Tekil Mesaj gösterimi
Alt 4. October 2009, 01:36 PM   #10
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart

KADER
Önce bir akıl jimnastiği yapacak olursak. Kainatın yaratılışı hakkında bazı ilim adamlarının ortaya attığı teoriye göre zamanımızdan on beş milyar yıl önce yaratıldığı söylenmektedir. Kainatın bu anlayışa göre bir yaratılış başlangıcı olduğu muhakkaktır. Kainat yokken ne vardı sorusu akıla gelmektedir. Elbette bu muazzam kainatı bir düzen ve intizam içinde yaratan bir varlık olduğu muhakkaktır. O varlık öyle bir varlık olmalı ki. Yarattığı hiçbir varlık onun denginde veya üstünde olması akıl ve mantık dışı bir olaydır. Burada insanların kafalarını karıştıran olay zaman kavramıdır. Zaman kainat yokken yoktu. Zaman kainatın yaratılışıyla beraber ortaya çıktı Zaman Allah’a göre yok zaman insanlara göre vardır. Yani insanlara göre on beş miyar yıl Allah’a göre sıfır hükmündedir. İşte Allah’ın Ezelde kainat yokken zamanın olmayışı ve sonradan kainatla beraber ortaya çıkışı bu zaman ancak insanlar tarafından algılanmaktadır.
76/-1 Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan (dehr) bir süre (hin) gelip-geçti.
Kainatın yaratılışıyla beraber ortaya çıkan zaman ile birlikte Bize göre başlangıcı sıfır olan kainatın yaratılışı ile sonucu on beş milyar yıl olan kainatın arasındaki herhangi bir zaman diliminde işlenen veya olan olaylar Allah katında zaman olarak bir fark yoktur. Yani Allah önceden yazmış bu zamanı gelince olmuş diye bir Allah’a göre değil bir zaman dilimi içerisinde yaratılan insanlara göredir. Öyleyse bu kainat Allah Katında Ol dediği zaman hemen oluveren bir olaydır.
2/117- Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir.
Ol dediği zaman Allah’a göre olu veren bize göre on beş milyar yılda olmaktadır. Kainat yaratılmadan yerde ve gökte ne varsa Allah tarafından projelenerek ner de ne zaman olacak olan olayların Allah katında olmuş ve bitmiştir. Onun izni olmadan yaprak dahi kıpırdamaz. Veya yaprağın kıpırdayacağı onun ilminde bellidir. İşte insanların bir zaman dilimi içerisinde nerde ne yapacaklarını Özgür iradelerini İnsanlara vererek onları denemeye tabi tutmak için,imtihan edilmektedir. Allah ezelde onların iyimi kötümü yapacaklarını Allah Biliyor Ama onlara iyiyi yapmak ve kötülüklerden sakınmak için donanımını koymuş.bu konudaki yetkiyi ve sorumluluğu insanın kendisine bırakmıştır. Hayatımızdan bir örnek verirsek. Ateş insanı Yakar bu insanın bulduğu ve deneyim sonucu bildiği olaylardandır. Ve insanı yakıp yok edecek şekilde ateşin içerisine attığın zaman onu ateş yakar. Bu insanın bilgisinden sonra olacak olanı bilmesidir. Ateş onu insanlar bildi diye yakmıyor. Zaten ateşin yakacağını bilen insanlar onu yakacak olduğunu ilminden dolayı biliyor ve öyle yanıyor. İşte bu kader anlayışını bu bilgileri kavradıktan sonra tahlil ederek anlamaya çalışalım..
Günümüze kadar toplumlarda anlaşılan kader, gerek insanların kendi ellerinden gerekse insanların kendi ellerinin dışında başlarına gelen olayların sanki Allah tarafından başlarına yazılmış bir olgu olarak geldiği inancı vardır. Adam alıyor silahı eline adam öldürüyor bu benim kaderim diyor adam. Çalışmıyor. Eve ekmek götürmüyor. Fakirlik benim kaderim diyor. Adam içki kumar gibi insanları helake götüren yanlış davranışların peşine düşüyor. Bu kader im diyor. Şimdi Kader anlayışının doğrusu nedir kuran ilim akıl ölçülerine göre onu anlamaya çalışalım. Kaderi Önce iki Kısma ayırmak gerekir. birincisi Kendi eliyle seçtiği kaderi ikincisi ise kendi elinde olmayan kaderidir.
KİŞİNİN KENDİ ELİNDE OLAN KADERİ
Önce kişinin kendi elinde olan kaderini anlayabilmek için bazı ön bilgilerin bilinmesi gerekmektedir.Bu Konuda da psikologları dinlediğimiz zaman onların da görüşleri aynıdır. Kişi Yaratılış olarak bilindiği gibi, temel olarak, iki ana yola gidebilme eğiliminde yaratılmıştır. bunlar insanın yapısını fıtratını oluşturan olgudur. Kuran Buna şu isimleri koymuştur. Birisinin adı takva. Diğerinin adı da fısk ve fücur, veya iblis, veya nefis tir. Psikologlar ise bu olguların tahlilini yaptığında. Nefis kelimesine bazıları alt ben bazıları içimizdeki çocuk, takva kelimesi yerine de bazıları baba bazıları da üst ben kelimeleriyle açıklamışlardır. Kurandan ayetlerle söylediklerimizi belgelemeye çalışalım.
91/8- Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (Andolsun
91/9- Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur
91/10- Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.
Bugüne kadar genelde insanları hayvanlardan ayıran özelliğin sadece akıl olduğu söyleniyordu. işte insanlarla hayvanları ayıran temel özelliklerden daha da önemli olanı takvanın ve fıskın oluşudur. Bu olgu göz ardı edilmişti. İşte insanı insan yapan ve insanların yollarını belirleyen onlara kim olduklarının bilgisini veren ve kimliğinin adıdır. Bu iki ayrı yola gidiş temelini oluşturan bir olgudur. İnsanlar bunlarla denemeye tabi tutulmaktadır. Ya İnsan Muttaki Olur. Ebedi cennetin binasını yapar. Ya da insan fısk ve fücur yolunda gider ebedi cehennemin azap yerini hazırlar. İşte dünyadaki kavgaların savaşların nedenleri bu insandaki iki tane farklı yöne gidebilme eğilimidir. Kuran Muttaki olanlara Allah’ın lütuf olarak gönderdiği bir kılavuzdur.
2/2- Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap'tır
Bu Yolda yürüyenlere Allah nerde nasıl davranacağını her örnekten bir örnek vererek ve hiç bir eksik bırakmadan insanların önüne sunduğu Allah’ın bir hayat projesidir.işte bütün peygamberlerin insanları sağ salim şu dünyadan sağ salim ulaştırılmak istenen yere ulaştırmasıdır.. O insanın öz yapısında var olan ve şeytanlaşan toplumlara salgın bir hastalık gibi yayılan o iblisin şeytanlaşması. Muttaki insanların devamlı uyanık durması gereken tehlikelerdendir. İşte bu tehlikeler karşısında kuran devamlı bir reçete ve devamlı reçeteye uygun bir ilaç önermiştir.. kim bu önerilere kulak verirse o kurtulmuş. kim de bu önerilere kulaklarını tıkamışsa o da helak olmuş ve yıkıma uğramıştır. Şimdi bu bilgilerden sonra sanırım kaderin kendi ellerinden olan boyutu ile ilgili bölüm daha iyi anlaşılacaktır . Kanaatindeyim.
İşte iki Yola da gitme eğiliminde olan insanın, yola gidiş seçimini Allah insana özgür iradesine vererek dünya hayatında setçiği yolda müdahale etmemiş. Cennet ve cehennemi göstermiş sonucuna katlanmak koşulu ile denemeye tabi tutmuştur.
672- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır./
İşte dünya hayatına denenmek için gönderilmiş olan insana Akıl Takva Fısk vererek istediği şekilde yola gitmesi yol seçmesi kişinin kendisine aittir. bütün dünyadaki insanlar toplansalar bir araya gelseler. O kendisi istemedikçe ne takva yoluna ne de fısk yoluna götürebilirler Kişi bu sebeple yola gitmekte tek başına yetkili ve sorumludur..
76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör
41/40- Bizim ayetlerimiz konusunda çarpıtma yapanlar, Bize gizli kalmazlar. Öyleyse ateşin içine bırakılan mı daha hayırlıdır yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Siz dilediğinizi yapın. Çünkü O yaptıklarınızı gerçekten görendir.
İnsan oğlunun var oluşundan bu güne kadar toplumlar incelendiği zaman, Kendi içlerinden bir kısım uyarıcılar peygamberler çıktığı halde. Devamlı toplumun önde gelenlerinden zenginleşmiş firavun ve firavun tipli insanlar. Çıkmış ve gelen elçileri ya dövmüşler ya öldürmüşler yada sürmüşlerdir. İşte insanların içerisine yerleştirdiği takva bu yapılan zulümleri her insan bildiği ve hissettiği halde. Korkudan dolayı bu olaylara seyirci kalmışlar veya bu zulmedenlere karşı yandaş olmuşlardır. Kuran Musa ve firavun örneğini verirken insanlardaki yol seçmeyi nasıl tercih ettiklerini çok güzel izah etmektedir. insanlardaki dik duruşun temsilcisi Musa peygamber, insanları fırkalara bölerek zulmünü devam ettiren, bir firavun, ve kendisinin dünyalık menfaatler uğruna zalim olan firavunun yalakalığını yapanlardır. Bir de Haman örneğini vermektedir. Bu her zaman her asır ve çağlarda olagelen insan tiplemeleridir İşte Hazreti Musa ile Allah Konuşurken Asayı At dediğinde Attığı Dünyalık dayandığı bütün güçleri temsil ediyordu. Bu güçleri terk etmek için önce ölümle karşı karşıya kaldığını hissetmesi gerekiyordu.ve ölüme imza atması gerekiyordu Bu anlayış da onun üzerinde . Soğuk duş etkisi yaptığını sanatsal bir anlatımla anlatıyordu. İşte onu yılan ifadesi ile tasfir etmiştir. Bunlara korkularından dolayı destek çıkmayan mustazafları katacak olursak. İnsandaki takva veya fıskın duruş davranış ve yaşamlarına göre nasıl sınıflanarak isimler aldığı meydana çıkmaktadır.
Şimdi firavuna bakacak olursak halka zulmetmenin yanlış olduğunu kendisi bilmiyor mu? İdi. biliyor ama dünyadaki menfaatler ona çekici gelmiş halkın sırtından krallık taslıyor.. Gelelim Haman’a. O firavunun yanlış yaptığını ve yanlışı destekleyerek mazlum olanların ezildiğini biliyordu. Ama ona da dünya çekici ve süslü gelerek. Onunla savaşmayı göze alamadı. Onun yaptıklarına o da ortak oldu. Bunu kendisi istemese firavun ona yaptıramazdı. Sonu en çok ölümdü. Gelelim Hazreti Musa Peygambere O zaten kişilik ve dik duruşunu gösterip firavunun öldürmesini göze almıştı ve bu sebeple de firavun ona karşı kendi sarayında kendi kültüründe yetiştiği halde, onu firavunun ölüm tehditleri onu kendi yolundan ayırtmaya yetmemişti. İşte bunlar kişilerin hayatta denenmeleridir. Allah. Kişilerin kendilerine özgür iradeyi verip de bazılarının dünyayı bazılarının da ahiret hayatını tercih etmelerini zorla baskı kurarak yaptırmıyor bu yollarını kendileri seçiyor. Allah Bu insanlara uyarıcılar gönderdiği halde. O uyarıcılara kulak vermedikleri gibi. Uyarıcılara düşman kesilerek onları yurtlarından sürmüşler ve çıkarmışlardır.
Düşünecek olursak bir taraftan yurtlarından sürülüp çıkarılanlar, bir taraftan da birilerini yurtlarından çıkaran adamlar var. Şimdi bunların ikisi de Allah benim kaderimi böyle yazmış bunda benim ne kabahatim var dese olur mu?.burada birisi zulüm görüyor. Diğeri ise zulmediyor.işte zulmeden imtihanı kaybetmiş Allah’ın ona verdiği gücü başkalarına zulmetme aracı olarak kullanmış. Böylece Kendi kaderini kendisi çizerek azabı hak etmiştir. Öbürüde sabır ve Allah’ın yolundan ayrılmadığı için de imtihanı kazanmış ve Allah’ın mükafatına nail olmuşlardır.İşte Allah dünya hayatında. Halifeliği yani otoriteyi insan oğlunun egemenliğine vermiş. Bir taraftan. İnsanları kesip doğrayan insan tipleri olduğu halde onları ancak başka insanlar tarafından düzeltilmesini istemiştir. Bazı insanların bozduğu toplumları bazı insanlarla düzeltmiştir.
22/40- Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.
KADER İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ DR AHMET SEYHAN KARDEŞİMİZDEN DİNLEYELİM.
SUÇU SADECE KADERE YÜKLEMEK DOĞRU MUDUR?


İslam’a göre Allah’ın irade ve kudreti her şeyi kuşatmıştır. O, istemedikçe bir yaprak bile kımıldayamaz. Ezelî ve ebedî olan ilâhî sıfatlar zâtîdirler ve hiçbir noksanlık taşımazlar.

Kainatta olup biten her şey, Allah katında bir anda olup bitmiş gibidir. Öncesi ve sonrası yoktur. Ama insanın yaşadıkları, “zaman” ile bir sürece dönüşmüştür. Yani bu “zaman” yaratılanlar için geçerlidir. Yaratanın ilminde her şey âşikârdır. O, zamandan ve mekandan münezzehtir. Bu nedenle kader, bir anlamda her şeyin öncesi ve sonrasını bilen Allah’ın kaydıdır. Kaderde kayıtlı olanlar, Allah’ın takdiri ve kişinin isteği sonucunda ortaya çıkmaktadır.

Yaşanılan şeylerde hangi iradenin ne kadar tesiri olduğu ise tartışıla gelmiştir. Ama insanın karşısına çıkan olaylara verdiği tepki unutulup iradesi yok sayılınca “kaderiyeci” bir anlayış gelişmiştir. Bu anlayışa göre insan, kaderinin mahkûmudur. Onun elinden hiçbir şey gelmez. Başına gelenlere katlanmak zorundadır. Kanaatimizce böyle bir yaklaşımın kabul edilebilmesi mümkün değildir.

Aslında kabahatleri sebebiyle karşılaştıkları olumsuzlukları görmek istemeyen ve suçu başkasına yükleme derdinde olanlar hep bu anlayışa sığınmışlarıdır. “Takdîr-i İlâhî ne yapalım işte?” diyerek sorumluluklarından sıyrılmaya çalışmışlardır. Ama yanılmışlardır.

Mesela alkollü iken araç kullanan, fakat sonunda kaza yaparak sakat kalan birisinin böyle bir söz ile kendini savunmaya kalkışması yanlıştır. Veya ruhsatsız bir şekilde, kaçak olarak dere yatağına yaptığı evini sel sularına kaptıran bir kişinin önce: “Nerede bu devlet? Nerede bu millet” diye bağırması, ardından biraz daha aklı başına gelip sakinleşince: “Ne yapalım takdîr-i ilâhî işte” diyerek kendini avutması, sadece birer züğürt tesellisidir. Hiçbir inandırıcılığı yoktur. Böyle kimseler, önce kendi yanlışlarını sorgulamalıdırlar.

Biz insanlar sebepler dünyasında yaşıyoruz. Yaşananlar tabiatta Allah’ın var ettiği rasyonel sebeplerle gerçekleşmektedir. Mesela ateş yakmakta, kaynamış su haşlamakta, su yüzme bilmeyeni boğmaktadır. Yüksekten bırakılan bir madde yer çekimi nedeniyle aşağıya doğru hızla düşmektedir. Güneş batıdan doğmakta, şiddetli soğuk dondurmakta, sıcak ise kavurmaktadır. Bütün bu ve buna benzer sebepleri görmezden gelerek konuya yaklaşmak her zaman yanlış bir kaderciliği ortaya çıkarmaktadır. Tabiata var olan bu gerçekler kıyamete kadar da değişmeyecektir. Dolayısıyla kendi hatasını görmeyerek suçu kadere yüklemek doğru değildir. Bütün bu kuralların gereğini yapmayanlar yanarlar, haşlanırlar, boğulurlar, yüksekten düşüp ölürler, soğuktan donarlar veya sıcaktan kavrulurlar. Şu halde suçlu kimdir bunun çok iyi sorgulanması gerekmektedir.

Allah, her insanın kaderini kendi boynuna dolamıştır.[1] İnsanın başına bir iyilik gelmişse bu Allah katındandır. Bir de kötülük gelmişse, bu da kendi yapıp ettikleri sebebiyledir.[2]

Sorumluluk sahibi olması gerekenler, yaptıkları hataları görmezden gelerek kaderci bir yaklaşımı savunurlarsa bu doğru olmaz. Mesela bir müteahhidin, inşaatın demirinden ve çimentosundan çalarak, kalitesiz malzeme ve işçilik sonucu yaptığı bina durup dururken çöktüğünde veya hafif şiddetteki bir deprem esnasında yerle bir olduğunda, kabahati kendine değil de depreme yüklemesi yanlıştır. Veya “altımız çürük ne yapalım?” denilmesi doğru değildir. Veyahut “takdîr-i ilâhî işte, ne yapalım?” diyerek suçunu örtbas edilmeye kalkışması haklı bir gerekçe teşkil etmemektedir. Böyle bir tavrın arkasına saklanmak hem şeytânîdir, hem de Yüce Allah’a iftiradan başka bir şey de değildir.

Gelişmiş başka ülkelerde, daha büyük şiddetteki depremlerde sağlam yapılmış binalara bir şey olmazken, hep İslam ülkelerinde bu tür hadiselerin yaşanıyor olması yanlış bir kader anlayışının tabiî bir sonucu olsa gerektir. Dolayısıyla Allah’ın koyduğu kuralları çiğneyenlerin, Allah’ı suçlamaya kesinlikle hakları yoktur. Zira kişinin kaderini büyük ölçüde belirleyen bilinçli tercihleriyle ortaya koyduğu kendi tutum ve davranışlarıdır. Olaylar karşısında gösterdiği tepki ve yöneldiği eğilimlerdir. Yani; kişinin kaderiyle bunlar arasında doğrudan bir ilişki söz konusudur ve insanın kaderi; kişiliğinin genel gidişiyle ayrılmaz bir biçimde ilişkilidir.

Gönülden inanarak Allah’a teslim olanlar, tercihlerini hak, adâlet ve insaf ölçüleriyle yapanlar, sonra da dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyanlar güzel bir kader çizgisi ile karşılaşacaklardır.[3] Tersini yapanlar ise hem bu dünyada, hem de ahirette “gerçek mutluluğu” yakalayamayacaklardır.

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, suçu kadere veya başka şeylere yüklemek yanlıştır. “Nasip, kısmet işte” şeklindeki sözlerle kendilerini avutan ve sebeplere sarılmayı terk edenler ancak kendilerini aldatmakta ve sadece kendilerine yazık etmektedirler.
Buraya kadar Kişinin Kendi elinde olan kaderi ile ilgili kaderinden bahsettik. Şimdide kişilerin kendi elinde olmadan başlarına gelen kaderden söz edelim.

KİŞİLERİN KENDİ ELLERİNDE OLMADAN BAŞLARINA GELEN KADERLERİ
Dünya hayatı Allah’ın insanlara adalet dağıttığı bir yer değil dünya hayatı Allah’ın İnsanlardan adaletle davranması için İmtihana tabi tutuldukları yerdir. Allah Ahiret Aleminde haksızlık yapılmadan adaletini dağıtacaktır.
5/ 8- Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.
Allah dünya hayatında insanları farklı konumlarda ve rollerde yaratmıştır Bazılarını erkek bazılarını kadın, bazılarını Akıllı bazılarını akılsız, bazılarını güçlü bazılarını güçsüz. Bazılarını sağlıklı bazılarını da sağlıksız. Bazılarını kör sağır. Topal bazılarını da sağlam yaratmıştır. Bazılarını siyah renkli bazılarını beyaz renkli bazılarını güzel bazılarını da çirkin yaratmıştır. Bu Farklı yaratılışlar Allah’ın insanları biri biriyle denemesi için ve tanıması içindir.
49/ 13- Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.
İnsanlar arasındaki farklı yaratılışlar bir övünç veya bir yerinme meselesi değil. Sadece tiyatrodaki herkese verilen roller gibidir. Buradaki kral rolünde oynayan birisi belki dağdaki çoban rolünde oynayana göre daha avantajlı değil bel ki de daha dezavantajlıdır. O onun roldeki iyi veya kötü rol oynamasına göre değişecektir. Toplumlar içerisindeki bu farklı yaratılış olmamış olsaydı insanlar arasındaki biri birleriyle olan diyalogları da olmazdı. Bu farklı yaratılıştaki ve konumlardaki insanların hepsi biri birlerine muhtaçtırlar. hangi konum ve rolde olursa olsun biri birlerine muhtaç olmayan insan yoktur. Zengin fakire fakir zengine muhtaçtır. Kadın erkeğe erkek de kadına muhtaçtır.Kör Kör olamayana , kör olmayan köre akıllı olan akıllı olmayana akıllı olmayanlarda akıllı olanlara muhtaçlardır. İnsanlar eksik ve acizdir. Hepsinin biri birlerine ihtiyaçları vardır. İhtiyaçsız ve eksiksiz olan tek bir Allah vardır. Onun için dünya hayatı bir deneme ve imtihan salonudur.Sosyal bir varlık olan insanlar dünya hayatında yaşarlarken başlarına gelen kendi ellerinde olmayan nedenlerle başlarına gerek diğer insanların yapmış oldukları yanlış davranışlardan dolayı gerekse. Evrenin yasasındaki tabiat olaylarından bela ve musibetler gelmektedir. Şimdi bu kaderi de iki kısma ayıralım.
KENDİ ELLERİNDE OLMADAN DİĞER İNSANLARDAN DOLAYI BAŞINA GELEN KADERLERİ
2/216- Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.
Savaş insanların fert olarak kendi elinde olmadan başına gelen şeylerdendir. Savaş temelde hakla batılın doğru ile yanlışın çarpışmasıdır.Ben müslümanım diyenler için düşünüldüğü zaman savaşa katılmak ölüm riskini göze almak demektir.savaş ya kazanmak yada kaybetmekle neticelenecektir İman etmeyenler için kaybedilen savaş onun işçin iki türlü risk getirmektedir. Kaybederse dünya hayatında rezil , ölürse de ahiret aleminde rezildir. Ama Savaşta ölenler Müslüman olur da.ölürlerse karşılığında cennet var. Kazanırlarsa da karşılığında dünyada güzellik vardır.
952- De ki: "Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah'ın ya Kendi Katından veya bizim elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz./
Konumuz o değil ama dünya üzerinde savaşanlar yanlarında kendisiyle ilgili olmadığı halde yanlarına diğer insanları sürüklemektedirler.mesela Türkiye Natoya üye olduğu için gidip Viyetnamda Korede. Filistinde lübnanda savaş uğruna veya başkalarının menfaatlerini koruma uğruna ölmektedirler. Bunlar savaş istemedikleri halde zorla götürülerek orada ölmektedirler. Onlara o kaderi Allah zorlamadı.veya haksız olan savaşlara Allah savaşın diye bir emir vermedi. İşte bunlar insanların elleriyle başlarına gelen kaderidir.
Bir çocuk doğduğu zaman kalbi delik çıkmaktadır. . Çocuğun doğarken bu iradesi dışında gelişen ve oluşan bir olaydır.ne annesi onu fark eder ne de babası onu fark etmiştir.ama doğduğu zaman kalbinin delik çıkması elbette insanların beslenme kaynaklarından veya başka sebeplerden dolayı olabilir ama burada çocuğun bir kabahati yoktur. Bu onun kendi elinde olmayan başına gelen kaderidir. Yolda giderken hava yağışlı iken şimşek çakıp onu öldürmesi. Veya içkili sarhoş olan birisinin kaldırımda yürüyen bir yayaya arabasıyla çarpıp öldürmesi,veya uçağa binenlerin uçak düşerek ölmeleri veya bazılarının kurtulmaları hep başkalarının yüzünden başlarına gelen kaderleridir.
Sonuç Olarak diyebiliriz ki İnsanlar dünya hayatına imtihan için Allah tarafından gönderilmişlerdir. Allah insanlara yapıp veya yapamayacak şeyleri önlerine geldiği zaman yapması emredilen şeyleri yapmak yapması gerekmeyen veya yasaklanan şeyleri de yapmamakla yükümlüdürler. İnsanlar yükümlü oldukları şeylerden hesaba çekileceklerdir. Ve kendi ellerinde olmayan ve irdelerinin dışında olan şeylerden dolayı da hesaba çekilmeyeceklerdir.
Gönderen Ali Rıza Borazan
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Ali Rıza Borazan Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Barış (27. May 2010), Miralay (27. May 2010)