Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 01:29 AM   #4
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Etrab

“Etrab” sözcüğü klâsik metinlerde, tıpkı “urub” sözcüğü gibi yine hep kadınlara izafe edilmiş ve aşağıdaki ifadelerle anlamlandırılmıştır:
- “Hep bir yaşta kadınlar”
- “Aynı tarihlerde doğmuş kadınlar”
- “Aynı yaşta olmak üzere otuz üç aşında kadınlar”
- “Birbirine benzer ve birbirine yakın şekillerde olan kadınlar”
- “Huyları itibarıyla birbirine yakın kadınlar”
- “Aralarında kin ve kıskançlık olmayan kadınlar”

İşin aslına göre “etrab” sözcüğünün lügat anlamı; “aynı zamanda doğmuş, bir birinden farkı olmayan” demektir. (Lisan ül Arab; c:1, s:600)
Bu sözcüğün kadınlara izafe edilmesi durumunda, klâsik eserlerdeki ifadelerin anlamları, aşağı yukarı doğru olarak kabul edilebilirler. Ama yukarıda da söylediğimiz gibi bu nitelikler, cennette müminlere verilecek nimetlere izafe edilmiş niteliklerdir. Bu takdirde “etrab” sözcüğünün anlamı; “hepsi bir ayarda, bir seviyede” demek olur ki, buradan cennet nimetlerinin hepsinin kaliteli olduğu, içerisinde, çürük, kokan, ham, kusurlu olan bulunmadığı anlaşılır.

Ebkar

“Bikr” sözcüğünün çoğulu olan “ebkar” sözcüğnün lügat anlamı, erkek için kullanılırsa; “kadına yanaşmamış erkek”, kadın için kullanılırsa; “erkeğe yanaşmamış kadın” demektir. (Lisan ül Arab; c:1, s:481–85)
Bu sözcük Türkçeye de aynı anlamla geçmiş olup, Türkçede evlenmemiş erkeğe; “bekâr, bakir”; evlenmemiş kadına da; “bakire” denmektedir. Dolayısıyla, “ebkar” sözcüğünün kadınlara sıfat olması hâlinde, “hepsi bekâr olan kadınlar” şeklinde çevrilmesinde bir sakınca yoktur. Ama konumuz olan ayette sözcük nesnelere, nimetlere izafe edildiğinden anlam; “el değmemiş, dokunulmamış, orijinalliği bozulmamış” demek olur. Nitekim bu sözcük mecazen “el değmemiş, kullanılmamış, işlenmemiş (toprak), eskimemiş, yıpranmamış, yeni” anlamlarında Türkçede de “bakir topraklar”, “bakir orman” gibi ifadelerle kullanılmaktadır.
Burada “ebkar” sözcüğüyle nitelenmiş olan cennet nimetleri, başka ayetlerde farklı sözcüklerle ifade edilmiştir:

Rahman; 56: Orada daha önce ins ve cinn dokunmamış (hiç kimse tarafından elle ve gözle değilmemiş), bakışlarını eşine dikmiş eşler vardır.

Rahman; 74: Bunlardan önce onlara ins ve cann (hiç kimse) dokunmamıştır...

Rahman suresinin ayetlerindeki ifadeler gayet açık olarak anlatmaktadır ki, cennet nimetleri dokunulmamış; daha evvel elle, gözle hissedilmemiş olacaktır. Yani ayetlerde bize, bildiğimiz dünya nimetlerinden örneklerle anlatılan bu nimetler, bilinen muzdan, kirazdan, koltuktan daha farklı şeyler olacaktır. Cennetteki nimetlerin bu nitelikleri ise, akıllı, düşünebilen insanları sevindirmekte ve özendirmektedir.

39, 40. Ayetler:

Bir cemaat (çoğu) öncekilerdendir. Bir cemaat da sonrakilerdendir.

Bu ayetlerde; “sağın ashabı” grubundaki “öncekilerden ve sonrakilerden” dağılımının, “önde olanlar” grubundaki dağılımdan farklı olduğu görülmektedir. 13, 14. ayetlerde “önde olanlar” grubunun çok azının “sonrakilerden”, “bir cemaat” kısmının da “öncekilerden” meydana gelmiş olduğu bildirilmiş iken, burada “sağın ashabı” grubunu oluşturanların hem öncekilerinin hem de sonrakilerinin bir cemaat olduğu, yani çok olduğu belirtilmiştir.
“Önde olanlar” ve “sağın ashabı” grupları hakkında verilen bilgiler arasında farklılık arz eden dolayısıyla da dikkat çeken bir diğer husus da; verilen nimetlerle ilgili olarak “önde olanlar” için yapılmış olan “yaptıklarına karşılık olmak üzere...” açıklamasının, “sağın ashabı” için yapılmamış olmasıdır. Bu da; “sağın ashabı”na verilenlerin bir karşılık olmayıp bir lütuf olduğunu, “önde olanlar”ın ise hem yaptıklarının karşılıklarını (ücretlerini) alacaklarını hem de ayrıca sonsuz lütuflara mazhar olacaklarını göstermektedir.

41–44. Ayetler:

Ve solun ashabı; nedir o solun ashabı?
Onlar içlerine işleyen bir ateş ve kaynar şu içindedirler, serin olmayan, sevimli olmayan kapkara dumandan bir gölge içindedirler.

Bu ayet gurubunda da “solun ashabı”nın ahiretteki durumları açıklanmış ve onların nelerle karşılaşacaklarının örnekleri verilmiştir. Buradaki anlatıma tamamen bir alay üslûbu hâkimdir. Seçilen sözcüklerin yararlı, güzel şeyler ifade eden sözcükler olmasına karşılık, bu sözcükleri niteleyen sıfatlar, sözcüklerin anlamlarını tam tersine döndürmektedir. Böyle bir üslûbun kullanılması sonucunda da cehennem tasvirleri, cehennemle hiç bağdaşmayan “serin”, “sevimli”, “gölge” sözcükleri kullanarak yapılmış olmaktadır. Meselâ “gölge”, serinleten, rahatlatan bir şey iken, ona sıfat olan “yahmum” ifadesi, gölgeye boğucu, nefes aldırmayan bir nitelik kazandırmıştır.
Rabbimiz, aklını başına almayanlara karşı bu üslûbu birçok ayette kullanmıştır:

Mürselat; 29-34: O, kendisini yalanlamakta olduğunuz şeye doğru gidin!
O üç şube (kol, çatal) sahibi, gölgelendirici olmayan ve alevden korumayan bir gölgeye doğru gidin!
Gerçekten o, saray gibi kıvılcımlar atar / yağdırır; sanki o (kıvılcımlar) sarı erkek develer gibidir.
O gün, yalanlayanların vay hâline!

Rahman; 44: Onlar, onunla kaynar su arasında dolaşır dururlar.

Muhammed; 15: Takvalı davranmışlara vaat edilen cennetin örneği: “Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için cennette her çeşit meyve ve Rabblerinden bir bağışlanma vardır. Bunlar, ateşte ebedî olarak kalacak olan ve bağırsaklarını parçalayacak kaynar su içirilen kimse gibi olur mu?”

Zümer; 16: Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarında da tabakalar vardır. İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor: “Ey kullarım! Bana takvalı davranın.”

Kehf; 29: Ve de ki: “O hakk (gerçek) Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Şüphesiz Biz zalimler için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O ne kötü bir içecektir. Dayanma / sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür!

45–48. Ayetler:

Şüphesiz onlar (solun ashabı) bundan önce mütref (varlık içinde sefahate dalanlar) idiler. Ve büyük günah (şirk) üzerine ısrar ediyorlardı. Ve; “Biz ölüp, toprak ve kemik yığını olduktan sonra mı, biz gerçekten kaldırılacağız? Önceki atalarımız da mı?” diyorlardı.

Bu ayetlerde; mahşerde “solun ashabı” grubunu teşkil edecek insanların dünya hayatlarında hangi tutumda oldukları (olacakları) açıklanmakta ve bunların, zenginlikleri sebebiyle sefahate dalan, küfür ve şirk üzerinde ısrarcı olan ve yeniden dirilmeyi kabul etmeyen kimseler oldukları bildirilmektedir. Şimdiye kadar inmiş olan birçok ayetten de anlaşıldığı kadarıyla, mal ve heva tutkusu ile ahireti yalanlayanlar aslında, devekuşu misali kafasını kuma gömer gibi gerçeklerden kaçan ve 45. ayette de özellikle gönderme yapılmış olan mal tutkunlarıdır.
Nahl; 38: Ve onlar (kâfirler), “Allah ölen kimseyi diriltmez” diye en kuvvetli yeminleriyle Allah’a yemin ettiler. Hayır, bu ölüleri diriltmek, O’nun (Allah’ın) kendisine karşı bir vaadidir. Ama insanların çoğu bunu bilmiyorlar.

49–56. Ayetler:

De ki: “Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler malûm bir günün belli vaktinde/ randevu yerine mutlaka toplanacaklardır. Sonra şüphesiz siz, ey sapıklar, yalanlayıcılar! Kesinlikle zakkumdan bir ağaçtan yiyeceksiniz de karınlarınızı onunla dolduracaksınız. Sonra da onun üstüne kaynar su içeceksiniz. Hem de susuzluk illetine tutulmuş develerin içişi gibi içeceksiniz.” İşte bu, din gününde onların ziyafetleridir.

Ta Ha suresinin son ayetindeki “yakında öğreneceksiniz” ifadesi, bu surenin buraya kadarki bölümünde (1–48. ayetler) ayrıntılı olarak açıklandıktan sonra, burada tekrar peygamberimiz muhatap alınmış ve ona, tüm insanlığa vermesi gereken mesaj bildirilmiştir.
Bu ayetlerdeki tasvirler bugün için bizlere yabancı olsa da, tropik bir bitki olan zakkum ağacını iyi tanımaları ve susamış bir devenin su içişini iyi bilmeleri sebepleriyle o günkü ilk muhataplara yabancı değildir. Bu tiksindirici işkencenin 56. ayette “ziyafet” sözcüğüyle ifade edilmesi, yine alaycı üslûbun bir örneğidir. Buna bir başka örnek de Âl-i Imran suresindedir:

Âl-i Imran; 21: Şüphesiz şu, Allah’ın ayetlerini inkâr eden ve haksız yere peygamberleri öldüren ve insanlardan adaleti emreden kişileri öldürten kişiler; hadi onlara acıklı bir azabı müjdele!

Zakkum ağacı

Arap Yarımadasının Kızıldeniz tarafındaki Tihame bölgesinde yetişen bir bitki türü olan zakkum, kendiliğinden yetişen, kışın yapraklarını dökmeyen bir ağaççıktır. Renkli ve alımlı çiçekleri olan türleri süs bitkisi olarak da yetiştirilen zakkum ağacı zehirli bir özsu içerir. Kötü kokulu ve tadı çok acı olan bu özsu, insan bedenine haricen (meselâ ağacın dallarının koparılması sırasında) bulaşması hâlinde bile, bir çeşit deri hastalığına yol açmaktadır.
Burada, cehennemdeki müşriklere özgü bir yiyeceğin örneği olarak verilen zakkumdan, başka ayetlerde de değişik nitelemelerle söz edilmektedir:

Duhan; 43–46: Şüphesiz zakkum ağacı, günahkârların yiyeceğidir. O, kızgın bir sıvının kaynaması gibi karınlarda kaynar.

Saffat; 62–68: İkram olarak bu mu daha hayırlı yahut zakkum ağacı mı?
Şüphesiz Biz onu zalimler için bir fitne yaptık.
Şüphesiz o, cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır.
Tomurcukları şeytanların (boynuzlu yılanların) başları gibidir.
İşte, kesinlikle onlar, ondan yiyecekler de karınlarını bundan dolduracaklardır.
Sonra onlar için, bunun üzerine kaynar su karışımı bir içecek vardır.
Sonra da şüphesiz dönecekleri yer, kesinlikle Cahim’dir (cehennemdir).

Ğaşiye; 1–7: Kuşatan’ın haberi sana geldi mi?
Yüzler (kişiler) var ki, o gün eğilmiş, zillete düşmüştür. Çalışmıştır, yorulmuştur.
Onlar kızışmış bir ateşe girerler, kızgın bir kaynaktan sulanırlar.
Onlar için beslemeyen ve açlığı gidermeyen kuru bir dikenden başka yiyecek yoktur.

Konumuz olan ayetlerde; “Dünyada ne ekersen ahirette onu biçersin.” mesajı verilmektedir. Yani dünyada iken, ahirete inanmadıkları için başkalarına zarar verip acı çektirmekten çekinmeyen ve tabiri caizse hep acı dikenli amel işleyenler, ahirette bu davranışlarının karşılığı olarak pek tabiîdir ki zarar görecekler, acı çekeceklerdir.

57–59. Ayetler:

Biz, sizi yarattık; doğrulamanız gerekmez mi? Peki döküp durduğunu şeyi (meniyi, yumurtayı) gördünüz mü? Siz mi yaratıyorsunuz onu, Biz mi yaratıcılarız?

Bu ayetlerde Rabbimiz, insanların kendi yaratılışlarını inceledikleri takdirde, Allah’ın varlık ve birliğini zorunlu olarak kabul edeceklerini bildirmekte, bu sebeple de dikkatleri insanın yaratılışına, üreme sistemine çekerek akıllı insanları tefekküre davet etmektedir. Gerçekten de bir kimsenin, yeryüzündeki diğer varlıklar bir tarafa, sadece kendi oluşumu hakkında biraz bilgi edinmesi ve biraz düşünmesi sonucunda, o muhteşem yaratılışın ancak Allah tarafından gerçekleştirildiği ve bu ilk yaratılışı yapanın, elbette tekrar yaratmaya güç yetireceği konularında bir şüphesinin kalması mümkün değildir. Çünkü bir nutfeyi taşıma, ana rahminde safha safha geliştirme, bu safhalardan başlamak üzere her kişiye birbirinden ayırt edilebilecek farklı şekiller ve çeşitli yetenekler verme; hiç kimsenin gücü dâhilinde olmayıp, sadece Allah’ın rabb sıfatının tecellisidir. Hatırlanacak olursa Rabbimiz, A’râf ve Tarık surelerinde de bu konuya farklı açıklamalarla değinmiştir:

A’râf; 172–174: Hâlbuki senin Rabbin, kıyamet günü, “Biz, bunlardan gafildik” demeyesiniz yahut “Bundan önce atalarımız şirk koşmuş, biz onlardan sonra gelen zürriyetiz / kuşaklarız, batılı işleyenlerin işledikleri nedeniyle bizi mi helâk edeceksin?” demeyesiniz diye, âdemoğullarının sulbünden onların soylarını çıkarır ve onları kendi nefislerine tanık eder. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Derler ki: “Elbette Rabbimizsin, tanıklık ediyoruz.”
Ve işte Biz, ayetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz ki, belki de dönerler.

Tarık; 5–9: Onun için insan neden yaratılmış olduğuna bir baksın; omurga ile göğüs kemikleri arasından çıkan, atıcı bir sudan başlanarak yaratıldı.
Şüphe yok ki O, bütün sırların meydana çıkarıldığı gün onun geri döndürülmesine güç yetirendir.

59. ayetteki “Siz mi yaratıyorsunuz onu, Biz mi yaratıcılarız” ifadesiyle, insanın, yaratılışının her safhasıyla Allah tarafından yapıldığı, bu konuda hiç kimsenin (anne, baba, doktor, peygamberler, veliler) müdahil olmadığı vurgusu yapılmaktadır.

60–62. Ayetler:

Ölümü aranızda Biz takdir ettik Biz. Ve Biz, sizi benzerlerinize değiştirmemiz ve sizi bilmediğiniz bir şeyde inşa etmemiz üzerine önüne geçilenler değiliz.
Ve ant olsun, ilk yaratılışı bildiniz. Peki, düşünüp öğüt almanız gerekmez mi?

Bu ayetlerde Rabbimiz; ölümü insanlar arasında kendisinin ayarladığını, öldürdüğünü, ölenlerin yerine başkalarını getirme ve ahirette yeniden yaratma konusunda kimsenin kendisine ne müdahale edebileceğini ne de engel olabileceğini bildirmektedir.

60. ayette geçen “Ölümü aranızda Biz takdir ettik” ifadesi bazıları tarafından Rabbimizin bu takdiri, bu ayarlamayı her zaman değiştireceği yolunda anlaşılmıştır. Bunun sebebi ise, ayetteki “beyneküm (aranızda)” ve “takdir” sözcüklerinin çevirilerde gerçek anlamlarıyla yer almamasıdır. Buradaki cümle kurgusu, A’râf suresinin 140. ayetinde geçen “Biz bu günleri insanlar arasında dolaştırırız” ifadesinde de kullanılmış olup bu ifade tarzı; cümle içinde belirtilen konunun, insanlar arasındaki takdirinin (dağılımının) Allah tarafından yapıldığını anlatmaktadır. Buna göre Vakıa suresinin 60. ayeti; Allah’ın ölümü yarattığı, bizi öldüreceği ve bize ecel tayin ettiği anlamlarına gelmez; ölümün insanlar arasındaki takdirinin Allah tarafından yapıldığı anlamına gelir. Bu takdir, Mümin suresinde açıklanan takdirdir:

Mümin; 67: Sizi topraktan, sonra spermden, sonra kan pıhtısından yaratan; sonra erginlik çağına erişmeniz, sonra da yaşlanmanız -ki bir kısmınız daha önce öldürülür- ve adı konmuş bir ecele ulaşmanız için, sizi bebek olarak dünyaya çıkaran O’dur. Ve belki akledersiniz.

Ayetten kolayca anlaşıldığı gibi bu takdir, insanların kimisin üç yaşında, kimisinin kırk yaşında, kimisinin doksan yaşında karşılaştıkları takdirdir. Başka bir ifade ile insanlar, gerek ömür süresi gerek ölüm şekli itibarıyla, Rabbimizin farklı farklı takdirleriyle karşılaşmaktadır. Rabbimizin farklı takdirlerde bulunduğu ise, bütün insanlar tarafından görülerek bilinmekte olduğundan kimseye yabancı bir durum değildir ve hatta fıkralara konu olmuştur:
Bir toplulukta bulunan kişilerden birisi, ortaya bir miktar ceviz koyarak paylaştırılmasını istemiş. Oradakiler de Nasrettin Hoca’nın saçına, sakalına ve de kavuğuna hürmeten, cevizleri Hoca’nın taksim etmesine karar vermişler. Hoca, taksimin kul taksimi mi yoksa Allah taksimi mi olmasını istediklerini sorunca herkes hep birden “Allah taksimi” diye cevap vermiş. Bunun üzerine Hoca, birisine bir tane, birisine üç tane, birisine on tane vermiş, sonra kalanı kendi torbasına indirerek bazı kişilere hiç ceviz vermemiş. Bu taksimden kimse memnun olmamış ve hayretle: “Ne yaptın sen Hocam?” demişler. Hoca da gülerek; “Eeee,” demiş, “İşte Allah taksimi böyle olur. Allah kimine az, kimine çok, kimine de hiç vermez. Kul taksimi deseydiniz o zaman herkese eşit pay vardı.”

61. ayetteki “Bilemediğiniz bir şekilde” ifadesinden, o yaratılışın başka bir boyutta ve başka bir şekilde olacağı anlaşılmaktadır. Bu dünyadaki yapının üç boyutlu ve “madde” şekli ile sınırlı olması sebebiyle de insanın o başka boyut ve sistemleri idrak edebilme imkânı bulunmamaktadır.

62. ayette; ilk yaratılışın Allah tarafından yapıldığı herkesçe kabul edildiğine göre, insanların bundan öğüt alarak ahirete de inanmaları gerektiği kasemle ifade edilmiştir. Bu çıkarsama yöntemi Kur’an’da birçok ayette görülmektedir:

Rum; 27: Ve O, yaratmayı başlatan, sonra onu çevirip yeniden yapandır. Ve bu O’na çok kolaydır. Ve göklerde ve yerde en yüce örnek O’nundur. O çok güçlüdür, hikmet sahibidir.

Meryem; 67: O insan, daha önce o hiçbir şey değilken gerçekten Bizim kendisini yarattığımızı düşünmez mi?

Ya Sin; 77–80: Ve o insan (o kişi), kendisini bir nutfeden (bir damla sudan) yarattığımızı görmedi mi de şimdi o, apaçık bir hasımdır (düşmandır).
Ve kendi yaratılışını dikkate almayarak Bize bir örnekleme yaptı. Dedi ki: “Kim diriltecekmiş o kemikleri? Onlar çürümüş iken!”
De ki: “Onları ilk defa yaratan, onları diriltecektir. Ve O her yaratmayı çok iyi bilendir. O, size o yemyeşil ağaçtan bir ateş yapandır. Şimdi de siz ondan yakıp duruyorsunuz.

Kıyamet; 36–40: Yoksa o insan başıboş bırakılacağını mı sanır?
O, ayarlanmış meniden bir nutfe değil miydi?
Sonra bir alak (embriyon) idi de sonra onu yaratmış sonra da düzene koymuştur ki ondan da iki eşi; erkek ve dişiyi var etmiştir.
Peki, bu (bütün bunları yapan) ölüleri diriltmeye kadir (güç yetiren) değil midir?


63–67. Ayetler:

Peki, ekip durduğunuz şeyleri gördünüz mü?
Siz mi bitiriyorsunuz onu, yoksa Biz mi bitirenleriz?
Dileseydik Biz, kesinlikle onu kuru bir çöp yapardık da şaşar kalırdınız: “Şüphesiz biz borç altına girenleriz! Daha doğrusu, biz mahrum olanlarız!”

Bu ayet gurubunda Rabbimiz bakışları, insanların rızklarının ekserisini temin ettikleri ziraata, tarıma yöneltmek suretiyle afakî (çevresel) ayetlere dikkat çekmiştir. Yeryüzündeki bütün sistemlerin kendi koyduğu düzen içinde ve kendi denetiminde yürüdüğünü bildiren Rabbimiz, eğer dilerse bu düzene müdahale edip bozabileceğini, bu durumda ise insanların çok pişman olup sızlanacaklarını beyan etmekte ve insanları böyle bir durum hakkında düşünmeye çağırmaktadır.
Rabbimiz, yeryüzündeki bütün düzenlerin yaratıcısının kendisi olduğunu başka ayetlerde de bildirmiştir:

Nahl; 10: O’dur ki, sizin için gökten bir su indirdi. İçecekleriniz ondandır ve hayvanları otlattığınız ağaçlar, bitkiler ondan sulanıp filizlenmektedir.

Bakara; 22: O (Rabbin) ki, yeryüzünü sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Ve gökten su indirdi de onunla sizin için rızk olarak ürünlerden çıkardı. Öyleyse siz de, bile bile, Allah’a ortaklar koşmayın.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla