Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
|
Bölüm-2.
Kur'an Kadir Suresinde kimlerle dostluk içinde bulunmamız gerektiği konusunda açık bir mesaj verir. Buradaki kilit mesaj "LEYLİ" - "YATILI"dır. Leyli hayat statüsü, sözlüklerde ve uygulamada şu şeyleri ifade eder. Birinci sırada anlattığı şey "manastır hayatı", gündüz ve gece dost ve kardeş ilan edilenlerin hayatlarını ERŞİTLİK ve ORTAKLIK şeklinde, birbirleri için feda ettikleri hayat tarzıdır. Herkesin (eşit nitelikteki) giydiğini giymek, yediğini yemek, onun sosyo-ekonomik statüsünde olmak ve bunu yaşayarak göstermektir. Kimsenin kimseden gizlisi saklısı yoktur. Herkes herkesin ne yiyip içtiğine, ne giyip nerede barındığına şahittir.(İsa Peygamber'in "kimin ne yediğini, ne içtiğini bilirim" sözünü hatırlayın.). "Toplu yemek" diye nitelendirilen durum budur; iyi kalitede eşit şeylerle infak sistemidir. Kimsenin aklına "acaba evinde benden daha iyi nimetlerle mi yaşıyor?" diye bir şey -fitne olacak bir şey- gelmesin diyedir; "yediği-içtiği ayrı gitmeyen" samimi dostluk kültürüdür.
Toplu yemek Manastır, Havra, Salât-Salâvat ibadeti içinde yaşam biçimleri, gerçek sevginin alenen yaşandığı, kimsenin kimseden farklı ve gizli hallerinin bulunmadığı bir açık kardeşlik hayat tarzıdır. Bu "Mescid el Haram" ekonomik ve sosyal yaşam biçimidir.
Bu yaşam biçimleri latince dillerdeki "KOMÜN", Arapça dilindeki "KARYE" olarak nitelendirilen, sevgi ve kardeşliğe dayanan, yedikleri-içtikleri ayrı gitmeyen, her şeyleri 'ortak" olan, nezih, erdemli, ufak sosyo-ekonomik topluluklardır. Bunların gelişmiş ve genişletilmişi ise Haşr Suresi'ndaki "Medine" yaşam biçimidir, yani medeniyettir.
İşte Kur'an'da Şura Suresinde geçen "Ümm-ül karye"-komünlerin ilki, anası- olan bu topluluklarda, "haram (takva) üzere yaşanan (secde edilen) statüler belirtilmiştir. Bu meyanda delillerimizi Şûra süresinden sunalım:
“ Karyelerin Anası ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur'an vahyettik. (İnsanların) bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli cehennemdedir.”(Şûra–7)
”Allah dileseydi onları bir tek millet yapardı. Fakat O, dilediğini rahmetine kavuşturur; zalimlerin ise hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur.(Şûra–8)
”Yoksa onlar Allah'tan başka veliler mi edindiler? Hâlbuki dost yalnız Allah'tır. O ölüleri diriltir, her şeye kadirdir.”(Şûra–9)
”Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O'na dayandım ve O'na yönelirim”.(Şûra–10)
”O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da eşler yaratmıştır. Bu suretle çoğalmanızı sağlamıştır. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.” (Şûra–11)
”Göklerin ve yerin anahtarları o’nundur. Dilediğine rızkı bol verir, dilediğinden de kısar. O, her şeyi bilendir.”(Şûra–12)
"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu (din), müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir.(Şûra–13)
”Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer belli bir süreye kadar Rabbinden bir (erteleme) sözü geçmiş olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi. Onlardan sonra kitaba vâris kılınanlar da onun hakkında derin bir şüphe içindedirler.(Şûra–14)
"Aralarında ki çekememezlik nedeniyle ayrılığa düştüler" diye eksik anlam verilmiştir. Burada (Arapça metinde) “beyn” kavramı geçer ki aynı zamanda "ayrılık/aykırılık/ayrışma" ve "fesad" anlamına gelir. Fesad kavramı bozulma, kokuşma v.s gibi anlamları olan bir kavramdır. Buradaki anlamı ise gelir dağılımındaki dengesizliktir. Çünkü bu kavramla birlikte haddi aşmak, ileri gitmek, itidâl ve kavam üzerindeki her türlü güç, zenginlik vs... anlamında “Bağı” kavramı kullanılmıştır. İfsadın kökünde bu yatmaktadır. "Bağı" galebe etmek/yenip alt etmek, eşitliği bozmak hususunda kanın kaynamasıdır.
Nahl suresinin 90. ayetinde bize adil olmamızı, lutfedici olmamızı, yakınlara(mekan ve zaman olarak komşudan insanlığa kadar iyiliğe layık olan ve muhtaç olana) karşı alıcı değil, verici bir tutum içinde olmamız ikaz edildikten sonra inkarcı ve bağı tavır ve sistemlerimizi ortadan kaldırmamız bize öğütlenmektedir.
Bu yolda esas olan meta üretiminin yanında, ticaret ehli olma yerine, değer değişimi yaparak hayatını idame ettirmedir. Bağı, "manastır, havra, mescid el haram" ekonomik ve sosyal sisteminden dönmektir. Dönmek ise, tacirlik ve seyyar satılıktır. Bu seyyar satıcılık, günümüzdeki gariban satıcılar değildir. Kimsenin bir siparişi olmadığı halde, çok bol piyasa ürünü üreterek, bunu gerek hile, gerek iştah kabartan reklâmlarla lüks ihtiyaç arzusu yaratıp satan, gerekse zorlayarak serbest piyasa ekonomisini, demokrasi getirmek adı altında Pazar haline getirmeye zorlayan, müstevlilerin (işgalcilerin) halidir. Buna uyum sağlanınca da din artık "tüccar dini" olmuştur. (hac'da "Allah'ın lutfunu aramanızda size bir günah yoktur"(Bakara-198) ifadesini "hac'da ticaret yapmanız serbesttir" diye çeviri yapanların halini ve verdikleri mesajı bir düşünün; ne kadar aykırı, münafıkça bir çeviri)
İşte hak olan manastır,havra, mescid'il haram üretim ve dağıtımından yani "değer değişimi" modelinden serbest piyasa ekonomisine geçmek, zorunlu ihtiyaç için değil, bol üretip ihtiyaç fazlası üretim yaparak bunu pazarlayıp bol gelir etme yoludur. İşte tam burada insan ideal sosyo ekonomi politikten dönmüş ve "Beykara" sosyo ekonomi politiğine, yani "BEY-BAYİ"= "alım-satım ve aracılık-komisyonculuk" sosyo-ekonomi politiğine geçmiştir. "Beykara", Bakara (İnek, dana, buzağı) mizacına-kapitalizme uygun bir sosyo-ekonomi politik olana geçişi anlatan bir kavramdır.
İşte, manastır, havra, mescid'il haram dayanışmalı sisteminde, yani ihtişamdan uzak, bir gecelik bile olsa "kulluk yaşamanın", leyli manastır hayatını terk edip de Şehre(şöhret toplumuna) giden insanın bu yaşamda bir ömür ibadetinden daha efdal(faydalı) olduğunu Kadir Suresi bize haber vermişti. Onun için komün, manastır, havra, Beyt-El Haram üzere yaşanan yer anlamına gelen "karye" kavramına “Şehir” diye anlam verenleri âlim saymak mümkün değildir. İkisi birbirinin tam zıttı yaşam biçimleridir(Bakara-58 ile 61. ayetlerini karşılaştırıp,tahlil edin."Bu ayetler üzerinde 'yazın ortasında(ya da sıcağında) oruç bahsinde bilgi verilmişti.").
"Ehli Beyt" de zaten manastır-havra-mescid el haram'da belirtilen/yaşanan ekonomik ve sosyal yaşam üzerine yaşayanlara denilir. Bina ehli olan Ebna-ı Ahrar(Materyalist kapitalistler)’in zıttına Ehli Beyt denilir ve bu kişiler, "bina-ehli" olan "ebna-ı ahrar'"n yaşamı mülkün azdırıcılığını, kan dökücülüğünü, rekabet, kin ve hased içinde bir hayat sürmeyi gerektirdiği için "mülkte iştirak" halinde, ihtiyatlı ve sukunet içinde yaşarlar.
Onun için Resul’ler Beyt ehlidir. Bütün yaşamları ve tebliğlerinin özü bunu emretmektir. Bu Beyt nezdinde yaşamayı Allah’ın kendisine sevdirdiği insanları cezb eder(çeker). Resuller, Beyt içinden olmayıp de çevresindekilere/bekkedekilere, onu benimsemeyenlere de tebliğ yaparlar. Liberalist toplumlarda yaşayanların korunmasını da söylerler. Ama ihsan olarak nitelendirilen ve adalet, kıst ve doğruluk içeren idealist sistem ise Ehli Beyt-i benimseyip sevmek, manastır, havra, Beyt El haram çevresinde/bekkede değil, içinde olmak, yani sosyo-ekonomi politiğini buradan/beyt içinden/beyt ekonomisinden seçmesi gerekir. Zaten bütün peygamberler de Ehli Beyt’tendir. Nuh dâhil yaşamları da tebliğlerinde birinci derecede emrettikleri de Ehli Beyt’ten olup Ebna-ı Ahrar’dan/kapitalistlerden/sömürücülerden olmamaktır. Çünkü insanlık, Nuh öncesi toplayıcı ve avcı konumunda iken, tarımsal üretime geçtiler. Toplumun bir kesiminin sivrilip toplumu ifsad(fesatçılık) etmeleri kolaylaştığı için şeraitleri(yasaları) bunu önleyecek şekilde hükümler ihtiva eden minhaca/sisteme kavuşturuldu. Maalesef âlimlerimiz çok önemli iki hatalı mânâlandırma yapmışlar. Birisi "kurbiyet"i kabileci bir kafayla akraba olarak öğretmişler. "Ehl-i Beyt"i de Resulullah soyundan gelenler olarak yorumlayıp ayetlerin asıl anlamını gizlemişlerdir.
Ehl-i Beyt Mülk şehvetini içinden atmış, ihtiyacı kadarla yetinendir
”İşte onun için sen davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma ve de ki: Ben Allah'ın indirdiği Kitab'a inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş de O'nadır.”(Şûra–15)
Allah, Beyt ehli olarak hayat sürmeyi ret edip, Beyt civarındakiler/dışındakiler/bekkedekiler gibi serbest piyasa ekonomisi ve serbest yer anlayışı içinde yaşayarak arınacaklarını zanneden ve hak nazarında boş amellerle adalet sağlanamayacağından, kıst üzere olmadan, haramdan titizlikle kaçınmadan, tacir kültürü, tacir kafasıyla tüccar dinini din yapanlara, Beyt ehli yerine Bina ehli olmayı tercih edenlere Resul’ün vereceği cevabı bize beyan etmiştir. Bereket içinden(üretim ve tasarruftan) neşet eden(kaynaklanan) yaşam biçimi "Haram üzere secde"; çevresinden(beyt içindeki üretimin haricinden, dışarıdan, bekkeden) gelen gelirlerden zekat verilmesi hali ise, "Aksa üzere secde" etmektir. İşte ekonomi "aksa üzere secde" üzerine de kurulabilir, böyle de yapılabilir; ama bu yeterli ve ayak kaymasını önleyici olsaydı, Allah Müslümanlara "Haram üzere secde" etmeyi, o sosyo ekonomi politiğe yönelmelerini hiç emreder miydi?(Bakara-219)
”Daveti kabul edildikten sonra, Allah hakkında tartışmaya girenlerin delilleri, Rableri katında boştur. Onlar için bir gazap, yine onlar için çetin bir azap vardır”(Şûra–16).
Bu günkülerin "hac, umre" deyip yerine getirdiklerini zannettiklerinin esası, bir ömür boyu manastır-havra-beyt'ül haram sosyo-ekonomi politiği içinde yaşayarak ayak kaymamasından emin olmaktır. Manastır, havra, mescid'il haram dışındaki sosyo ekonomi politik "ayak kaydıran" yerdir, uçurumun kenarıdır. Yani şu insanların söz ve delilleri boş iddialardır: -"Ben liberal kapitalist sistem içinde "Beyt El Haram" farz yaşam türü kadar temiz kalır, temizlenirim"- derler. -"Tevbe suresi yönelinilecek yaşam biçiminin burası(beyt' ül haram) olduğunu söylese de, ben öyle yaman birisiyim ki, kapitalist üretim tarzı içinde, evin ihtiyacını ayırır, artanı sermayeye eklemem, demode iş makineleriyle, sermayeyi artırmadan, artanın tamamını topluma iade ederek yaşarım"- demek boş ve batıldır. Böyle diyenleri, sonunda infakı görmezlikten gelerek, iki buçuk gibi cimrice bir zekâtı vererek kirli kalırlar, asla temizlenemezler.
Çünkü kapitalist üretim tarzı artanın infakına izin vermez. Kârın sermayeye eklenerek işin - şirketin devamlı büyümesi, üretim araçlarının en son teknolojiyle devamlı yenilenmesi esası üzerine çalışır. Kazançtan sadece bakmakla mükellef olduklarının günlük zorunlu ihtiyaçlarını ayırarak, artana oran tutmadan akşam devlet maliye veznesine yatırmak mümkün değildir. Ama Belam tipli âlimler bunu insanlara anlatmazlar. Oysa Bakara 219. ayetin açıklığı karşısında kapitalist üretim tarzına devam etmek Kuran’daki hüccetleri-delilleri inkâr etmektir. Kaldı ki sosyo ekonomi politikte Allah mutlak eşitliği emretmiştir. Bu ise mizanda denk olmayı gerektirir. Mizan vezinle ilintilidir. İçeriğinde eşitlik vardır. Muvazene/denge, iki şey arasını eşitlemek, denkleştirmek. İki şey eşit denk olmak. Şöyle ki.
”Kitab'ı ve mizanı( Yükün her iki tarafının denk olması, mutlak eşitlik) hak olarak indiren Allah'tır. Ne biliyorsun, belki de kıyamet saati yakındır.”(Şûra–17)
"Ona inanmayanlar, onun çabuk kopmasını isterler. İnananlar ise ondan korkarlar ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki, kıyamet günü hakkında tartışanlar derin bir sapıklık içindedirler.”(Şûra–18)
”Allah kullarına lütufkârdır, dilediğini rızıklandırır. O kuvvetlidir, güçlüdür.”(Şûra–19)
Rızkı elbette ki Allah verir. Allah dilemeden kimsenin dilemesi mümkün değildir. O’na rağmen yaprak bile sallanmaz. Allah, ahireti tercih etmeyene, istediği, buna yöneldiği zaman, bu insanın ayağı kayacak diye vermemezlik yapmaz. Onun kazancını artırır. Allah bilir ki, o insan Bakara 219. ayete uymayacaktır. Çok kazınıp da, onun içinden sadece ihtiyacını alıp, gerisini kamu hazinesine iade edecek babayiğit yok gibidir. Para tatlıdır. İşte bunlar dünyada peşin isteyenlerdir. O ücretini almıştır. Zaten başkalarının bedeli ödenmemiş emek ve enerjisi o kimsede birikmeseydi, zengin olması mümkün değildi. Bunu ekonomi bilenler bilir. Onun içindir ki, Allah "ihtiyaç miktarını" insana helal etmiştir. Artanı verilerek insan haklarından kurtulunulur. Ahiret kazancı ise, biriktirmeyip, üzerinde kul hakkı olmasına, kalmasın izin vermeyenleredir ki, hak manada ahirete inananlar bunlardır. Bunların en dirayetlileri ise, Beyt Ehli olarak yaşarlar. Kamu işletmeciliğini tercih ederek, artık değerlerini kamuda bırakarak, onun adil dağıtımının vebalini yöneticiye bırakmış, yurttaşlarının eşit bir şekilde elden ve bizzat infakı gibi imkânsız bir yükten kurtulmuş olur. İşte ahireti tercih erden, onu kazanmaya çalışanlardır bunlar.
“Kim ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını arttırırız. Kim de dünya kârını istiyorsa ona da dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun ahirette bir nasibi olmaz.”(Şûra–20)
Şeriati(sosyo ekonomi politiği) Beyt, haram üzere olan din, Allah dinidir. Bunun dışındaki serbest yer, serbest piyasa ekonomisi, servet ve sermayenin ihtiyaç fazlası teşkil edecek şekilde biriktirilmesine izin veren din yorumu, Allah vahyi ve Şeriati değil, aksine Allah’ın izin vermediği bir din ihdasıdır/ortaya konmasıdır. Yani Allah vahyi(Şeriati) böyle bir yoruma müsait değildir. Şöyle ki:
“Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır.”(Şûra–21)
Ayette, kâfirlere Allah’a ortak koşmak, dirilmeyi inkâr etmek ve dünyaya tapmak gibi sakat düşünceleri telkin eden şeytanlara ve Allah’tan başka din koyanlara uymalarının sebebi sorulmakta ve bu ortaklara uymanın sonuçlarına dikkat çekilmektedir. Allah vahiden çıkması imkansız böyle bir yorumu din yapan âlimler, elbetteki tamah sahibidirler(menfaatçidirler) ki, ilmi onlardan almak/öğrenmek hatadır.
“Yaptıkları şeyler başlarına gelirken zalimlerin, korkudan titrediklerini göreceksin. İman edip iyi işler yapanlar da cennet bahçelerindedirler. Rablerinin yanında onlara diledikleri her şey vardır. İşte büyük lütuf budur.”(Şûra–22)
Resulullah’a Rabbimiz şöyle öğüt vermesini söylüyor. Vereceğiniz ihtiyaç fazlasını bana ücret olarak verecek değilsiniz. Ben bundan uzağım, kendinizi cehennemden kurtarmak için mülk tutkusundan arınmanız için böyle yapacaksınız. Ben, mülk şehvetini nasıl kendi yaşantımda atmışsam, sahabelerimden büyük çoğunluk böyle yaşamışsa, zühd üzere(ihtiyaç kadarıyla) sizden misak almışsam, işte hak din budur. Vahiy şeraitine uygun olan budur. İşte havra, manastır, beyt-el haram üzerine sosyo ekonomi politiği sevin. Bunu da yine kendi kurtuluşunuz için yapacaksınız. Size emaneten bırakacağım ve sıkıca sarılmanız gereken Kuran ve onun mescid el haram üzerine olan yorum ve yaşamı benim yaşadığım, Selman’ın ve gibilerinin yaşadığı hayattır. Bu mülkleşmekten uzak kalarak yaşamaktır. Bina ehli değil, beyt ehli olun ki bu da tazeden vermek, tazeden yemektir/biriktirmemektir. Yani üzerinden bir gece dahi geçirip bayatlatmadan/elde tutmadan, ne varsa elinizde, zorunlu ihtiyacınız dışında kalanı günü gününe topluma iade ediniz.
Devam edeceğim.
Saygılarımla.
Galip Yetkin.
Konu galipyetkin tarafından (25. October 2017 Saat 11:27 AM ) değiştirilmiştir.
|