Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
|
ALLAH'IN BELÂLANDIRMASI
2. ayette geçen “yeblüve” sözcüğü “belâ” sözcüğü ile aynı kökten gelmektedir. Bu kelimenin sözlük anlamı “yıpratmak, bitkin düşürmek”tir. Sınanmak veya denenmek, insanı yıpratan bir süreç olduğu için sözcük zamanla “belâ” sözcüğü yerine kullanılır olmuştur.
Yüce Allah kişileri ve toplumları bazen sıkıntı içinde bırakabilir, zorluklara ve darlıklara düşürebilir. Bunlar bir bakıma insana verilen belâ hükmündedir. Bu sınamanın/denemenin maksadı, insanları akıllarını başlarına almaya, yanlış yolda olanları istikametlerini düzeltmeye, isyan içerisinde olanları Allah'a itaate dönmeye, böylece dünya hayatının bir sınav olduğu bilincini edinmeye yöneltmektir. Dinin emir ve yasakları da bir anlamda belâdır. Çünkü bazı emirler insan bedenine zorluk verir, bazı yasaklar ise nefisleri disiplin altına alır. Böyle durumlarda insanların iyileri ve kötüleri açığa çıkar, şükredenlerle nankörler belli olur.
Allah’ın belâlandırmasının bir amacı da, daha evvel birkaç kez açıkladığımız gibi, kulun durumunun teşhir edilmesidir. İnanan ve inanmayan kullar herkes tarafından bilinir, görülür. Bu tıpkı bir öğretmenin sınıftaki öğrencilerini sınav yapmasına benzer. Öğretmenin gayesi öğrenciden bir şey öğrenmek değildir; öğrencinin durumunu ortaya koymaktır. Böylece iyi not ya da kötü not alanlar belli olur ve öğretmenin haksızlık yapmadığı ortaya çıkar. Allah da ihsan ettiği nimetler ve verdiği cezalarda haksızlık yapmadığını göstermek için belalandırır, sınama yapar. Böylece kullar da birbirinin durumuna vakıf olurlar ve Allah’ın kimseye haksızlık yaptığını ileri süremezler.
Eğer size bir yara değmişse, o kavme de benzeri bir yara dokunmuştu. Ve işte o günler; Biz onları, Allah'ın sizden iman eden kimseleri bilmesi ve sizden şahitler edinmesi için insanlar arasında döndürür dururuz. Ve Allah zalimleri sevmez. (Al-i Imran/140)
İki topluluğun karşılaştığı günde size dokunan şeyler de Allah'ın izniyledir. Ve müminleri bilsin ve münafıklık yapanları bilsin içindir. Ve onlara: "Geliniz, Allah yolunda savaşınız veya savunma yapınız." denilmişti. Onlar: "Biz savaşı bilseydik kesinlikle size uyardık." dediler. Onlar, o gün, imandan çok küfre yakındılar. Onlar, kalplerinde olmayan şeyleri ağızlarıyla söylüyorlar. Allah, gizledikleri şeyleri daha iyi bilendir. (Al-i Imran/167)
Ey iman etmiş kimseler! Kesinlikle Allah, gaybde [tenhada] kimin kendisinden korktuğunu bildirmek için sizi bir şeyle; ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir avla sınar. Öyleyse kim bundan sonra haddi aşarsa artık acıklı azap onun içindir. (Maide/94)
Ve onlar [kâfirler], “Allah ölen kimseyi diriltmez” diye en kuvvetli yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. Hayır, Allah ölüleri, üzerine aldığı gerçek bir vaad olarak, onların, hakkında ihtilaf ettikleri şeyi onlara açığa koymak ve inkar eden kimselerin, yalancıların ta kendisi olduklarını bildirmek için diriltecektir. (Nahl/39)
Ant olsun ki Biz, elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların hakkaniyeti ayakta tutmaları ve Allah'ın dinine ve elçilerine görmeden yardım edenleri belirlemesi için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü indirdik. Biz, demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Şüphesiz Allah Kaviyy’dir [çok kuvvetlidir], Azîz’dir [mutlak üstündür]. (Hadid/25)
İnsanlar, fitnelendirilmeden, “İman ettik” demeleriyle, bırakılıvereceklerini mi sandılar? Ve ant olsun ki Biz, onlardan öncekileri de fitnelendirmiştik. Artık elbette Allah, doğru kimseleri bildirecektir ve elbette yalancıları da mutlaka bildirecektir. (Ankebut/3)
Belâ sözcüğü ile ilgili olarak aşağıdaki ayetler de incelenebilir: Bakara/49, 155-156, 249; Saffat/106; Duhan/33; Maide/48, 94; En'âm/165; Âl-i Imran/152, 154, 186; A'râf/141, 163, 168; Enfal/17; Yunus/30; Hud/7; Muhammed/4, 31; Enbiya/35; Kehf/7; Neml/40; Fecr/15, 16; Nahl/92; İnsan/2; Ahzab/11; İbrahim/6.
“Belalandırma” konusu daha evvel Kalem suresi’nin tahlilinde (Tebyinü’l-Kur’an; c: 1 s: 72, 73) ele alındığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
1 ve 2. ayetlerden oluşan pasajın sonu “O, Azîz’dir, Gafûr’dur” diye bitmektedir. Böyle bir bitişle Allah’ın cezalandırmasına kimsenin engel olamayacağı ve yaşamlarında O’nu tanıyan ve ahirete inananların kusurlarının bağışlanacağı mesajı verilmektedir.
3, 4- O, yedi göğü, birbiri üzerine uyumlu olarak yaratandır. Rahmân'ın yaratmasında bir çatlaklık- uygunsuzluk görmezsin. Haydi gözünü döndür, bir bozukluk görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha döndür. Gözün, aciz olarak ve çok bitkin olduğu halde sana dönecektir.
Bu ayetlerde Rabbimiz Zatını tanıtmakta ve bunu yaparken de insanların dikkatini uzaya çevirip orada gözlemler yapmalarını ve evrendeki gök cisimlerinin hareketlerindeki nizam ve intizamı görmelerini istemektedir. Bu gözlemler sonucunda ne kadar ararlarsa arasınlar Allah’ın kurduğu nizamda bir kusur, çatlak, uyumsuzluk, ahenksizlik göremeyeceklerdir. Yeryüzünden göklere, evrenin her yanı gayet uyumlu, ahenk içinde, birbiri ile irtibatlı ve bir düzene bağlıdır. Dolayısıyla bu araştırma ve gözlemler sonucunda insan Allah’ı tanıyıp inanmak durumunda kalacaktır.
Ayette geçen “yedi gök” ifadesi çokluktan kinaye olup atmosferin tabakalarıyla ilgili değildir. Henüz uzayın tamamı keşfedilmemiş de olsa, bu tamlama tüm evreni ifade etmektedir.
5 – Ve ant olsun ki Biz, en yakın göğü kandillerle süsledik ve onları, şeytanlar için Rücum [taşlama, palavra, kovma] yaptık. Ve onlar için alevli ateş azabını hazırladık.
Bir önceki ayette geçen “yedi gök” ifadesi bu ayette daraltılarak yıldızların, gezegenlerin, meteorların bulunduğu yerler “yakın gök” olarak nitelenmiştir. İnsanoğlu daima yüzünü gökyüzüne çevirir ve oranın sırrına ermeyi arzular. Bunun nasıl olacağı, daha evvel Cinn, Hıcr ve Saffat surelerinde “Kulak Hırsızlığı Yapan Şeytanlar” başlığı altında açıklanmıştı.
Ayette, gökteki kandiller olan yıldızların, gezegenlerin ve meteorların şeytanlar için “rücum” yapıldığı ifade edilmektedir. Daha evvel birçok yerde açıkladığımız gibi, “recm, rücum” sözcükleri “öldürmek, taşlamak, kovmak, lanetlemek, zanna dayalı söz söylemek” anlamlarında kullanılır. (Tebyinü’l Kur’an; c: 1, s: 165) Sözcüğün bu anlamları dikkate alındığında, bu ayette belli bir şeylere dokundurma yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu telmihten:
a- Şeytanların [kâhinlerin, falcıların] yıldızlara bakarak bir takım zanna dayalı sözler söylediklerinin, palavra attıklarının bildirildiğini anlayabileceğimiz gibi,
b- Meteorların yeryüzüne düşmesiyle veya insanların uzaydaki varlıkları tanımalarıyla şeytanların [kahinlerin, falcıların] sahtekarlıklarının ortaya çıktığını da anlayabiliriz. Zira kâhinler güya sahip oldukları, hükmettikleri şeytanları/cinleri aracılığı ile bu yıldızlardan geleceğe ve gaybe ait bir takım bilgilerin kendilerine ulaştığını iddia etmekteydiler. Hâlbuki gökteki bu kandiller keşfedilince artık böyle bir şeyin söz konusu olmadığı ve olamayacağı ortaya çıkmaktadır.
Hatırlanacağı üzere Cinn suresinde kâhinlerin gökten bilgi almak istemeleri konusunda şöyle bir paragraf geçmişti:
Ve gerçekten biz göğe dokunduk da onu kuvvetli bekçiler ve parlak alevlerle doldurulmuş bulduk. Ve hiç şüphesiz ki biz gökten duyum almak için oturulan yerlere oturur idik. Peki, şimdi her kim duyum almak için uğraşsa, kendine, gözetleyen parlak bir alev buluyor. Biz de, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa Rableri onlara bir doğruluk mu diledi bilmiyoruz. (Cinn/8-10)
6 - Rablerini inkâr edenler için de cehennem azabı vardır. Ve o, ne kötü dönüş yeridir!
7 - Oraya atıldıklarında, o kaynarken, onun korkunç sesini işitirler.
8 – O, az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara sorar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?”
9 – Onlar derler ki: “Evet, bize uyarıcı geldi de biz yalanladık ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ dedik.
10- Ve onlar derler ki: “Eğer biz dinlemiş olsaydık yahut akletmiş olsaydık şu çılgın ateşin ashabı içinde olmazdık.
11 - Böylece günahlarını itiraf ettiler. Artık, uzaklık, çılgın ateş ashabı içindir.
Bu ayet grubunda Rabbimiz, çevrelerindeki bunca ayeti görmezden gelen nankörleri tehdit ederek onları bekleyen sonucu açıklamaktadır. Bu nankörler çok kötü bir dönüş yeri olan cehennemdedirler. Oranın sanki öfkeden çatlayacakmış gibi korkunç gürültüsüyle azap edilmektedirler. Cehenneme gelenlere sorulmaktadır: “Size bir uyarıcı gelmedi mi? Onlar da “Evet, bize uyarıcı geldi de biz yalanladık ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ dedik. Eğer biz dinlemiş olsaydık yahut akletmiş olsaydık şu çılgın ateşin ashabı içinde olmazdık” diyerek suçlarını itiraf etmektedirler.
İnsanların akıllarını kullanmadıkları ve ayaklarına gönderilmiş elçilere kulak vermedikleri için başlarını nasıl belaya sokmuş oldukları Kur’an’da birçok kez dile getirilmiştir:
Ve and olsun ki, cinnden ve insten [tanıdığınız-tanımadığınız] birçoğunu cehennem için yarattık; onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar gâfillerin [duyarsızların] ta kendileridir. (A’raf/79)
Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten [vahye] kulak vereceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidir. Aslında yol bakımından daha sapıktırlar / şaşkındırlar [aşağıdırlar]. (Furkan/44)
İşte şu bedbaht olanlar cehennem ateşi içindedirler. Onlara orada iç çekme ve hıçkırma vardır. Gökler ve yer durdukça onlar da o ateşte sürekli kalacaklardır. -Ancak Rabbinin dilediği müstesna.- Şüphesiz Rabbin dilediğini en üst seviyede yapandır. (Hud/106)
İnsanlar tek bir ümmet idi. Sonra Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olmak üzere peygamberler gönderdi ve ihtilaf ettikler konularda insanlar arasında hükmetsinler diye onların beraberinde hak ile kitap indirdi. Ve sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra aralarındaki azgınlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, kendi izniyle, iman edenlere, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka, kılavuz oldu. Ve Allah, dilediği kimseyi/dileyen kimseyi dosdoğru yola kılavuzlar. (Bakara/213)
Bir de bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman etselerdi ve Allah'ın kendilerini rızıklandırdığı şeylerden infak etselerdi ne kendilerinin aleyhlerine olurdu ki? Allah onları çok iyi bilendir.
Şüphesiz ki Allah, zerre kadar zulüm etmez. Ve eğer iyilik ise onu kat kat artırır. Ve kendi katından büyük bir ecir verir.
Her ümmetten bir tanık getirdiğimiz ve seni de işte onların üzerine bir tanık olarak getirdiğimiz zaman bak nasıl?
İnkâr edip peygambere isyan edenler, o gün toprağa karışıp gitmeyi isterler. Allah’tan hiçbir sözü gizleyemezler de. (Nisa/39- 42)
Elçilerden sonra insanların Allah'a karşı bir delilleri olmasın diye müjdeciler ve uyarıcılar olarak elçiler gönderdik. Ve Allah Aziz’dir Ve Hakîm’dir. (Nisa/165)
Ey cinn ve ins topluluğu [tüm insanlar]! Size ayetlerimi anlatan ve bugününüze kavuşacağınız hususunda sizi uyaran kendinizden elçiler gelmedi mi? Onlar, “Kendi aleyhimize şahidiz” dediler. Basit yaşam onları aldattı ve onlar kendilerinin kesinlikle kâfirlerin ta kendisi olduklarına şahitlik ettiler.
İşte bu; Rabbinin, halkı gafil iken ülkeleri zulüm ile helak edici olmayışıdır. (En'am/130, 131)
Kim doğru yolu bulursa sırf kendi iyiliği için doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. (İsra/15)
Ve [inkâr edenler]: “Rabbinden bize bir ayet [mucize] getirse ya!” dediler. Onlara ilk sahifelerde olan apaçık deliller gelmedi mi? Ve eğer Biz, onları bundan önce bir azap ile helâk etseydik, muhakkak “Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de, alçak ve rezil olmadan önce Senin ayetlerine uysaydık!” diyeceklerdi. (Ta Ha/134)
Ve Biz, seslendiğimiz zaman, Tur’un [dağın] yanında da değildin. Bilakis senden önce kendilerine uyarıcı [peygamber] gelmeyen bir kavmi uyarman için ve kendi ellerinin yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde hemen, “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, ayetlerine uysak ve müminlerden olsak” diyemesinler, onlar öğüt alsınlar diye Rabbinden bir rahmet olarak… [orada geçenleri sana bildirdik, seni elçi olarak gönderdik]. (Kasas/47)
Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamberi anakente göndermedikçe, memleketleri helâk edici değildir. Zaten Biz, halkı zalim olmayan memleketleri helâk edici değiliz. (Kasas/59)
Ve onlar, orada feryat ederler: “Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapmış olduklarımızdan başka düzgün amel yapalım.” -Sizi, düşünecek olanın düşüneceği kadar ömürlendirmedik mi? Size uyarıcı da gelmişti. O hâlde tadın! Artık zalimler için bir yardımcı da yoktur.- (Fatır/37)
Ve Ateş içindeki kimseler, cehennem bekçilerine: “Rabbinize dua edin de bir gün olsun bizden azaptan hafifletsin” dediler.
Onlar [Bekçiler]: “Size elçileriniz açık kanıtları getirmediler miydi?” diye sorarlar. Onlar: "Evet [getirmişlerdi]" derler. Onlar [Bekçiler]: “Öyle ise kendiniz dua edin” derler. Kâfirlerin duası sadece şaşkınlıktadır [boşa çıkmıştır]. (Mü’min/49, 50)
12 – Şüphesiz ki gaybde Rablerine haşyet duyanlar; bağışlanma ve büyük bir ödül onlar içindir.
Çevrelerindeki onca ayeti görmezden gelenlerin akıbetleri beyan edildikten sonra bu ayette de onların tam karşıtı olan ve “Rablerinin ayetleri karşısında gaybde [kimsenin olmadığı tenha yerlerde] haşyet [saygı ve hayranlık] duyan müminlerin akıbeti bildirilmektedir. Bu nitelikteki müminlere hem bağışlanacakları hem de ödül alacakları müjde edilmektedir.
“Gaybde iman” ve “gaybde haşyet” gerçek imanın esasıdır. Açık meydanlarda inanmış gözüküp de tenhalarda inançsız olmak ikiyüzlülüktür. Bu tür insanlar açık kâfirlerden daha kötü ve tehlikelidirler.
|