hanifler.com Kuran odaklı dindarlık

hanifler.com Kuran odaklı dindarlık (http://www.hanifler.com/index.php)
-   Aile hayatı (http://www.hanifler.com/forumdisplay.php?f=461)
-   -   Hz. HATİCE (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=212)

EVVAB_İNSAN 30. September 2008 07:31 PM

Hz. HATİCE
 
[B][B][COLOR="Red"]Hz. HATİCE[/COLOR][/B]

Hz. HATİCE, semavî dinlerin en mükemmelinin ilk mümini, Son RESULULLAH’IN ilk ve en sevgili zevcesi, malını İSLAM ve RESULULLAH uğruna seferber eden ilk insan, MUSTAFA EHLİBEYİT’nin annesi ve nihayet, SEYİDLERİN ve ŞERİFLERİN büyük annesi olma gibi eriş ve oluşların sahibidir.

Hz. HATİCE’Yİ bu genel ve mana çizgisinde tespitten sonra, madde planında ve tarihsel açısından ele alacak olursak, ana çizgiler halinde şunları görüyoruz:

Miladî 7. asrın başlarında Mekke… İLAHİ kelamın beşiği, iniş yeri olmanın hazırlık sancıları içinde kıvranan on bin nüfuslu bir site-devlet… KUR’AN’ı Kerim emanetine iniş yeri olabildiğine göre, coğrafyadan metafiziğe kadar sayısız alanda, birçok meziyetlere sahip bulunduğunu kabul etmek gereken Mekke… “YERYÜZÜNÜN GÖBEĞİ”… “ŞEHİRLERİN ANASI” (KUR’AN; Şûra,7) gibi vasıflarla anılan bu belde, VAHYE vasıtalık yapacak dili, korkuyu tanımayan insanlarıyla, gerçekten “EMİN BİR BELDE” idi. Çağdaş İSLAM bilgini Muhammed HAMDULLAH, Mekke ve civarının VAHYİN inişine İLAHİ takdir tarafından merkez seçilmesindeki hikmetlere şöyle temas ediyor:

Dünya yarım küresinde, üç kıtanın kesiştiği yerlerde bir nokta bulmak için haritaya bakalım: Hemen gözümüze çarpan, Asya’nın olduğu kadar, Avrupa ve Afrika’nın da yanı başındaki Arabistan Yarımadası olacaktır. İnsan medeniyeti üzerinde iklimlerin de bir tesiri olduğuna bir önem atfedilecek olursa, MEKKE-MEDİNE-TAİF komşu şehirlerinin teşkil ettiği üçgen üzerinde, insanı şaşırtan bazı şeyler buluruz.

MEKKE, Afrika çöllerini temsil etmekte, MEDİNE, ılık ülkelerin bereketliliğine sahip bulunmakta; TAİF, Avrupa’nın güney memleketlerinin iklimini göstermektedir. Daha İSLAM’dan evvel bile bu üç şehir, pek yakın bağlarla birbirlerine bağlanmış bulunuyorlardı. En azından ayrı menfaatler, onları bir konfederasyon halinde toparlamıştı ki, bunda Mekke, ticarî organizasyonuyla birleştirici unsur rolünü oynamaktaydı…

İSLAM’a beşiklik vazifesi görmüş olan Mekke, KUR’AN’ı KERİM’in kendi ifadesine göre, “ZİRAAT YAPILMAYAN BİR VADİ”dir. (KUR’AN; İbrahim,37) Böylesine bir mülkte, sanayi de söz konusu olamaz. Mekkeliler, bütün bu söylenenlere rağmen, hiç de göçebe değillerdi. En azından iki bin seneden beri, yerleşik hayat sürüyorlardı. En büyük meşgaleleri de, kervan ticaretiydi. O devirde, Avrupa’nın Hindistan ve Çin ile olan ticareti ise Arabistan üzerinden geçmekteydi.

Mekkeli Kureyşliler, İSLAM öncesi Arabistan’ın milletlerarası ticarî bir organizasyonunun başına yerleşmişlerdi. Onlardır ki, Bizans imparatoru, Habeşistan hükümdarı, Yemen’in Kindi hümkümdarları ve diğerleri ile ticarî anlaşmalar imzalamışlardır. Her yıl âdetleri olduğu veçhile Mekkeliler, Suriye, Irak, Yemen ve Habeşistan’a kervanlarla gidiyorlar Sahil kısımlarındaki bazı bölgeler bir yana, Mekke de dâhil, Arabistan’ın büyük kısmı daima müstakil kalmıştır. Roma, Bizans, İran ve diğer bazı ülkeler tarafından birçok teşebbüslerde bulunulmasına rağmen, yabancıların bu ülkeyi ele geçirmeleri asla mümkün olmamıştır. Evrensel bir hareket için genel karargâh olarak hiçbir yer, Mekke’den daha uygun olamazdı…” (Hamdullah; İSLAM Peygamberi, 1/19–26)

İşte Mekke… Bu şehrin asalet, nezaket, zenginlik ve cömertliği ile dillerde dolaşan bir hanımefendisi vardı: Huveylid’in kızı Hatice… Ticaretle uğraştığı için, Tacire, ruh ve madde güzelliklerini benliğinde topladığı için Tâhire diye anılan ve künyesi, Ümmi Hind olan HATİCE…[/B]

EVVAB_İNSAN 30. September 2008 07:35 PM

İSLAM’ın doğuşundan sonra “MÜMÜNLERİN ANNESİ” unvanıyla anılacak olan HATİCE’NİN, Son RESUL’UN cedlerinden Kusayy’da, ALLAH RESULÜ ile birleşen soyları şöyle: Kendisi, babası Huveylîd, babası Esed, babası Abdüluzzâ, babası Kusayy… (İbn İshak, p.58; İbn Hişam, 1/189; İbn Sa’d,8/14)

HATİCE, RESULÜLLAH ile tanışmadan önce, iki evlilik daha yapmış ve bu evliliklerin ilkinden bir oğlu, ikinciden de bir kızı olmuştu. Hz. RESULULLAH’LA tanıştıkları sırada, bütün Mekke ileri gelenlerinin kendisiyle evlenmek istedikleri, zengin ve asil bir duldu.

HATİCE ile Hz. RESULULLAH’IN münasebetleri, iş münasebetleri şeklinde başladı. En eski kaynağımız İbn İshak’ın beyanına göre, seçkinlik ve dürüstlüğü ile bütün Mekkelilerin dikkatini üstünde toplayan “Abdullah’ın oğlu MUHAMMED”, HATİCE’NİN ticaret kervanının başına getirilmek üzere bir teklife muhatap oldu. Bir başka rivayete göre bu talep, bir ara maddî sıkıntı içine düşmüş olan EBU TALİP’İN teşvikiyle, bizzat RESULULLAH tarafından belirtildi.

Hangi şekli kabul edersek edelim, RESULULLAH’IN HATİCE yanında büyük bir itibara sahip bulunduğu anlaşılmaktadır. Ve RESUL, HATİCE’nin kervanı başında ve onun Meysere adlı kölesiyle Huzeyme adlı akrabası yanında, Şam’a doğru yola çıktı. Kudüs yakınlarındaki Busra şehrinde meydana gelen mucize bir olaydır ki, bu yolculuğa insanlık tarihi planında büyük bir önem kazandırıyor ve HATİCE’nin Hz. RESULUULAH’A duyduğu büyük muhabbet ve hürmeti doruk noktasına ulaştırıyordu.

Kaynaklarımızın beyanına göre, kervan Busra’ya indiğinde, geleceğin RESUL’U, orada bir ağacın altında konakladı. Yanındaki kiliseden onları gözetleyen bir rahip ne gördüyse gördü ve Meysere’nin yanına gelerek, ona: “BAŞINIZDAKİ BU GENC ADAM KİM?” diye sordu. Meysere: “Bu zat, Mekkeli olup Kureyş kabilesindendir.” diye cevap verdi. “Bu zatın gözlerinde, kırmızı kılcal damarlar var mıdır?” Ve Meysere: “Evet, hem de hiç eksik olmamak üzere.” cevabını verince, rahip haykırdı. “BU, NEBİDİR VE NEBİLERİN SONUNCUSUDUR.” (İbn İshak, p.58; İbn Hişam, 1/188; İbn Sa’d, 1/130)

Kervan malları satıldı ve fevkalâde bir kârla geri dönüldü. HATİCE’nin yanına varan Meysere, kâr ve bereket haberlerine rahip Nastûra’nın sözlerini ekledi. Meysere’yi dinleyen HATİCE, vakit kaybetmeden ünlü bilgin ve şair Varaka’nın yanına koştu. Nevfel’in oğlu Varaka, yörenin en derin bilgini, en güçlü şairlerinden biri, putlara tapmayan bir muvahhit-HANİF ve aynı zamanda HATİCE’nin amca çocuğudur… “Varaka, TEVRAT ve İNCİL gibi kitapları okumuştu. O, İbranice de biliyordu. Kitab-ı Mukaddes’i incelemiş ve İbranî harflerle Arapça’ya çevirmişti.” (Çağatay; Varaka (İSLAM Anskl. mad.)

Varaka, HATİCE’yi dinledikten sonra, gözlerini göklere çevirdi ve derinden bir sesle şu cümleyi söyledi: “Eğer bu söylenenler doğruysa, MUHAMMED, beklenen RESULUN ta kendisidir.” İbn İshak, Varaka’nın, beklenen NEBİNİN kokusunu alan ruhundan o sırada dökülen birkaç kıtaya, eserinde yer vermektedir. (İbn İshak, 126) HATİCE, Varaka’nın bu coşkun anında ona “MUHAMMED’LE evlenmesinin isabetli olup olmadığını” sormayı da ihmal etmedi ve şu cevabı aldı: “O, eşi, benzeri bulunmayan bir erkektir ve onun başı asla eğilmeyecektir; evlen onunla ey HATİCE.”

HATİCE, yöre geleneklerinin hepsine isyan edercesine ve peşinden koşan onca Mekkeli seçkini itercesine, Hz. MUHAMMED’LE evlenme isteğini açmanın yollarını aradı ve bu konuda Yahudi asıllı olduğu kuvvetle muhtemel, çok becerikli bir kadını, Münye kızı Nüfeyse veya Nefise’yi görevlendirdi. Nüfeyse, Hz. MUHAMMED’A artık yaşının ve şahsiyetinin çok iyi bir evliliğe uygun hale geldiğini, istediği anda dilediği Mekkeli ile hayatını birleştirebileceğini, bunu neden geciktirdiğini anlayamadığını belirterek söze girdi.

RESULULLAH buna, henüz bağımsız bir yuvayı çekip çevirecek maddî imkânlara sahip bulunmadığı yolunda bir mazeretle karşılık verince Nüfeyse: “Seni, güzelliği ile tatmine ek olarak bu maddî endişeden de kurtaracak bir kadın çıkarsa ne dersin?” diye konuştu ve RESULULLAH’IN: “BÖYLE BİRİSİ KİM OLACAK?” sorusuna da “HATİCE” diye karşılık verdi. RESULULLAH’IN, HATİCE’nin en zengin Mekkelileri bile reddettiğini, kendisini de kabul etmeyeceğini söylemesi üzerine Nüfeyse teminat verdi: “SEN, ‘EVET’ de, gerisini bana bırak.” (İbn Sa’d, 1/131; İbn Cevzî, 1/73)

EVVAB_İNSAN 30. September 2008 07:36 PM

Ve Nüfeyse, görevini yapmış olmanın sevinci içinde HATİCE’ye geldi ve taraflar, evlenme hazırlıklarına başladılar… Şunu da eklemeden geçmeyelim ki bu becerikli kadın Nüfeyse, yıllar sonra Mekke fethi sırasında MÜSLÜMAN olacak ve Son RESUL’DEN ikram ve iltifat görecektir…

Hz. RESULULLAH’IN HATİCE’ye verdiği mehir 20 deve oldu. Evlenme töreninin nasıl kutlandığı konusunda muazzez damadın, misafirlere ikram için iki deve kestiğini belirtmemiz bir fikir verir. Kısaca, törenin, maddesiyle de çok onurlu ve ihtişamlı olduğunu söyleyebiliriz… Manası yönünden ise çok daha büyük olduğunu belirtmek gerekmez. Bu nikâh sırasında vefalı koruyucu, şefkatli amca EBU TALİB’İN yaptığı bir konuşma vardır ki, birçok noktayı atlamamıza rağmen, onu buraya almadan geçemeyeceğiz.

Şöyle konuşuyor EBU TALİB: “Hamd olsun bizi İBRAHİM neslinden, İSRAİL, MUADD, MUDAR ekininden oluşturan yüce ALLAH’A… Bizi, yüce mabedi KÂBE’NİN hizmetkârı, yöneticisi kılan ALLAH’A Hamd olsun… Hamd ediyorum O’na ki, bizi herkesçe ziyaret edilen, emin ve mahrem bir evle, Beytullah ile lütuflandırmış ve bizi onun çevresindeki insanların başına idareci olarak dikmiştir. Şu yanımızda bulunan, kardeşim ABDULLAH’IN oğlu MUHAMMED, kendisiyle mukayese edilecek her insanı geride bırakacak ölçüde yüce yaratılışlı bir şahsiyettir. Gerçi, malı-mülkü azdır, fakat iyi bilirsiniz ki, mal ve servet, yok olmaya mahkûm bir gölge, sönüp gitmeye mecbur bir varlıktır. Muhammed’in ise nelere dost olduğunu pekiyi bilirsiniz. Ve O, Huveylîd’in kızı HATİCE’YE sevgisini açarak, benim malımdan olmak üzere, ona mehrini verdi. Bütün bunlardan sonra ALLAH’A yemin ederim ki, bu yüce yeğenimi çok büyük bir gelecek ve muhteşem bir talih beklemektedir.” (İbn Sa’d, 1/74; Yakubi, 2/20) Nikâh kıyılır ve Hz. RESULULLAHP, HZ. HATİCE’NİN evine taşınır…

OKU VE KALK

İSLAM RESULU’NUN görevi üstlenme zamanı yaklaşmıştı. ALLAH ELÇİSİNİN içine bir yalnızlık, bir kendini dinleme duygusu düşmüştü. Sık sık NURDAĞI’NA çıkıyor, tam tepede seçtiği bir mağarada, HİRA mağarasında derin düşüncelere dalıyor, göklerin senfonisini, başka bir deyişle gökler kadar engin iç âlemini dinliyordu. HZ. ÂİŞE bu gerçeğe ileride şöyle değiniyor: “ NÜBÜVETE YAKIN ZAMANLARDA HZ. RESULULLAH’IN İÇİNE YANLIZLIK SEVGİSİ DÜŞMÜŞTÜ. EN ÇOK SEVDİĞİ ŞEY YALNIZ KALMAKTI.” (İbn Haşâm, 1/234)

Bu uygulama bir süre devam etti. “Onun hayatını yazan ilk tarihçiler, günün ışıması kadar açık ve berrak rüyalar görmeye başladığını naklederler. Gördüğü her rüya ile ilgili olarak, ertesi günlerdeki yaşantısında ya bir işarete veya doğrudan rüyasının gerçekleşmesine şahit oluyordu. Bundan başka bazı günler, kulağına garip bir ses geliyor, başını çevirdiğinde kimseyi göremiyor, şaşırıp kalıyordu. Bu görünmeyen sesi giderek daha sık duymaya başladı. Ses, gittikçe daha fazla bir anlam kazanıyordu. Zaman zaman da kayalıkların ve ağaçların kendisini ‘EY ALLAH’IN RESULÜ, SANA SELAM OLSUN’ diye selamladıklarını duyuyordu…” (Hamîdullah; İSLAM Peygamberi, 1/79-80)

Nihayet, bir Ramazan ayının 27. gecesi, VAHYİN ilk mesajı geldi. Cebrail adlı yüce melek ona seslenmiş, ALLAH’IN RESULÜ olduğunu bildirmiş ve “OKU” emriyle başlayan ilk VAHYİ getirmiştir. Taberî diyor ki: “İLAHİ VAHYİN ikinci gelişinde şu ayetler inmiştir: “NUN. KALEME VE YAZDIKLARINA AND OLSUN…” (Taberî; Tarih, 2/299) Dikkat edilirse, KUR’AN’IN ilk iki buyruğu OKUMAK ve KALEM ilgilidir. Bu, bizce, MUCİZEVÎ bir özelliktir.

Hz. REZULULLAH, “HAYATTA EN COK TİKSİNDİĞİM ŞEY” diye nitelendirdiği ve cahiliye inancında kabul edilen ŞEYTANİ-CİNNİ illete tutulduğunu sanarak büyük bir korku ve üzüntü içine düşmüştü. Fakat VAHYİN habercisi CEBRAİL, kısa bir süre sonra ona tekrar seslenerek: “SEN ALLAH’IN RESULÜSÜN, EY MUHAMMED” diye teselli verdi. Bütün bu olanlar, RESUL tarafından önce HZ. HATİÇE’YE anlatıldı.

EVVAB_İNSAN 30. September 2008 07:38 PM

Aşk ve bağlılıkların en derini ile sevilen koca, başından geçenleri can yoldaşı eşine anlatınca, asil eş kelimelerin en tatlılarıyla şöyle dedi: “ENDİŞELENME! ALLAH SENİ KÖTÜLÜKLE YÜZ YÜZE GETİRMEZ: O seni daima hayırla karşılaştıracaktır. Çünkü sen her zaman akrabana yardım ediyor, ailene bakıyor, geçimini şeref ve namusunla kazanıyor, insanların doğruluktan ayrılmamalarını sağlamaya çalışıyorsun. Yetimlere sığınak olan sensin. Sözünde sadık, emanete hıyanet etmeyen bir insansın. Hiçbir dayanağı olmayanlar sana koşmakta, muhtaçlara yardım elini sen uzatmaktasın. Herkes senden nezaket ve yardım görmekte.” (Buharî, bedü’l-vahy)

HZ. HATİCE, durumu daha aydınlık ve emin bir hale getirmek için amcası oğlu muvahhit-bilgin VARAKA’YA koştu. VARAKA, HATİCE’Yİ dinledikten sonra şöyle seslendi: “MÜJDE, MÜJDE EY HATİCE! Bu söylediklerin doğru ise MUHAMMED’E gelen, MUSA’YA gelen Büyük NAMUS CEBRAİL’DEN BAŞKASI DEĞİLDİR VE MUHAMMED AHİR ZAMAN RESULÜ’DİR.” Ve basiretli VARAKA doğruca HZ. RESUL’E gidip onu, KABE’Yİ tavaf ederken buldu ve seslendi: “HATİCEYE ANLATTIKLARINI BİRDE BANA ANLAT.” Ve RESULULLH anlattı gördüklerini ve haykırdı VARAKA: “Canımı kudretiyle diri tutan ALLAH’A yemin ederim ki, sen ALLAH’IN RESULÜSÜN. Ve sana gelen MELEK, MUSA’YA VAHİY getiren CEBRAİL’DİR. Ey MUHAMMED, sana eza, cefa edecekleri güne ulaşabilseydim de sana yardım edebilseydim!.....” Ve RESULULLAH’I kucakladı VARAKA ve başının ortasından öptü.

Kısa bir süre sonra VARAKA ölecek ve RESULULLAH onun için şöyle diyecektir: “Onu CENNETTE gözlerimle gördüm. Üstünde ipek bir giysi vardı. O, bana İNANMIŞ, beni TASTİK etmişti.” (İbn İshak, 157–158; İbn Hişam, 1/238)

Son RESUL’LE, daha önce andığımız KUSAYY’DA aynı atada birleşen VARAKA, İSLAM bilginlerinin bazılarına göre hem bir sahabi, hem de ilk erkek MÜSLÜMAN’DIR’. (Çağatay, Varaka mad.) VARAKA hakkında şuraya kadar verdiğimiz bilgileri, geleneklerin yerleştirdiği kanaatlerin baskısından uzak bir biçimde değerlendirirsek, bu bilgilerin görüşlerine haklılık tanımak gerekir. İlâve edelim ki biz de bu kanaatteyiz ve ÖYLEDİR...

HZ. HATİÇE, bu yaptıkları ile yetinmeyerek, şöyle bir basiret örneği de verdi: RESULULLAH’A dedi ki: “O gelen güç, yine geldiğinde bana haber ver.” Ve bir süre sonra CEBRAİL tekrar geldi. HZ. HATİCE, RESULULLAH’I sağ ve sol yanına alarak sordu: “YİNE BURADAMI?” RESULULLAH: “EVET!” deyince HZ. HATİCE: “Şimdi iyice yaklaş ve elbisemin içine doğru sokulup bana sarıl!”diye konuştu. RESULULLAH söyleneni yaptı. HZ. HATİCE sordu: “Hâlâ burada mı?” Hz. RESULULLAH: “Şimdi, gitti.” diye cevap verince HZ. HATİCE haykırdı: “Yemin olsun ki bu, ŞEYTAN filan değil, doğrudan doğruya MELEK. Müjde sana, ey MUHAMMED, sevin ve emin ol, sen NEBİSİN.” (İbn İshak, 159; İbn Sa’d, 8/17–18)

Ve HZ. RESULULLAH’IN önünde diz çöktü HZ. HATİCE ve son RESUL ÜMMETİNİN ilk ferdi olarak ilk Şehadet kelimesini getirdi. BİR MANZARA Kİ… Bir süre geçti aradan… Bir gün, CEBRAİL’İN vadide topuğunu yere vurduğunu gördü RESULULLAH… Su fışkırdı yerden ve CEBRAİL, bu günkü abdest düzeni içinde yüzünü, kollarını yıkadı; başına, ayaklarına mesh verdi. Sonra kalkıp diklendi ve bugünkü SALÂT (namaz) düzeni içinde İKİ rekât eda etti… RESULULLAH, verilmek isteneni almıştı. Eve koştu, HZ. HATİCE’nin elinden tuttu ve CEBRAİL’İN aldığı şekilde abdest aldılar ve onun kıldığı şekilde ilk SALÂT (namaz)ı kıldılar…

Son DİNİN ilk mensuplarının ilk SALÂT (namazı)… Birkaç gün sonra bu iki kişilik sonsuzluk ordusu, İSLAM ÜMMETİNİN ikinci ferdinin şehadet getirmesiyle üç kişiye ulaşacak ve SALÂT (namaz) tablosunda üç kişi görülecektir… Üçüncü kişi, o sırada henüz çocuk olan HZ. ALİ’DİR. TEVHİT DİNİNİN bu ilk üç neferiyle çizilen ilk SALÂT (namaz) manzaralarındaki EVRENSEL ve İLAHİ ihtişamı gözümüzde biraz daha canlandırmak için HZ. ALİ’NİN şu beyanına kulak verelim: “O sıralarda HZ. RESULULLAH ile HZ. HATİCE Valide’nin bir araya geldikleri her yerde, üçüncü şahıs, olarak mutlaka ben vardım. VAHİY ve RİSALET NURUNU apaçık seyrediyor, NÜBÜVVET kokusunu doyasıya kokluyordum.” Bu ÜÇ kişilik İMAN ordusunun, o günlerde çizdikleri tablolardan birini, İbn Sa’d’den izleyelim: AFİF EL-KİNDİC anlatıyor:

EVVAB_İNSAN 30. September 2008 07:39 PM

“Cahiliye devrinde MEKKE’YE gelmiştim. Alışverişte yardımcı olması için Abdülmuttalip’in oğlu ABBAS’A gittim. KÂBE’NİN yanındaydı. O sırada bir delikanlı geldi, KÂBE’YE yönelip ellerini kaldırdı. Az sonra bir çocuk gelip aynı şeyleri yaparak onun yanına ilişti. Az sonra bir rükû yaptılar, sonra secdeye kapandılar. Ben ABBAS’A dedim ki: “Yahu, bu müthiş bir şey! Kim bunlar?” ABBAS cevap verdi: “Elbette müthiş bir şey, o delikanlı, kardeşim Abdullah’ın oğlu MUHAMMED, o çocuk, kardeşim Ebu TALİB’İN oğlu ALİ, o kadın da MUHAMMED’İN eşi HATİCE’DİR. Yeğenim MUHAMMED bize yerlerin ve göklerin bir tek ALLAH’I olduğunu ve kendisinin o ALLAH’IN DİNİ üzere bulunduğunu söylüyor ve bizi o DİNE davet ediyor. Şu sırada bu DİNİN yeryüzündeki müntesipleri yalnız üç kişidir.” AFİF ilave ediyor: “O sırada içimden dedim ki, keşke dördüncüsü ben olabilseydim.” (Hz. ALİ; Nehcu’l-Belağa, 301; İbn Sa’d, 8/18)

HZ. RESULULLAH YAVRULARI

Hz. RESULULLAH’IN hayatında huzur ve mutluluk vesilesi olarak yer alan HZ. HATİCE, HZ. MUHAMMED’İN yedi yavrusundan altı tanesinin annesi olma şerefini de taşıyor. Yalnız İBRAHİMDİR Kİ, Mısırlı MARİYE’DEN dünyaya geldi. Hz. MUHAMMED, HZ. HATİCE’NİN bu, “yavruların annesi” olma özelliğini, ileride de göreceğimiz gibi, onun meziyetleri arasında sayacak ve muazzez eşine muhabbet ve hürmetini dile getirirken: “ALLAH bana ondan ZÜRİYET ihsan etti.” diyeceklerdir…

Hâkim görüşe göre, HZ. HATİCE’DEN dünyaya gelen çocukların hepsi İSLAM’DAN önce doğdu. Hz. FATIMA’NIN VAHYİN gelmeye başladığı yıl doğduğunu kaydeden kaynaklar varsa da benimsenen görüş, birincisidir. Ancak, HZ. FATIMA, Hz. RESULULLAH’IN HZ. HATİCE’DEN doğan en küçük iki evladından biri olduğundan, VAHYİN geliş zamanına çok yakın bir sırada doğmuş olacaktır.

Burada şunu kaydetmek durumundayız: MEKKE devri olayları, kronolojik bir sıraya koyulabilmiş değildir. Bu bakımdan, bu devrede yer alan hemen hiç bir olayı kesin tarihe bağlayamıyoruz. HZ. HATİCE’DEN doğan yavruların adları şöyledir: Kasım, Zeynep, Rukıyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma, Abdullah.

EVVAB_İNSAN 30. September 2008 07:55 PM

HÜZÜN YILI

ALLAH RESULÜ ile HZ. HATİCE’NİN evlilikleri üzerinden yıllar geçti. Ve nihayet yaratılış kanunlarının, HZ. HATİCE Annemizin bu âlemi terk etmesine ilişkin kısmı hükmünü icra etti. Hicretten kısa bir süre önce, putperestlerin ALLAH RESULÜ’NE ve MÜSLÜMANLARA eza ve kötülüklerinin en hızlı zamanında emsalsiz eş hayata gözlerini yumdu. Dost, koruyucu, eş, dert ortağı, ilk İMAN ortağı, sırdaş… Ve daha nice güzel niteliklerin sahibesi HZ. HATİCE, göçmüştü…

ALLAH RESULÜ üzgün, boynu bükük, kederli. HZ. HATİCE’NİN küçük kızı HZ. FATIM, RESÜL babasının dizlerine kapanıp ağlayarak şöyle diyordu: “Annem nerede, annem nerede?..” Muazzez baba, gözlerinden yaşlar süzülürken cevap veriyordu: “ANNEN CENNETTE YAVRUM.” Büyük tarihçi İbn İshak, ALLAH RESULÜ’NÜN Hz. HATİCE’NİN ölümüyle duçar olduğu kederi ifade ederken şu cümleyi kullanmaktan geri kalmamıştır: “HATİCE, kendisine sığınılan ve kendisiyle teselli bulunan sadık VEZİRE idi.” (İİ, 329; Yakubi, 2/35)

Müşrik sürülerin, insafsız saldırıları karşısında ALLAH RESULÜ’NÜN eşsiz yardımcısını kaybetmekle düştüğü acının yoğunluğu çok büyüktü. Büyük oluşlar, büyük çilelerin ardından gelir… Esrarlı bir kâinat kanunu halinde ULU YARATICI, en büyük ıstırapları en büyük doğuşların sancısı kılmıştır. İnsanlık tarihinin en büyük olaylarından biri olan Büyük Hicret de böyle bir destanlık sancıyla doğmuştur.

Bunun içindir ki, Hicret’ten önceki günlerde Mekke müşriklerinin, sahabilere ve onların önderi HZ. MUHAMMED’E reva gördükleri kötülükler, zirve noktasına ulaşmıştır. HZ. HATİCE Anamızın vefatı bu “zirveye ulaşmanın bir belirtisi idi. Bu belirtiye, aradan 35 gün gibi kısa bir süre geçmeden RESULULLAH’ sadık koruyucusu EBU TALİB’IN ölümü eklendi… Bu iki ölüm, ALLAH RESULÜ ve sahabiler üzerinde öylesine büyük bir etki yaptı ki bu yıla “HÜZÜN” yılı adını verdiler.

HZ. HATİCE bir Ramazan günü vefat etti ve Hacûn mezarlığına sırlandı ve ALLAH RESULÜ onun için şöyle buyurdu: “HATİCE’YE, içinde yorgunluk ve gürültünün bulunmadığı, inciden bir CENNET köşkü müjdelemekle emrolundum.” (İbn Hişâm, 1/393–394)

ERDEMLER SAHİBİ

İSLAM RESULÜ’NÜN veya ashabın hayatından bahseden hiçbir eser bulunmaz ki, içinde, “HZ. HATİCE’NİN FAZİLETLERİNE İLİŞKİN” bir bölüm taşımasın. Bunda hayret edilecek bir şey yok. Bu, bir HAKKIN yerine getirilmesinden başka nedir ki?... Biz, Hamîdullah’la birlikte şunu söyleyebileceğiz: “HZ. HATİCE’NİN hizmeti öylesine büyüktür ki, şayet o olmayacak olsaydı, daha evvel gelen birçok RESÜL misalinde de görüldüğü gibi, HZ. MUHAMMED büyük bir başarı sağlayamadan göçüp gidebilirdi…” (Hamîdullah, 1/181)

Kısaca, HZ. RESULSÜZ bir İSLAM düşünülmediği gibi, HZ. HATİCESİZ de bir ELÇİ düşünülemez. HZ. ÂİŞE’NİN şu beyanı, bu gerçeğe bir örnektir: “CENABI RESUL evden her çıkışında mutlaka HZ. HATİCE’Yİ anardı…” HZ. ÂİŞE şunu da eklemekten çekinmiyor: “RESULULLAH, HATİCE’Yİ o kadar çok anardı ki, ALLAH RESULU’NIN hanımlarının hiçbirini HATİCE kadar kıskanmazdım. Ve ALLAH RESULÜ, benimle evliliğini HATİCE’NİN ölümünden üç yıl sonra ancak gerçekleştirdi…”

Aynı Âişe, bir yemek sofrasında Hz. Peygamber’in, “Hatîce bana bunu şöyle yapmamı tavsiye etmişti.” demesi üzerine, hiddetle sofradan kalktı ve sinirli bir sesle Allah Resûlü’ne şöyle cevap verdi: “Varsa-yoksa Hatîce. Yeryüzünde bu kadından başka kimse yok mu?..” Bunun üzerine çok öfkelenen Resûl bir süre Âişe ile konuşmayacak ve Hatîce Ana’ya dil uzatılmasını affetmeyeceğini ortaya koyacaktır.

Fakat ne var ki Âişe’nin kadınlık hisleri yine coşacak ve bir başka gün, Hatîce’nin yine hürmetle anılması üzerine Allah Resûlü’nün yüzüne karşı şu şekilde haykırabilecektir: “Dünyada bu kocakarıdan başka kimse yok mudur? Allah sana, ondan daha hayırlı bir hanım nasip etmedi mi?” Hz. Peygamber, bu sözden alnının damarları kabaracak, tüyleri dikenleşecek kadar öfkelenerek şöyle cevap vermiştir: “Hayır, Allah’a yemin ederim ki bana Hatîce’den daha hayırlı bir hanım verilmiş değildir.

Ey Âişe, senin kabilen beni yalanladığı zaman o beni tasdik etti, senin kabilen beni horladığı zaman o bana dostluk kucağını açıp destek oldu. Ve Allah ondan bana, hiçbir hanımdan nasip olmayan evlat nimeti ihsan etti.” Bu sözler üzerine, Hz. Âişe, şöyle demek zorunda kaldı: “Bundan sonra hislerimi artık içimde tutacağım. Artık Hatîce’yi çirkin bir sözle anmayacağım.” (İbn İshak, 331-332; Buharî, fedaailü Hâtice)

[B](ASRISAADET’İN BÜYÜK KADINLARI” PROF. DR. YAŞAR NURİ ÖZTÜRK)[/B]

merdem 18. February 2013 03:12 PM

Büyük bir saygi ve sevgi ile okumamak, anmamak mümkünmü bu muhtesem kisiligi. Paylasim icin cok tesekkür ederim degerli kardesim. Yazandan da yayinlayandan da Allah razi olsun.

galipyetkin 18. February 2013 06:06 PM

Sayın merdem.

Yazılar iyi, hoş, güzel de; ilk yazının ilk paragrafındaki şu [B]''SEYİDLERİN ve ŞERİFLERİN büyük annesi olma gibi eriş ve oluşların sahibidir.''[/B] ifadesindeki ''SEYYİDler ve ŞERİFler kimler ki? Necidirler? Ne iş yaparlar? Kur'an'ın neresindedirler acaba?

Bu yönde bilginiz varsa paylaşır mısınız?

Saygılarımla.
Galip Yetkin

merdem 18. February 2013 09:07 PM

[QUOTE=galipyetkin;15958]Sayın merdem.

Yazılar iyi, hoş, güzel de; ilk yazının son satırındaki şu [B]''SEYİDLERİN ve ŞERİFLERİN büyük annesi olma gibi eriş ve oluşların sahibidir.''[/B] ifadesindeki ''SEYYİDler ve ŞERİFler kimler ki? Necidirler? Ne iş yaparlar? Kur'an'ın neresindedirler acaba?

Bu yönde bilginiz varsa paylaşır mısınız?

Saygılarımla.
Galip Yetkin[/QUOTE]


Degerli Kardesim Galip,

Son elcinin hic bir haniminin ismide gecmez Kur'an da.

Degerli Mümine Hatunlardan Fatima'nin ( Allah ondan razi olsun ) cocuklarindan Hasan ve Hüseyin'in soyundan gelenlere verilen sifatlardir Seyyid ve Serif. Neden ve nicin diye bana sormayin, ben vermedim bu sifatlari :)

Bilgilerimiz tarihten edinilen bilgilerdir, nasilki Hunlular, Selcuklular, Misirlilar hakkinda, ünlü kisilikler hakkinda tarih üzerinde ulasiyorsak bilgilere, aynen onun gibi.

Yoksa kendi sahsima yapmis oldugum incelemeler yoktur.

Esasinda soy sop meselesi beni hic ilgilendirmiyor. Allah katinda da degeri olan TAKVA'dir.

Dünya hayatimizda soya sopa bakarak deger verecegim tek nokta evlilik meselesinde olabilir, ki yakin kan akrabaligi dolayisiyle yapilacak yanlis bir evlilige önceden mani olmak acisindan .

Selam ve dua ile.

raven 18. February 2013 10:43 PM

Başkalarının şiir,büyü,safsata,deli saçması dediği şeye ilk iman eden, tebliğe ilk uyan kimse...
İlk Müslüman...
Bir kadın...



İnsanların onun hakkında ne söylediğinin hiç bir önemi yok.Bu onun kim olduğu gerçeğini asla değiştirmez.Onun müslümanların gönlündeki saygınlığını ne yapılan süslü laflar artırır, ne de değersiz göstermek için yapılan ucuz söylemler azaltır.

bartsimpson 19. February 2013 11:04 PM

Varaka bin Nevfel'in kuzeni olduğunu da unutmayın...

Varaka bin Nevfel (Arapça: ورقه بن نوفل بن أسد بن عبد العزي بن قصي القرشي), Muhammed'in eşi Hatice'nin kuzeniydi. Nasturi rahibi olan Varaka Mekke'nin rahibi ve vaiziydi. Tevrat ve İncil'i biliyordu ve bunları Arapçaya tercüme etmişti. Muhammed'in Hatice ile olan evliliğinde başkanlık etmişti. Genelde kabul görmüş klasik kaynaklarda Hatice'nin Muhammed'i ilk vahiyin ardından Varaka'ya durumu açıklaması için götürdüğü geçer. Varaka anlatılanları dinledikten sonra olayın bir vahiy olduğunu, Muhammed'e peygamberlik verildiğini ve eğer genç olsaydı onun destekçilerinden olmak istediği belirtir.

[COLOR="Red"]Başkalarının şiir, büyü, safsata, deli saçması dediği şeye kayıtsız şartsız ilk iman eden, Muhammedin tebliğine kayıtsız şartsız ilk uyan kimseyi, arıyorsanız [B][COLOR="Blue"]Ebubekir Es Sıddık[/COLOR][/B]'a bakınız...
[/COLOR]

raven 20. February 2013 12:52 AM

bakalım
Hz Ebubekir değil.Hz.Ali'ye atfedilen rivayetten başka kaynak yok.
Ayrıca aramıyoruz zaten biliyoruz.İlk müslüman Hz Hatice validemizdir.
sizde bir bakın bakalım

İşin içine Varaka yı falan sokarsanız Hz muhammed' e batı dünyası tarafından yapıştırılan hristiyanlığıda yahudiliğide biliyordu ona göre kendi bir kitab yazdı noktasına gelirsiniz mazallah.Yani biri çıkıp Hz. Muhammed semavi dinlerin öğretilerini kayın kuzeni Varaka'dan öğrendi, sonra kendi bir kitab yazdı diyebilir.

merdem 20. February 2013 12:56 AM

[QUOTE=raven;15990]bakalım
Hz.Ali'ye atfedilen rivayetten başka kayanak yok.İlk müslüman Hz Hatice validemizdir.
sizde bir bakın bakalım[/QUOTE]


Aziz Kardesim seni gördügüme sevindim :) dedimki kendi kendime acaba Raven'i kaybettikmi aleviler arasinami karisti :p

Gecen hayirli olsun.

Selam ve dua ile.

raven 20. February 2013 01:11 AM

seninde gecen hayırlı olsun kardeşim
Alevilerin arasına karışmama gerek yok.Alevi, Sunni yada bir başkası herkese gönlümüzde yer var.

galipyetkin 20. February 2013 11:37 AM

Sayın Raven.

Yukarıdaki yazınızda şöyle bir ifade var: ''[B]İlk müslüman Hz Hatice validemizdir.[/B]''

Enam-163, Hacc-78, Al'i İmran-52. ayetler göz önüne alındığında, acaba ''Hem Hatice validemiz, hem de ilk müslümanlık yönünden'' bir açıklama gerekir mi?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

merdem 20. February 2013 01:25 PM

Allah katindaki hak din Islam'dir. Iman edenleri Rabbimiz Müslüman olarak nitelendirir. Tüm Peygamberler Islam'i teblig etmekle vazifelendirilmislerdir.

Her ümmete gönderilen Peygamberlere ilk inanalar olarak ele aldigimizdan dolayi Hz. Hatice'yi Ümmed-i Muhammed olarak ilki sayiyoruz :-)

raven 20. February 2013 06:29 PM

[QUOTE=galipyetkin;15999]Sayın Raven.

Yukarıdaki yazınızda şöyle bir ifade var: ''[B]İlk müslüman Hz Hatice validemizdir.[/B]''

Enam-163, Hacc-78, Al'i İmran-52. ayetler göz önüne alındığında, acaba ''Hem Hatice validemiz, hem de ilk müslümanlık yönünden'' bir açıklama gerekir mi?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.[/QUOTE]

Haklısınız Sayın galip yetkin

İlk müslüman kısmını düzelttiğiniz için sağolun.Onu şöyle diyeyim.Allah ın son elçisinin(HZ. MUHAMMED s.a.v) tebliğine ilk uyan kimse.

Validemiz sözüne takılmayın ayrıca, ben ve bir çok müslüman öyle tanımlıyoruz.Ona duyulan sevginin büyüklüğünden verilmiş bir sıfat o.Merak ediyorum acaba siz Mustafa Kemal ATATÜRK e ''atamız'' diyormusunuz?

dost1 20. February 2013 09:29 PM

Selamun Aleyküm! Değerli Kardeşlerim!

Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah Ahzab 6 da:

"Ennebîyyü evla bil mu’miniyne min enfüsihim ve [B]ezvacühu[/B] [COLOR="Red"][B]ümmehatühüm[/B][/COLOR] ve ülül’ erhami ba'duhüm evla bi ba'dın fiy Kitabillahi minel mu’miniyne vel mühaciriyne illâ en tefalu ila evliyaiküm ma'rufa kâne zâlike fiyl Kitabi mesturea"

"En-Nebî , mü'minlere kendi nefislerinden daha yakın, [B]o'nun (En-Nebî'nin ) eşleri,[/B] [COLOR="Red"][B]onların (mü'minlerin) analarıdır.[/B][/COLOR] Ve akrabalar; Allah'ın yazgısında onlardan bir kısmı, bir kısmındandır, –velilerinize ma'rûfu yapmanız dışında– mü'minlerden ve muhacirlerden daha önceliklidirler. Bu, Kitap'ta yazılmıştır."

Tevbe 24 de:
Kul in kâne abaüküm ve ebnaüküm ve ıhvanüküm ve ezvacüküm ve aşiyretüküm ve emvalü nıktereftümuha ve ticaratün tahşevne kesadeha ve mesakinü terdavneha ehabbe ileyküm minAllahi ve RasûliHi ve cihadin fiy sebiyliHi feterabbesu hatta ye'tiyAllahu bi emriHi, vAllahu la yehdil kavmel fasikıyn;

"De ki: "Eğer ki babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz (akrabalarınız, kabileniz), elde ettiğiniz mallar, kesata uğramasından ürperdiğiniz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allah'tan, O'nun Elçisi'nden ve O'nun yolunda cihattan daha sevimli ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyiniz. Ve Allah fâsıklar kavmine doğru yolu göstermez."

Mücadele 22 de:
La tecidu kavmen yu'minune billahi velyevmil'ahıri yüvaddune men haddAllahe ve RasûleHu ve lev kânu abaehüm ev ebnaehüm ev ıhvanehüm ev 'aşiyretehüm* ülaike ketebe fiy kulubihimül'iymane ve eyyedehüm biruhın minHu, ve yudhıluhüm cennatin tecriy min tahtihel'enharu halidiyne fiyha* radıyAllahu 'anhüm ve radu 'anHu, ülaike hızbullah ela inne hızballahi hümülmüflihun

"Allah'a ve âhiret gününe inanan bir topluluğu, Allah'a ve Elçisi'ne karşı çıkanlarla sevgiye dayalı bir dostluk kurmuş olarak bulamazsın. Bunlar onların ister babaları olsun, ister çocukları olsun, ister kardeşleri olsun, ister akrabaları olsun. Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları Kendisinden olan ruh [güvenli bilgi] ile desteklemiştir. Onları, sürekli kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. İşte bunlar Allah'ın hizbidir/yandaşlarıdır. Dikkat edin, Allah'ın hizbi/yandaşları başarıya ulaşanların ta kendileridir."

diye buyurmaktadır.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

raven 20. February 2013 09:42 PM

[QUOTE=dost1;16009]Selamun Aleyküm! Değerli Kardeşlerim!

Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah Ahzab 6 da:

"Ennebîyyü evla bil mu’miniyne min enfüsihim ve [B]ezvacühu[/B] [COLOR="Red"][B]ümmehatühüm[/B][/COLOR] ve ülül’ erhami ba'duhüm evla bi ba'dın fiy Kitabillahi minel mu’miniyne vel mühaciriyne illâ en tefalu ila evliyaiküm ma'rufa kâne zâlike fiyl Kitabi mesturea"

"En-Nebî , mü'minlere kendi nefislerinden daha yakın, [B]o'nun (En-Nebî'nin ) eşleri,[/B] [COLOR="Red"][B]onların (mü'minlerin) analarıdır.[/B][/COLOR] Ve akrabalar; Allah'ın yazgısında onlardan bir kısmı, bir kısmındandır, –velilerinize ma'rûfu yapmanız dışında– mü'minlerden ve muhacirlerden daha önceliklidirler. Bu, Kitap'ta yazılmıştır."

Tevbe 24 de:
Kul in kâne abaüküm ve ebnaüküm ve ıhvanüküm ve ezvacüküm ve aşiyretüküm ve emvalü nıktereftümuha ve ticaratün tahşevne kesadeha ve mesakinü terdavneha ehabbe ileyküm minAllahi ve RasûliHi ve cihadin fiy sebiyliHi feterabbesu hatta ye'tiyAllahu bi emriHi, vAllahu la yehdil kavmel fasikıyn;

"De ki: "Eğer ki babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz (akrabalarınız, kabileniz), elde ettiğiniz mallar, kesata uğramasından ürperdiğiniz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allah'tan, O'nun Elçisi'nden ve O'nun yolunda cihattan daha sevimli ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyiniz. Ve Allah fâsıklar kavmine doğru yolu göstermez."

Mücadele 22 de:
La tecidu kavmen yu'minune billahi velyevmil'ahıri yüvaddune men haddAllahe ve RasûleHu ve lev kânu abaehüm ev ebnaehüm ev ıhvanehüm ev 'aşiyretehüm* ülaike ketebe fiy kulubihimül'iymane ve eyyedehüm biruhın minHu, ve yudhıluhüm cennatin tecriy min tahtihel'enharu halidiyne fiyha* radıyAllahu 'anhüm ve radu 'anHu, ülaike hızbullah ela inne hızballahi hümülmüflihun

"Allah'a ve âhiret gününe inanan bir topluluğu, Allah'a ve Elçisi'ne karşı çıkanlarla sevgiye dayalı bir dostluk kurmuş olarak bulamazsın. Bunlar onların ister babaları olsun, ister çocukları olsun, ister kardeşleri olsun, ister akrabaları olsun. Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları Kendisinden olan ruh [güvenli bilgi] ile desteklemiştir. Onları, sürekli kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. İşte bunlar Allah'ın hizbidir/yandaşlarıdır. Dikkat edin, Allah'ın hizbi/yandaşları başarıya ulaşanların ta kendileridir."

diye buyurmaktadır.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.[/QUOTE]

Hürmetlerimle...

galipyetkin 20. February 2013 11:44 PM

Sayın Raven.

Ben, Allah'ın son elçisi Muhammed Peygamber'e inzal olmuş Kitap'a uymaya ve içeriğini uygulayarak müslüman olmaya çalışan bir kişiyim; bu halim dolayısı ile de vakarlıyım.
Peygamberimizin ilk eşi Hatice de müslümanlar için hem ilk eş ve yaptığı fedakarlıklar, hem de Peygamber'e ilk inanan kişi olması sebebiyle''valide'' lakabı verilecek kadar değerli bir kişiliktir ve İslâm tarihinde müstesna bir yeri olduğu da tartışılmaz.
''Validemiz sözüne takılmayın'' ifadenizden bir şey anlamadım ama şunu söyliyeyim: değil ''sözüne'' ''kendisine'' bile takılmak için bir nedenim yok. Değerli bir peygamber'in ''eşi'' sıfatını alabilmiş bir peygamber eşinin benim hayatımdaki rolü de Kur'anda geçtiği kadardır.

1877 bozgunu ile Trakyadan kopartılmış ve o tarihten itibaren de İstanbulda yaşayan bir Türk ailenin 4. nesliyim. Benden türeyen iki nesil var. Tarihin derinliklerinden gelen Türklüğümle de övünüyor ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e de bir Türk olarak, gerek hayatımda, gerek ulusumun varlığında bir rolü olduğundan da ''ATAM'' demekten kişisel onur duyuyorum.

Hakkımda başkaca meraklarınız varsa sizi aydınlatayım. Ben sizi merak etmiyorum, sebebim yok. Zaten yazılarınız sizi anlatıyor, tanıtıyorlar.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

merdem 21. February 2013 12:36 AM

Benimkilerde Yunan bozgunundan Rumlardan kacip Mudanya'ya yerlesmisler. Cocuklarimin hepsi Almanya'da dünyaya geldi ve yaptigim en dogru hareket dogumlarindan itibaren onlarla devamli türkce konusmak olmustur.

Babam ve iki halam mükemmel türkcelerinin yani sira tam bir rumcaya hakimdiler. Ben merak edip ögrenmedim dogrusunu söylemem lazim gerekirse, bildigim bir tek kelime su anlamina gelen "NERO" olmustur, sayet dogru olarak ifade edildiyse tabi.

Zaten ayakli radyo olarak tanimladigi icin beni büyük halam rumca ögrenmem icin bir gayrette bulunmadigina eminim :p her yerde her zaman kimseden cekinmeden her konuda fikrimi acikca söyledigim devamli yüzüme vurulmustur.

Atatürk hakkinda sünni yolunda pek hayirli seyler söylenmez malumunuzdur. Ama yanlislarimi düzelttim ve saygiyla anmayi ögrendim.

Biraz gec de olsa kendimizi tanitiyoruz :D

raven 21. February 2013 01:38 AM

[QUOTE=galipyetkin;16012]Sayın Raven.

Ben, Allah'ın son elçisi Muhammed Peygamber'e uymaya ve müslüman olmaya çalışan bir kişiyim; bu halim dolayısı ile de vakarlıyım.
Peygamberimizin ilk eşi Hatice de müslümanlar için hem ilk eş ve yaptığı fedakarlıklar, hem de Peygamber'e ilk inanan kişi olması sebebiyle''valide'' lakabı verilecek kadar değerli bir kişiliktir ve İslâm tarihinde müstesna bir yeri olduğu da tartışılmaz.
''Validemiz sözüne takılmayın'' ifadenizden bir şey anlamadım ama şunu söyliyeyim: değil ''sözüne'' ''kendisine'' bile takılmak için bir nedenim yok. Değerli bir peygamber'in ''eşi'' sıfatını alabilmiş bir peygamber eşinin benim hayatımdaki rolü de Kur'anda geçtiği kadardır.

1877 bozgunu ile Trakyadan kopartılmış ve o tarihten itibaren de İstanbulda yaşayan bir Türk ailenin 3. nesliyim. Benden türeyen iki nesil var. Tarihin derinliklerinden gelen Türklüğümle de övünüyor ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e de bir Türk olarak, gerek hayatımda, gerek ulusumun varlığında bir rolü olduğundan da ''ATAM'' demekten kişisel onur duyuyorum.

Hakkımda başkaca meraklarınız varsa sizi aydınlatayım. Ben sizi merak etmiyorum, sebebim yok. Zaten yazılarınız sizi anlatıyor, tanıtıyorlar.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.[/QUOTE]

Bay Galip Yetkin,

Uzun zamandır sindiğiniz örümcek ağından nihayet aklınızca bana vuracak bir nokta yakaladınız öylemi? Haftalardır tırnaklarınızı yiyerek beklediğiniz an geldi mi?
Bakın bay yetkin, bana ister gelenekçi,ister mezhepçi,ister hurafeci yaftası yapıştırın.Şu kulağımdan girer şundan çıkar.Ama sakın bana Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK üzerinden saldırmayın sınıfta kalırsınız.Ne mutlu ki ben ATAM ı sizin gibi sevmiyorum.(sizin gibileri az çok bilirim)

Ayrıca
Ben sizi hiç merak etmedim.Bunu da nereden çıkardınız? Yedi secerenizi saymışsınız.Yorumuma yaptığınız soruya karşılık bande size sadece bir soru sordum.Sizin nereden geldiğinizi pek umursamıyorum.

Bakın beyefendi sizinle hiç bir sorununum yok.yazdıklarınızıda pek okumam.O yüzden lütfen bana bulaşmayın.gidin her zaman yaptığınız gibi belli takıntılarınız var onlarla uğraşın.

galipyetkin 21. February 2013 02:00 AM

1. paragrafa : Her elmas parçası aynı kıratta olacak diye bir kural yok !

2. paragrafa : Hay yaşayasın !

3. paragrafa : Söz.

Saygı ile
Galip Yetkin.

raven 21. February 2013 02:19 AM

[QUOTE=merdem;16013]Atatürk hakkinda sünni yolunda pek hayirli seyler söylenmez malumunuzdur. Ama yanlislarimi düzelttim ve saygiyla anmayi ögrendim.
Biraz gec de olsa kendimizi tanitiyoruz :D[/QUOTE]

Değerli kardeşim merdem,
bana söylermisin bu sözleri neye karşılık söyledin.Yani ATATÜRK mevzuna neden girdin? Benim yazımdan sonra algılamada bir sorun mu yaşadın?


ben ne sormuştum vatandaşa(yurttaşa)?
Soru:
Mustafa Kemal e Atamız diyormusunuz?
Cevap:
Sevdiğimiz ve saydığımız için minnetarlığımızı göstermek için evet(olabilirdi)

Yorum:Burdan yola çıkarak(çünkü ben peygamberimin hanımına Valimdemiz demiştim) bizim için değerli olan kimselere sevgi ve saygımızı belirtmek için Validem,Atam,Paşam,Hazret veya bu sizin hoşunuza gider Şahım diyebiliriz.

Buluttan bu kadar nem kapmak niye? Kelimeleri bu kadar cımbızlamak niye?Aslında ne demek istenildiği aşikarken cümlelere başka manalar yüklemek niyet okuyuculuğu yapmak niye.

Atatürk hakkında Sünni yolunda pek hayırlı şeyler söylenmezmiş...
Efendim o sizin Hüsnü kuruntunuz.

Atatürk ü sevmek için illa Alevi,solcu,ulusalcı yada eski tüfek komünist mi olmak gerekiyor.(bu sevgide öyle saf sevgi falan değildir hani)

Göğsümü gere gere söylüyorum
Sünniyim, Ülkücüyüm, Muhafazakarım farklı bir etnik guruba ait değilim(olabilirdim de).Öz be öz Türk evladıyım.(yüce Rabbim öyle halk etmiş)
Atatürk te benim Başbuğum ve Atam

Bazı gerçekleri öğrenmek için Türkiye nin yakın tarihini çok iyi irdelemenizi rica ediyorum.O zaman Atatürk ü kim ne için seviyor (yada sever görünüyor)görürsünüz.

raven 21. February 2013 02:22 AM

[QUOTE=galipyetkin;16015]Her elmas parçası aynı kratta olacak diye bir kural yok !

Hay yaşayasın !

Söz.

Saygı ile
Galip Yetkin.[/QUOTE]

hatırım kalırdı

peh

merdem 21. February 2013 09:19 AM

Degerli Raven Kardesim,

Atatürk hususunda Galip Kardesimizin yazisi üzerine kendimden cevap yazdim altina hemen. Tarihimizi bir türlü söktüremedik, ne yakin tarihimizi ne uzak tarihimizi, birakalim tarihi bir yana olusan günlük olaylarin arkasindaki gercekler dahi hakikatiyla aktarilmiyor. Adina medien diyorlar. Herkesin nabzina göre serbet veriliyor, sefa adina yutan yutana.:p Her ilac nasil ayni sekilde her vücuda tepki yapmiyorsa, her olay da herkesin üzerinde ayni tepkiyi uyandirmiyor.

Seninle ilgili bir düsünce üzerine yazmis degilim :)

Son üc gündür bas agrilarindan kahroluyorum. Yanlis anlasildiysam özür dilerim.

Sevgi, selam ve dua ile.

raven 21. February 2013 07:05 PM

Sevgili Merdem,
Seninle böyle bir diyaloğa girmek bile beni müteessir etti.
Sorun senden kaynaklı değildi.Gergin bir tartışmaya farketmeden müdahil oldun.Benim bunu tolore etmem gerekirdi. Çünkü seni tanıyorum.Umarım seni üzmemişimdir.Eğer kalbini kırdımsa beni bağışlaman en büyük dileğimdir.

merdem 21. February 2013 08:54 PM

[QUOTE=raven;16045]Sevgili Merdem,
Seninle böyle bir diyaloğa girmek bile beni müteessir etti.
Sorun senden kaynaklı değildi.Gergin bir tartışmaya farketmeden müdahil oldun.Benim bunu tolore etmem gerekirdi. Çünkü seni tanıyorum.Umarım seni üzmemişimdir.Eğer kalbini kırdımsa beni bağışlaman en büyük dileğimdir.[/QUOTE]


The Crow en sevdigim filimlerdendir, gözümde bir kahraman gibisin:)


Zerre kadar olsun alinmadim:p bagislamanin lafi dahi olmaz.

Hayirli aksamlar dileklerimle.

galipyetkin 24. February 2013 10:22 AM

Seyitler, Şerifler.

''Yazılar iyi, hoş, güzel de; ilk yazının ilk paragrafındaki şu SEYİDLERİN ve ŞERİFLERİN büyük annesi olma gibi eriş ve oluşların sahibidir'' ifadesindeki ''SEYİDler ve ŞERİFler kimler ki? Necidirler? Ne iş yaparlar? Kur'an'ın neresindedirler acaba?''

diye ilk yazıdan bir alıntı ile başlatmaya çalıştığımız yazı başka bir mecraya çekilmişti. Şimdi arzuladığımız mecraya dönerek islamda sapmalara neden olan bir ''üçkaatçılığı'' ortaya koyalım. Şöyle ki:

Bakara 124. ''Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder yapacağım demişti. ''Soyumdan da (önderler yap, yâ rabbi)'' dedi. Allah: ''Ahdim zalimlere ermez(onlar için söz vermem ) buyurdu.''

Ayetten de anlaşılıyor ki peygamber soyundan gelmek (seyid, şerif vs.'den olmak) zalim olmamanın gereği değil, illaki müslüman olacaklar diye bir kural yok, illaki taltif edilecekler diye bir şey yok. Peygamber soyundan gelse bile gerekli şartları yerine getirmek şart.

Enfal 41. ayette ganimetlerin nasıl bölüneceği açık olark anlatılmıştır. Ganimet 1/5'erden:
a_Allah ve peygambere, b-yakınlara, c-yetimlere, ç-yoksullara, d-yolculara

Bir ''üçkaat'' da ''b'' şıkkında yapılmıştır. Buradaki ''yakın'' ifadesi bazı kişilerce ''peygamber akraba çevresi'' olarak verilmiştir. Şimdi bir soru: ''savaşta elini, kolunu, bacağını kaybetmiş gaziler ile savaş nedeniyle tarlası, ekini hayvanı zarara uğramış kişiler veya onların eşleri nerede? bunlar ganimetten paya müstehak değil mi?''. İşte ''yakınlar'' olarak ifade edilenler de ''Savaşla yakınlığı olanlar'' manasında olup bu gazi ve zarar uğrayanlar olup, yan gelip de yatıp peygamberle yakınlığı nedeniyle beleşçiliği ifade eden bir ifade yoktur.

''Asalet, hem aristokrasi, hem liberalizm, hem feodal sistemlerde soydan geldiği kabul edilirken, bizim toplumlarımızda kişinin kendisinde-benliğinde güzel ahlaklı olmak diye kabul edilir. Buna ''erdem'' denilir ve islam bunun dışa yansımasına ''salih amel'' der. Kişi kendisinde güzel ahlak anlayışını toplamalı ve hareketlerine yansıtmalı ki, ona asil, asaletli kişi denilsin. Buna erdem-fazilet deniyor. Bunun ölçüsü de ''iffet'', yani ihtiyacı kadarla yetinip fazlasına tamah etmemek, elinde ise derhal zimmetten çıkarmaktır. İslam yaşamı da iffet-ismet üzerinedir. Bu nedenle de islam yaşamı seyitleri, eşraftanları, efendileri, şeyhleri, şıhları içinde barındırmaz. Barındırıyorsa düşünülmelidir. Bunlar mülkü ve maddi şeyleri, cahiller de bunları-bu asalakları veli edinmiştir.''

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

merdem 24. February 2013 12:58 PM

[QUOTE=galipyetkin;16099]Seyitler, Şerifler.

''Yazılar iyi, hoş, güzel de; ilk yazının son satırındaki şu SEYİDLERİN ve ŞERİFLERİN büyük annesi olma gibi eriş ve oluşların sahibidir'' ifadesindeki ''SEYİDler ve ŞERİFler kimler ki? Necidirler? Ne iş yaparlar? Kur'an'ın neresindedirler acaba?''

diye ilk yazıdan bir alıntı ile başlatmaya çalıştığımız yazı başka bir mecraya çekilmişti. Şimdi arzuladığımız mecraya dönerek islamda sapmalara neden olan bir ''üçkaatçılığı'' ortaya koyalım. Şöyle ki:

Bakara 124. ''Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder yapacağım demişti. ''Soyumdan da (önderler yap, yâ rabbi)'' dedi. Allah: ''Ahdim zalimlere ermez(onlar için söz vermem ) buyurdu.''

Ayetten de anlaşılıyor ki peygamber soyundan gelmek (seyid, şerif vs.'den olmak) zalim olmamanın gereği değil, illaki müslüman olacaklar diye bir kural yok, illaki taltif edilecekler diye bir şey yok. Peygamber soyundan gelse bile gerekli şartları yerine getirmek şart.

Enfal 41. ayette ganimetlerin nasıl bölüneceği açık olark anlatılmıştır. Ganimet 1/5'erden:
a_Allah ve peygambere, b-yakınlara, c-yetimlere, ç-yoksullara, d-yolculara

Bir ''üçkaat'' da ''b'' şıkkında yapılmıştır. Buradaki ''yakın'' ifadesi ''peygamber akraba çevresi'' olarak verilmiştir. Şimdi bir soru: ''savaşta elini, kolunu, bacağını kaybetmiş gaziler ile savaş nedeniyle tarlası, ekini hayvanı zarara uğramış kişiler veya onların eşleri nerede? bunlar ganimetten paya müstehak değil mi?''. İşte ''yakınlar'' olarak ifade edilenler de ''Savaşla yakınlığı olanlar'' manasında olup bu gazi ve zarar uğrayanlar olup, yan gelip de yatıp peygamberle yakınlığı nedeniyle beleşçiliği ifade eden bir ifade yoktur.

''Asalet, hem aristokrasi, hem liberalizm, hem feodal sistemlerde soydan geldiği kabul edilirken, bizim toplumlarımızda kişinin kendisinde-benliğinde güzel ahlaklı olmak diye kabul edilir. Buna ''erdem'' denilir ve islam bunun dışa yansımasına ''salih amel'' der. Kişi kendisinde güzel ahlak anlayışını toplamalı ve hareketlerine yansıtmalı ki, ona asil, asaletli kişi denilsin. Buna erdem-fazilet deniyor. Bunun ölçüsü de ''iffet'', yani ihtiyacı kadarla yetinip fazlasına tamah etmemek, elinde ise derhal zimmetten çıkarmaktır. İslam yaşamı da iffet-ismet üzerinedir. Bu nedenle de islam yaşamı seyitleri, eşraftanları, efendileri, şeyhleri, şıhları içinde barındırmaz. Barındırıyorsa düşünülmelidir. Bunlar mülkü ve maddi şeyleri, cahiller de bunları-bu asalakları veli edinmiştir.''

Saygılarımla.
Galip Yetkin.[/QUOTE]


Degerli Kardesim Galip,

burada cok haklisiniz, bilhassa bu satirlarda: [COLOR="Red"]Ayetten de anlaşılıyor ki peygamber soyundan gelmek (seyid, şerif vs.'den olmak) zalim olmamanın gereği değil, illaki müslüman olacaklar diye bir kural yok, illaki taltif edilecekler diye bir şey yok. Peygamber soyundan gelse bile gerekli şartları yerine getirmek şart.

[/COLOR]

Tarihin hic bir yerinde 4. ü Halife Ali ve her iki oglu hakkinda kati bir sekilde Kur'an'a Islam'a Müslümanliga aykiri bir davranista bulunduklarini yazmaz. Peygamber soyundan olduklari icin degil, tam bir mümin olduklari icin böyle hareket etmislerdir.

Soydan gelen bir idare seklini ille de takip etmel gibi bir hal takinmamislardir. Halk kendiliginden böyle uygun görmüs olacak. Muaviye mi dir Mervan midir neyse, onlar gibi kendi kendilerini halife ilan etmemislerdir.

Ve Muaviye dir saltanat haline ceviren halifeligi ve babadan ogula devamini saglamlastiran.

Hakliya hakli demek lazimdir.

Kur'an'da ille de peygamber soyundan gelmesi lazimdir diye bir konu yok müslümanlarin devlet idarecilerinin hakkinda. Ama muhakkak olan zenginlik icinde bir saltanata sahip olup soy güderek hakimligi saglamak hic bir sekilde ön görülmemistir.

Islam ile firavun gibi hanedanlarinin kökü zaten kazinmak istenmistir. Ama gelin görünki Allah'in resulünün ölümünden bir müddet sonra tam bir geriye dönüs olmustur. Bir devlet idarecisi olmak demek saltanat sürmek demek degildir.

Üstelik sizin de hak vereceginizi zannediyorum, Peygamber hanimlari Rabbimiz tarafindan annelerimiz olarak ifade edilmistir. Bu saygideger hanimlarin gecimlerini, sayet peygamberimiz hic bir sekilde geriye bir servet birakmadigini ele alacak olursak, nasil gecinebileceklerini, hayatlarini nasil devam ettirebileceklerini hic düsündünüzmü? Yoksa o hürmetli validelerin gecimlerini üstlenmek bir yük mü olmustur?

Selam ve dua ile.

merdem 24. February 2013 01:32 PM

[B]Enfal 41. ayette ganimetlerin nasıl bölüneceği açık olark anlatılmıştır. Ganimet 1/5'erden:
a_Allah ve peygambere, b-yakınlara, c-yetimlere, ç-yoksullara, d-yolculara

Bir ''üçkaat'' da ''b'' şıkkında yapılmıştır. Buradaki ''yakın'' ifadesi ''peygamber akraba çevresi'' olarak verilmiştir. Şimdi bir soru: ''savaşta elini, kolunu, bacağını kaybetmiş gaziler ile savaş nedeniyle tarlası, ekini hayvanı zarara uğramış kişiler veya onların eşleri nerede? bunlar ganimetten paya müstehak değil mi?''. İşte ''yakınlar'' olarak ifade edilenler de ''Savaşla yakınlığı olanlar'' manasında olup bu gazi ve zarar uğrayanlar olup, yan gelip de yatıp peygamberle yakınlığı nedeniyle beleşçiliği ifade eden bir ifade yoktur.

''Asalet, hem aristokrasi, hem liberalizm, hem feodal sistemlerde soydan geldiği kabul edilirken, bizim toplumlarımızda kişinin kendisinde-benliğinde güzel ahlaklı olmak diye kabul edilir. Buna ''erdem'' denilir ve islam bunun dışa yansımasına ''salih amel'' der. Kişi kendisinde güzel ahlak anlayışını toplamalı ve hareketlerine yansıtmalı ki, ona asil, asaletli kişi denilsin. Buna erdem-fazilet deniyor. Bunun ölçüsü de ''iffet'', yani ihtiyacı kadarla yetinip fazlasına tamah etmemek, elinde ise derhal zimmetten çıkarmaktır. İslam yaşamı da iffet-ismet üzerinedir. Bu nedenle de islam yaşamı seyitleri, eşraftanları, efendileri, şeyhleri, şıhları içinde barındırmaz. Barındırıyorsa düşünülmelidir. Bunlar mülkü ve maddi şeyleri, cahiller de bunları-bu asalakları veli edinmiştir.''[/B]


Dogru sözü selamlamak lazim gelir.

[COLOR="Blue"]a_Allah ve peygambere,( peygamber öldü, Allah'a pay nasil verilecek? [/COLOR] b-yakınlara, [COLOR="Red"]c-yetimlere,[/COLOR] ç-yoksullara, d-yolculara

Hasan ve Hüseyin öldürdüklerinde geride kalan cocuklari yetim ve öksüz sayilmazlarmi? Onlara bir pay verilse ganimetlerden cok mu görülür?

Hem bir taraftan peygamber soyu katledilecek hemde geriye kalan aileleri orta yerde ac susuz birakilacak, bu mudur adalet.

Hem illede peygamber soyundardir diye bir özellik verilmiyecek olurlarsa, neden 3. Halife Osman soyundan olduklari icin bazilarina özellikler taninsin?

Madem soy sop ile halledilecek bir durum yok ise ortada, o zaman halkin oyuyla karar verilir. Ama silah kuvveti, para ve hile üzerine halka baskiyla degil.

merdem 24. February 2013 01:48 PM

Türkün akli sonradan gelir misali, benim de sonradan aklima geliyor.


Galip Kardesim,

bir yerlerde okumustum, Osmanli zamaninda da peygamber soyundan gelenlere devlet bir maas bagliyordu.

Bana kalsa bu maas bir nevi susma payi rolünü oynuyordu, devlet islerine karismasinlar bir kösede uslu uslu otursunlar diye, hemde müslüman olarak halen kendilerini suclu hissediyorlardi zamaninda peygamber soyuna yapilan katliamlardan dolayi. Bu yüzdendir yapilan yardimlar. Kimsenin de sikayeti olmamistir bu neden böyledir diye.

Ben hic kimseye soyundan dolayi bir üstünlük taniyanlardan degilimdir. Yardima ihtiyaci olan herkese yardim edilmesi gerektigini savunurum.

Selam ve dua ile.

Not: Güzel bir temaya deginmissiniz gercekten. Tebrik ederim. Hic olmazsa asirlardir süren ve tabu bir tema olarak görülen konular üzerinde paylasimlar yapabiliyoruz. Tuhaftir ama, halen Muaviye ve Ali hakkinda konusmaya gelince sanki insanlara göklerden bir yasak konulmus gibi kimse yanasmiyor konulara.

Neymis efendim, müslümanligi bölmek olurmus sayet bu konulari acarsak. Bölüsmelerin sebebini bir arastirmak akillarina gelmiyor sanki, zaten tam da bu olaylar sebeb olmustur müslümanlarin arasina fitne sokup mezheblere bölen.

galipyetkin 25. February 2013 02:10 AM

Sayın merdem.

Her müslümana kendi elinin emeği vardır.Yani bir müslüman üretecek çalışıp çabalayacak ve ürettiğini, emeğinin karşılığını tüketecektir. Asalak yaşam müslüman yaşamına aykırıdır.

Biz listeler halinde yayınlanan ve bazı listelere göre (cariyeler hariç) 20+küsur, bazı lstelere göre 30+küsur eşli diye anlatılmaya çalışılan Peygamberimizin tek eşli (Haticenin vefatı ile Ayşe) olduğuna inananlardanız. Bu nedenle de binlerce ''şerifler'', ''şerif yardımcıları'', ''herifler'', ''filan-feşmekân'' (asaletli bir sınıf) icat edilmesine de karşıyız.. Yani Peygambere saygı peygamber enayiliği yaratmamalıdır. Bizim dinimizde ''peygamber soyu'' diye bir kavram yoktur; bu nedenle de bizim dinimizde ''peygamber atanmaz, peygamber seçilir''. Dolayısı ile bir soy-sop meselesi değildir peygamberlik. Hatırlayın bakara-l24. ayeti; Allah İbrahim'i bazı kelimeler ile sınar. Atanacak sınanmaz, yetiştirilir; seçilecek ise sınanır. O halde peygamber ailesi, Peygamber soyu diye bir üstün sınıf da yoktur.Dolayısı ile peygamber soyundan gelenler de genel esaslara tabidir.Bu genel esasları da şuradan okursanız ve fikrinizi beyan ederseniz memnun olurum:[url]http://www.hanifler.com/showthread.php?p=10822#post10822[/url]

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

merdem 25. February 2013 08:33 AM

Degerli Galip Kardesim,

bir seye inanmak/zannetmek baska bir sey, gercekler baska bir sey ifade ederler.

Lütfen bana asagidaki Ayetlerden ne anlatildigini izah edermisiniz. Neden tek esli bir peygambere Allah bu sekilde hitap ediyor cok esli bir peygamber olarak ? Yoksa arap dilindeki hitap sekli yüzünden mi böyle cümleler olusmustur?

Selam ve dua ile.




33:37 - Hem hatırla o vakti ki, o kendisine Allah'ın nimet verdiği ve senin de ikramda bulunduğun kimseye: "Hanımını kendine sıkı tut ve Allah'tan kork" diyordun da nefsinde Allah'ın açacağı şeyi gizliyordun. İnsanlardan çekiniyordun. Halbuki Allah kendisini saymana daha lâyıktı. Sonra Zeyd o kadından ilişiğini kestiği zaman, biz onu sana eş yaptık ki, oğulluklarının ilişkilerini kestikleri hanımlarını nikâhlamada müminlere bir darlık olmasın. Allah'ın emri de yerine getirilmiştir.

33:50 - Ey peygamber! Biz bilhassa sana şunları helâl kıldık: Mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak ihsan buyurduklarından sahip olduğun cariyeleri, amcalarının kızlarından, halalarının kızlarından, dayılarının kızlarından, teyzelerinin kızlarından seninle beraber hicret etmiş olanları, bir de mümin bir kadın kendini peygambere hibe ederse, peygamber nikâh etmek istediği takdirde, onu başka müminlere değil de sadece sana mahsus olmak üzere helâl kıldık. Onlara eşleri ve cariyeleri hakkında neyi farz kıldığımızı biliyoruz. Bunlar sana hiçbir darlık olmaması içindir. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

33:52 - Bundan başka kadınlar sana helâl olmaz. Bunları başka eşlerle değiştirmek de olmaz. İsterse güzellikleri hoşuna gitsin. Ancak sahip olduğun cariyen başka. Allah her şeye gözcü bulunuyor.

Ahzab 28: Ey Peygamber, eşlerine şöyle söyle: "Eğer şu iğreti dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, haydi gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de sizi güzellikle serbest bırakayım.

Ahzab 29: Eğer Allah`ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu diliyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfat hazırlamıştır.

Ahzab 32: Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah`tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin.

Ahzab 33: Evlerinizde vakarla oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah`a ve Resulüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.


Ahzab 53: Ey iman edenler! Siz zamanını gözetlemeksizin, bir yemeğe davet edilmedikçe, Peygamberin evlerine girmeyin. Ancak davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamberi üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez. Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allahın Resulünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla caiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük (bir günah) tır.


Ahzab 59: Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.

galipyetkin 25. February 2013 10:06 AM

Sayın merdem.

Sorduğunuz sorular başka bir başlık konosu ama sorularınızın cevabı da esasen 33/52.

Tabiidir ki bizim de kendimize göre görüşlerimiz var fakat bu konunun kompetanı Sayın Hasan Akçay'dır ve bizim vereceğimiz bilgiler O'nu kopye etmek, sitede yazdığından da en azından kendisine ayıp etmek olur. Ahzab suresi üzerine bir ''çeviri-yorumu'' da var. Ait olduğu başlıktan bilgi edinmek veya fikrini öğrenmek için sorarsanız size açıklamalarda bulunmaktan zevk alacağını biliyorum. Nisa/3 hakkında da çok iyi bir araştırıcıdır.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

merdem 25. February 2013 10:22 AM

Sitede bulunan yazilari, makaleleri, aciklamalari bir okuyayim önce ( uff.... hayli bir vakit alacak ama, hic olmazsa bilgim olan konularda bir yazismada bulunabilirim.)

Tavsiyenizden dolayi tekekkür ederim degerli kardesim Galip. Ben de ayni hataya düsmüs bulunuyorum bir cok üyeler gibi, en önce siteyi bir arastirmam gerekirdi, ondan sonra fikirlerimi sunmak.


Selam ve dua ile.

Miralay 25. February 2013 01:34 PM

Selam kardeşlerim,abilerim,üstadlarım,güzel insanlar.
İşlerimin yoğunluğundan pek fırsat bulamasam da; bu konudaki yazışmalar hoşuma gittiği için az da olsa zamanımı ayırmak istedim.

Öncelikle merdem kardeşim geçmiş olsun. Yanlış okumadıysam başınız ağrıyormuş. Allah şifalar versin.

Seyitler,şerifler konusunu okuyunca aklıma komik bir anı geldi.

25 yıl boşa geçen tarikat hayatımda, seyit olduğu iddia edilen her kim varsa; (isterse çocuk olsun) karşısında hürmetle eğilir, elini öperdik.

İşyerinden bir bayan arkadaşım bizim bu halimize hayret ederek,neden küçücük bir çocuğun önünde eğilip,elini öptüğümüzü sordu.
Biz de onun seyit olduğundan böyle yaptığımızı söyledik.
Seyitin kelime anlamını sorunca, Biz de,"peygamber soyundan gelenlere seyit denir" demiştik.

Bayan arkadaşımız da yarı hayret,yarı hiddet içerisinde, "O halde benim de elimi öpmeniz gerek!" dedi.
Biz de ona gerçekten peygamber soyundan mı geldiğini sorunca.

"Tabii ki ben de peygamber soyundanım, hadi elimi öpün bakalım. Adem peygamberin soyundanım." demez mi :)

dost1 25. February 2013 02:34 PM

Selamun aleyküm! Değerli Merdem Kardeşim!

[QUOTE=merdem;16101][B]Enfal 41. ayette ganimetlerin nasıl bölüneceği açık olark anlatılmıştır. Ganimet 1/5'erden:
a_Allah ve peygambere, b-yakınlara, c-yetimlere, ç-yoksullara, d-yolculara

Bir ''üçkaat'' da ''b'' şıkkında yapılmıştır. Buradaki ''yakın'' ifadesi ''peygamber akraba çevresi'' olarak verilmiştir. Şimdi bir soru: ''savaşta elini, kolunu, bacağını kaybetmiş gaziler ile savaş nedeniyle tarlası, ekini hayvanı zarara uğramış kişiler veya onların eşleri nerede? bunlar ganimetten paya müstehak değil mi?''. İşte ''yakınlar'' olarak ifade edilenler de ''Savaşla yakınlığı olanlar'' manasında olup bu gazi ve zarar uğrayanlar olup, yan gelip de yatıp peygamberle yakınlığı nedeniyle beleşçiliği ifade eden bir ifade yoktur.

''Asalet, hem aristokrasi, hem liberalizm, hem feodal sistemlerde soydan geldiği kabul edilirken, bizim toplumlarımızda kişinin kendisinde-benliğinde güzel ahlaklı olmak diye kabul edilir. Buna ''erdem'' denilir ve islam bunun dışa yansımasına ''salih amel'' der. Kişi kendisinde güzel ahlak anlayışını toplamalı ve hareketlerine yansıtmalı ki, ona asil, asaletli kişi denilsin. Buna erdem-fazilet deniyor. Bunun ölçüsü de ''iffet'', yani ihtiyacı kadarla yetinip fazlasına tamah etmemek, elinde ise derhal zimmetten çıkarmaktır. İslam yaşamı da iffet-ismet üzerinedir. Bu nedenle de islam yaşamı seyitleri, eşraftanları, efendileri, şeyhleri, şıhları içinde barındırmaz. Barındırıyorsa düşünülmelidir. Bunlar mülkü ve maddi şeyleri, cahiller de bunları-bu asalakları veli edinmiştir.''[/B]


Dogru sözü selamlamak lazim gelir.

[COLOR="Blue"]a_Allah ve peygambere,( peygamber öldü, Allah'a pay nasil verilecek? [/COLOR] b-yakınlara, [COLOR="Red"]c-yetimlere,[/COLOR] ç-yoksullara, d-yolculara

Hasan ve Hüseyin öldürdüklerinde geride kalan cocuklari yetim ve öksüz sayilmazlarmi? Onlara bir pay verilse ganimetlerden cok mu görülür?

Hem bir taraftan peygamber soyu katledilecek hemde geriye kalan aileleri orta yerde ac susuz birakilacak, bu mudur adalet.

Hem illede peygamber soyundardir diye bir özellik verilmiyecek olurlarsa, neden 3. Halife Osman soyundan olduklari icin bazilarina özellikler taninsin?

Madem soy sop ile halledilecek bir durum yok ise ortada, o zaman halkin oyuyla karar verilir. Ama silah kuvveti, para ve hile üzerine halka baskiyla degil.[/QUOTE]

Tövbe Sûresinde hazineden kimlere harcama yapılacağı genel olarak açıklanmıştır:

(Tövbe: 60) Kesinlikle, Allah tarafından bir fariza [taksim/zorunlu görev] olarak; sadakalar [kamu gelirleri] ancak, fakirler, miskinler [yoksullar, işsizler] o iş üzerine çalışan görevliler [kamu görevlileri], müellefe-i kulûb [kalpleri İslâm'a ısındırılacaklar], boyunduruktakiler [özgürlüğü olmayan köleler], ağır borç altındakiler, Allah yolundakiler [askerler, öğrenci ve öğretmenler], yolda kalmışlar içindir. Allah her şeyi en iyi bilendir ve yasa koyandır.

Âyetteki, Eğer siz Allah'a iman etmiş, hakk ile bâtılın ayrıldığı o gün; iki ordunun karşı karşıya geldiği o gün [Bedir günü], kulumuza indirdiğimiz Âyetlere iman etmiş iseniz ifadesi, çok ciddi bir ikaz olup, "eğer Allah'a inanmışsanız sadakaları [kamu gelirlerini] böyle taksim edin, inanmıyorsanız ne yaparsanız yapın" demektir. Buradan, taksimatın böyle yapılmaması hâlinde Allah'a iman edilmiş olmayacağı anlaşılıyor.
Âyette, ganimetin öncelikle Allah için olduğu ifade ediliyor ki bundan maksat, –Allah'ın bir hissesi bulunduğunu bildirmek değil– söze tazim üslubu [Allah'ı zikretmek] ile başlamak ve kamu yararını ön plana çıkarmaktır. Çünkü her şey Allah'ın mülkü ve milkidir. Kur'ân'da Allah'a izafe edilen her şey, "kamu yararını" ifade eder; "Beytullâh, nâqatullâh" gibi.

Âyetteki, yakınlığı olanlar ifadesiyle, genellikle Peygamber'in yakınları, Ehl-i Beyt, Kureyş kabilesi, Hâşimoğulları, Muttaliboğulları gibi akrabalarının kastedildiği ileri sürülmüştür. Hâlbuki Haşr Sûresinde savaş ganimetlerinden bahsedilirken, yakınlığı olanlar ifadesi, bizzat Allah tarafından açıklanmıştır:

(Haşr: 7–8) Allah'ın, o kent halkından, Rasûlü'ne verdiği ganimetler, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşmasın diye Allah'a, Elçi'ye yakınlık sahiplerine; göç eden fakirler –ki onlar, Allah'ın lütuf ve rızasını ararken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır, Allah'a ve Elçisi'ne yardım ederler. İşte onlar, doğruların ta kendileridir– yetimlere, miskinlere, yolcuya aittir. Elçi, size ne verdiyse onu hemen alın. Sizi neden aloyduysa ondan geri durun. Allah'a da takvâlı davranın. Şüphesiz Allah, kovuşturması çok çetin olandır.

"Ganimetlerin tümü, niçin gaziler arasında paylaştırılmayıp da beşte-biri kamuya ayrılıyor?" diye sorulabilir. Bunun birinci nedeni, İslâm'daki savaşın ana gayesinin dünyevî çıkar için olmayışıdır. İkinci nedeni de, yetimler, yoksullar vs.'nin de Allah için savaşa katılmak istediği hâlde imkân bulamamalarıdır. Bunlar savaşa katılamasalar da gönülleri savaşa katılanlarla beraber olmuş ve onların zaferi için dua etmişlerdir.
Âyette, ganimetin beşte-dörtlük kısmının ne yapılacağı belirtilmemiştir. Ancak, Âyetteki söz akışı ve Rasûlullah'ın uygulaması, kalan kısmın savaşa katılanlar arasında hakkaniyetle paylaştırılması gerektiğini göstermektedir.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

seckin 26. February 2013 06:16 AM

Kuran neden hiç isimden/haticeden bahsetmiyor.

Neden hep "peygamber eşleri" ifadesi geçiyor.

raven 26. February 2013 04:51 PM

Hadi bu sefer şeytanın avukatlığını yapayım... Hz. Peygamberin torununu ve ailesini katledenler neye göre hareket etti? ne düşündüler? Peygamberin kanını taşıyan o mübarek insanları öldürürken nereden(hangi kitaptan) ilham aldılar

ha birde bazı arkadaşlarda Hz.Peygambere ve eşlerine(validelerimize) karşı alerji olduğunu seziyorum.dikkat edin bu alerji sizde bulantı, kusma, karın ağrısı, gaz, karında şişkinlik, döküntü, dil ve damakta şişme, boğazda kaşıntı ve cehennemde yanmaya sebep olabilir.

Böyle küçük dağları ben yarattım havasıyla Hz Peygamberden ve eşlerinden bahseden zevat acaba günlük hayatta kendilerine bey,hanımefendi,sayın yada my lord diye hitap edilmemesinden hoşlanırlar mı acaba? (yazanların tavırlarına bakılırsa bu mümkün değil)
mesela;
komşunuzun on sekiz yaşındaki oğlu sizin yanınızda karınıza
-aysel naaber
derse ne yaparsınız.
yada sizin altınızda çalışan bir kadronun
-Murtaza şu yıllık izni bi imzalasana
demesine


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 11:09 PM.

Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam