbir bilgileri yoktur.
Ağızlarından çıkan söz ne kadar büyük! Onlar, sadece yalan söylüyorlar.
[SUP]6[/SUP]Sonra da sen onlar bu Kur’ân'a inanmazlarsa, onların yaptıklarından dolayı, üzüntüden neredeyse kendini harap edeceksin!
([B]69/18, Kehf/1-6[/B])


[B]Necm: 293[/B]

[SUP]7[/SUP]Şüphesiz Biz yeryüzündeki, ona süs olan şeyleri insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini sınamamız için yaptık.
[SUP]8[/SUP]Ve şüphesiz Biz, yeryüzünde olanları kupkuru bir toprak yapacağız.
[SUP]32[/SUP]Ve onlara, iki adamı örnek ver: Biz bunlardan birine her türlü üzümlerden iki bağ verdik ve iki bağın etrafını hurmalarla donattık. Aralarında da bir ekinlik yaptık.
[SUP]33[/SUP]Her iki bahçe de, hiçbir şeyi eksik bırakmaksızın, ürünlerini verdiler. Aralarında da ırmak yardık/akıttık.
[SUP]34[/SUP]Bu iki bağın sahibi için ayrıca başka gelir de vardı. Bundan dolayı bu adam arkadaşına konuşarak: “Ben, malca senden daha çok, insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm” dedi.
[SUP]35,36[/SUP]Ve bu adam, kendine haksızlık ederek bağına girdi: “Ben, bunun hiç yok olacağını sanmıyorum. Ben Saat'in kopacağını da zannetmiyorum. Var sayalım ki Rabbime geri götürüldüm, kesinlikle orada bundan daha iyi bir sonuç bulurum” dedi.
[SUP]37-41[/SUP]Arkadaşı konuşarak ona, “Seni topraktan, sonra bir damla sudan oluşturan, daha sonra da seni olgun insan hâline getirene mi inanmıyorsun? Fakat ben; O, benim Rabbim Allah'tır. Ve ben Rabbime kimseyi ortak koşmam. Kendi bağına girdiğin zaman: “Maşallah, lâ kuvvete illa billâh” [Allah ne isterse o olur. Allah'tan başka hiçbir güç yoktur] deseydin ya! Sen her ne kadar beni, malca ve evlatça kendinden az görüyorsan da, belki Rabbim bana, senin bağından daha hayırlısını verir. Seninkinin üstüne de gökten felaketler gönderir de senin bağ, kaygan bir toprak hâline geliverir. Yahut bağının suyu yerin dibine çekilir de bir daha onu aramaya güç yetiremezsin” dedi.
[SUP]42,43[/SUP]Ve o iki bağ sahibi kişi, serveti ile kuşatma altına alındı/ bitirildi. Bunun üzerine bağında yaptığı harcamalara karşı ellerini ovuşturmaya başladı. Bahçe, çardakları üzerine yıkılmış kalmıştı, o da “Ah ne olaydım! Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım” diyordu. O kişi için Allah'ın astlarından yardım edecek bir topluluk olmadı. Ve kendisi de öç alacak/kendi kendine yardım edecek biri değildi.
[SUP]44[/SUP]İşte burada egemenlik/yardımcılık, koruyuculuk, yol göstericilik ancak hak olan Allah'a aittir. O, ödüllendirme bakımından en iyi ve kovuşturma yönünden de en iyi olandır.
[SUP]45[/SUP]Ve sen, onlara basit dünya hayatının misalini ver: O basit dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sebebiyle yeryüzünün bitkileri birbirine karışmış, sonra da rüzgârın savurup durduğu bir çöp kırıntısı oluvermiştir. Ve Allah, her şeye gücünü kabul ettirendir.
[SUP]46[/SUP]Mal ve oğullar, basit dünya hayatının süsüdür. Kalıcı düzeltmeye yönelik işler ise, Rabbinin katında, sevapça daha hayırlıdır, ümit bağlama yönünden de daha hayırlıdır.
[SUP]47[/SUP]Ve Bizim dağları yürüttüğümüz gün; ve sen yeryüzünü çırılçıplak/ dümdüz göreceksin. Ve Biz onları bir araya topladık. Böylece onlardan hiçbir kimseyi bırakmadık.
[SUP]48[/SUP]Ve onlar, saf hâlinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce oluşturduğumuz gibi Bize geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı gerçekleştirmeyeceğimize bâtılca inanıyordunuz.”
[SUP]49[/SUP]Ve Kitap/ amel defteri konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu göreceksin. Ve “Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük-küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış” derler. Ve onlar, yaptıklarını hazır bulurlar. Ve senin Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez.
[SUP]27[/SUP]Ve sen Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku/ izle! Rabbinin sözlerini değiştirecek kimse yoktur. Ve sen O'nun astlarından bir sığınak bulamazsın.
[SUP]28[/SUP]Ve kendini, sürekli olarak Rablerinin rızasını isteyerek Rablerine yalvaran kişiler ile beraber sabreden biri kıl. Basit dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan gözlerini de ayırma. Ve de sen, Bizim anılmamızdan kalbini ilgisiz/ duyarsız kıldığımız, boş-iğreti arzusuna uymuş ve de işi aşırılık olan kimseye uyma.
[SUP]29[/SUP]Ve de ki: “O gerçek, Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen bilerek reddetsin / inanmasın.” Şüphesiz Biz, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterlerse, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O, ne kötü bir içecektir! Dayanma/ sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür!
[SUP]30[/SUP]Şüphesiz iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar; şüphe yok ki Biz, işi güzel yapanların karşılığını kaybetmeyiz.
[SUP]31[/SUP]İşte onlar, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, orada koltuklarına yaslanmış olarak altından bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyecekler. O ne güzel karşılıktır! Ve ne güzel kalma yeri![SUP]283[/SUP]
(69/18, Kehf/7-8, 32-49, 27-31)


[B]Necm: 294[/B]

[SUP]284[/SUP] [SUP]9[/SUP]Yoksa sen, Büyük Mağara ve Rakim/Yazıt Ashâbı'nın şaşılacak alâmetlerimizden/göstergelerimizden olduklarını mı sandın?
[SUP]10[/SUP]O yiğitler, Büyük Mağara'ya sığınınca: “Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve bizim için şu işimizden akıl gelişmişliği hazırla” dediler.
[SUP]11[/SUP]Bunun üzerine Biz, onların kulakları üzerine o büyük mağarada nice yıllar vurduk.
[SUP]12[/SUP]Sonra da iki grubun hangisinin, onların bekledikleri süreyi daha iyi hesapladığını bildirelim diye Rakim/Yazıt Ashâbı'nı gönderdik.
[SUP]13,16[/SUP]Biz sana Kehf ve Rakim Ashâblarının önemli haberlerini gerçek olarak kıssalaştıracağız.
Şüphesiz onlar, Rablerine iman etmiş birkaç genç yiğitler idi. Biz de onlara kılavuzluğu arttırdık: “Mademki siz, onlardan ve Allah'tan başka taptıkları şeylerden ayrıldınız, o hâlde o büyük mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetinden yayıversin ve işinizden size rast getirip yararlı olanı hazırlasın.”
[SUP]14,15[/SUP]Ve Biz onlar ayaklanıp da: “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'nun astlarına ilâh olarak yalvarmayız, yoksa kesinlikle saçma-sapan konuşmuş oluruz. Şunlar, Allah'ın astlarından ilâhlar edinen bizim toplumumuzdur. Edindikleri ilâhlara dair açık bir delil getirselerdi ya! Allah'a karşı yalan uydurandan daha yanlış davranan; kendi zararlarına iş yapan kim olabilir?” dediklerinde onların kalplerini sağlamlaştırdık.
[SUP]17[/SUP]Ve sen, doğduğu zaman, güneşi, onların o büyük mağaralarından sağ yana yöneldiğini,battığı zaman da onları sol yandan keser-geçer göreceksin. Kendileri de ondan geniş bir boşluktadırlar. Bu, Allah'ın alâmetlerinden/göstergelerindendir. Allah kime kılavuzluk ettiyse artık o, kılavuzlanan doğru yolu bulmuştur. Allah kimi şaşırttıysa da, artık sen ona yol gösteren bir Yakın Kimseyi asla bulamazsın.
[SUP]18[/SUP]Ve sen Ashâb-ı Rakim'i görseydin uyanık sanırdın. Hâlbuki onlar uykudadırlar. Ve Biz onları sağ yana ve sol yana çeviririz. Köpekleri de girişte ön ayaklarını ileri doğru uzatmıştı. Eğer sen onların durumunu iyice bilseydin, kesinlikle, kaçarak onlardan uzaklaşırdın ve onlardan ürpertiyle dolardın.
[SUP]19,20[/SUP]Ve böylece kendi aralarında soruşturma yapsınlar diye yazıt ashâbını gönderdik. Onlardan bir sözcü: “Ne kadar durup kaldınız?” dedi. Diğerleri: “Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık” dediler. Yazıt ashâbından diğerleri: “Ne kadar durduğunuzu, Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi, bu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size yiyecek getirsin. Ve çok nazik davransın ve sizi kimseye sezdirmesin. Şüphesiz şehir halkı, sizin üzerinize galip gelirlerse sizi taşlayarak öldürürler veya sizi kendi dinlerine/yaşam tarzlarına döndürürler. O zaman da siz, sonsuz olarak asla kurtuluşa eremezsiniz.”
[SUP]21[/SUP]Böylece, Allah'ın vaadinin hak olduğunu ve kıyâmet gününde hiç şüphe olmadığını bilmeleri için, onlar üzerine haberdar yaptık. Hani onlar aralarında işlerini tartışıyorlardı. Dediler ki: “Üstlerine basit bir bina yapın. Rableri onları daha iyi bilir.” Onların işleri üzerine galip olanlar: “Üzerlerine kesinlikle bir mescit [ikna yerleri/âhiretin varlığını isbat edecek okullar] yapacağız” dediler.
“[SUP]22-25[/SUP]Onlar, üç kişidir, dördüncüleri köpekleridir” diyecekler, Onlar, ıssız alanı taşlamak olarak [isabetsiz, dayanaksız, kafadan atma olarak], “Beş kişidir, altıncıları köpekleridir” diyecekler, “Onlar, yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir” ve onlar, “Onlar, onların o büyük mağaralarında üçyüz yıl kaldılar” derler. Ve dokuza arttırdılar. De ki: “Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir.” Onları ancak pek az kimse bilir. Bu sebeple onlar hakkında ortada olan şeyden başkası ile bir münakaşaya girişme ve bunlar hakkında onlardan kimseye de bir şey sorma! Ve hiçbir şey için, “Allah'ın dilemesi dışında, şüphesiz ben yarın onu yapacağım” deme. Ve terk ettiğin vakit Allah'ı an ve “Umarım Rabbim beni, doğruya bundan daha yakın olana eriştirir” de!
[SUP]26[/SUP]De ki: “Allah, yazıt ashâbının ne kadar kaldıklarını en iyi bilendir.” Göklerin ve yerin görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği yalnızca O'nun içindir. O, ne güzel görür, O ne güzel işitir! Onlar için, O'nun astlarından bir yardım eden, yol gösteren, koruyan bir yakın kişi yoktur. Allah, Kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.
([B]69/18, Kehf/9-13, 16, 14-26[/B])


[B]Necm: 295[/B]

[SUP]50[/SUP]Ve hani Biz doğal güçlere, “Âdem'e boyun eğip teslimiyet gösterin” demiştik de İblis/ düşünce yetisi dışında hepsi boyun eğip teslimiyet gösterdi. İblis, görünmez varlıklardandı/ enerjidendi. Sonra da kendi Rabbinin emrine ters düştü. Şimdi siz, Benim astlarımdan onu ve onun soyunu yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için ne kötü bir değiştirmedir bu!
[SUP]51[/SUP]Ben onları, göklerin ve yeryüzünün oluşturuluşuna ve kendilerinin oluşturuşuna şâhit tutmadım ve Ben hiçbir zaman saptıranları yardımcı edinmiş değilim.
[SUP]52[/SUP]Ve o gün Allah: “Yanlış olarak inandığınız Benim ortaklarımı hadi çağırın” der. Sonra onlar da onları çağırdılar da onlar kendilerine cevap vermediler. Ve Biz, onların arasına ateşten bir engel koymuşuzdur.
[SUP]53[/SUP]Ve günahkârlar ateşi görmüşler de artık kendilerinin ona düşeceklerine kesin inanmışlardır. Ondan kaçıp sığınacak bir yer de bulamadılar.
[SUP]54[/SUP]Ve şüphesiz Biz, bu Kur’ân'da insanlar için her örnekten geniş geniş açıkladık. İnsan ise, tartışma yönünden her şeyden daha çok olandır.
[SUP]55[/SUP]Ve kendilerine doğru yol [kitap, elçi] geldiği zaman, insanların iman etmelerine ve Rablerinden günahlarının bağışlanmasını istemelerine sadece “evvelkiler ile ilgili uygulamaların kendilerine gelmesi ya da önlerine azabın gelmesi” konusu engel oldu.
[SUP]56[/SUP]Ve Biz, elçileri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kişiler de hakkı, bâtılla iptal etmek/ortadan kaldırmak için mücâdele ediyorlar. Ve onlar, âyetlerimizi ve korkutuldukları şeyleri alaya aldılar.
[SUP]57[/SUP]Ve Rabbinin âyetleriyle öğüt verilip/hatırlatma yapılıp da onlardan mesafelenip uzaklaşan ve iki elinin önden gönderdiklerini/ yaptıklarını unutan [terk eden, dikkate almayan] kimseden daha yanlış; kendi zararlarına iş yapan kim olabilir? Şüphesiz Biz onların kalpleri üzerine, Kur’ân'ı iyice anlamalarına engel perdeler, kulaklarına da ağırlık oluşturduk. Sen onları doğru yola çağırsan da, onlar bu durumda asla kılavuzlandıkları doğru yola girmezler.
[SUP]58[/SUP]Bununla beraber senin rahmet sahibi Rabbin çok bağışlayıcıdır. Eğer senin rahmet sahibi Rabbin, işledikleri günahlar yüzünden onları hemen yakalayacak olsaydı, onlara azabı kesinlikle acele verirdi. Aksine onlara vaat edilen bir zaman vardır. Onlar, O'nun astlarından bir sığınak asla bulamazlar.
[SUP]59[/SUP]Ve işte, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yaptıkları zaman değişime/ yıkıma uğrattığımız kentler! Biz onların değişime/ yıkıma uğramaları için de belirli bir zaman tayin etmiştik.
([B]69/18, Kehf/50-59[/B])


[B]Necm: 296[/B]

[SUP]60[/SUP]Ve bir vakit Mûsâ, delikanlısına: “Ben iki bilgin kişinin toplandığı yere varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim” demişti.
[SUP]61[/SUP]Bunun üzerine “iki bilgin kişinin toplandığı yer”e vardıklarında ikisi de bunalımlarını/sıkıntılarını285 terk etti. O zaman bunalım/sıkıntı, bilgin kimse yardımıyla yok olup gitti.
[SUP]62[/SUP]Bu şekilde geçtikleri zaman Mûsâ, delikanlısına: “Getir kuşluk yemeğimizi, gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk” dedi.
[SUP]63[/SUP]Delikanlı: “Gördün mü/ hiç düşündün mü? O Kaya'ya sığındığımız vakit doğrusu ben bunalımdan/ sıkıntıdan kurtuldum, onu söylememi de kesinlikle bencilliğim engelledi. Bunalım/sıkıntı, şaşılacak bir şekilde bilgin insanda kaybolup gitti” dedi.
[SUP]64[/SUP]Mûsâ, “İşte bu, aradığımızdı!” dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler.
[SUP]65[/SUP]Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir bilgi öğretmiştik.
[SUP]66[/SUP]Mûsâ ona: “Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?” dedi.
[SUP]67,68[/SUP]Âlim ve rahmete mazhar kul: “Şüphesiz sen benimle beraber sabretmeye takat yetiremezsin. Ve kavrayamadığın bilgiye nasıl sabredeceksin!” dedi.
[SUP]69[/SUP]Mûsâ: “İnşallah beni sabreden biri bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem” dedi.
[SUP]70[/SUP]Âlim ve rahmete mazhar kul: “O hâlde eğer bana uyacaksan, bana hiçbir şey hakkında soru sorma, ta ki ben sana öğüt olarak ondan söz açıncaya kadar.”
[SUP]71[/SUP]Bunun üzerine ikisi yürüdüler; sonunda gemiye bindiklerinde âlim ve rahmete mazhar kul gemide kusurlar oluşturdu. Mûsâ: “İçindekileri boğman için mi onu yırttın/kusurlar oluşturdun? Kesinlikle sen, şaşılacak bir şey yaptın!” dedi.
[SUP]72[/SUP]Âlim ve rahmete mazhar kul: “Ben, ‘Şüphesiz sen benimle beraber olmaya sabredemezsin’ demedim mi?” dedi.
[SUP]73[/SUP]Mûsâ: “Unuttuğum şeyle beni cezalandırma ve işimden dolayı bana güçlük çıkarma!” dedi.
[SUP]74[/SUP]Yine gittiler. Sonunda bir delikanlıya rast geldiler; âlim ve rahmete mazhar kul onu öldürüverdi. Mûsâ: “Bir nefis karşılığı olmaksızın tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Kesinlikle çok anlaşılmaz bir şey yaptın!” dedi.
[SUP]75[/SUP]Âlim ve rahmete mazhar kul: “Ben sana ‘Kesinlikle sen benimle birlikte asla sabredemezsin’ demedim mi?” dedi.
[SUP]76[/SUP]Mûsâ: “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme! Kesinlikle kovarsan darılmam” dedi.
[SUP]77[/SUP]Bunun üzerine yine gittiler. Sonunda bir köy halkına varınca onlardan yemek istediler.
Bunun üzerine onlar da, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Âlim ve rahmete mazhar kul, onu doğrultuverdi. Mûsâ: “İsteseydin bunun karşılığında kesinlikle bir ücret alırdın” dedi.
[SUP]78-82[/SUP]Âlim ve rahmete mazhar kul: “İşte bu, aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o, üzerine sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin birinci anlamlarını haber vereyim:
“Gemi olayına gelince; o, denizde çalışan birtakım miskinlerindi. İşte o nedenle ben onu kusurlu hâle getirmek istedim. Ötelerinde de bütün gemileri gasp edip alan bir kral vardı.
Delikanlıya da gelince; onun anne-babası mü’min kimselerdi. İşte o nedenle biz, onun, anne- babasını azdırmasından ve küfre; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemesinden korktuk. Sonra da ‘Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve merhamet bakımından daha yakınını versin’ istedik.
Duvara da gelince; o, şehirdeki iki yetim oğlanındı ve onun altında onlar için bir define vardı. Babaları da iyi bir zat idi. İşte onun için, –Rabbinden bir rahmet olmak üzere– Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım. İşte senin, üzerine sabretmeye takat getiremediğin şeylerin ilk plândaki anlamı!”
([B]69/18, Kehf/60-82[/B])


[B]Necm: 297[/B]

[SUP]286[/SUP] [SUP]83[/SUP]Ve sana iki çağ sahibinden[SUP]287[/SUP] soruyorlar. De ki: “Size ondan, bir hatırlatma/öğüt okuyacağım:
84Şüphesiz Biz iki çağ sahibi için yeryüzünde iktidar sağladık ve ona her şeyden bir sebep verdik.
[SUP]85[/SUP]Sonra o, bir sebebe tâbi oldu.
[SUP]86[/SUP]Sonunda o, vahyin battığı yere vardığı zaman, vahyi, kara bir balçıkta batıyor buldu [orada ilâhi ilkeler hayattan çıkarılmıştı]. Bir de bunun yanında bir toplum buldu. Biz dedik ki: “Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi-güzel davranırsın.”
[SUP]87,88[/SUP]O dedi ki: “Kim şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yaparsa kesinlikle ona azap edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, sonra O da onu görülmemiş bir azapla azaplandırır. Amma her kim de iman eder ve sâlihi işlerse artık buna da en güzel karşılık vardır. Ve Biz onun için emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.”288
[SUP]89[/SUP]Sonra iki çağ sahibi, bir sebebe uydu.
[SUP]90[/SUP]Sonunda, vahyin doğduğu yere vardı. Vahyi bir toplum üzerine doğuyor buldu. Öyle ki Biz onlar için, vahiy olmayan bilgilerle bir siper yapmıştık.
[SUP]91[/SUP]İşte böyle! Ve Biz onun yanında olan şeyleri bilgi yönünden kuşatmıştık.[SUP]289[/SUP]
[SUP]92[/SUP]Sonra iki çağ sahibi, bir sebebe uydu.
[SUP]93[/SUP]Sonunda iki sözleşme arasına ulaştığında iki toplumun [Medîne ve Mekke toplumlarının] astlarından, hemen hemen hiç söz anlamayan bir toplum [Hayber Yahudilerini] buldu.
[SUP]94[/SUP]Söz anlamaz toplum [Hayber Yahudileri] dediler ki: “Ey iki çağın sahibi! Şüphesiz akıncılar[SUP]290[/SUP] ve komutanı [Muhammed ve ordusu] bu topraklarda bozguncudur [ziraattan anlamıyorlar, araziye yazık ediyorlar]. Onun için, bizimle onlar arasında bir vesika yapman şartıyla sana bir vergi versek olur mu?”
[SUP]95[/SUP]İki çağ sahibi dedi ki: “Rabbimin beni içinde bulundurduğu imkânlar daha hayırlıdır.
Haydin siz bana kuvvetle yardım edin de sizinle onların arasında çok sağlam bir sözleşme/ vesika yapayım. Bana, ince zekânızla hazırladığınız teklif metinlerini getirin.”
[SUP]96[/SUP]Sonunda hedef eşitleştiği zaman: “Hazırlayın sözleşmeyi!” dedi. Sonunda sözleşme hazırlanınca, ‘Getirin ben de imzalayayım’ dedi.
[SUP]97[/SUP]Artık söz anlamaz o toplum, sağlamca yapılan sözleşmeyi aşmaya güç yetiremediler, onu delmeye de güç yetiremediler.[SUP]291[/SUP]
[SUP]98[/SUP]İki çağ sahibi dedi ki: “Sağlamca yapılan bu sözleşme Rabbimden bir rahmettir. Artık Rabbimin vaadi geldiği vakit de onu dümdüz yapacaktır. Rabbimin vaadi de haktır.”
([B]69/18, Kehf/83-98[/B])


[B]Necm: 298[/B]

[B]99[/B]Ve Biz, kıyâmet günü ortak koşan kimseleri dalgalar hâlinde birbirlerine girer hâlde bırakıvermişizdir. Sûr'a da üflenmiştir. Böylece ortak koşan kimselerin hepsini bir araya toplayıvermişizdir.
[B]100,101[/B]Ve Biz, cehennemi o gün, Beni hatırlatan alâmetlerimden/ göstergelerimden gözleri bir örtü içinde olan ve vahye kulak vermeye güçleri olmayan kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için genişlettikçe genişlettik.
[B]102[/B]Peki, o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler, Benim astlarımdan birtakım yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edineceklerini mi sandılar? Şüphesiz Biz cehennemi, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselere bir konuk ziyafeti (!) olarak hazırladık.
[SUP]103[/SUP]De ki: “Ameller bakımından en çok zarara uğrayanları haber verelim mi?
[SUP]104[/SUP]Onlar, yapay olarak, güzellik ürettiklerini sanırken, dünyadaki çalışmaları da boşa gitmiş olan kimselerdir.”
[SUP]105[/SUP]İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O'na ulaşmayı bilerek reddetmiş/ inanmamış kimselerdi de bu yüzden yaptıkları bütün amelleri boşa gitti. Artık kıyâmet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız/ hiç bir değer vermeyiz.
[SUP]106[/SUP]İşte, küfürleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddemeleri, Benim âyetlerimi ve elçilerimi alaya almaları sebebiyle, onların cezaları cehennemdir.
[SUP]107,108[/SUP]Şüphesiz iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış şu kimseler, içlerinde sürekli kalmak üzere Firdevs bahçeleri onlar için ikram olunmuştur. Onlar, oradan hiç ayrılmak istemezler.
[SUP]109[/SUP]De ki: “Rabbimin sözleri için, deniz mürekkep olsa Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenirdi, hatta bir o kadarını daha getirsek bile.”
[SUP]110[/SUP]De ki: “Ben ancak sizin gibi bir beşerim. Bana ilâhınızın ancak bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa sâlih ameli işlesin ve Rabbine kullukta, hiç kimseyi ortak etmesin.”
([B]69/18, Kehf/99-110[/B])


[B]Dip not:[/B]

[B]283[/B] Resmi Mushaf'ta 18. sırada bulunan Kehf sûresi'nin bu âyetlerini, farklı tertip ettik.

[B]284[/B] Kehf ve Rakim ashâbı kıssaları âhiret hayatının kesin isbatı için bir bilimsel deneydir. Pasajı okumaya başlamadan önce dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da, kıssada sadece Ashâb-ı Kehf'ten değil, Ashâb-ı Kehf ile beraber Ashâb-ı Rakim'den de bahsedilmiş olmasıdır. Bu nedenle, pasajdaki zamirlerin bir bölümü Ashâb-ı Kehf'e, bir bölümü de Ashâb-ı Rakim'e racidir. Âyetlerin metninden açıkça anlaşıldığı üzere, sûrenin bu bölümünde, Kur’ân'ın indiği dönemde henüz gerçekleşmemiş olup asırlarca sonra gerçekleşecek olan bir duruma; insanların yok olmadığı, zamanı gelince sağda -solda dağınık olarak bulunan hücrelerin emaneten durdukları yerlerden alınıp birleştirileceği gerçeğine ve âhiretin kesin varlığını bilimsel olarak ortaya koyacak kişi ve olaylara değinilmiştir. Konunun tafsilatı için bkz. Tebyîn.

[B]285[/B] Âyette geçen hut sözcüğü ile ilgili 14 nolu notta bilgi vermiş, hut'un “[B]bunalım/sıkıntı[/B]”yı ifade ettiğini belirtmiştik.
Mûsâ'nın bunalımı, kendisine Firavun'u öldürerek İsrâîloğulları'nı Mısır'dan çıkarma görevi verildiği zaman bunu nasıl başaracağı konusundaki endişeleridir. Mûsâ bu kıssada bunu nasıl başaracağını ve Allah'a savaş açanların öldürülmesi gerektiğini; dolayısıyla da Firavun'u neden öldüreceğini öğrenecektir.

[B]286[/B] Bu pasajda ileri ölçüde edebî sanatlar kullanılarak Rasûlullah Muhammed farklı bir anlatımda tanıtılmıştır. Burada konu edilen olaylar, bu âyetler indiği zaman henüz yaşanmamıştı. Zihinlerindeki mitolojik Zülkarneyn'i soranlara, tarihî bir Zülkarneyn anlatımı ile cevap verilmiştir. Bu pasaj, bu yönüyle de mucizedir. Konuyu Tebyîn'de ayrıntılı olarak irdeledik. Pasajın meali lafzen şöyledir: Ve sana Zülkarneyn'den soruyorlar. De ki: “[B][U]Size ondan, bir hatırlatma/öğüt okuyacağım: Şüphesiz Biz onun [Zülkarneyn] için yeryüzünde iktidar sağladık ve ona her şeyden bir sebep verdik. Sonra o, bir sebebe tâbi oldu. Nihâyet o, güneşin battığı yere vardığı zaman, onu [güneşi], kara bir balçıkta batıyor buldu. Bir de bunun yanında bir kavim buldu. Biz dedik ki: “Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi-güzel davranırsın.” O dedi ki: “Kim zalimlik ederse kesinlikle ona azap edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, sonra O d a onu görülmemiş bir azapla azaplandırır. Amma her kim de iman eder ve sâlihi işlerse artık buna da en güzel karşılık vardır. Ve Biz onun için emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.” Sonra o [Zülkarneyn], bir sebebe uydu. Nihâyet, güneşin doğduğu yere vardı. Onu [güneşi] bir toplum üzerine doğuyor buldu. Öyle ki Biz onlar için, onun [güneşin] astından bir siper kılmıştık. İşte böyle! Ve Biz onun yanında olan şeyleri ilimce kuşatmıştık. Sonra o [Zülkarneyn], bir sebebe uydu. Nihâyet iki sed arasına ulaştığında iki kavmin astlarından, hemen hemen hiç söz anlamayan bir kavim buldu. Onlar [söz anlamaz kavim] dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Şüphesiz Ye’cuc ve Me’cuc bu topraklarda bozgunculardır. Onun için, bizimle onlar arasında bir sed kılman üzere [şartıyla] sana bir vergi versek olur mu?” O [Zülkarneyn] dedi ki: “Rabbimin beni içinde bulundurduğu imkânlar daha hayırlıdır. Haydin siz bana kuvvetle yardım edin de sizinle onların arasında çok sağlam bir sed kılayım. Bana, demir kütleleri getirin/ince zekânızla hazırladığınız teklif metinlerini bana getirin.” Nihâyet iki tepe/hedef eşitleştiği zaman: “Üfürün!” dedi. Nihâyet onu [demiri] bir ateş hâline getirince, ‘Getirin bana üzerine su boşaltayım’ dedi. Artık onlar [o söz anlamaz kavim], onu [sağlamca yapılan sözleşmeyi] aşmaya güç yetiremediler, onu delmeye de güç yetiremediler. O [Zülkarneyn] dedi ki: “Bu [sağlamca yapılan sözleşme] Rabbimden bir rahmettir. Artık Rabbimin vaadi geldiği vakit de onu dümdüz yapacaktır. Rabbimin vaadi de haktır.”[/U][/B]
Meal'de de te’vîlli anlamları direkt olarak verdik.

[B]287[/B] Muhammed'in (a.s) iki çağ sahibi olmasını, iki şekilde izah etmek mümkündür:
[B]A)[/B] Mekke'den Medîne'ye göç edişi takvim başlangıcı yapılmış olmasındandır. O nedenle hayatının bir bölümü, “[B]hicretten önce[/B]”dir bir bölümü de “[B]hicrett en sonra[/B]”dır. Tıpkı “milattan önce, milattan sonra” denilişi gibi.
[B]B)[/B] Güneşin [vahyin] doğduğu yer olan Mekke ile –pasajdaki ifadeye göre– güneşin battığı yer olan Medîne'nin sahibi.

[B]288[/B] Burada, Muhammed'in Medîne'de devlet başkanı oluşu ve yerli hakla yaptığı sözleşme [Medîne Vesikası] konu edilmektedir.

[B]289[/B] Bu paragrafta, Muhammed'in kendisine vahyedilen kente [Mekke'ye-Hudeybiye'ye] gidişi ve orada yaptığı anlaşma konu
edilmektedir.

[B]290[/B] Ye’cûc ve me’cûc sözcüklerinin Arapça olmadığı ifade edilmiştir. Kur’ân'daki Arapça olmayan kelimelerin tesbiti hakkında yapılan çalışmalardan, bu sözcüklerin de, –harut ve marut sözcükleri gibi– yabancı [Yunanca] olduğu, sonradan Arapçalaştırıldıkları anlaşılmaktadır. Dikkat çeken bir diğer nokta da, bu sözcüklerin “[B]yakıp yıkma, atıp saçma[/B]” sözcüklerini çağrıştıran kelimelerle Arapçalaşmış olmalarıdır.
Gerek Kitab-ı Mukaddes ve İncîl'deki, gerekse Kur’ân'daki anlatıma göre ye’cûc ve me’cûc'un ortak özelliği akıncılık ve istilacılıktır.
Dolayısıyla, bu iki sözcüğün çağrıştırdığı güç, bir ordunun gücüdür. Bu durumda ye’cûc “[B]ordu komutanı[/B]”, me’cûc de “[B]onun askerleri[/B]”dir.
Bu açıklamalardan hareketle, Hayber'i istila eden komutanın [Muhammed'in] ve askerlerinin [sahabenin] de Hayberliler için ye’cûc ve me’cûc olduğunu söyleyebiliriz.
94. âyette, sözcüklerin hakikat anlamlarına göre, laf anlamaz, kanun-nizam dinlemez toplum'dan, sanki üçüncü şahıslardan bahseder gibi Zülkarneyn'e, Ey Zülkarneyn! Şüphesiz ye’cûc ve me’cûc bu topraklarda bozgunculardır şeklinde hitap edildiği görülmektedir. Üzerinde yeterince tefekkür edilmediği için âyette nakledilen bu konuşma yanlış değerlendirilmektedir. Hâlbuki sözü edilen laf anlamaz, kanun-nizam dinlemez toplum, Zülkarneyn'e doğrudan Sen ve ordun, bu topraklarda bozguncularsınız demeyip nazik ve diplomatik bir üslupla Ey Zülkarneyn! Şüphesiz ye’cûc ve me’cûc bu topraklarda bozgunculardır şeklinde kinayeli bir lisânla seslenmektedirler.

[B]291[/B] Burada Hayber sözleşmesinin hazırlanması ve içeriğine değinilmiştir. Ayrıntılı bilgi için tarih kitaparına ve Tebyînu'l- Kur’ân'a bakılabilir.


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 01:48 AM.

Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam