Tasavvufu Kuran'da aradım.
[B]TASAVVUFU KURAN'DA ARADIM. 1[/B]
[B](Kuran Müslümanı sitesinden alıntıdır.) [/B] Hayâl etmek ve başarmak arasındaki ilişkiyi hepimiz biliriz. Hayal dünyalarımızın konforundan hepimiz yararlanırız ve bu insanlığımızın en temel fonksiyonlarındandır. Meşhur sözdür, “insan hayal ettikçe yaşar”…. Bu yazımda sizinle bir hayalimi paylaşacağım… Kurân üzerine bir hayal! Hayal-Kurân arasındaki bu serüvende Tasavvufu arayacağım.. Hayal kadar sübjektif ve Kurân kadar objektif iki unsur arasında dengede kalmaya çalışacağım.. Kurân’ın rehberliğinde bu dengeyi sağlamakta güçlük çekmeyeceğime dair bir güven duygusuna sahibim.. Evet, artık hayal kapısından Kurân boyutlarına giriş yapabilirim. İlk görüntü perdeye yansıdı bile… Hayal dünyamda önce bütün kitaplar buharlaştı.[B] Bir tek Kurân kaldı….[/B] Bu sınırsız gücün(hayal gücü) yetkisi ile hafızalara müdahale ettik ve [B]hafızalardan tasavvuf adına ne varsa, hepsini sildik…[/B] Ne yolu kaldı; ne yöntemi… Ne mürşidi kaldı; ne müridi… Ne uçanı kaldı; ne uçuranı… “Tasavvuf, Sûfilik” gibi terimlerin bile silindiğini söylememe herhalde gerek yok… Tabii olarak, İslâm tarihinden bugünlere yâdigâr ne Kâdirilik kaldı; ne de Nakşilik ve diğerleri…!!! Hayal gücümüzün gerçekleştirdiği bu sınır tanımaz operasyondan -elbette- Tasavvuf Ana Bilim Dalı da nasibini aldı ve bu konuda ihtisas yapmış bütün akademisyenler bir anda ünvansız ve işsiz kaldı…… Hayal gücümüzün sağladığı bu inanılmaz konfor sâyesinde, [B]Kurân ile başbaşa kaldık…..[/B] [B]VECHi TEVCîH (etmek)[/B] Bu bağımsız okuma esnasında [B]Enâm-79. [/B]âyete takıldık… Hz. İbrahim [B]“innî veccehtü vechiy…” ile istikâmetini ilân ediyordu…[/B].“Ben hanif olarak [B]yüzümü[/B], gökleri ve yeri fatr eyleyene döndürdüm. Ben müşriklerden degilim.” “Yüz” kendi yüzüydü… “Ya Fâtır”a[B] vechini tevcih etmişti…..[/B]Ya “hanif” olduğu için yüzünü doğru adrese tevcih edebilmişti; ya da vechini tevcih edebildiği için “hanif” olmuştu…??? Gâliba ikisi aynı şeydi… “Vechimizi O’na tevcih etmek….” [B]VECHi İKÂME (etmek)[/B] Ancak, Kurân bununla yetinmiyor; vechimizden daha fazlasını bekliyordu…[B].Rûm Sûresi 30. Âyette “fe-ekım vecheke liddîni haniyfen…” buyurulurken[/B], [B]aynı sûrenin 43. Âyetinde “fe-ekım vecheke liddîyn’il-kayyim…”[/B] şeklinde emir tazeleniyordu… Din “kayyim” idi ve dîn-i kayyime hanif olarak vechimiz (yüzümüz) ikâme edilmeliydi… [B]VECHi İSLÂM (etmek) [/B] Bu talepleri karşılayabileceğimi hayal ettim… Ancak, bu hülya da kısa sürdü.. Çünkü, Kurân’da vechimizi ilgilendiren yeni bir aşama vardı…Bu aşamada kişi hanif olmanın dışında [B]“muhsin”[/B] de oluyordu… [B]Bakara-112, Nisâ-125 ve Lukman-22[/B] âyetlerde [B]“.. men esleme vechehû lillah..” [/B]kalıbından sonra hep [B]“ve hüve muhsinun..”[/B] tanımlaması geliyordu… Âyetler söz birliği içinde sanki şunu deşifre ediyordu… Hz. İbrahim’in hanif olarak başlayan yolculuğu “halîl” olması ile taçlanmıştı… Fakat, arada muhsin olmayı başarmak gerekiyordu…Vechimizi Allah için islam ederek veya bir başka nüansla vechimizi Allah’a teslim ederek “muhsin” olabilmek yolunda hayal gücümü işletmeye başlamıştım artık….Allah muhsinleri seviyordu; [B]“…ve ehsinû” [/B]buyuruyordu [B]Bakara’nın 195.[/B] Âyetinde…. O’nun rahmeti muhsinlere yakındı….. [B](Ârâf:56)[/B] Çünkü onlar, bollukta ve darlıkta infak edebiliyorlar; öfkelerine yenilmiyorlar ve insanları affedebiliyorlardı….[B] (Âli İmran:134) [/B] Kurân’da sayısız [B]ihsan[/B] örneği sunuluyor ve muhsinler açıkça taltif ediliyorlardı…Bu durum, ister istemez bazı soruları gün yüzüne çıkardı… Öyle ya, neden[B] nefsimizden değil de hep vechimizden bahsediliyordu…? [/B]Yâni, neden nefsimizi değil de vechimizi dini kayyime ikâme ediyorduk?? Ve neden nefsimizi değil de vechimizi Allah için islâm, teslim ediyorduk??? Oysa, Kurân belki de yüzlerce âyette nefs kelimesi ve türevleri ile açıklamalar getiriyordu…İlgili âyetler incelendiğinde[B] nefs [/B]kelimesi mânâ olarak sanki daha somut olandan bahsediyordu…?? Sanki, [B]vech[/B] kelimesi nefsimizden çok bizi temsil edendi ve fakat daha gizemliydi..??Bizim bir sîmâmız vardı… Ancak, vechimiz o değildi… Sîmâ da vechimizin bir yansımasıydı..[B]“sîmâhüm fî vücûhihim min eser’is-sücûd…” (Feth:29) [/B] Allah aşkına neydi “vech”in hikmeti…??? Evet, kelime olarak vech yüz mânâsına geliyordu… Eeeeee! Peki bu her şeyi açıklamaya yetiyor muydu??? Yetmiyordu!!!! [B]Lİ VECHİLLAH [/B] Nasıl olsa, Kurân ile başbaşaydım… Araştırmaya devam ettim…. Gördüm ki, [B]İnsan Sûresi 9.[/B] Âyette bazı insanlar, besledikleri insanlardan teşekkür veya bir başka karşılık beklemeden, bunu sâdece [B]li vechillah [/B]yapıyorlardı….. [B]RABBİN VECHİNİ İBTİĞA[/B] Bazıları da Rabbin vechini ibtiğa ederek güzellikler ortaya koyuyorlardı…. Salâtı ikâme ediyorlar; gizli âşikâr infakda bulunuyorlar; kötülüğü iyilikle savıyorlardı.. [B]Râd:22 ve Leyl:20[/B] bunu dileyenlere tahsis edilmişti… [B]“İlle’btiğae vechi rabbih’il-e’lâ” [/B] Acaba, bu âyetlerdeki vech Rabbimizin rızası mıydı? Yoksa, rızâyı da içine alan daha soyut bir anlatım mıydı??? Üstelik, ben daha insanın vechine ilişkin tatmin edici cevaplara ulaşmış değildim…. Ancak, [B]Bakara:207′ye ve 265′e[/B] baktığımda Yaradan’ın rızâsını (vechini değil) orada açıkça gördüm… [B]“….ibtiğâe merdâtillah….” [/B] Peki, Allah’ı hoşnut (razı) etmeyi istemekle, onun vechini ibtiğa etmek arasında fark olmadığını düşünebilir miydik??? Bunu düşünmemize müsâde edilseydi; bu ifâde farklılıkları olur muydu??? Okumaya [B](İkra ve rabbüke’l-ekrem)[/B] devam ettim… [B]ALLAH’IN VECHİNİ İRÂDE, MURÂD (etmek) [/B] Evet, bir kısım insanlar da vardı ki Allah’ın vechini murad edinmişlerdi… Bu durumlarına paralel sergiledikleri ameller, hep daha âdil bir dünya içindi… Cenâbı Mevlâ hem amellerinden hem de niyetlerinden birbirini tâkip eden iki âyette bilgi veriyordu.. [B]Rûm:38,39… “…. yürîdûne vech’ALLAH….” “…..türîdûne vech’ALLAH…”[/B] Vechini islâm etmekten başlayarak; Allah’ın vechini murad edinmeye kadar okuduklarımda yer alan insan modelleri, hep dünya ve insanlık için daha güzelini eyleme dökebilen niteliklerle anılıyorlardı… Ortak özellikleri buydu… Rabbimiz, bir vech meselesi olarak farklarını ortaya koymuştu; ama ben farkları kavrayabildiğimden pek emin değildim… [B]RABBİN VECHİNİ İRÂDE, MURÂD (etmek)[/B] Benim anlayışım kıttı… Ancak, Allah’ın izniyle aşarım ve bir gün anlarım ümidim çoktu… Bu ümidin verdiği enerji ile hayal gücümün koruma altına aldığı bu Kurânî dünyadaki seferim,[B] En’âm Sûresi’nin 52. Âyeti[/B] ile karşılaşınca zorunlu olarak son buldu… Böyle olunca, her şey eski hâline dönüverdi… Allah’ın Resûlünü zâlimlerden olma tehlikesine karşı uyaran bir âyetti, [B]En’âm:52[/B] ve dahası 53. Âyet bir fitnenin varlığından bahsediyordu…!!! Bazı insanlar vardı ve onlar Allah’ın değil -kelime olarak- Rabbin vechini murâd edinmişlerdi ve seherde gecede O’nu çağırıyorlardı…. [B]“… ellezîne yed’ûne rabbehüm bi’l-ğadâti ve’l-aşiyyi yürîdûne vechehû…”[/B] Peki, bunda ne mahzur vardı ki Peygambere onları kovmaması [B]“velâ tedrud” [/B]açıklığında emrediliyor ve aksi durumun zulüm olacağı hükme bağlanıyordu…???? Bununla da bitmiyordu… [B]Kehf:28′de[/B] aynı insanlar hakkında Peygambere ve onun şahsında bize yeni tâlimatlar veriliyordu… [B]“V’asbir nefseke ma’a…..”[/B] emriyle onlarla beraber veya onlara karşı (?) sabırlı olması; [B]“..velâ ta’dü aynâke anhüm…”[/B] emriyle de gözünün onların üstünde olması veya gözlerini onlardan ayırmaması isteniyordu….???? [COLOR="Red"][B]Neyzen SEMAZEN[/B][/COLOR] [B]kURAN mÜSLÜMANI'NDAN ALINTIDIR.[/B] Devamı var... |
[B]TASAVVUFU KURAN'DA ARADIM 2
[/B] [B](Kuran Müslümanı sitesinden alıntıdır.)[/B] [B]Sorular….. Sorulaaaar…… [/B] Cevaplarını veremedikçe veya bulamadıkça gözümde büyüyorlardı… Ki birden dilimden dökülüverdi….. [B]“Bana seni gerek seni….”[/B] Aman Ya Rabbi! Bu mısra, sanki Rabbin vechini murad edişin Yunus’çasıydı…. “Ne varlığa sevinirim, Ne yokluğa yerinirim; Aşkın ile avunurum… Bana seni gerek seni!!!” Garip olan, Yunus Emre kendisini hiçbir kategoriye koymuyordu.. “[B]Sufilere[/B] sohbet gerek! Ahilere ahret gerek! Mecnunlara leyla gerek! Bana seni gerek seni!!!” Âdetâ, “vech” konu Allah olduğunda O’na “sen” diyebilmenin anahtarıydı ve sanki bu kelime ile Allah’a havf, ittikâ ve haşyet ile yönelişlerin dışındaki bir yöneliş anlatılıyordu…. [B]AŞK![/B] “Aşkın aldı benden beni; Bana seni gerek seni!!!” [B]En’âm:53’deki[/B] “fitne” bu olabilir miydi?? Tabii, bu arada Yûnus Emre’yi durdurabilene aşk olsun… “Gözüm seni görmek için, elim sana ermek için Bu gün canım yolda kodum, yarın seni bulmak için! Uçmak uçmağım dediğin, mü’minleri yeltediğin Vardır ola bir kaç huri; arzum yoktur uçmak için! Süfılere ver sen onu;[B] bana seni gerek seni!![/B] Haşa ben terkedem seni, şol bir evle çardak için?!” Hakikaten,[B] En’âm:52,53 ve Kehf:28. [/B]Âyetler birilerine karşı Resulullah’ı tedbirli davranmaya yönlendiriyordu..?? Âyetleri defalarca okudum! [B]“…yed’ûne rabbehüm bi’l-ğadâti ve’l-aşiyyi……” [/B] bir açıklık getiriyordu; ama bu zâten güzel bir şey değil miydi?? Nitekim, bunu Yunus’ta görmek mümkündü… “Dağlar ile taşlar ile Çağırayım Mevlam seni [B]Seherlerde [/B]kuşlar ile [B]Çağırayım Mevlam seni”[/B] Garip” bir durum olmalıydı ki, 53. Âyet bir fitnenin varlığından haber veriyordu…..Gâliba, Yunus Emre de aynı “gariplik”ten bahsediyordu… [B]“Dinin terkedenin küfürdür işi!! Bu ne küfürdür imandan içeri??”[/B] Peki, neden Emre’ye bu kadar takılıp kalmıştım..??? Yoksa, farkında bile olmadan [B]Kehf:28[/B]’deki [B]“velâ ta’dü aynâke anhüm..”[/B] gereğince mi davranıyordum..??? Bilmiyorum; belki de bu konular ağır gelmişti….. Allah’ın, Rabbin vechi bir yana kendi vechimiz hakkında bile yeterli bir zemin etüdü yapabildiğimizden emin değildim….Fakat, Yunus Emre sanki bunu da çözmüştü…. ?? Demiştiki……. “Beni bende deme; bende degilim!! [B]Bir ben vardir bende; benden içeri!![/B] Süleyman kuş dilin bilir dediler! [B]Süleyman var Süleyman’dan içeri!!”[/B] Yukarıda geçmişti… Acaba, bu[B] “benden içeri ben” [/B]olgusu vechimiz olabilir miydi??? Biz hanif olarak benden içeri benimizi mi tevcih ediyorduk “Yâ Fâtır”a; onu mu ikâme etmeliydik dîni kayyime; onu mu teslim ediyordu muhsinler Allah’a…????? Yine başa döndük…. [B]Sorulaaaar…. Yine sorular……..[/B] Ama bizim vechimiz, ama ilâhi vecih olsun; âyetlerin ortaya koyduğunu akademik bir disiplin içinde adlandırmak gerekseydi;[B] “TEVECCÜH”[/B] uygun olur muydu??? Yoksa, [B]TASAVVUF[/B] denilen şey bu muydu??? Ancak, nerede başlıyordu ve nerede bitiyordu??? Meselâ, Yûnus kendisini sûfî olarak bile görmüyordu..??? Meselâ, vechini Allah için islâm edenler [B]tüme varmaya[/B] çalışıyorlar da; Rabbin vechini mûrad edenler [B]tümden gelmeye[/B] mi çalışıyorlardı…??? Yoksa, Rabbin vechini murad safhası, vechimizi Allah’a teslim ettikten sonra gelen bir üst safha mıydı???? Var mıydı aralarında bir bağlantı; yoksa farklı farklı haller, farklı modeller miydi???? Meselâ,[B] hanif yaklaşımın sembolü olan Hz. İbrahim (Selâmün alâ İbrahîm) [/B]Hz. Lût’tan (a.s.) önce kendisine misafir olan operatör elçileri operasyondan caydırmaya çalışmasına [B]rağmen[/B] (Hûd:74,75,76)………. kalbinin mutmain olabilmesi için Rabbimizin ölüleri nasıl dirilttiğini kendisine göstermesini istemesine rağmen (Bakara:260)……….. nasıl oluyor da oğlu İsmail’i rüyasına tâbi olarak –sorgusuz sualsiz- boğazlamaya[B] tam teşebbüs[/B] edebiliyordu (Sâffât:102,103,104,105)…???? Peki, bu durum karşısında Hz. İsmail (a.s.)[B] “setecüdinî inşaALLAHu ma’as-sâbirîn” [/B]diyerek nasıl tam teslimiyet gösterebiliyordu (Sâffât:102)…??? Oysa, Hz. Mûsâ (a.s.) benzerî bir durumda sabır gösterememişti…?! Indi ilâhîden kendisine rahmet verilmiş ve ledünnî ilim öğretilmiş kişi (Kehf:65) karşısında, [B]“setecüdinî inşaALLAHu sâbiran..”[/B] sözü veren Hz. Mûsâ [B]“e katelte nefsen zekiyyeten biğayri nefsin..”[/B] (Kehf:74) diyerek itiraz etmişti….. Kısacası, muhsinlerin dünyasında da anlamamız gereken daha çok şey vardı… Evet, kulu ile Rabbi arasında vecihler arası bir teveccüh ilişkisi vardı…. “Teveccüh” muhsinlerin dînin insan için olduğunu ortaya koyan ihsanları ile gelişiyordu…Yâni, teveccühün ilâhi değeri dünyadaki insânî değerleri de üretiyordu… Çünkü insandan insana teveccüh ihsan ile oluyordu….Bir şeyler anlatabildiğimi pek zannetmiyorum… Çünkü, anlattıklarım anladığımı zannettiklerimdir…. Bu incelemeyi, tenezzül edip sonuna kadar okuduysanız; bu ancak teveccüh göstermenizdendir…. İhsanımız bol olsun….. [COLOR="Red"][B]Neyzen_Semazen [/B][/COLOR] *Bu inceleme, ilk olarak 8.6.2006′da HanifDostlar forumunda yayınlanmıştır. [B]KURAN MÜSLÜMANI'ndan alıntıdır.[/B] |
[SIZE="3"]Donanımı 4 dörtlük bir yazı olmuş,
Bir de Ramazan çıktıktan sonra okumalı, Oruç kafayla tam konsantre olunamıyor çünki, teşekkürler[/SIZE] |
Gerçekten çok mükemmel bir yazı olmuş
|
Uzun zamandır,bir yazıyı böylesine tane tane dura dura ve büyük bir tad alarak okudum,samimi içten bir yazı olmuş,butonlarımız olmasada..Teşekkürler barış.
|
Rica ederim Muvahhit kardeşim. Yazıyı alıntıladığım için teşekkür ettiysen sorun yok, ancak yanlış anlama olmaması açısından belirtme gereği duyuyorum, yazı Neyzen_Semazen Kardeşimize ait olup, Kuran Müslümanı sitesinden alıntılanmıştır.
Esenlikler. |
:)selamlar Barış,
Neyzen_Semazen *Bu inceleme, ilk olarak 8.6.2006′da HanifDostlar forumunda yayınlanmıştır. alıntı yapmak için onu iyice anlayarak okumak gerekki hata yapmayasın bu bir meziyet,sağol alıntıladığın için.Bu arada Neyzen değerli bir adam,yazısını okurken sanki aynı psikolojiye girdim:)sağıcakla |
Kur'an ve Hayal ikizıt kutuup!.
Hangi kur'an?! Yazılı olan (dilsiz - konuşamayan)'mı?! Canlı olan (konuşan - anlatan -şefaat eden)'mı?! Kur'an dediğinde anlamamız gereken; Kur'an: var olan gerçek. Hayal: olmayan yalan. Kur'an konuşan olmalı,şefaat eden.Eminlik kazandıran.Allah'a götüren.Hayale değil. Kur'an Allah'a iletemiyorsa düşün bir kez,okuduğun ne?! Kur'an Allah'a İletiyor,Allah'ı zahir edebiliyorsa eyvallah sarıl ona bırakma amma vehim olan hayale götürenden uzak dur. Çünkü: Okuduğun Kur'an değil. Yazılı Kur'an: Allah'ın deyimi ile; inananlar için,yalnızca öğütten başka bişey değil. Canlı Kur'an : Allah'a ulaştıran,Resulü,Pyegamber'i; Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in Şefaatine nail eden.Hazreti Ali'nin deyimiyle:Saldırın,Onların mızraklarındakiler Kur'an değil,"ENE KUR'AN " Kur'an benim.Ben canlı kuranım.... Kur'an konuşan olmalı.Şefaat eden,Allah'ı zâhir eden olmalı. BİR KUR'AN VAR Kİ; KUR'AN DAN İÇERU. Allah'ın Selâmı,Resûlü nün ve ehli beytinin üzerlerine olsun amin. Huu... |
[COLOR="Red"][SIZE="6"][B]Tasavvuf'u Tasavvuf da ara.Kur'an da onun içinde!!!.:)[/B][/SIZE][/COLOR]
|
Kur'an Kur'an illa ve sadece Kur'an çünkü bütün arzuların kaynağı olan ALLAH a ulaşmanın tek yolu Kur'an
Kurandan gayrısına yüz çevirmek Alemlerin rabbine teslim olmaktır. Zikre sırt çevirmek ise kurandan gayrı kurtarıcı ve ALLAHa ulaştırıcı aramaktır ki bu çok büyük bir yanılgıdır Bu yazdıklarımız bildiklerimiz değil inandıklarımızdır. En doğrusunu ALLAH bilir |
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 11:25 PM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam