77.Mülk Suresi
MÜLK [HÜKÜMRANLIK] SÛRESİ’NE GİRİŞ
Mülk suresi Mekke’de 77. sırada inmiş olup adını 1. ayette yer alan “el-Mülk” sözcüğünden almıştır. Sureye “ الواقيةVâkıye [Koruyucu]” “ المنجيةMünciye [Kurtarıcı]” adını verenler de olmuştur. (Zemahşeri) Surede evrendeki ayetlere [evrenin işleyiş yasalarına] dikkat çekilerek Allah’ın evrendeki mutlak hükümranlığı vurgulanmaktadır. Allah’ın verdiği nimetler hatırlatılıp insanlardan akıllarını kullanmaları, düşünmeleri, öğüt almaları, Allah’ın büyüklüğüne, öldürme ve diriltmeye kadir olduğuna inanmaları istenmektedir. Ayrıca Kur’an’ın didaktik bir araç olarak kullandığı “karşıtlık metodu” ile kâfirlerin akıbetleri ve ahiretteki pişmanlıkları canlı bir sahne halinde nakledilerek müşrikler uyarılmaktadır. [url]https://youtu.be/LalXqIj9aU4[/url] Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 404. Bölüm Mülk Suresi1. Bölüm. [B]MEAL:[/B] [B]RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA[/B] 1 – Mülk [Hükümranlık] elinde bulunan o zat [Allah] ne cömerttir! Ve O, her şeye güç yetirendir. 2 - O, hanginizin amelce daha iyi-güzel olduğunu sınamak için ölümü ve hayatı yarattı. O, Azîz’dir, Gafûr’dur. 3, 4- O, yedi göğü birbiri üzerine uyumlu olarak yaratandır. Rahmân'ın yaratmasında bir çatlaklık-uygunsuzluk görmezsin. Haydi, gözünü döndür, bir bozukluk görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha döndür! Gözün, aciz olarak ve çok bitkin olduğu halde sana dönecektir. 5 – Ve ant olsun ki, Biz, en yakın göğü kandillerle süsledik ve onları şeytanlar için taşlamalar yaptık. Ve onlar için alevli ateş azabını hazırladık. 6 - Rablerini inkâr edenler için de cehennem azabı vardır. Ve o, ne kötü dönüş yeridir! 7 - Oraya atıldıklarında, o kaynarken, onun korkunç sesini işitirler. 8 – O, az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara sorar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” 9 – Onlar derler ki: “Evet, bize uyarıcı geldi de biz yalanladık ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ dedik. 10- Ve onlar derler ki: “Eğer biz dinlemiş olsaydık yahut akletmiş olsaydık şu çılgın ateşin ashabı içinde olmazdık 11 - Böylece günahlarını itiraf ettiler. Artık uzaklık çılgın ateş ashabı içindir. 12 – Şüphesiz ki gaybde Rabblerine haşyet duyanlar; bağışlanma ve büyük bir ödül onlar içindir. 13 – Ve sözünüzü ister gizleyin, ister onu açığa vurun; şüphesiz ki, O [Allah], göğüslerin özünü en iyi bilendir. 14 - Yaratan bilmez mi/ O, yarattığını bilmez mi? Ve O [Yaratan], Latıyf’dir, Habîr’dir. 15 - O [Allah], size yeryüzünü boyun eğer kılandır. Haydiyin, onun omuzlarında [dağlarında, tepelerinde] yürüyün ve O’nun [Allah'ın] rızkından yiyin. Ve diriliş, ancak O'nadır. 16- Gökte olan Kişinin sizi yere batırmasından güvende misiniz? Bir de bakarsın ki çalkalanıvermiştir. 17 – Ya da siz, gökte olan Kişinin üzerinize taş yağdıran bir kasırga göndermeyeceğinden güvende misiniz? Artık uyarımın nasıl olduğunu yakında bileceksiniz. 18 – Ve ant olsun, onlardan öncekiler de yalanladılar. Peki, Beni inkâr ediş nasıl oldu? 19 – Ve onlar, üstlerindeki sıra sıra sıralanmış ve dürülmüş uçan şeylere göz atmıyorlar mı? Onları Rahmân'dan başkası tutmuyor. Şüphesiz O, her şeyi en iyi görendir. 20 – Rahmân’ın astlarından şu size yardım edecek askerleriniz kimlerdir? Kâfirler, sadece bir aldanış içerisindedirler. 21 – Veya eğer O [Allah], rızkını kesiverse, size rızık verecek o kimse kimdir? Aslında onlar azgınlık ve nefrette direnip durmaktadırlar. 22 - Şimdi yüz üstü kapanarak yürüyen mi daha doğru gider, yoksa dosdoğru yolda dümdüz yürüyen mi? 23- De ki: “O, sizi inşa eden [yaratan], size kulak, gözler ve gönüller kılandır. Ne az şükrediyorsunuz [karşılık ödüyorsunuz]?” 24 - De ki: “O, sizi yeryüzünde dağıtıp yayandır ve siz O'na toplanıp götürüleceksiniz.” 25 - Bir de onlar: “Eğer doğru kimselerden iseniz bu söz verilen [tehdit] ne zaman?” diyorlar. 26 - De ki: “Kesinlikle bilgi [onun bilgisi], Allah’ın yanındadır. Ben ise yalnızca apaçık bir uyarıcıyım.” 27 – Artık onlar, onu yakınlaşmış görünce, inkâr edenlerin yüzleri kötüleşti. Ve "İşte bu, çağırıp durduğunuz şeydir!" dendi. 28 - De ki: "Gördünüz mü? Eğer Allah beni ve benimle beraber olanları helak etse yahut bize merhamet etse, peki, bu kâfirleri acıklı bir azaptan kim koruyacak? 29 - De ki: “O, Rahman’dır. Biz, O’na inandık ve sadece O’na tevekkül ettik. Artık kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu yakında bileceksiniz.” 30 - De ki: “Gördünüz mü? Eğer suyunuz yerin dibine geçiriliverse, size kim bir pınar suyu getirebilir?” TAHLİL 1 – Mülk [Hükümranlık], elinde bulunan o zat [Allah], ne cömerttir! Ve O, her şeye güç yetirendir. 2 - O, hanginizin amelce daha iyi-güzel olduğunu sınamak için ölümü ve hayatı yarattı. O, Azîz’dir, Gafûr’dur. Rabbimiz kendi yüce Zatını tanıttığı bu ayetlerde önce sınırsız cömertliğini ve her şeye gücünün yettiğini vurguladıktan sonra tüm insanlığa ölümü ve hayatı yaratmaktaki amacını açıklamaktadır. 2. ayetten anlaşıldığına göre, kimin daha ahlakî eylemler yapacağının denenme aracı olarak yaratılan “ölüm” ve “hayat” olguları Allah’ın sınırsız cömertliğinden kaynaklanmaktadır. Zira var edilmek ve varlığının bilincinde olmak insana sunulan en büyük nimettir. İnsanın kendi varlığının bilincinde olarak yaşaması, iman etmenin ve salihatı işlemenin zeminini oluşturan bir durumdur. Bu zeminde bulunmuş olmanın gerektirdiği sorumluluk bilinciyle hareket edildiği takdirde, insana cennet ve sonsuz nimetlere mazhar kılınacağı vaat edilmektedir. Bu iki uçlu zeminde [dünyada] bulunmayan bir varlığın sonsuz nimetlere ulaşması da elbette söz konusu olmayacaktır. Rabbimiz “[I]ölümü ve hayatı yarattı[/I]” ifadesinde önce “[I]ölüm[/I]”ü zikretmektedir. Burada konu edilen “[I]ölüm[/I]”, yaşanılan hayattan sonraki ölüm olmayıp ondan önceki “yokluk, hiçlik ve cansız maddelik” dönemidir. Bu konuya dair daha evvel Mü’min suresinde şu pasaj nakledilmişti: Şüphesiz o küfretmiş olan kimseler ünlenilirler: “Elbette Allah'ın buğzu, kendinize buğzunuzdan daha büyüktür. Zira siz imana davet olunurdunuz da küfreder dururdunuz.” Onlar [Kâfirler] dediler ki: “Rabbimiz! Sen bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkışa bir yol var mı?” İşte bu, şu sebeptendir: Siz, “bir ve tek” olarak Allah'a davet edildiğiniz zaman inkâr ettiniz. O'na ortak koşulunca da inandınız. Artık hüküm, o çok yüce ve çok büyük Allah'ındır. (Mü’min/10-12) Görüldüğü gibi, Mü’min/11’de de kâfirlerin “[I]Rabbimiz! Sen bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin[/I]” dedikleri nakledilmektedir. Bu ifade geçmişte farklı şekillerde yorumlanmıştır. Kimisi “Bunlar önce babalarının sulplerinde ölü idiler. Sonra Allah onları diriltti, sonra dünyada kaçınılmaz olan ölüm ile onları bir daha öldürdü. Sonra ahiret hayatı için onları tekrar diriltti. İşte, iki hayat ve iki ölüm bunlardır”; kimisi de “onlar öldükten sonra kabirlerinde diriltildiler, sonra öldürülüp mahşerde tekrar diriltildiler” demiştir. Bu görüşlerin ikisi de isabetli değildir. İki kere öldürülüp iki kere diriltilmenin ne olduğunun iyi anlaşılabilmesi için hem konumuz olan Mülk/2’ye hem de aşağıdaki şu ayete dikkat edilmelidir: Siz Allah'ı nasıl inkâr edersiniz? Oysa siz ölüler idiniz de sizlere O hayat verdi. Sonra O, sizleri öldürecek, sonra canlandıracaktır. Sonra da kendisine döndürüleceksiniz. (Bakara/28) Dikkat edilirse, Mülk/2’de Allah’ın önce ölümü, sonra hayatı yarattığı bildirildiği gibi, Bakara/28’de de insanların önce ölü oldukları, sonra insanlara hayat verildiği bildirilmektedir. İlk ölüm, insanın “toprak [cansız madde]” hali olup ikinci ölüm ise bu dünyadaki ölümüdür. İlk dirilme insanın dünyaya gelmesi, ikinci dirilme de ahiretteki “ba’s” [yeniden dirilme] halidir. Bunlar, iki ölüm ve iki hayattır. 1. ayette geçen “الملك el-mülk” kelimesinin başındaki “ الel” edatı “istiğrak” anlamına alınarak “ بيده الملكbiyedihi’l-mülk” ifadesinin “bütün âlemlerin; göklerin yerin ve arasındakilerin mülkü [hükümranlığı]” olarak anlaşılması gerekir. Bu anlamı aşağıdaki ayetler de teyit etmektedir: Al-i Imran/26, Al-i Imran/189, Bakara/107, Maide/17, 18, 40, 120, Tevbe/116, En’am/73, A’raf/158, İsra/111, Hacc/56, Furkan/2, 26, Mü’min/16, Fatır/13, Zümer/44, Şura/49, Hadid/2, 5, Casiye/27, Zuhruf/85, Fetih/14, Büruç/9. |
[B]ALLAH'IN BELÂLANDIRMASI[/B]
2. ayette geçen “yeblüve” sözcüğü “belâ” sözcüğü ile aynı kökten gelmektedir. Bu kelimenin sözlük anlamı “yıpratmak, bitkin düşürmek”tir. Sınanmak veya denenmek, insanı yıpratan bir süreç olduğu için sözcük zamanla “belâ” sözcüğü yerine kullanılır olmuştur. Yüce Allah kişileri ve toplumları bazen sıkıntı içinde bırakabilir, zorluklara ve darlıklara düşürebilir. Bunlar bir bakıma insana verilen belâ hükmündedir. Bu sınamanın/denemenin maksadı, insanları akıllarını başlarına almaya, yanlış yolda olanları istikametlerini düzeltmeye, isyan içerisinde olanları Allah'a itaate dönmeye, böylece dünya hayatının bir sınav olduğu bilincini edinmeye yöneltmektir. Dinin emir ve yasakları da bir anlamda belâdır. Çünkü bazı emirler insan bedenine zorluk verir, bazı yasaklar ise nefisleri disiplin altına alır. Böyle durumlarda insanların iyileri ve kötüleri açığa çıkar, şükredenlerle nankörler belli olur. [B]Allah’ın belâlandırmasının bir amacı da, daha evvel birkaç kez açıkladığımız gibi, kulun durumunun teşhir edilmesidir. İnanan ve inanmayan kullar herkes tarafından bilinir, görülür. Bu tıpkı bir öğretmenin sınıftaki öğrencilerini sınav yapmasına benzer. Öğretmenin gayesi öğrenciden bir şey öğrenmek değildir; öğrencinin durumunu ortaya koymaktır. Böylece iyi not ya da kötü not alanlar belli olur ve öğretmenin haksızlık yapmadığı ortaya çıkar. Allah da ihsan ettiği nimetler ve verdiği cezalarda haksızlık yapmadığını göstermek için belalandırır, sınama yapar. Böylece kullar da birbirinin durumuna vakıf olurlar ve Allah’ın kimseye haksızlık yaptığını ileri süremezler.[/B] Eğer size bir yara değmişse, o kavme de benzeri bir yara dokunmuştu. Ve işte o günler; Biz onları, Allah'ın sizden iman eden kimseleri bilmesi ve sizden şahitler edinmesi için insanlar arasında döndürür dururuz. Ve Allah zalimleri sevmez. (Al-i Imran/140) İki topluluğun karşılaştığı günde size dokunan şeyler de Allah'ın izniyledir. Ve müminleri bilsin ve münafıklık yapanları bilsin içindir. Ve onlara: "Geliniz, Allah yolunda savaşınız veya savunma yapınız." denilmişti. Onlar: "Biz savaşı bilseydik kesinlikle size uyardık." dediler. Onlar, o gün, imandan çok küfre yakındılar. Onlar, kalplerinde olmayan şeyleri ağızlarıyla söylüyorlar. Allah, gizledikleri şeyleri daha iyi bilendir. (Al-i Imran/167) Ey iman etmiş kimseler! Kesinlikle Allah, gaybde [tenhada] kimin kendisinden korktuğunu bildirmek için sizi bir şeyle; ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir avla sınar. Öyleyse kim bundan sonra haddi aşarsa artık acıklı azap onun içindir. (Maide/94) Ve onlar [kâfirler], “Allah ölen kimseyi diriltmez” diye en kuvvetli yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. Hayır, Allah ölüleri, üzerine aldığı gerçek bir vaad olarak, onların, hakkında ihtilaf ettikleri şeyi onlara açığa koymak ve inkar eden kimselerin, yalancıların ta kendisi olduklarını bildirmek için diriltecektir. (Nahl/39) Ant olsun ki Biz, elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların hakkaniyeti ayakta tutmaları ve Allah'ın dinine ve elçilerine görmeden yardım edenleri belirlemesi için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü indirdik. Biz, demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Şüphesiz Allah Kaviyy’dir [çok kuvvetlidir], Azîz’dir [mutlak üstündür]. (Hadid/25) İnsanlar, fitnelendirilmeden, “İman ettik” demeleriyle, bırakılıvereceklerini mi sandılar? Ve ant olsun ki Biz, onlardan öncekileri de fitnelendirmiştik. Artık elbette Allah, doğru kimseleri bildirecektir ve elbette yalancıları da mutlaka bildirecektir. (Ankebut/3) Belâ sözcüğü ile ilgili olarak aşağıdaki ayetler de incelenebilir: Bakara/49, 155-156, 249; Saffat/106; Duhan/33; Maide/48, 94; En'âm/165; Âl-i Imran/152, 154, 186; A'râf/141, 163, 168; Enfal/17; Yunus/30; Hud/7; Muhammed/4, 31; Enbiya/35; Kehf/7; Neml/40; Fecr/15, 16; Nahl/92; İnsan/2; Ahzab/11; İbrahim/6. “Belalandırma” konusu daha evvel Kalem suresi’nin tahlilinde (Tebyinü’l-Kur’an; c: 1 s: 72, 73) ele alındığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz. 1 ve 2. ayetlerden oluşan pasajın sonu “[I]O, Azîz’dir, Gafûr’dur[/I]” diye bitmektedir. Böyle bir bitişle Allah’ın cezalandırmasına kimsenin engel olamayacağı ve yaşamlarında O’nu tanıyan ve ahirete inananların kusurlarının bağışlanacağı mesajı verilmektedir. 3, 4- [I]O, yedi göğü, birbiri üzerine uyumlu olarak yaratandır. Rahmân'ın yaratmasında bir çatlaklık- uygunsuzluk görmezsin. Haydi gözünü döndür, bir bozukluk görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha döndür. Gözün, aciz olarak ve çok bitkin olduğu halde sana dönecektir. [/I] Bu ayetlerde Rabbimiz Zatını tanıtmakta ve bunu yaparken de insanların dikkatini uzaya çevirip orada gözlemler yapmalarını ve evrendeki gök cisimlerinin hareketlerindeki nizam ve intizamı görmelerini istemektedir. Bu gözlemler sonucunda ne kadar ararlarsa arasınlar Allah’ın kurduğu nizamda bir kusur, çatlak, uyumsuzluk, ahenksizlik göremeyeceklerdir. Yeryüzünden göklere, evrenin her yanı gayet uyumlu, ahenk içinde, birbiri ile irtibatlı ve bir düzene bağlıdır. Dolayısıyla bu araştırma ve gözlemler sonucunda insan Allah’ı tanıyıp inanmak durumunda kalacaktır. Ayette geçen “[I]yedi gök[/I]” ifadesi çokluktan kinaye olup atmosferin tabakalarıyla ilgili değildir. Henüz uzayın tamamı keşfedilmemiş de olsa, bu tamlama tüm evreni ifade etmektedir. 5 – [I]Ve ant olsun ki Biz, en yakın göğü kandillerle süsledik ve onları, şeytanlar için Rücum [taşlama, palavra, kovma] yaptık. Ve onlar için alevli ateş azabını hazırladık.[/I] Bir önceki ayette geçen “[I]yedi gök[/I]” ifadesi bu ayette daraltılarak yıldızların, gezegenlerin, meteorların bulunduğu yerler “[I]yakın gök[/I]” olarak nitelenmiştir. İnsanoğlu daima yüzünü gökyüzüne çevirir ve oranın sırrına ermeyi arzular. Bunun nasıl olacağı, daha evvel Cinn, Hıcr ve Saffat surelerinde “Kulak Hırsızlığı Yapan Şeytanlar” başlığı altında açıklanmıştı. Ayette, gökteki kandiller olan yıldızların, gezegenlerin ve meteorların şeytanlar için “rücum” yapıldığı ifade edilmektedir. Daha evvel birçok yerde açıkladığımız gibi, “[I]recm, rücum[/I]” sözcükleri “öldürmek, taşlamak, kovmak, lanetlemek, zanna dayalı söz söylemek” anlamlarında kullanılır. (Tebyinü’l Kur’an; c: 1, s: 165) Sözcüğün bu anlamları dikkate alındığında, bu ayette belli bir şeylere dokundurma yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu telmihten: a- Şeytanların [kâhinlerin, falcıların] yıldızlara bakarak bir takım zanna dayalı sözler söylediklerinin, palavra attıklarının bildirildiğini anlayabileceğimiz gibi, b- Meteorların yeryüzüne düşmesiyle veya insanların uzaydaki varlıkları tanımalarıyla şeytanların [kahinlerin, falcıların] sahtekarlıklarının ortaya çıktığını da anlayabiliriz. Zira kâhinler güya sahip oldukları, hükmettikleri şeytanları/cinleri aracılığı ile bu yıldızlardan geleceğe ve gaybe ait bir takım bilgilerin kendilerine ulaştığını iddia etmekteydiler. Hâlbuki gökteki bu kandiller keşfedilince artık böyle bir şeyin söz konusu olmadığı ve olamayacağı ortaya çıkmaktadır. Hatırlanacağı üzere Cinn suresinde kâhinlerin gökten bilgi almak istemeleri konusunda şöyle bir paragraf geçmişti: Ve gerçekten biz göğe dokunduk da onu kuvvetli bekçiler ve parlak alevlerle doldurulmuş bulduk. Ve hiç şüphesiz ki biz gökten duyum almak için oturulan yerlere oturur idik. Peki, şimdi her kim duyum almak için uğraşsa, kendine, gözetleyen parlak bir alev buluyor. Biz de, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa Rableri onlara bir doğruluk mu diledi bilmiyoruz. (Cinn/8-10) 6 - [I]Rablerini inkâr edenler için de cehennem azabı vardır. Ve o, ne kötü dönüş yeridir![/I] 7 - [I]Oraya atıldıklarında, o kaynarken, onun korkunç sesini işitirler.[/I] 8 – [I]O, az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara sorar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” [/I] 9 – [I]Onlar derler ki: “Evet, bize uyarıcı geldi de biz yalanladık ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ dedik. [/I] 10- [I]Ve onlar derler ki: “Eğer biz dinlemiş olsaydık yahut akletmiş olsaydık şu çılgın ateşin ashabı içinde olmazdık.[/I] 11 - [I]Böylece günahlarını itiraf ettiler. Artık, uzaklık, çılgın ateş ashabı içindir.[/I] Bu ayet grubunda Rabbimiz, çevrelerindeki bunca ayeti görmezden gelen nankörleri tehdit ederek onları bekleyen sonucu açıklamaktadır. Bu nankörler çok kötü bir dönüş yeri olan cehennemdedirler. Oranın sanki öfkeden çatlayacakmış gibi korkunç gürültüsüyle azap edilmektedirler. Cehenneme gelenlere sorulmaktadır: “[I]Size bir uyarıcı gelmedi mi? Onlar da “Evet, bize uyarıcı geldi de biz yalanladık ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ dedik. Eğer biz dinlemiş olsaydık yahut akletmiş olsaydık şu çılgın ateşin ashabı içinde olmazdık[/I]” diyerek suçlarını itiraf etmektedirler. İnsanların akıllarını kullanmadıkları ve ayaklarına gönderilmiş elçilere kulak vermedikleri için başlarını nasıl belaya sokmuş oldukları Kur’an’da birçok kez dile getirilmiştir: Ve and olsun ki, cinnden ve insten [tanıdığınız-tanımadığınız] birçoğunu cehennem için yarattık; onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar gâfillerin [duyarsızların] ta kendileridir. (A’raf/79) Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten [vahye] kulak vereceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidir. Aslında yol bakımından daha sapıktırlar / şaşkındırlar [aşağıdırlar]. (Furkan/44) İşte şu bedbaht olanlar cehennem ateşi içindedirler. Onlara orada iç çekme ve hıçkırma vardır. Gökler ve yer durdukça onlar da o ateşte sürekli kalacaklardır. -Ancak Rabbinin dilediği müstesna.- Şüphesiz Rabbin dilediğini en üst seviyede yapandır. (Hud/106) İnsanlar tek bir ümmet idi. Sonra Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olmak üzere peygamberler gönderdi ve ihtilaf ettikler konularda insanlar arasında hükmetsinler diye onların beraberinde hak ile kitap indirdi. Ve sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra aralarındaki azgınlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, kendi izniyle, iman edenlere, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka, kılavuz oldu. Ve Allah, dilediği kimseyi/dileyen kimseyi dosdoğru yola kılavuzlar. (Bakara/213) Bir de bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman etselerdi ve Allah'ın kendilerini rızıklandırdığı şeylerden infak etselerdi ne kendilerinin aleyhlerine olurdu ki? Allah onları çok iyi bilendir. Şüphesiz ki Allah, zerre kadar zulüm etmez. Ve eğer iyilik ise onu kat kat artırır. Ve kendi katından büyük bir ecir verir. Her ümmetten bir tanık getirdiğimiz ve seni de işte onların üzerine bir tanık olarak getirdiğimiz zaman bak nasıl? İnkâr edip peygambere isyan edenler, o gün toprağa karışıp gitmeyi isterler. Allah’tan hiçbir sözü gizleyemezler de. (Nisa/39- 42) Elçilerden sonra insanların Allah'a karşı bir delilleri olmasın diye müjdeciler ve uyarıcılar olarak elçiler gönderdik. Ve Allah Aziz’dir Ve Hakîm’dir. (Nisa/165) Ey cinn ve ins topluluğu [tüm insanlar]! Size ayetlerimi anlatan ve bugününüze kavuşacağınız hususunda sizi uyaran kendinizden elçiler gelmedi mi? Onlar, “Kendi aleyhimize şahidiz” dediler. Basit yaşam onları aldattı ve onlar kendilerinin kesinlikle kâfirlerin ta kendisi olduklarına şahitlik ettiler. İşte bu; Rabbinin, halkı gafil iken ülkeleri zulüm ile helak edici olmayışıdır. (En'am/130, 131) Kim doğru yolu bulursa sırf kendi iyiliği için doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. (İsra/15) Ve [inkâr edenler]: “Rabbinden bize bir ayet [mucize] getirse ya!” dediler. Onlara ilk sahifelerde olan apaçık deliller gelmedi mi? Ve eğer Biz, onları bundan önce bir azap ile helâk etseydik, muhakkak “Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de, alçak ve rezil olmadan önce Senin ayetlerine uysaydık!” diyeceklerdi. (Ta Ha/134) Ve Biz, seslendiğimiz zaman, Tur’un [dağın] yanında da değildin. Bilakis senden önce kendilerine uyarıcı [peygamber] gelmeyen bir kavmi uyarman için ve kendi ellerinin yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde hemen, “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, ayetlerine uysak ve müminlerden olsak” diyemesinler, onlar öğüt alsınlar diye Rabbinden bir rahmet olarak… [orada geçenleri sana bildirdik, seni elçi olarak gönderdik]. (Kasas/47) Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamberi anakente göndermedikçe, memleketleri helâk edici değildir. Zaten Biz, halkı zalim olmayan memleketleri helâk edici değiliz. (Kasas/59) Ve onlar, orada feryat ederler: “Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapmış olduklarımızdan başka düzgün amel yapalım.” -Sizi, düşünecek olanın düşüneceği kadar ömürlendirmedik mi? Size uyarıcı da gelmişti. O hâlde tadın! Artık zalimler için bir yardımcı da yoktur.- (Fatır/37) Ve Ateş içindeki kimseler, cehennem bekçilerine: “Rabbinize dua edin de bir gün olsun bizden azaptan hafifletsin” dediler. Onlar [Bekçiler]: “Size elçileriniz açık kanıtları getirmediler miydi?” diye sorarlar. Onlar: "Evet [getirmişlerdi]" derler. Onlar [Bekçiler]: “Öyle ise kendiniz dua edin” derler. Kâfirlerin duası sadece şaşkınlıktadır [boşa çıkmıştır]. (Mü’min/49, 50) 12 – [I]Şüphesiz ki gaybde Rablerine haşyet duyanlar; bağışlanma ve büyük bir ödül onlar içindir. [/I] Çevrelerindeki onca ayeti görmezden gelenlerin akıbetleri beyan edildikten sonra bu ayette de onların tam karşıtı olan ve “Rablerinin ayetleri karşısında gaybde [kimsenin olmadığı tenha yerlerde] haşyet [saygı ve hayranlık] duyan müminlerin akıbeti bildirilmektedir. Bu nitelikteki müminlere hem bağışlanacakları hem de ödül alacakları müjde edilmektedir. “Gaybde iman” ve “gaybde haşyet” gerçek imanın esasıdır. Açık meydanlarda inanmış gözüküp de tenhalarda inançsız olmak ikiyüzlülüktür. Bu tür insanlar açık kâfirlerden daha kötü ve tehlikelidirler. |
İşte bu, çokça yönelen ve çokça koruyan, Rahman’dan gaybde [tenhada, kimsenin kendini görmediği yerlerde] iken haşyet duyan ve dönen bir kalp ile gelen [gönülden bağlı olan] herkes için söz verilendir. (Kaf/33)
İşte bu kitap; kendisinde kuşku yoktur, gaybde iman eden, salâtı ikame eden, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak eden, sana indirilene ve senden önce indirilene iman eden muttakiler -ki bunlar, ahirete de kesinlikle inanırlar- için bir kılavuzdur. (Bakara/3) Ey iman etmiş kimseler! Kesinlikle Allah, gaybde [tenhada] kimin kendisinden korktuğunu bildirmek için sizi bir şeyle; ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir avla sınar. Öyleyse kim bundan sonra haddi aşarsa artık acıklı azap onun içindir. (Maide/94) Ve ant olsun ki, Musa ve Harun’a Furkan’ı ve gaybde Rabblerine haşyet duyan, Saat’ten [kıyametin kopmasından] içleri titreyen takva sahipleri için bir ışığı ve öğüdü verdik. (Enbiya/49) Ve yük çeken bir kimse, başkasının yükünü yüklenmez. Eğer ağır yüklü bir kimse, onun yüklenilmesine çağırsa da ondan hiç bir şey yüklenilmeyecek. -Bir akrabası olsa bile- Şüphesiz sen ancak Rabblerine karşı gaybde haşyet duyan ve salatı ikame edenleri uyarırsın. Her kim arınırsa ancak kendisi için arınır. Dönüş de yalnızca Allah’adır. (Fatır/18) Şüphesiz sen o zikre [Kur’an’a] uyan ve gaybde Rahman’a haşyet duyan kimseyi uyarırsın. Sen hemen onu bir bağışlanma ve çok şerefli bir ödül ile müjdele. (Ya Sin/11) 13 – [I]Ve sözünüzü ister gizleyin, ister onu açığa vurun; şüphesiz ki, O [Allah], göğüslerin özünü en iyi bilendir. [/I] 14 - [I]Yaratan bilmez mi/ O, yarattığını bilmez mi? Ve O [Yaratan], Latîf’dir, Habîr’dir.[/I] 15 - [I]O [Allah], size yeryüzünü boyun eğer kılandır. Haydiyin onun omuzlarında [dağlarında, tepelerinde] yürüyün ve O’nun [Allah'ın] rızkından yiyin. Ve diriliş, ancak O'nadır. [/I] Bu ayetlerde Rabbimiz hem kendi Zatını tanıtmaya devam etmekte, hem de insanlara verdiği nimetleri hatırlatmaktadır. Pasajın mesajı açıktır: “Yaptıklarınız nasıl olursa olsun, Allah için bir şey fark etmez. Allah mutlaka ondan haberdardır. O nedenle günahları açıkça yapmaktan sakındığınız gibi, gizlice yapmaktan da sakınınız. O, açık ve gizli olan şeyleri bildiği gibi, kalplerde bulunanı, düşüncelerinizi de bilir.” 15. ayetteki “[I]onun [yeryüzünün] omuzları[/I]” ifadesiyle yeryüzündeki dağlar ve tepeler kastedilmektedir. Buna göre insanlığa “Allah, size en zor mahallerde bile gezme imkânı sunmuştur” tarzında ince bir mesaj verilmektedir. Zira gerek insanın, gerek at veya deve gibi hayvanların omuzları, üzerlerinde durulması, oturulması imkânsız ya da zor olan mahallerdir. Evrenin omuzlarından istifade etmeyi ise Allah insanlara lütfetmiştir. Bu nimetler başka ayetlerde şöyle aktarılmıştır: Ve Allah sizin için yeryüzünü, kendisinden [yeryüzünden] geniş geniş yollarda gidesiniz diye bir yaygı kılmıştır.” (Nuh/19, 20) Görmedin mi gerçekten Allah gökten bir su indirdi? Biz onunla renkleri başka başka meyveler / ürünler çıkarıverdik. Dağlardan da yollar var; beyazlı, kırmızılı çeşitli renklerde [renklerin değişik tonlarında]. Ve kapkara topraklar / yollar da var. (Fatır/27) Görülüyor ki, yeryüzündeki her şey insanın hizmetine sunulmuştur. Her tarafında gezip dolaşsınlar, çalışıp çabalasınlar ve Allah'ın verdiği rızıklardan yesinler diye yeryüzü insanlara boyun eğdirilmiş, içindeki nimetlerden istifade etmeleri kolaylaştırmıştır. Bu ayetlerde Rabbimiz bu nimetlerini hatırlatarak insanlardan sorumluluklarının bilincine varmalarını istemektedir. Pasajın son ayetindeki “[I]O’nun [Allah'ın] rızkından yiyin. Ve diriliş, ancak O'nadır[/I]” ifadesinde, [B]i[/B]nsanların yeryüzünden elde ettikleri rızkın gerçekte Allah’ın verdiği rızık olduğuna dikkat çekilerek onlardan bu nimetlerin hesabının sorulacağı ima edilmektedir. Ayrıca bu ifade ile insanlar yeryüzünün her tarafında çalışıp çabalamaya, başkasının değil kendi ürettiklerinin kazancını yemeye teşvik edilmektedir. Sen, Allah’ın yeryüzündekileri size boyun eğdirdiğini ve kendisinin emriyle denizlerde akıp giden gemileri görmedin mi? Göğü de kendi izni olmaksızın yere düşmekten O tutuyor. Şüphesiz Allah insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir. (Hacc/65) Allah’ın, göklerde ve yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için boyun eğdirdiğini görmediniz mi? Ve O [Allah], gizli ve açık olarak nimetlerini üzerinize yaymıştır. İnsanlardan kimi de var ki, bilgisiz, kılavuzsuz ve aydınlatıcı bir kitapsız Allah hakkında mücadele ediyor [tartışıyor]. (Lokman/20) Ve O, göklerde ve yeryüzünde bulunan her şeyi Kendinden sizin hizmetinize vermiştir. Şüphesiz bunda düşünen bir topluluk için ayetler vardır. (Casiye/13) Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş üzerine istiva eden, gündüzü, durmadan kovalayan gece ile bürüyen ve güneş, ay ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan Allah'tır. İyi biliniz ki yaratma ve emir sadece O'na özgüdür. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne cömerttir! (A’raf/54) Ve O [Allah], geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi. Bütün yıldızlar da O'nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için ayetler vardır. (Nahl/12) 16- [I]Gökte olan Kişinin sizi yere batırmasından güvende misiniz? Bir de bakarsın ki çalkalanıvermiştir.[/I] 17 – [I]Ya da siz, gökte olan Kişinin üzerinize taş yağdıran bir kasırga göndermeyeceğinden güvende misiniz? Artık uyarımın nasıl olduğunu yakında bileceksiniz. [/I] 18 – [I]Ve ant olsun, onlardan öncekiler de yalanladılar. Peki, Beni inkâr ediş nasıl oldu?[/I] 19 – [I]Ve onlar, üstlerindeki sıra sıra sıralanmış ve dürülmüş uçan şeylere göz atmıyorlar mı? Onları Rahmân'dan başkası tutmuyor. Şüphesiz O, her şeyi en iyi görendir.[/I] 20 – [I]Rahmân’ın astlarından şu size yardım edecek askerleriniz kimlerdir? Kâfirler, sadece bir aldanış içerisindedirler.[/I] 21 – [I]Veya eğer O [Allah], rızkını kesiverse, size rızık verecek o kimse kimdir? Aslında onlar azgınlık ve nefrette direnip durmaktadırlar.[/I] 22 - [I]Şimdi yüz üstü kapanarak yürüyen mi daha doğru gider, yoksa dosdoğru yolda dümdüz yürüyen mi?[/I] Bu ayet grubunda Rabbimiz insanların dikkatini yaşadıkları ortamdaki bazı ayetlerine çekip onlara akıllarını başlarına almaya yöneltecek bir takım eğitici sorular sormaktadır. Bu sorularla insanların her zaman Allah’ın kontrolü altında oldukları, azarlarsa Allah’ın onları cezalandıracağı, rızıklarını kesivereceği, kimsenin azgınlara yardım edemeyeceği ve rızık veremeyeceği ihtar edilmektedir. Bu tarz ihtarlar daha evvel de yapılmıştı: Ve eğer o kentlerin halkı inansalardı ve takvâ sahibi olsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden olan bollukları açardık. Velâkin onlar yalanladılar. Biz de onları kazanmakta oldukları şeyler sebebiyle [yaptıklarına karşılık] yakalayıverdik. Acaba o kentlerin halkı, geceleyin uyurlarken kendilerine azabımızın gelmesinden güvende oldular mı? Yoksa o kentlerin halkı, kuşluk vakti oynarlarken [anlamsız işlerle uğraşırlarken] onlara azabımızın geleceğinden güvende oldular mı? Öyleyse Allah'ın mekrinden [ince plânından] güvende oldular mı? Ziyana uğramış topluluktan başkası Allah'ın mekrinden [ince plânından] kendini güvende görmez. (A’raf/96-99) Sonra nice kentler de vardı ki, zulüm yaparlarken biz onları helak ettik. Artık damları çökmüş, duvarları üzerine yıkılmıştır. [Geride] Nice terkedilmiş kuyularla bomboş kalmış yüksek saraylar [bırakılmıştır.] (Hac/45) De ki: “O, üstünüzden ve ayaklarınızın altından azap göndermeye yahut sizi fırkalara ayırıp kiminizin kiminize hıncını tattırmaya gücü yetendir.” Bak, onlar iyice anlasınlar diye ayetlerimizi nasıl evirip çeviriyoruz [inceden inceye açıklıyoruz]. (En'am/65) Biz, onların üzerine ufak taş yağdıran bir fırtına gönderdik. Lût'un ailesi müstesnâ. Onları katımızdan bir nimet olarak seher vaktinde kurtardık; Biz şükreden kimseyi böyle mükâfatlandırırız. (Kamer/34) 16, 17. ayetlerde geçen “[I]gökte olan Kişi[/I]” ifadesi ile ilgili olarak geçmişte “melekler”, “Cebrail” gibi yorumlar yapılmıştır. Kimileri de sözü edilen “zat”ı “Kudreti, saltanatı, Arşı ve hâkimiyeti göklerde bulunan”, “gökyüzünü yaratan” zat olarak yorumlamıştır. Ayetten anlaşılan, bu “zat”ın bizzat Allah olduğudur. Allah’ın mekândan münezzeh olduğuna dair aklen ve naklen sayısız kanıt mevcut olduğuna göre, bu ifadenin tevili gerekmektedir. Bu ayetin benzerlerini Zuhruf ve En’am surelerinde de görmüştük: Ve O, gökteki ilâh olandır ve yeryüzünde ilâh olandır. Ve O, Hakîm’dir, Alîm’dir. (Zuhruf/84) Ve O, göklerdeki ve yerdeki Allah’tır. O, gizlinizi ve açığınızı bilir. Kazandığınız şeyleri de bilir. (En’am/3) Benzer ifadeler içeren bu ayetleri de kapsayacak şekilde 16 ve 17. ayetlerde geçen “[I]gökte olan Kişi[/I]” ifadesinin iki şekilde tevili söz konusudur: 1- Bu ifade Arap örfüne göredir. Zira Araplar Allah’ın gökte olduğuna inanırlardı. Bu nedenle onlara nankörlük etmemeleri, eğer ederlerse inandıkları Allah’ın kendilerini cezalandıracağı uyarısı yapılmıştır. 2- Bu ifadedeki “sema” sözcüğü Dipnot: (“Sema” sözcüğünün detaylı anlamı için Tebyinü’l Kur’an; c. 1, s. 526, 527’ye bakılabilir.) ile evrenin yani yaratıkların ötesi, “en üst nokta” kastedilmiştir. Zira insan, fıtraten, Allah'ı düşünürken gökyüzüne bakar. Nitekim dua edilirken eller havaya doğru kaldırılır. Kişi, sıkıntıya düştüğünde yüzünü semaya çevirerek Allah'a yalvarır. Örfte de olağan dışı olaylar için “gökten düştü” tabiri kullanılır. Allah’tan gelen kitaplara da “Semavi kitaplar” denilir. Demek oluyor ki, insan ne zaman Allah'ı düşünecek olsa, doğasından gelen bir güdüyle yere değil, göğe bakmaktadır. Nitekim Resulullah’ın dua edişi ile ilgili olarak Bakara suresinde de şu ayet yer almaktadır: Doğrusu, biz, [I]yüzünün semaya yöneldiğini[/I], orada şekilden şekle geçerek aranıp durduğunu görüyorduk. Artık seni hoşnut olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Haydi bakalım, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Siz de ey müminler, nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa doğru çevirin! Kendilerine kitap verilmiş olanlar da kesinlikle bilirler ki, Rabblerinden gelen o emir haktır. Ve Allah, onların yaptıklarından ve yapmakta olduklarından gafil değildir. (Bakara/144) 19. ayette geçen “[I]üstlerindeki sıra sıra sıralanmış ve dürülmüş uçan şeyler[/I]” ifadesini birinci planda “kuşlar” olarak ele alıp Allah’ın onları uçacak şekilde yaratması ve doğa yasalarını kuşların havada durabilecekleri biçimde düzenlemesi” olarak anlayabileceğimiz gibi, bulutlar, yıldızlar, galaksiler ve diğer gök cisimleri olarak da anlayabiliriz. 23- [I]De ki: “O, sizi inşa eden [yaratan], size kulak, gözler ve gönüller kılandır. Ne az şükrediyorsunuz [karşılık ödüyorsunuz]?” [/I] 24 - [I]De ki: “O, sizi yeryüzünde dağıtıp yayandır ve siz O'na toplanıp götürüleceksiniz.”[/I] |
Rabbimiz insanları eğitip düşünmelerini sağlayacak bir takım açıklamalarından sonra bu ayetlerde de doğrudan elçisine hitap ederek ona toplumlara iletmesini istediği mesajını bildirmektedir. Bir kınama ve azarlama eşliğinde verilen bu mesaj onları hem düşünmeye, ibret almaya, inanmaya sevk edecek araç ve yeteneklerle donatıldıkları gerçeğini, hem de bu araç ve yeteneklerin gerektirdiği sorumlulukları yerine getirip getirmediklerinin hesabını vermek üzere Allah’ın huzuruna çıkarılacakları uyarısını içermektedir.
Ayetteki “[I]sizi inşa eden [yaratan], size kulak, gözler ve gönüller kılandır[/I]” ifadesiyle, insanların hayvanlardan farklı, üstün niteliklerle donanmış olarak yaratıldıkları, dolayısıyla bu lütufların hakkını vermeleri, hayvanlar gibi hareket etmemeleri gerektiği mesajı verilmektedir. Ve and olsun ki, cinnden ve insten [tanıdığınız-tanımadığınız] birçoğunu cehennem için yarattık; onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar gafillerin [duyarsızların] ta kendileridir. (A’raf/179) Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten [vahye] kulak vereceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidir. Aslında yol bakımından daha sapıktırlar / şaşkındırlar [aşağıdırlar]. (Furkan/44) 25 - [I]Bir de onlar: “Eğer doğru kimselerden iseniz bu söz verilen [tehdit] ne zaman?” diyorlar.[/I] 26 - [I]De ki: “Kesinlikle bilgi [onun bilgisi], Allah’ın yanındadır. Ben ise yalnızca apaçık bir uyarıcıyım.” [/I] 27 – [I]Artık onlar, onu yakınlaşmış görünce, inkâr edenlerin yüzleri kötüleşti. Ve: "İşte bu, çağırıp durduğunuz şeydir!" dendi. [/I] Bu ayetlerde, inkârcıların müminlere yönelttikleri “[I]Eğer doğru kimselerden iseniz bu söz verilen [tehdit] ne zaman?[/I]” sorusu nakledilerek Resulullah’a onların bu alaycı sorularına nasıl cevap vermesi gerektiği bildirilmektedir. İnkârcıların samimiyetsizce sordukları bu soru daha evvel Yunus/48, Ya Sin/48, Neml/71, Enbiya/38 ve Sebe/29’da da nakledilmiş ve kendilerine verilen cevaplar aynı surelerde yer almıştır. Burada da Rabbimiz kıyametin vaktinin belirli bir amaç için kimseye bildirilmediğini açıklamıştır: Sonra onun yanına geldiğinde seslenildi: “Musa! Ben, senin Rabbin olan Ben’im. Hemen iki nalınını çıkar, şüphesiz sen temizlenmiş vadide, Tuva’dasın / iki kere temizlenmiş bir vadidesin. Ve Ben seni seçtim; O hâlde vahyedilecek olan şeye kulak ver. Hiç şüphesiz ki Ben, Allah’ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikame et. Şüphesiz ki o saat [kıyamet] gelecektir. Onu Ben herkes emeğinin karşılığını alsın diye neredeyse gizleyeceğim.” (Ta Ha/11, 15) İnsanlar sana saatten [kıyametin kopuş vaktinden] soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi, Allahın, münafık erkekleri, münafık kadınları, müşrik erkekleri, müşrik kadınları azap etmesi; Ve Allah’ın, mümin erkeklerin ve mümin kadınların tövbelerini kabul etmesi için ancak Allah'ın nezdindedir. Ne bilirsin belki saat [kıyametin kopuş vakti] yakında olur. Ve Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (Ahzab/63,73) Sana, Saat'ten soruyorlar: “Ne zaman gelip çatacak?” De ki: “Onun bilgisi yalnızca Rabbimin katındadır. Onun vaktini Kendisinden başkası açıklayamaz. Göklerde ve yerde ağır basmıştır. O size ansızın gelir.” Sanki sen onu çok iyi biliyormuşsun gibi onu sana soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi Allah katındadır. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (A’raf/187) O gün kimi yüzler ağaracak, kimi yüzler de kararacaktır. Yüzleri kararanlara şöyle denecektir: “Siz inandıktan sonra yeniden kâfir mi oldunuz? Öyleyse, kâfirliğinizden dolayı tadın cezayı! Ve yüzleri ağaranlar ise, Allah’ın rahmeti içindedirler. Onlar orada temelli kalacaklardır.” (Âl-i İmran/106) Bir vakit de, “Ey Allah’ım, eğer bu Senin katından gelmiş bir hak/gerçek ise, hiç durma, üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver” demişlerdi. (Enfâl/32) 28 - [I]De ki: "Gördünüz mü? Eğer Allah beni ve benimle beraber olanları helak etse yahut bize merhamet etse, peki, bu kâfirleri acıklı bir azaptan kim koruyacak?[/I] 29 - [I]De ki: “O, Rahman’dır. Biz, O’na inandık ve sadece O’na tevekkül ettik. Artık kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu yakında bileceksiniz.”[/I] 30 - [I]De ki: “Gördünüz mü? Eğer suyunuz yerin dibine geçiriliverse, size kim bir pınar suyu getirebilir?”[/I] Rabbimiz bu ayetlerde elçisi aracılığı ile seslenerek inkârcıları düşünmeye davet etmektedir. Bu davet biraz da tehdit içermektedir. Hatırlanacağı üzere, bundan evvelki surede [Tur/30’da] müşriklerin Resulullah’ın ölümünü dört gözle bekledikleri nakledilmişti. (İleride, Fetih/12, Tevbe/50 ve Al-i Imran/120’de de Medine’deki inkârcıların aynı şeyi bekledikleri ifade edilecektir.) Pasajın 28. ayetinde inkârcıların bu beklentisine gönderme yapılıp onlara kendilerinin de ölecekleri, inanmadan ölmeleri halinde acıklı bir azaptan kurtulamayacakları ihtar edilmektedir. Dünyada iken kuraklık ve susuz bırakılarak sıkıntıya boğulmaları da ihtimal dâhilindedir. Böyle bir durumda kimsenin kendilerine yardım edemeyeceğini bilmeli ve akıllarını başlarına toplamalıdırlar. O dönemde Mekke’deki su kaynakları kıttı. Mekkeliler Zemzem ve Meymun kuyuları olmak üzere sadece iki kaynaktan yararlanabilmekteydiler. Rabbimiz onlara bu kaynaklardaki suların çekilivermesi durumunda hallerinin nice olacağını hatırlatmaktadır. Bu tehditler uyarı amaçlıdır; yani sahip oldukları nimetlerin Allah’tan olduğuna inanmalarını sağlamaktır. Rabbimiz suyun büyük bir nimet olduğunu insanlara birçok kez hatırlatmıştır: Peki, içip durduğunuz suyu gördünüz mü? Siz mi buluttan indirdiniz onu, yoksa Biz mi indirenleriz? Dileseydik onu tuzlu yapardık. O hâlde şükretmeniz [karşılığını ödemeniz] gerekmez mi? (Vakıa/68, 69) Surenin son ayetteki “[I]Eğer suyunuz yerin dibine geçiriliverse, size kim bir pınar suyu getirebilir?[/I]” sorusunun cevabı hiç şüphesiz “Allah!” şeklinde olmalıdır. Allah, doğrusunu en iyi bilendir. |
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:44 AM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam