Asrısaadet’in büyük kadınları
HZ. PEYGAMBERİN EV HALKI DIŞINDAKİLER
[COLOR="Red"][B]HUBBÂT KIZI SÜMEYYE[/B][/COLOR] İslam’a ilk gönül veren, bir kadındı: Hz. Hatîce. Tarih, Şehadet Kelimesi’ni getiren ilk iman yolcusunu bir kadın olarak belirlediği gibi, İslam’ın ikinci şehidini de kadınlar arasından seçiyordu: Yedinci Müslüman Sümeyye idi bu şehit. İlk şehit, Yâsir’in eşi ve altıncı Müslüman Ammâr’ın annesi Sümeyye… Halk arasında “köle”, Yaratıcı katında, en yüce dinin köklerine kanıyla hayat suyu akıtan Sümeyye… O, Türk soyundan gelen bir kadındı. (Hamîdullah; Kur’an-ı Kerim Tarihi, 101; İslam Peygamberi, paragraf, 315, 1315) O halde, İslam’ın ilk şehidi bir Türk kadını… İslam Peygamberi’nin sözlerinden biri aynen şöyledir: “İslam, başlangıçta garipti, sonra yine garipleşecektir; müjdeler olsun gariplere.” İslam’ın sonraki garipliğinin nasıl olacağını bilmiyoruz, fakat başlangıçtaki garipliğini belgeleyen deliller, hiç kimsenin inkâr edemeyeceği kadar açıktır. Her şeyden önce, Yaratıcı Kudret, evrensel gerçeklerin toplamı olan İslam’ı bir yetim-öksüz peygamber aracılığı ile duyurmuştur insanlığa. Öyle bir peygamber ki, “Rabbim, beni kral peygamber olmakla, köle peygamber olmak arasında serbest bıraktı da ben köle-peygamber olmayı seçtim. Bu yüzden ben krallarınız gibi değil, köleleriniz gibi yer, içer, oturur kalkarım…” (İbn Sa’d, 1/381) buyurmaktadır. Ve bu Peygamber’in çevresinde, son dinin ilk mensupları olarak Mekke site-devletinin en çaresiz, en çok ezilen, itilen insanlarını bulmaktayız. Köleler ve yoksullar… Son Peygamber’in hayat ve faaliyetinden bahseden bütün kaynaklar (siret0 kitapları), “Allah yolunda işkenceye maruz bırakılan, ezilen, itilen kişiler” anlamına, Mustaz’afûn diye bir bölüm, mutlaka içerirler. Bu başlık altında ele alınan kişiler, az önce sözünü ettiğimiz, ilk inananlardır. İslam güneşinin Hira ufkundan parıldaması üzerine, yarasalar gibi rahatsız olan Mekke oligarşisi, bu “uyku kaçıran tehlike” karşısında, hemen seferber oldu ve toplanarak şu kararı aldı: “Her kabile, elindeki Müslümanlara, mümkün olabilen her türlü işkenceyi ve baskıyı yaparak, bu yeni dinin yayılmasını önleyecek, bununla da yetinmeyerek, bu dine girmiş olanların en kısa zamanda eski inançlarına dönmelerini sağlayacaktır.” Bu karar üzerine Mustaz’afların dramı başladı. Tarihçiler, onların şu işkencelerle yüz yüze geldiklerini söz birliği ile yazarlar: Dövme, aç bırakma, kırbaçlama, kızgın demirle dağlama, Mekke güneşinin en kızgın saatlerinde, sırt üstü kuma yatırıp, göğüs üstüne konan iri taşları kırma… Bu işkencelere, destanlık çapta maruz kalanlardan üçü de, Yâsir ailesinin fertleriydi ve Sümeyye bu ailenin yaşlı ve zayıf bünyeli hanımıydı. Baba Yâsir, ana Sümeyye ve oğul Ammâr’ın, işkence altında birlikte inlediklerini görürdü bazen Allah Resûlü, fakat gözyaşları içinde şu sözleri söylemekten öte bir şey yapamazdı. “Sabredin ey Yâsir ailesi, mükâfatınız cennet olacaktır…” Yemen’den satıla satıla Mekke’ye gelen bir köleydi Yâsir ve kendisi gibi bir köleyle, Sümeyye ile evlenmişti. Ammâr bu evlilikten doğdu. Hürriyet, merhamet ve sevgiye susamış bu üç sonsuzluk sevdalısı, aradıklarını, Hz. Muhammed’in tebligatında bulmuş ve bütün tehlikeleri göze alarak ona bağlanmışlardı. Anne Sümeyye, yaşlı ve zayıftı.. Ona en acılı işkenceleri, İslam Peygamberi’nin “Ümmetimin Firavunu” diye andığı Ebu Cehil yaptırıyordu. Bir işkenceler sırasında, Ebu Cehil, Sümeyye’ye: “Muhammed’e söv, Muhammed’in tanrısını inkâr et…” diye haykırıyordu. Sümeyye ona hakaret etti. Ve Ebu Cehil, elindeki mızrağı çaresiz kadının göbek altından saplayıp arkasından çıkardı. Sümeyye şehit oldu. Bir şehit kanı daha Mekke toprağını sulamıştı… Birkaç yıl sonra, hicretin ikinci yılında, ünlü Bedir Savaşı’nda Ebu Cehil, Müslüman askerlerce öldürülecek ve Hz. Peygamber Ammâr’a, “Allah, annenin katili Ebu Cehil’i öldürdü.” diyecektir. (Sümeyye için bk. İbn İshak, p.233-245; İbn Hişam, 1/319-320; İbn Sa’d, 8/264-265; İbn Esîr; Üsd, ilgili madde.) |
[B][COLOR="Red"]ESED KIZI FÂTIMA[/COLOR][/B]
Son Peygamber bu dünyaya geldiği sırada onun doğumuna yardımcı olan yedi Fâtıma kadın vardı. Fâtıma isminin anlam ve önemi, belki de buradan başlayarak büyümüştür Hz. Muhammed ve bağlılarının hayatlarında… Allah Elçisi bir sözünde şöyle diyor: “Ben Fâtımaların çocuğuyum.” Hz. Muhammed’in hayatında büyük anlamı olan Fâtımaların başında Hz. Ali’nin annesi Fâtıma binti Esed gelir. Bu büyük kadın, sahabi olmanın kazandırdığı meziyete ek olarak Hz. Peygamber’e vefakâr hizmetleriyle de ünlü olmuştur. İKİNCİ ANNE… Fâtıma Binti Esed’in Hz. Peygamber’e hizmetleri öylesine büyüktür ki Hz. Peygamber bu konuda şöyle diyebilmiştir: “Amcam Ebu Talip’ten sonra bana en fazla hizmet eden insan, yengem Fâtıma binti Esed’dir.” Fâtıma Yenge Hz. Peygamber’e “ikinci anne” olmuştur. Validesi Âmine öldüğünde, altı yaşlarında yetimliğine ek olarak öksüz de kalan Son Peygamber’i bağrına basıp ona anne kucağı gibi açılan, Fâtıma Yenge oldu. Hicret sonrası Medine’de sonsuzluğa göçen bu eşsiz yenge, Peygamber yeğeninin seçkin bir sahabisi olarak öbür âleme uğurlanırken Allah Elçisi kendi gömleğini kefen olarak ona giydirdi ve onu istirahatgâhına kendi elleriyle indirdi. Hz. Peygamber bu “ikinci anne” için çok ağlamıştır. Bu durumu garipseyenler oldu ve Hz. Peygamber’den şu cevabı aldılar: “Bugün benim annem öldü. O, benim annemdi. Beni o büyüttü. Çocuklarını yedirmez, beni doyururdu, onları ihmal eder, beni süsler, beni avuturdu…” Bazıları: “Peki gömleğinizi neden ona giydirdiniz?” diye sorduklarında da şu cevabı verdi Hz. Peygamber: “Gömleğimi ona giydirmem, cennet giysilerinden giyeceğine ve berzah azabından uzak tutulacağına işarettir.” Kaynaklar, Fâtıma binti Esed hakkında fazla bilgi vermemektedir. Onun Hicret sonrası, yani Medine devri hayatı hakkında hemen hiçbir şey bilmiyoruz. İbn Esîr’in bir beyanından, Hz. Ali’nin, Peygamber kızı Fâtıma ile evlenişi ardından, annesi Fâtıma’dan şunu rica ettiğini öğrenebiliyoruz: “Anne, eve su taşıma, dışarıdan bir şeyler alma gibi hususlarda Resûlüllah kızı Fâtıma uğraşsın, evin içindeki işlerle de sen meşgul ol.” Fâtıma binti Esed bahsini kapatmadan, bir noktaya daha değinmek isteriz: Az önce işaret ettiğimiz anne-nine Fâtımalar yanında bir de “genç Fâtımalar” vardır ki bunlar başta Peygamber kızı Hz. Fâtıma olmak üzere, Hamza’nın kızı Fâtıma ve Hz. Ali’nin kardeşi Âkil’in hanımı Fâtıma binti Utbe’dir. Ünlü Devmetül Cendel Valisi Ukaydır, Hz. Peygamber’e bir ipekli kumaş hediye göndermişti. Hz. Muhammed, damadı Ali’yi çağırarak ona şöyle dedi: “Bu kumaşı götür,örtü olarak Fâtımalar arasında paylaştır.” İşte bu Fâtımalar, sözünü ettiğimiz genç Fâtımalarla, Fatma binti Esed idi.(Fâtıma binti Esed ve Fâtımalar için bk. İbn Sa’d, 1/61 vd. 8/22, İbn Manzûr, 12/455; Yakubî, 2/14, İbn Esîr, Üsd, 7/217,219) |
[B][COLOR="Red"]ÜMMÜL FADL LÜBÂBE[/COLOR][/B]
Müslüman olan ikinci kadındır. İsmi olan Lübâbe yerine, künyesi olan Ümmül Fadl ile ünlüdür. Küçük kardeşi Esmâ’dan ayrılması için Lübâbetü’l-Kübra (Büyükanılır. Hz. Peygamber’in amcası Abbas’ın hanımı ve yine Hz. Peygamber’in hanımlarından Meymûne Ana’nın kız kardeşidir. Yani son Resûl’ün hem yengesi, hem baldızı… Onun bu seçkin durumu, Peygamberimiz tarafından çok hürmet görmesine vesile olmuştur. Hz. Peygamber onun evine sık sık şeref verir, yemek yer, uyur, hatta zaman zaman bu eşsiz yengeye saçlarını taratırdı. Onun erken devirdeki Müslüman oluşu sonucu, kocası Abbas da Müslümanlığı seçti. Ümmü Fadl, İslam’ın yayılmasında unutulmaz hizmetler veren Abbas ailesinin en seçkin üyesi olarak yüceldiği gibi, İbn Abbas çapında emsalsiz bir sahabi bilgini, anne sıfatıyla besleyip büyütmenin de onurunu taşımaktadır Lübâbe) diye de BİLGİ KAYNAĞI AİLE Mekke devrinin ilk zamanlarında Müslüman olmalarına rağmen, Abbas ailesi Medine’ye hicret etmemişlerdir. Bunun, Hz. Peygamber’in emriyle olduğu anlaşılıyor. Çünkü bu seçkin aile, Mekkelilerle sürekli harp halinde bulunan Medine Müslüman devleti için uzun zaman bilgi kaynağı olarak görev yapmıştır. Hz. Peygamber, Mekkeli putpereset düşmanlarının özellikle askerî hareketleri hakkında en emin bilgileri Abbas ailesi aracılğıyla elde etmiş ve askeri planlarını bu bilgileri değerlendirerek yapmıştır. Bütün kaynaklar, Abbas ve Ümmül Fadl’ın bu noktadaki hizmetlerinin büyüklüğünden bahseder. Doğal olarak, böyle bir faaliyeti başarı ile yürütmek için Müslümanlıklarını gizlemek zorundaydılar ve gerçekten de bu, uzun süre böyle yapılmıştır. Hatta, Abbas, İslam’ın kader savaşı olan Bedir’e, putpereset Mekkeliler safında katılmış ve Müslümanların eline esir düşmüştür. Bedir Harbi başlangıcında, Hz. Peygamber’in, Müslümanların dikkatini çekerek: “Müşrikler safında, Müslüman olmuş, fakat bunu gizli tutan kişiler vardır, amcam Abbas da bunlardan biridir, onları öldürmeyin.” dediğini biliyoruz. Bedir’den sonra Mekke’ye dönen Abbas ileriki bir tarihte Hendek ve Hayber seferi sırasında Medine’ye gelip yerleşti. Ümmül Fadl’ın Mekke’de İslam uğruna verdiği mücadelenin büyüklük ve değerini gösterdiği kadar, o devir Müslümanlarının hayat şartlarını da öğrenmemize yardımcı olan şu olayı, Abbas ailesinin kölesi ve daha sonra Hz. Peygamber’in hizmetlisi olan Ebu Râfi’den dinleyelim: İbn Hişam gibi büyük bir kaynakta yer alan olayı şöyle anlatıyor Ebu Râfi: “Abdülmuttalip oğlu Abbas’ın kölesiydim ben. İçinde bulunduğum aileyle birlikte Müslüman olmuştum. Abbas, kavminin kötülüklerinden çekindiği için Müslümanlığını gizli tutuyordu. Malı ve itibarı çok yüksekti… Ben ok yapar, bunlara Zemzem kuyusunda su verirdim. Böyle bir gün, yanımda Ümmül Fadl da olduğu bir sırada Bedir Harbi’nden dönen Ebu Süfyan göründü. Oradakiler ayağa kalkıp ona hürmet gösterdiler. Ebu Leheb, hareretle harbin sonucunu sordu. Dedi ki Ebu Süfyan: “Sonuç nasıl olabilirdi ki, adamlar bizi evire çevire ya öldürdü, ya esir ettiler. Onlarla başa çıkmamız mümkün değildi, çünkü gökten yağız atlı süvariler gelip onlara yardım ettiler…” İşte bu sözü duyunca ben kendimi yitirip haykırdım: “Allah’a yemin ederim ki bunlar meleklerdir.” Bu sözümü duyan Ebu Leheb, suratıma şiddetli bir tokat patlattı. Ben de ona doğru atılınca beni tutup yere serdi. Onunla başa çıkamazdım, bünyem zayıftı. Beni yere yatırıp üstüme bindi ve kıyasıya vurmaya başladı. Tam bu sırada, kenarda oturan Ümmül Fadl yerinden fırlayıp Zemzem kuyusu kenarındaki sırıklardan birini kaptı ve Ebu Leheb’in kafasına indirdi. Ebu Leheb’in başı fena halde yarılmıştı. Ümmül Fadl ise şöyle konuşuyordu: ‘Nasılmış adam dövmek. Zavallıyı, efendisi burada yok diye eziyorsun, değil mi?’ Ebu Leheb, sesini çıkarmadan orayı terk etti ve birkaç gün sonra da ölüp gitti. ABİDE YAVRULAR Ümmül Fadl, Peygamber amcası Abbas’a altısı erkek, yedi çocuk verdi. Bu çocukların her biri kişilik ve çalışmalarıyla İslam tarihinin âbide şahsiyetleri arasına girmişlerdir. Doğum sıralarına göre şöyle verebiliriz bunları: Fadl: Bu sahabi, Hz. Peygamber’e hizmetleriyle ünlüdür. Peygamberimizin ölümü üzerine onun naaşını yıkayanlar arasında Fadl da vardı. Annesi Lübâbe bu Fadl’a izafeten Ümmül Fadl diye anılmıştır. Şam’da çıkan Amvas taunu sırasında ölmüştür. Abdullah (İbn Abbas): Hz. Peygamber’in, “Allahım, ona ayet ve hadisleri yorumlama ilmini lütfet ve onu dinin inceliklerini iyi anlama bahtiyarlığına erdir.” diye dua ettiği tek sahabidir. Gerçekten de İbn Abbas, sahabiler içinde ilmine ve görüşlerine başvurulan büyük bir bilgin olarak ün yapmıştır. İslam kaynaklarında İbn Abbas olarak geçiyor. Ubeydullah: Bu seçkin sahabi de zenginliğini İslam uğruna kullanmakla ünlüdür. Abdurrahman: Bu zat da İslam için büyük hizmetler verdikten sonra Şam’da ölmüştür. Kusem: Abbas ailesinin bu yavrusu, Hz. Peygamber’e en çok benzeyen insanlardan biri olduğu için ailesinin göz bebeğiydi. Peygamber amcası Abbas bu oğlunu severken sık sık şu mısrayı terennüm eder ve oğlunun son Resûl’e benzemesinden duyduğu onuru dile getirirdi: “Ya Kusem, ya Kusem, ya şibhe zil kerem.” Yani: “Kusem, Kusem, üstünlük ve seçkinliğin yüce sahibi Peygamber’e benzeyen Kusem…” Kusem, bütün hayatını kılıcı ve malıyla İslam’a hizmete adadı. Nihayet, Horosan illerine çıktığı bir savaşta Semerkant’ta şehit oldu. Mabed: Abbas ailesinin bu en küçük erkek evladı da Afrika’ya düzenlenen bir seferde şehit oldu. Ümmül Fadl, böylesine kıymetli altı evlada analık ettiği için gelenek onu: “Rahmi, en değerli altı çocuğa barınak olan yüce kadın” diye anmaktadır. Hz. Peygamber’in Ümmül Fadl evine sık sık gittiğini ve ona zaman zaman saçlarını tarattığını söylemiştik. Yine böyle bir günde, saçlarını taratmakta olan Allah Resûlü, alnına gözyaşı damlalarının düştüğünü hissetti ve sebebini sordu Ümmül Fadl’a. Aldığı cevap şuydu: “Düşünüyorum ki Allah seni aramızdan bir gün alacaktır. İşte o zaman biz, yönetenler mi olacağız, yönetilenler mi?” Yüce Peygamber, tarih tarafından doğrulanan mucize cevabı verdi: “Benden sonra siz, kahra uğrayacak, ezilecek, itileceksiniz.” Yine böyle bir gün, Ümmül Fadl, Hz. Peygamber’e dedi ki: “Bir rüya gördüm bu gece: Senin vücudundan bir parça et kopup benim odama düştü.” Ve Hz. Peygamber rüyayı yorumladı: “Rüyan çok güzel, ey yenge. Şu sıralarda gebe olan kızım Fâtıma bir erkek evlat doğuracak ve doğum senin evinde olacak.” Ümmül Fadl, aynen öyle olduğunu söylüyor; fakat yürekler sızlatan şu olayı da anlatmakta gecikmiyor: “Fâtıma’nın yavrusu Hüseyin’in doğumundan bir süre sonra, Allah Resûlü’nü ağlarken gördüm ve sebebini sordum. Aldığım cevap şuydu: “Ey Ümmül Fadl, Cebrail bana bildirdi ki, senden sonra ümmetin şu yeni doğan yavruyu, Hüseyin’i şehit edeceklerdir.” (Ümmül Fadl için bk. İbn Sa’d, 4/6-31, 8/277, 279; İbn Hişâm, 1/646-647; İbn Esîr; Üsd. Lübâbe maddesi; Umerî; Mişkatü’l-Mesabih, Menâkıbu Ehlil beyt bahsi; Öztürk, Hz. Fâtıma, 136) |
[B][COLOR="Red"]ÜMMÜ UMÂRE[/COLOR][/B]
Künyesiyle meşhur olan bu asker-tebliğci hanımın esas adı Nüseybe binti Ka’b’dır. Mücadele, savaş, diplomasi gibi değerler ölçü alındığında denebilir ki, bu büyük hanım Asrısaadet’in büyük kadınları listesinin başında yer alır. O, özellikle Hz. Peygamberce yönetilen savaşlarda gösterdiği başarılarla, belki de bütün İslam tarihinin en dikkate değer asker-kadınlarından biridir. Gazi hanımı, şehit anasıdır. Nüseybe’nin, İslam tarihi bakımından önem arzeder faaliyetleri onun, ünlü Akabe Bîatleri’nde görünüşüyle başlar. Bilindiği gibi, bu Akabe andlaşmalarıyla İslam Peygamberi, çağrısını Medine’ye ulaştırmış ve orada bir tebliğciler kadrosu oluşturmuştu. Bu kadronun çalışmaları sonucu, Medine hemen tamamıyla Müslümanlaşmış ve bir süre sonra da İslam devletinin merkez şehri haline gelmişti. İşte bu Akabe Bîatleri’nde de Medine’yi temsil eden yetmiş üç Müslüman erkeğin yanında yalnız iki kadın vardı ve bunlardan biri de Ümmü Umâre idi. Demek oluyor ki, o hicretten bir buçuk yıl kadar önce Müslümanlığı kabul etmiş ve bu dini kabulü anında bile çok üst seviyede bir hizmetin içinde yer alabilmiştir. İslam’a grişi ile, tarih sahnesinde işgal ettiği büyük yeri ona kazandıran faaliyetleri, aynı anda başlamıştır. Akabe andlaşmasından sonra, Medine’nin Müslümanlaşmasında rol aldı. Hicretten sonra onu Uhud Harbi, Hudeybiye Andlaşması, Hayber Seferi, Kaza Umresi, Huneyn Savaşı, Yemâme Seferleri gibi, İslam tarihinin en önemli askeri hareketelerinde sahnede görüyoruz. Bütün bu olaylar boyunca o, eşi ve çocuklarını da yanında bulundurmuş ve oğullarından birini, Yemâme Seferleri sırasında şehit vermiş, aynı seferlerde kendisi de bir kolunu kaybetmiştir. HER ŞEY PEYGAMBER İÇİN Nüseybe’nin, h. 3 yılında meydana gelen Uhud Harbi’ndeki hizmeti, bizzat İslam Peygamberi tarafında övülmüş bir hizmet olarak, İslam kaynaklarında saygıyla anılmaktadır. Nüseybe’nin kendi ağzından, İbn Sa’d’deki şekliyle özetleyelim: “Daha savaşın başında yaralılara su vermek üzere görev almıştım. İlk zaman harp, Müslümanlar lehineydi. Sonra durum değişti. Hz. Peygamber’in hayatı bile tehlikeye düştü. Ben hemşireliği bırakıp Hz. Peygamber’in yanına koştum. Kocam, iki oğlum ve ben Hz.Peygamber’i korumak için onun önünde kalkan görevi yapıyorduk. Bir ara İbn Kumey’e adlı müşrik haykırdı: “Neredesin Muhammed, sen yaşadıkça bize hayat yok. Seni öldüreceğim.” Ve ardından Hz. Peygamber’e saldırdı bu adam. Ben karşıladım saldırıyı ve omuzumdan yaralandım. Bu sırada adama iki darbe indirmiştim, fakat zırh giydiği için hiç etkilenmemişti. Uhud günü ben tam 12 yara aldım. Kimi kılıç, kimi ok, kimi de mızrak yarasıydı…” Bu yaralar yüzünden Ümmü Umâre bir yılı aşkın bir zaman tedavi altında kalacaktır. Büyük kadının Uhud günündeki gayretini bir de oğlunun anlattıklarından dinleyelim: “Sol pazumdan yaralanmıştım. Kan durmuyordu. Yaramı annem sardı. Hz. Peygamber bizi seyrediyordu. Annem bana: ‘Hadi git, çarpışmaya devam et.’ dedi. Yüce Peygamber bunu duyunca buyurdu ki: ‘Bu senin gösterdiğin gücü kimse gösteremez ey Ümmü Umâre.’ O anda beni yaralayan adam göründü. Annem onu yaralayarak bir hamlede dizinden vurdu ve yere yıktı. Peygamberimiz ise şöyle dua ediyordu. ‘Hamd olsun seni zafere ulaştıran ve intikamını elinle aldıran yüce Allah’a…” Nüseybe’nin, Uhud’da, silahlarının çarpışmaktan kırılması üzerine taşlar kullanarak savaştığı da olayda bulunan ashab tarafından haber verilmektedir. Hz. Peygamber, Nüseybe’nin Uhud’daki gayretinin büyüklüğüne işaret ederken şöyle demektedir: “Sağıma veya soluma, ne tarafa baksam Nüseybe’yi çarpışır görüyordum.” Nüseybe’nin, Hz. Ebu Bekir zamanında gerçekleşmiş bulunan Yemâme Harbi sırasında, oğullarıyla birlikte gösterdiği yararlılık da destanlık çaptadır. Yalancı Peygamber Müseylime ve yandaşlarına karşılık verilen bu savaşta birkaç yerinden yaralandı. Ama, onun duyduğu acı, oğlu Habib’in şehit ediliş şeklinden kaynaklanıyordu, aldığı yaralardan değil. Nüseybe’nin cengaver oğlu Habib, Müseylime’nin eline esir düşmüştü. Sahte Peygamber ona sordu: “Muhammed peygamber midir?” Habib: “Evet.” diye cevap verdi. Müseylime: “Peki ben, ben de peygamber miyim?” diye sorunca Habib: “Böyle bir şeyden haberim yok.” diye konuştu. Ve Müseylime bu askeri parça parça doğratarak şehit etti… Yine kendisi anlatıyor: “Uhud Harbi sonrası Hz. Peygamber, benden ve kocamdan söz ederek bizim yerimizin büyüklüğünü vurguluyordu. Ben rica ettim: “Ey Allah’ın Resulü dua buyurun da, cennette sizinle birlikte olalım.” Ve Allah Resûlü şöyle dua ettiler: “Ey Yüce Allahım, bunları cennette benim arkadaşlarım kıl.” Ben bu duayı dinleyince şöyle dedim: “Artık, maruz kaldığım ıstırap ve acılar bana vız gelir…” (Ümmü Umâre için bk. İbn Hişâm, 1/441, 466; İbn Sa’d, 8/412-416; İbn Esîr, Üsd, ilgili madde; Öztürk; Hz. Fâtıma, 77-78) |
ÜMMÜ SÜLEYM GUMEYSA
Kaynaklarda künyesiyle anılan bu büyük sahabi kadının esas adı Gumeysa’dır. Babası Milhan, anası Müleyke’dir. İslam’a ve Hz. Peygamber’e çok hizmet etmiş bahtiyarlardandır. Allah Resûlü’nün hizmetlisi (hâdimu’r Resûl) diye anılan büyük sahabi Enes b. Malik de bu Ümmü Süleym’in oğludur. Seçkin anne bu oğlunu, daha çocuk yaşta, Hz. Peygamber’e götürmüş ve yavrusunu onun hizmetine vermek için derin bir arzu duyduğunu belirtmişti. Hz. Peygamber bu isteği kabul ederek Enes’i yanına almış ve Enes, “teri ve teni en güzel güllerden daha güzel kokan” mukkaddes insana yıllar ve yıllar hizmetle şereflenmiştir. EN GÜZEL MEHİR Ümmü Süleym ilk evliliğini, o sırada kendisi gibi bir putperest olan Mâlik’le yaptı. Enes bu evlilikten dünyaya gelmiştir. Enes’in doğumundan iki yıl kadar sonra, Ümmü Süleym Müslümanlığı kabul etti. Bu durum kocası Mâlik’i rahatsız etmişti. Müşrik koca bir gün, küçük oğlu Enes’i annesi önünde, Şahadet Kelimesi’ni söylemek için eğitir halde görünce artık dayanamadı ve hanımıyla ağır bir münakaşaya girdi. Tartışmanın ardından evi terk eden Mâlik, biraz sonra eski bir düşmanı tarafından öldürülmüş olarak bulundu. Enes yetim, annesi dul kalmıştı. Ebu Talha Zeyd b. Sehl evlenmek istiğini açtı Ümmü Süleyme’e. Aldığı cevap şu oldu: “Sen, ey Ebu Talha, kendi elinle marangoza götürüp yontturduğun, yaptırdığın odun ve taş parçalarına ilah diye tapıyorsun. Biliyorsun ki onlar sana ne bir fayda sağlayabilir, ne de zarar verebilirler. Sen böyle bir davranış içindeyken ben seninle nasıl evlenebilirim?” Ve Ebu Talha başını eğip düşündü, düşündü ve Şehadet Kelimesi’ni söyleyerek Ümmü Süleym’in imanına iştirak etti. Bunu gören Ümmü Süleym: “Şimdi evlenebiliriz ve senin getirdiğin bu Şehadet Kelimesi benim mehrim olur. Başka bir şey istemem.” demek büyüklüğünü gösterdi. Hemen evlendiler. Bu evlilikten Abdullah ve Ebu Umeyr dünyaya gelecektir. Ümmü Süleym, Uhud ve Huneyn gibi savaşlarda büyük yararlıklar gösterdi. Kaynaklar, onun Huneyn Harbi’ne katıldığı sırada hamile olduğunu, buna rağmen yanına aldığı hançerle çarpışmalara katılmak istediğini, fakat Hz. Peygamber’in buna engel olarak Ümmü Süleym’i sadece hemşirelik hizmetleriyle görevlendirdiğini yazmaktadır. Hz. Peygamber’in en sık ziyaret ettiği evlerden biri, hatta bazı rivayetlere göre en çok ziyaret ettiği ev, Ümmü Süleym’in eviydi. Bunun sebebi bir gün sorulduğunda, Allah Resûlü şöyle demiştir: “Onun kardeşi benim yanımda çarpışırken şehit oldu, onu acır, severim.” Gerek Ümmü Süleym’in kendisi gerekse Enes b. Mâlik bu mutlu ziyaretlerle sergilenmiş ve kutsal hatıralar olarak yaşatılmış birçok olay ve anekdottan bahsetmektedirler. Bunların bazılarını biz de verelim: KUTSAL ZİYARETLER Enes anlatıyor: “Allah Resûlü, annemi ziyarete gelir, evimizde namaz kılardı. Yine Enes anlatıyor: “Küçük kardeşim Ebu Umeyr’in bir kuşu vardı. Bir gün ölüverdi bu kuş. Kardeşim, üzgün oturuyordu bir köşede. O sırada Allah Resûlü teşrif ettiler. Ebu Umeyr’in üzülmesine sebep olan şeyi öğrenince onu okşayarak şöyle buyurdular: "“Ebu Umeyrcik, ne yaptı sana kuşçuk?...” Ziyaretler sırasında Allah Resûlü’nün Ümmü Süleym evinde öğlen uykuları uyuduğu da olurdu. Böyle bir uykudan uyanan Yüce Peygamber, alnındaki terlerin Ümmü Süleym tarafından bir mendille silinmekte olduğunu gördü ve sordu: “Ne yapıyorsun ey Ümmü Süleym?” Cevabı şu oldu Ümmü Süleym’in: “Bir mendille terinizi siliyorum ey Allah’ın Resûlü, o mendili mutluluk vesilesi olarak saklayacağım.” Bu günlerde Enes annesi tarafından Hz. Peygamber’in önüne çıkarılıp ona şu şekilde takdim ve teslim edildi: “Ey Allah’ın Resûlü, bu benim yavrum Enes’i senin hizmetinle şereflendirmek istiyorum.” Ve Allah Resûlü bu isteği kabul ederek Enes için şöyle dua buyurdu: “Allahım, Enes’e mal ve evlat nimetleri lütfet ve onun bereketini artır…” Enes diyor ki: “Bu duanın bereketiyledir ki ben Medineli Müslümanların en zenginlerinden biri oldum ve soyumdan birçok insanın dünyaya geldiğini gözlerimle görebildim.” O, GERİ GELECEKTİR Enes b. Mâlik’in anlattığı şu olay, Ümmü Süleym’in zekâ, kavrayış ve Allah’a teslimiyeti kadar, bir reenkarnasyon delili olarak da, kaynaklarda yer almış bulunmaktadır. Küçük bir yavrusu ölmüştü Ümmü Süleym’in. O sırada dışarda olan baba Ebu Talha eve geldiğinde küçüğün nerede olduğunu sordu. Anne: “Komşu bir süre için aldı, sonra getirecek.” diye cevap verdi. Akşam oldu. Ümmü Süleym, çok güzel bir sofra hazırladı. Sabahleyin kocasının karşısına dikilen Ümmü Süleym şöyle konuştu: “Yavrumuz, onu bize gönderen kudret tarafından ait olduğu yere çağrıldı. Bir süre sonra tekrar gelecektir. Bu geceki temasımızda o bize tekrar iade edildi. Üzülme ve sesini çıkarma…” Haber Hz. Peygamber’e ulaştığında o şöyle buyurmuştur: “Allah onların o gecelerini ve o gece onlara verileni mübarek kılsın.” Dokuz ay sonra Ümmü Süleym nur topu gibi bir yavru doğurdu ve adı Hz. Peygamber tarafından kondu: Abdullah. (Ümmü Süleym için bk.İbn Sa’d,8/424-434; Ebû Nuaym; Hilye, 2/61-64; İbn Esîr, Üsd. İlgili madde.) |
[B][COLOR="Red"]ÜMMÜ EYMEN BEREKE[/COLOR][/B]
İlk Müslümanlardandır. Azatlı köle idi. Şehit hanımı, şehit anasıdır. Hz. Peygamber’in: “İkinci annem” diye yücelttiği bahtiyar bir kadın olarak İslam tarihinde yerini alan bu seçkin kadın, kaynaklarda “Peygamber’i kucağında büyüten dadı-kadın” olarak anılmaktadır. Aslen Habeşli bir köle olan Ümmü Eymen, Mekke’ye gelip Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmutalip’in hizmetine girdi. Bu aile içinde o, müstakbel peygamber Hz. Muhammed’in büyütülmesinde büyük hizmetlerin sahibi olarak dikkat çeker. Bu hizmetlerinin hatırasına saygı içindir ki, Allah Resûlü onu, “ikinci annem” diye anmış ve kendisine “anneciğim” diye hitap etmiştir. Hz. Peygamber’in bu tavrı, ilk üç halife devrini de yaşamış olan Ümmü Eymen’e bütün ashab nezdinde büyük bir itibar sağlamıştır. Şu olay, bu bakımdan anılmaya değer: İbn Ebi’l-Furat adlı birisi, Ümmü Eymen Valide’nin torunu Hasan b. Üsâme ile tartışırken, ona “Bereke Kadının çocuğu” diye hitap eder. Bu hitabı hakaret telakki eden Hasan, durumu Medine kadısı Ebu Bekr b. Muhammed’e bildirir. Kadının verdiği karar çok ilginçtir. “Hz. Peygamber’in annem diye hitap ettiği bir kadın için Bereke Kadın şeklinde saygısızlık ifade eden bir tâbiri kullandığın için, 70 kırbaç yiyeceksin.” Hz. Peygamber, Hatîce Valide ile evlenince Ümmü Eymen’i azat ettiler ve Ubeyd b. Zeyd ile evlenmesini sağladılar. Ümmü Eymen’in bu evliliğinden Eymen dünyaya geldi. Ubeyd bir süre sonra öldü. Ve Eymen Huneyn Harbi’nde şehit oldu. Ubeyd’in ölümünden sonra Hz. Peygamber Ümmü Eymen’i Zeyd b. Hârise ile evlendirdi. Zeyd de Hz. Peygamber tarafından azatlanmış bir köle idi. Zeyd, ünlü Mûte Harbi’nde, Hz. Peygamber tarafından komutan tayin edilen üç kişiden biriydi ve o savaşta şehit oldu. Bu yetenekli azatlının, kendisi gibi yetenekli oğlu Üsâme, Allah Resûlü tarafından h. 10’da ordu komutanı olarak atanacak ve komutasındaki ordu, yola çıkmadan Hz. Peygamber vefat edecektir. Sahabeden bazıları bu “köle” çocuğunun ordunun başından geri çekilmesini isteyecek, fakat halife Ebu Bekir, tüm ısrarları geri çevirerek, Üsâme’nin komutanlığını sürdürecektir. CENNET KADINI Ümmü Eymen, Son Resûl’e dadılık etmiş bir kadın sıfatıyla, bizzat Hz. Peygamber tarafından övülüp yüceltilmiş bir insandı. Allah Resûlü, onu, Zeyd b. Hârise ile evlendireceği sırada, “Cennet kadınlarından biriyle evlenmek isteyen, Ümmü Eymen ile evlensin.” buyurarak bu seçkin kadının cennetlik olduğunu müjdelemişti. Hz. Peygamber’in vefatı sırasında, kucağında büyüyen bu yüce varlığın dünyaya veda edişine ağlıyordu Ümmü Eymen. Öylesine çok ağladı ki, ashab kınamaya başladı. Bunun üzerine konuşan Ümmü Eymen, İslam tarihinin en ünlü sözleri arasına girmiş bulunan şu sözü söyledi: “Ağlayışım, yalnız onun ölümü için değildir. O zaten ölecekti. Ben, insana göklerden gelen mesajın son buluşuna ağlıyorum.” Peygamber’in dadısı, Uhud, Hayber gibi savaşlarda Müslüman yaralıların fedakâr hemşiresi , şehit anası ve şehit hanımı Ümmü Eymen, Halife Osman’ın başa geçtiği sıralarda vefat etti ve Medine toprağından cennete uğurlandı. (Ümmü Eymen için bk.İbn Sa’d; 8/223-226; İbn Esîr; Üsd, ilgili m HATTÂB KIZI |
[B][COLOR="Red"]FÂTIMA[/COLOR][/B]
İlk Müslümanlardandır. Kaynaklar onu, Ömer’in Müslümanlığı kabul edişine sebep olan kadın” diye anmaktadır. Kocası Zaîd b. Zeyd ile birlikte Müslüman olduklarında en çok korktukları kişi, o sıralarda azılı bir putperest olan Hattâb’ın oğlu Ömer idi: Fâtıma’nın kardeşi Ömer. Tarihe, Müslümanlığın ikinci halifesi diye geçmiş bulunan Hattâb oğlu Ömer, ilk Müslümanlara yaptığı işkence ve kötülüklerle ünlüydü o zamanlar… Onun dayanılmaz eziyetlerine maruz kalanlar içinde kız kardeşi Fâtıma ile, eniştesi Said b. Zeyd de vardı. Hattâb’ın kızı Fâtıma’ya İslam tarihindeki unutulmaz yerini kazandıran ve Ömer’in İslam’a geçişine sebep teşkil eden olay, kaynaklarımızda şu şekilde verilmektedir. Hz. Peygamber İslam’a çağrısını, Erkam’ın evinde sürdürdüğü sıralarda bir gün Ömer’le, bir başka Mekkeli olan Nuaym b. Abdullah karşılaşırlar. Ömer kılıcını kuşanmış, hiddetle ve koşar adımlarla bir yere gitmektedir. Nuaym nereye gittiğini sorar Ömer’e. Cevap şudur: “Kureyş gençlerini yoldan çıkaran, tanrılarımızı küçümseyen, toplum düzenin bozan şu Muhammed’in işini bitirmeye gidiyorum.” Nuaym der ki: “Hiç de iyi bir iş yapmıyorsun. Muhammed’in bir yığın kabileyle ilişkisi var, böyle bir şey yaparsan tüm bu kabileleri karşına almış olursun.” Bu sözler karşısında sinirlenen Ömer, Nuaym’ı tartaklamaya başlar ve bağırır: “Yoksa sen de mi sapıttın?” Bin dereden su getirerek kendini savunmaya uğraşsa da Nuaym, Ömer’i yatıştıramaz. Nihayet onu yakasından atmak için şöyle demek zorunda kalır: “Sen o kadar gayretliysen, git kendi ailendeki Müslüman olmuşlarla uğraş. Kız kardeşin, enişten, amcan oğlu Müslümanlığı çoktan seçtiler…” Beyninden vurulmuşa dönen Ömer, Nuaym’ı bırakıp geri döner, evin kapısına dayanır. Evde, esas aile fertlerinden başka, Hz. Peygamber tarafından öğretmen olarak gönderilen Habbab b. Eret de vardır. İçeridekiler Ömer’in geldiğini fark edince, hepsinde şafak atar. Habbab b. Eret uygun bir yer bulup gizlenir. Fâtıma ile Said, okumakta oldukları Kur’an parşömenlerini hemen saklarlar. Fakat Ömer durumu fark etmiştir; içeri dalar dalmaz kükrer: “Ne yapıyordunuz burada?...” Enişte Said biraz sert konuşur: “Sen herkesi, hükmün altında tutamazsın, ey Ömer, ne demek istiyorsun?” Said’in, bu sözü söylemesiyle, Ömer’in yıldırım gibi gelen yumruk darbesini yemesi bir olur. Said yere serilmiştir. Fâtıma, kocasının üstüne çullanan Ömer’i engellemek için atılır, ne var ki yediği bir darbeyle ağzı kanlar içinde kalır. Fâtıma ağlamaya başlar ve hıçkırıklar içinde, bütün İslam tarihi boyunca kulaklarda çınlayan şu sözleri söyler kardeşine: “Dinle ey Ömer, benim putları terk ettiğim, Lat ve Uzza’ya sırt çevirdiğim yolundaki bütün söylentiler doğrudur. Dinle ve bil ki Allah’ın birliğine, Muhammed’in de onun elçisi ve kulu olduğuna bütün ruhumla inanıyor, tanıklık ediyorum. İşte duydun, şimdi ne yapacaksan yap, hazırım…” Taş yüreğin yumuşama zamanı gelmiştir. Ömer, dizleri üstüne çöker. Gözleri yaşlarla doludur, ağlamaklı bir sesle sorar: “Okuduğunuz şey neydi, getir. Yaratanıma yemin ederim ki, dokunmadan size iade edeceğim.” Fatıma Kur’an sayfalarını uzatır bu kez… Okur, okur, okur Ömer…adde.) Elindekiler, Kur’an’ın Tâhâ ve Tekvîr Surelerinin baş taraflarıdır: Bu ayetlerin insan üzerindeki etkisini burada anlatacak değiliz. Ancak Ömer üzerindeki etkisine değinmek gereklidir. Ömer, Arap putperestlerinin kız çocukları diri diri gömecek kadar katı kalplilerindendi ve kaynakların bildirdiklerine göre, bizzat kendi kız çocuğunu diri diri gömmüştür. Ve çizilen tablo, gerçekten tam bir mucizedir, bir Kur’an mucizesidir. Bu mucize ile tüm katılığı, vahşeti ve dehşeti eriyen Ömer, ileride şöyle yakarabilecektir Tanrı’ya: “Allahım, öylesine sorumlu hissediyorum ki kendimi, Nil Nehri kıyısında bir kuzucuğun ayağı incinse, kendimi suçlu sayıyorum.” Ömer, mırıltı halinde sorar: “Müslümanlığa girmek için ne yapmak lazım?” Enişte ve hanımı cevap verirler: “Allah’ın birliğine, Muhammed’in de onun kulu ve peygamberi olduğuna inanman yeter…” ve Şehadet Kelimesi’ni tekrarlar Ömer. Ömer yine yoldadır. Peygamberlerin Sultanı’nın yanına gitmektedir. Fakat bu kez Muhammed’in boynunu vurmaya değil, önünde diz çökmeye gitmektedir. Gider ve Allah Resûlü’nün konuşmakta olduğu evin kapısına dayanır. Bir telaştır kopar içeride. Herkes kılıcına, bıçağına sarılır. Gelen, azılı düşman Ömer’dir. Allah’ın Resûlü buyurur ki ashabına: “Dokunmayın, gelsin. Allah onun hayrını diliyorsa o, İslam’ı seçecektir, eğer öyle değilse, onu durdurmak bizim için zor olmayacaktır.” Ömer içeri girer. Hz. Peygamber’e doğru yürür, tam yanına gelir. Herkes kaskatı kesilmiştir. Ama emir Peygamber emridir, kimse kıpırdamaz. Allah’ın Resûlü, dudaklarında tatlı bir tebessüm, Ömer’in giysisinin eteğini tutar ve şöyle seslenir: “Allahım, Ömer’i doğruya ulaştır.” Ve Ömer’in gözlerine bakarak, “Artık iman et ey Ömer!” diye hitap eder. Ömer diz çöker ve Şehadet Kelimesi’ni bir kez daha, son Resûl’ün önünde tekrarlar. Bütün sahabiler coşar ve tekbir sesleri, Safa tepelerini çınlatır. Kırkıncı Müslüman erkek de Şehadet Kelimesi’ni getirmiştir. Kadın Müslümanların sayısı ise, 11’dir o sırada… (Fâtıma binti Hattâb için bk. İbn İshak, p. 222-223, İbn Sa’d, 8/267; İbn Esîr; Üsd, ilgili madde ve ayrıca Umar b. Hattâb maddesi.) |
[B][COLOR="Red"]ÜMMÜ ŞERÎK GUZEYYE[/COLOR][/B]
İlk Müslümanlardandır. Baba adı Düdan veya Câbir olarak geçiyor. Bazı kaynaklarda, künyesi olan Ümmü Şerîk adıyla da geçen bu büyük kadın, Müslüman bir davetçi olarak Mekkeli birçok kadının İslam’ı seçmesini sağladı. İslam kaynaklarında yer alan mucizevî iki olayın kahramanı ve kendisini Hz. Peygamber’e hibe etmek isteyen kadınlardan biri olarak da ünlüdür. En eski kaynağımız İbn İshak, Hz. Peygamber’in onunla nikâhlandığını, fakat bir temas hali olmadan boşandıklarını yazarken, daha sonraki kaynaklardan İbn Habîb, boşanmanın, karı koca ilişkisi kurulduktan sonra meydana geldiğini kaydeder. Guzeyye, Hz . Peygamber’le mehir karşılığı normal bir evlilik yapmamış, Kur’an’ın sadece Hz. Peygamber’e tanıdığı bir imkânı kullanarak, kendini ona “hibe” etmiştir. Ahzâb suresinin 50. ayetine göre, herhangi bir kadın, hiçbir mehir şartı koşmadan, kendi isteğiyle Peygamber’e teslim olabilir. Hz. Peygamber’in, kendisine, bu niyetle başvuran birçok kadını reddettiği görülmektedir. İbn Sa’d’e göre, Guzeyye de bu reddedilenlerden biridir. DİN DAVETÇİSİ Guzeyye, Devs kabilesine mensup bir kadındı. İlk kocasından Şerîk adlı bir çocuğu olmuştu. Daha sonra o, bütün gayretini İslam’ı yaymak için seferber etti ve bu uğurda büyük ıstıraplara göğüs germeyi başardı. Bir Ramazan günü Müslüman olmuştu. Mekke’ye varmak, Hz. Peygamber’le görüşmek en büyük emeliydi. Bu konuda komşu Yahudilerden birinin yardımını istedi. İbn İshak’ın eserinde yer alan olayı, Guzeyye’nin kendi ağzından dinleyelim: “Yahudi beni Hz. Peygamber’e götüreceğini vaat etti. Yanıma su filan almama da engel oldu. Her türlü yiyecek, içecek ihtiyacımı da o karşılayacaktı. Yola çıktık. Akşam oldu. Yahudi yemekleri çıkardı, “Hadi ye.” dedi. Ben “Önce su isterim, su içmeden bir şey yiyemem.” dedim. Adam, “Yahudiliği kabul etmedikçe, su vermem sana.” diye konuştu. Ben dedim ki: “Vallahi bana bir damla bile su vermesen, Allah’ın bana nasip ettiği İslam’ı tepip de Yahudiliği kabul edemem.” Sonra çökmüş bulunan devemin yanına gidip oturdum ve az sonra da uyudum. Uykumdan beni, yüzüme dökülen soğuk bir suyun damlaları uyandırdı. Başımı yukarı kaldırdım, bir kırbadan buz gibi tatlı bir su başımdan aşağı akıyordu. İçtim, kanasıya içtim, kırbamı doldurdum. Ve sonra su kendiliğinden göğe doğru çekilip kesildi. Sabahleyin yanıma gelen Yahudi, alaylı bir dille sordu: “Nasılsın, hâlâ ısrar mı ediyorsun?” Dedim: “Allah beni sudan doyurdu, bana göklerden su gönderdi…” Nihayet bu adamdan ayrılarak, tek başıma Mekke’ye gelip Allah Resûlü ile buluştum ve olayı ona, olduğu gibi anlattım…” SÜRGÜN VE İLAHÎ LÜTUF Mekke’de yoğun bir tebliğ faaliyetine girişen Guzeyye, kısa bir süre sonra, Mekke putperestlerinin dikkatini çekti. Bir kadın olduğu için, onu uluorta öldüremediler, fakat çalışmalarını sürdürmesine göz yummaları da mükün değildi. Nihayet, onu putperest tacirlerden oluşan bir ticaret kervanına teslim edip, Yemen’e doğru sürgüne gönderdiler. Guzeyye’nin başından geçen ikinci mucize olay da bu sürgün sırasında meydana gelmiştir. Yine kendisinden dinleyelim: “Kervancılar, beni bir deveye bindirdiler. Ne yiyecek veriyorlardı ne de su. Bu şekilde, üç gün yol aldık. Ben kendimi kaybetmiştim. Bir konaklama yerinde, beni kenara atmış, ölüme terk etmişler. Ben, yüzüme akan soğuk bir suyun okşayışı ile uyandım. Baktım, ellerim arkadan bağlı, yüzüme ağzıma akan sudan, kana kana içtim. Mola süresi bittiğinde, onlar yola çıkmadan, benim ne olduğumu bir kez daha görmek istemişler. Geldiler, baktılar ki ben ayılmış ve zindeleşmişim. Hayretle, şöyle söylendiler: “Demek ipleri çözüp, bizim suları çalmış.” Ben dedim ki: “Hayır, öyle bir şey yok, durum şu, şu şekilde olmuştur.” İnanmadılar, koşup su kırbalarına baktılar. Suları yerli yerindeydi. Bu hali görünce, şöyle haykırdılar: “Yemin ederiz ki, senin inancın, bizim inancımızdan üstün ve hayırlı…” Ve o anda hepsi birden Müslüman oldular ve beni hazırlayarak, tekrar Mekke’ye, Hz. Peygamber’in yanına gönderdiler…” (Guzeyye için bk. İbn İshak, p.401, 443; İbn Sa’d, 8/154-157; İbn Habîb, 81-82; İbn Esîr; Üsd, ilgili madde.) |
[B][COLOR="Red"]ÜMMÜ HARÂM GUMEYSA[/COLOR][/B]
Bu şehit kadın, ünlü sahabi Ubade b. Saamit’in eşidir. Hz. Peygamber, onların evlerine gider, zaman zaman da, orada kaylûle (Gündüzün, özellikle öğlen saatlerinde bir süre uyumak. Hz. Peygamber, kaylûleyi sürekli uygulamış ve tavsiye etmiştir.) yapardı, yani öğle uykuları uyurdu. Yine böyle bir uykunun ardından, Ümmü Harâm’ın şehitliğini hazırlayan ilginç bir olay oluyor. Kendisinden dinleyelim: “Hz. Peygamber bize gelir, bazen de öğle uykuları uyurdu. Bir gün, uykusundan uyandığında tatlı tatlı tebessüm ettiğini gördüm ve sebebini sordum. Buyurdular ki: “Ümmetimden bir topluluğun, deniz üstünde, sultanların tahtlarına oturdukları gibi oturdukları bana gösterildi. Bunun üzerine ben dedim ki: “Ey Allah’ın Resûlü, ne olur, dua buyurun da ben de onlardan olayım.” Ve Allah elçisi dua ettiler ve dediler ki: “Sen de onlardan olacaksın.” Nihayet, Ümmü Harâm tertiplenen bir sefere, kocası Ubâde ile katıldı. Ve seferin deniz yolculuğu bittikten sonra, asker kadına binek olarak bir katır verdiler. Ümmü Harâm’ın bu katıra binmek istediği andır ki, Hz. Peygamber’in şehitliğe ilişkin mucize beyan tecelli etti: Katır huysuzlaştı: Ümmü Harâm düştü ve boynu kırılarak can verdi… (Ümmü Harâm için bk. İbn Sa’d, 8/434-435; İbn |
[B][COLOR="Red"]Es ÜMMÜ VARAKA[/COLOR][/B]
Bu gayretli, hizmetli ve bilgili kadın sahabi, bir Peygamber mucizesinin gerçekleşmesine sebep olmakla da ünlüdür. Esasen, Ensar’dan yani Medine Müslümanlarından olan bu kadın sahabi Bedir Harbi öncesinde, Hz. Peygamber’e gelip şunu rica etti: “Müsaade edin, ben de savaşa katılayım. Yaralıları tedavi ederim. O sırada belki Allah bana şehitlik mertebesi nasip eder.” Hz. Peygamber, bu isteği kabul etmekle beraber, Ümmü Varaka’ya, peşinde olduğu şeyi vaat etmekte de gecikmedi. Dedi ki ona: “Sen evine git, ev halkına, evine gelenlere imamlık et, namaz kıldır. Şunu bil ki, Allah sana şehitliği nasip edecektir.” Ümmü Varaka, erkeklerin de bulunduğu cemaate imamlık yapmakla görevlendirilen bir kadın olarak da dikkat çekmektedir. Hz. Peygamber, bununla da kalmadı. Sık sık bu kadını ziyarete gider ve beraberindekilere: “Hadi gidip bir şehide (kadın şehit) ziyaret edelim.” derdi. Kendisinin, ölümünden sonra serbest kalacaklarını vaat ettiği bir cariye, bir de erkek kölesi vardı. Bunlar, bir an önce serbest kalabilmek için, bu hizmet kahramanı kadını, bir gece boğdular. Aradan yıllar geçmesine karşın, Hz. Peygamber’in mucize beyanı gerçekleşiyordu. Devrin halifesi Ömer, bir yandan katilleri yakalatırken, bir yandan da şöyle diyordu: “Allah Resûlü, bu kadını ziyarete giderken, “Gidip bir şehit ziyaret edelim.” derdi. O sözün nasıl bir mucize sergilediğini, şimdi anlıyorum." Katiller yakalndı ve Medine’de asıldılar. Kaynaklara göre, bu “asma yoluyla idam” Medine’de ilk kez bu canilere uygulanmıştır. (Ümmü Varaka için bk. İbn Sa’d, 8/457; İbn Esîr; Üsd. İlgili madde.) |
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:33 AM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam