Konu: Cennet
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 29. June 2015, 08:30 PM   #8
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.017
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun aleyküm,değerli kardeşlerim,


Klâsik eserlere bakıldığında, Allah'ın erkeklere iltimas yaptığı ve kadınları ikinci sınıf insan olarak yarattığı şeklinde yanlış bir izlenim verdikleri görülmektedir. Oysa Kur'ân'da böyle bir ayrımın, iltimasın yapıldığını düşündürecek herhangi bir anlam bulmak mümkün değildir. Dolayısıyla, erkek egemen kültürlerin penceresinden bakarak kadına düşük konumlar biçen dinî görüşler Kur'ân'la özdeşleştirilmemeli, İslâm'a aykırı bu tür görüşler ihtiva eden meal ve tefsirlere de son derece ihtiyatla yaklaşılmalıdır. Âyetlerin anlamlarında çarpıtmalar bulunan bu tür eserleri, meal ve tefsir çalışması yapanların tümüyle erkek oluşuyla ilişkilendirmek mümkündür. Mümin kadınların bu alanda ortaya koyacakları çalışmalar, kadın konusundaki yanlış değerlendirmelerin tashih edilmesinde önemli yararlar sağlayacaktır.
Konumuzla ilgili tahlile, kesin olarak bilinmesi ve hiç akıldan çıkarılmaması gereken bazı noktaların vurgulanmasıyla başlamayı gerekli görüyoruz:
Fizikî ve biyolojik yapımız, üzerinde yaşadığımız dünya koşulları ile uyum hâlindedir. Meselâ, ışığı görebilmemiz için gözlere, yaşamımızı sürdürebilmemiz için akciğer, karaciğer, mide, böbrek gibi iç organlara, neslimizi devam ettirmek için de üreme organlarına sahibiz. Bütün bu sistemik yapılar, evrenin işleyiş yasalarına uygun olarak hayatımızı sürdürmeye hizmet eden bir tasarımı yansıtmaktadır. Oysa âhirette yaşam ve yaşam koşulları değişecektir. (Hicr Sûresi'nin 48. Âyetine bkz.) İster cennet ister cehennem olsun, âhiretteki koşulları, o yaşamın gerçeklerini bu dünya yaşamına uygun olan aklımızla, iz'anımızla, sezgimizle kavrayabilmemiz mümkün değildir. Bu sebeple, âhiretle ilgili olan hususlar [meselâ cennetteki nimetler] bize hep sembolik olarak, örnekleri gösterilmek suretiyle ifade edilmiştir (Ra'd Sûresi'nin 35; Muhammed Sûresi'nin 15. Âyetlerine bkz.) Zaten ahreti tasvir eden Âyetlerin tümüyle incelenmesinden, bizim oradaki yaşama uyumlu bir yapıda olacağımız, yani yeniden diriltildiğimizde bilmediğimiz başka bir şekilde inşa edilmiş olacağımız anlaşılmaktadır.
Kur'ân'ın açık ifadelerine göre; ölüm, hastalık, yorgunluk, açlık, susuzluk gibi kavramların hiçbirinin varlığı cennette söz konusu olmayacaktır. Orada nimetlerin yenmesi, içilmesi ihtiyaçtan değil zevkten, sefadan olacaktır. Rabbimiz oradakilere hiçbir kısıtlama getirmeyecek ve istedikleri her şeyi lütfedecektir (Fussılet Sûresi'nin 31. Âyetine bkz.) Cennette hiçbir yasağın olmadığını, oraya girmeye hak kazanmış müminlere istedikleri her şeyin verileceğini bildiren Âyetlere dayanarak denilebilir ki, cennette cinsel haz ve zevk isteyenlere de bu isteklerinin verileceğini düşünmek elbette ki mümkündür. Ama bu haz ve zevklerin tatmin aracı olarak orada da dünya hayatındaki eşler gibi, erkekler için kadın cinsinden, kadınlar için erkek cinsinden eşler verileceğini düşünmek yanlıştır. Çünkü Nîsâ Sûresi'nin 57. Âyetinde âhirette verileceği belirtilen eşler, konumuz olan Âyetlerde ve TûrSûresi'nin 20. Âyetinde bahsedildiği gibi, âhirete özgü ve orada yaratılacak olan eşler olup o eşlerin dünya hayatındaki eşlerle karıştırılmaması gerekir. Dünya hayatında birbirinden farklı inanç ve amelleri olan eşler, eğer hak etmişlerse, evlâtları, ana babalarıyla beraber cennete gireceklerdir (Ra'd Sûresi'nin 23. Âyetine bkz.) Ama cennetten sahnelerin anlatıldığı pasajlar iyi tetkik edildiğinde, cennetteki bu beraberliğin dünyadaki eş, ana, baba, evlât konumları ile değil, ahbap, arkadaş konumu ile gerçekleşeceği anlaşılır.
Ahretle ilgili Kur'ânî bilgilerin özet olarak tazelenmesinden sonra, konu ile ilgili tahlil çalışmalarındaki ikinci aşama Arap dilindeki bazı teknik ayrıntıların incelenmesi olmalıdır. Diğer birçok dil gibi, Arapça da sözcüklerinde müzekker [eril] ve müennes [dişil] ayrımı olan bir dildir. Meselâ Türkçede, ister kadın ister erkek olsun, üçüncü kişiler sadece O zamiri ile ifade edilirken, sözcüklerinde eril ve dişil ayrımı olan Arapçada üçüncü şahıs zamiri olarak erkekler için hüve, kadınlar için hiye sözcükleri kullanılır. Sözcüklerdeki eril dişil ayrımı Arapçada sadece şahıs zamirlerine mahsus olmayıp isim, fiil ve edat cinsinden tüm sözcüklerin yapısında görülmektedir. Ayrıca Arapçada eril dişil ayrımlı sözcükler kapsamında ele alınabilecek başka genel ilkeler de mevcuttur.
Bu ilkeler şunlardır:
• Tüm çoğul sözcükler dişil yapı ile ifade edilirler.
• Cansız nesneler genellikle mecâzen dişil kalıpla ifade edilirler.
• Kanun, tüzük, yönetmelik gibi toplumu ilgilendiren resmî yazılar hep eril ifadelerle yazılırlar.
Arapçanın bu kuralları, Arapça inmiş olan Kur'ân'da da aynen uygulanmış ve tüm çoğul sözcükler ve çoğul eşya isimleri dişil yapılarla ifade edilirken, topluma yönelik hükümlerde hep eril sözcükler kullanılmıştır. Ancak Kur'ân'da geçen bu ifadelerdeki erillik veya dişillik, sözcüklerin sadece dil tekniği bakımından gerekli olan bir şekil şartını ifade etmektedir. Bundan dolayı da o sözcüklerle ifade edilen varlıkların gerçek cinsiyetlerini göstermemektedir.
Meselâ, aşağıdaki Âyette "korunup sakınanlar" olarak çevirdiğimiz muttakîn sözcüğü "cem'i müzekker [çoğul eril]" bir sözcüktür:
(Bakara: 2–3)... bir kılavuzdur o, muttakîn [korunup sakınan erkekler] için. Ki onlar, gaybe inananlar ve namaz kılanlardır. ...
Eğer Arapçanın yukarda belirttiğimiz "topluma yönelik hükümlerin eril sözcüklerle ifade edilme kuralı" bilinmez veya dikkate alınmazsa, bu Âyetten korunup sakınanların, gaybe inananların ve namaz kılanların “hep erkekler olduğu" yolunda yanlış bir anlam çıkarılabilir. Aynı şekilde, yine bu kural bilinmeden veya dikkate alınmadan Müminûn Sûresi'nin 1–11. Âyetleri de yanlış değerlendirilebilir:
(Müminün: 1–11) Kesinlikle müminler kurtulmuşlardır; onlar namazlarında huşu içinde olanlardır; onlar boş şeylerden yüz çevirenlerdir; onlar zekâta ilişkin görevlerini işleyenlerdir ve onlar ırzlarını koruyanlardır; ancak eşleri ya da sahip oldukları cariyeler hariç. Bu konuda onlar kınanmış değillerdir. Fakat kim bundan ötesini ararsa, artık onlar sınırı çiğneyenlerdir. Onlar, emanetle rine ve ahitlerine riayet edenlerdir. Onlar namazlarını da koruyanlardır. İşte yeryüzünün hâkimiyetine ve ahiretin nimetlerine vâris olacak onlardır. Ki onlar Firdevs cennetlerine vâris olacaklardır; içinde de ebedî olarak kalıcıdırlar.
Görüldüğü gibi, 1. Âyette geçen müminler sözcüğü eril ve çoğul bir yapıdadır. Sözcüğün eril ve çoğul bir yapıda olması sebebiyle Âyetten lâfız olarak "müminlerin erkek olduğu" yolunda yine yanlış bir anlam çıkarmak mümkündür. Diğer taraftan, aynı kural gereğince 2–11. Âyetlerde yer alan ve eril çoğul yapıdaki müminler sözcüğüne gönderilmiş olan bütün onlar sözcükleri ve onlar sözcüğüyle ifade edilen kişilerin nitelikleri de eril sözcüklerle ifade edilmiştir. Dolayısıyla, eril ifadelere bakarak Müminûn Sûresi'nin 1–11. Âyetlerinden oluşan pasajda açıklananların kadınlarla hiç ilgisi olmadığı kanaatine varılabilir.
Elbette ki bu yaklaşım yanlıştır ve dinimiz açısından son derece vahim sonuçlara yol açabilir bir mahiyettedir. Çünkü yukarıdaki örneklerin dışında, namaz, oruç, infak, sadaka, cihat, tövbe gibi Kur'ân'daki bütün emirler ve yasaklar eril kalıplarla ifade edilmiştir. Arapçadaki bu önemli kuralı bilmemek veya bu kuralı hiç dikkate almamak insanı Kur'ân'daki emir ve yasaklarla ilgili olarak kadınların Allah'ın muhatabı olmadığı veya kadınların mükellef kılınmadığı gibi yanlış kanaatlere götürebilir. Mesela aşağıdaki Âyetlere bakarak cennetin sadece erkeklere mahsus olduğu gibi çarpık bir anlayışa düşülebilir:
(Nebe': 31–36) Kesinlikle muttakiler için, Rabbinden bir karşılık ve yeterli bir bağış olarak korunaklar/kurtuluş mekânları; sulak bağlar, bahçeler, üzümler; hepsi bir seviye tomurcuklar; [çiçek bahçeleri] dolu dolu su kapları vardır. Orada boş bir söz ve yalan duymazlar.
Hâlbuki kadınların da Allah'ın emir ve yasaklarına muhatap oldukları ve mükellefiyetlerinin gereğini yerine getirmekten sorumlu tutulacakları tartışmasızdır. Bunun gibi, cennet de ödül olarak kadın ve erkek ayrımı olmadan Rabbimiz tarafından tüm hak edenler için hazırlanmıştır. Buna aykırı görüş ve kanaatlere sapmak, koyu bir cehaletten ve iz'anını kaybetmiş bir mantıktan başka bir şeyle açıklanamaz. Bu cehalet ve çarpık mantığın yol açabileceği en rezil sonuç ise, birilerinin çıkıp "Allah da erkektir" diyebilmesidir. Zira Yüce Rabbimizi tanıtan Âyetler de eril sözcüklerle ifade edilmiştir ve cehaletin karanlığında oluşmuş bir mantığın Kur'ân'daki eril sözcüklere bakarak böyle bir batağa saplanması çok uzak bir ihtimal değildir.
Konumuz olan Âyetlerin anlamlarının saptırılması da yine yukarıda belirttiğimiz kurallardan birinin bilinmemesinden ya da art niyetle ihmal edilmesinden kaynaklanmak tadır. Sözünü ettiğimiz bu kural, çoğul sözcüklerin dişil yapıyla ifade edilmesi kuralıdır. Konumuz olan Âyetlerdeki anlamsal saptırma, sözünü ettiğimiz kuralın bir gereği olarak dişil yapıda kullanılmış olan sözcüklerin anlamlarının da dişilleştirilmesi şeklinde gerçekleştirilmiştir. Oysa Âyetlerdeki sözcüklerin kural gereği olarak dişil yapıda olmaları onların gerçekte de dişil oldukları anlamına gelmemektedir. Bu çoğul sözcüklerin, görünüşteki dişillikleri dışında, anlam olarak dişillikle hiçbir alâkaları yoktur. Meselâ, Rahmân Sûresi'nin aşağıdaki Âyetlerinde sözü edilen eşler her ne kadar dişil sözcüklerle ifade edilmişlerse de, gerçekte cinsiyeti kadın olan eşler oldukları anlamına gelmemektedirler:
(Rahmân: 56) Oralarda, daha önce ne bir insan ne de bir cinn tarafından dokunulmamış/elle, gözle değilmemiş, bakışlarını sadece eşlerine dikenler vardır.
(Rahmân: 70) Oralarda iyilikler, güzellikler vardır.
(Rahmân: 72) Çadırlara kapanmış parlak gözlüler. [eşler]
(Rahmân: 74) Onlardan önce onlara ins ve cinn dokunmamıştır.
Bu eşlerin ne cinsiyetle ne de cinsellikle alâkası vardır. Âyetlerde geçen dokunulmamış sıfatından, Rabbimizin cennete girmeye hak kazananları âhirette kimsenin bilmediği yeni yaratılmış eşlerle eşleştireceği anlaşılmaktadır. Bu eşlerin insan tarafından bilinmeyen cinsten oldukları söylendiğine göre, "dişi" olarak nitelenmeleri de doğru bir yaklaşım değildir.
Bilgisizlik veya art niyetlerle yapılan çarpıtmalardan biri de, bu eşlerle ilgili olarak dinî kültürümüze yanlış geçmiş olan huri sözcüğü hakkındadır. Huri sözcüğünün ne anlama geldiğinin iyi anlaşılması için öncelikle aşağıdaki Âyetlerin incelenmesi gerekir:
(Duhan: 54) İşte böyle: Onları parlak iri gözlülerle de eşleştirdik.
Bu Âyetin daha iyi anlaşılması için 51–55. Âyetlerden oluşan pasajın okunmasını öneriyoruz.
(Tur: 20) Art arda dizilmiş koltuklar üzerine yaslanmış olarak. Ve Biz onları parlak iri gözlülerle eşleştirdik.
Bu Âyetin daha iyi anlaşılması için 17–28. Âyetlerden oluşan pasajın okunmasını öneriyoruz.
(Sâffât: 48–49) Yanlarında gözlerini onlara dikmiş, iri gözlüler vardır. Korunmuş yumurtalar gibidir onlar.
Bu Âyetin daha iyi anlaşılması için 40–49. Âyetlerden oluşan pasajın okunmasını öneriyoruz.
Yukarıdaki Âyetlerde "parlak iri gözlüler" olarak çevirdiğimiz sözcükler حور - hûr ve عين 'ıyn sözcükleridir.
"Hûr" sözcüğü "parlak siyah göz" demektir. Akı çok ak, karası da çok kara [parlak, ferli] olan ceylan gözü, sığırgözü gibi gözler için kullanılır. [46-4] (Lîsânü'l-Arab; c.2, s. 561, 562. hvr mad.)
Yapı itibarıyla çoğul olan bu sözcük, hem eril yapıdaki haver sözcüğünün, hem de dişil yapıdaki حوراء - havrâ sözcüğünün çoğuludur. Yani, hem erkeklerin hem de kadınların gözlerini ifade eder.
عين 'ıyn sözcüğü ise "karası çok, geniş gözlüler" [46-5] (Lîsânü'l-Arab; c.6, s. 553, ayn mad.) anlamındadır. Bu sözcük de hem eril yapıdaki a'yün sözcüğünün, hem de dişil yapıdaki aynâ sözcüğünün çoğuludur. 'ıyn sözcüğü, Arapların “iri gözlü kadınlar” için kullandıkları إمرئة عيناء - imreetün 'aynâün ve iri gözlü erkekler “için kullandıkları” رجل اعين - racülün a'yünün ifadelerinin her ikisini de anlam olarak tazammun eder.
Hem hûr hem de 'ıyn sözcükleriyle ifade edilen gözler, Arapların çok beğendiği göz tipleridir ve hem kadının hem de erkeğin güzelliğini anlatmak için kullanılır.
Hûr ve 'ıyn sözcükleri birlikte hûrun 'ıynün gibi kullanıldığında, anlam da "iri, parlak, geniş gözlüler" demek olur. Bu özellik, Âyetlerde cennette verilen eşleri nitelediğinden, "iri parlak gözlü eşler" anlamı kazanır. Bu sebeple, pek çok meal ve tefsirde geçen "iri parlak gözlü huriler" ifadesi yanlış bir çeviridir. Çünkü "parlak gözlüler" denince hûr sözcüğünün lâfızdan yok edilmesi gerekmektedir. Bize göre hûri sözcüğüyle ilgili bugünkü yanlış inanç da, sıfatların kişileştirildiği bu yanlış çeviriden kaynaklanmaktadır. Bu yanlış çevirinin dayandığı yanlış anlayış ise hûr ve 'ıyn sözcüklerinin dişi olarak algılanmasıdır ki, eldeki bilgi ve belgelere göre bu algılama hatası ilk olarak Hasan Basrî ile başlamış, arkadan da yüzlerce yalan ve tutarsız rivayetle desteklenmiştir.
Bu Âyet grubunda kimileri tarafından ileri sürülmüş olan bir yanlış anlayış daha vardır ki, ahlâk dışı olan bu anlayış 17. Âyette bizim "süreklileştirilmiş [hep aynı bırakılmış] çocuklar" olarak çevirdiğimiz ifade ile ilgilidir. Maalesef bazıları bu ifadenin "sapık erkeklere homoseksüel ilişkileri için verilen oğlanlar” anlamına geldiğini ileri sürmüşler ve böyle bir ahlâksızlığı cennetin ödülü imiş gibi göstermişlerdir. Oysa bize göre "süreklileştirilmiş çocuklar" ifadesi "büyümeyen, yaşlanmayan, hastalanmayan, ölmeyen ve bir çocuğun en sevimli çağında, yani 3–5 yaşlarındaki hâlinde olan (robot benzeri) çocuklar" anlamına gelmektedir.
25-26. Âyetlerden anlaşıldığına göre, cennette, içindeki müminleri mutlu edecek her türlü nimetin bulunmasından başka, onları orada rahatsız edecek boş söz, yalan, gıybet, sövgü, gürültü, alay gibi nahoş şeyler de bulunmayacaktır.
26. Âyetin sonundaki selâm ifadesinin anlamı “selâm” sözcüğü değil, bunun anlamı olan "sağlam, selîm söz" demektir.
(Ra'd: 21–24) Ve o kişiler, Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi birleştirirler. Rabblerine haşyet duyarlar ve hesabın kötülüğünden korkarlar. Ve o kişiler Rabblerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmişler, namazı ikame etmişler ve kendilerine verdiğimiz rızklardan gizli ve açıkça infak etmişlerdir. Ve onlar çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldırırlar. İşte bu yurdun akıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından Sâlih olanlar oraya [adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan yanlarına girerler: "Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!"
(Ğaşiye: 11) Orada boş bir söz işitmez.
(Nebe': 31–36) Kesinlikle muttakiler için, Rabbinden bir karşılık ve yeterli bir bağış olarak korunaklar/kurtuluş mekânları; sulak bağlar, bahçeler, üzümler; hepsi bir seviye tomurcuklar; [çiçek bahçeleri] dolu dolu su kapları vardır. Onlar orada boş bir söz ve yalan duymazlar.
(İbrâhîm: 23) Ve iman edip Sâlihat işleyenler, Rabblerinin izniyle içinde sürekli kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere girdirilirler. Oradaki selâmlamaları "selâm"dır.
Kaynak: İşte Kur'an

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla