Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25. April 2009, 10:32 PM   #4
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

“FİTNELENDİRME”

“Ve ant olsun ki, Biz onlardan önce Firavun kavmini fitnelendirdik” ifadesinde geçen “fitnelendirme” deyimi ile ilgili olarak daha evvel detaylı bilgi vermiştik. Sözcüğü özellikle Sad suresinin sonunda (Tebyinü’l Kur’an; c. 2, s.452) “Fitne” başlığı altında ele almış ve Kur’an bağlamında ayrıntılı olarak incelemiştik. O açıklamamızdan da hatırlanacağı üzere, “fitnelendirme” “ateşe atıp arıtma” anlamına gelmektedir. Bununla büyük belalar, imtihanlar kastedilir. Buradan hareket ederek diyebiliriz ki, Firavun ve kavminin fitnelendirilmesi, peygamber gönderilerek onların da denemeye tabi tutulmuş olmalarıdır. Musa peygamberin tebliğ süreci boyunca gösterdiği deliller ve Mısır toplumunun başına gelen onca felaket ve sıkıntılar, bu fitnelendirmenin [denemenin, sınamanın] parçalarıdır.
22 – Sonra da o [Musa]: “Şüphesiz ki bunlar, suçlu bir kavimdir” diyerek Rabbine yalvardı.

Musa’nın (as) bu ayette nakledilen duası, Firavun ve İsraloğulları ile yaptığı mücadelede sırasında onlardan gördüğü kötü karşılık üzerine gerçekleşmiştir. Ayetin ifadesinden de anlaşıldığı gibi, Musa (as) onlarla ilgili olarak Allah’tan herhangi bir ceza talebinde bulunmamış, kararı Rabbimize bırakmıştır.
Allah’ın Elçilerinin bu tür dualar ettiği Kur’an’da bildirilen bir durumdur. Nitekim Zuhruf suresinde Resulullah’ın, Nuh suresinde de Nuh peygamberin böyle bir duada bulunduğu bildirilmektedir.
Musa peygamberin duasının detayları bir başka ayette şöyle açıklanmaktadır:

Ve Musa: “Rabbimiz! Şüphesiz Sen Firavun’a ve ileri gelenlerine basit hayatta ziynet ve mallar verdin. -Rabbimiz! Senin yolundan saptırsınlar diye- Rabbimiz! Onların mallarını sil, süpür ve kalplerine sıkıntı düşür! Çünkü onlar o acıklı azabı görmedikçe iman etmeyecekler” dedi. (Yunus/88)

Musa peygamberin bu duasının kabul edildiği ise aşağıdaki ayette şöyle açıklanmaktadır:

O [Allah] “Her ikinizin de duası kesinlikle kabul olundu. Öyleyse ikiniz doğru yolda devam edin. Ve bilmeyen kişilerin yolunu sakın izlemeyin!” dedi. (Yunus/89)

Aşağıdaki ayet ise Musa’nın (as) bu duasının kabul edilmesinin sonuçlarına işaret etmektedir:

Ve ant olsun, Musa’ya “Yetişilmekten korkmayarak ve haşyet duymadan kullarımı geceleyin yürüt de onlara denizde kuru bir yol aç!” diye vahyettik. (Ta Ha/77)

23, 24 - -“Hadi kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz izlenenlersiniz. Denizi olduğu gibi açık bırak. Şüphesiz onlar suda boğulmuş bir ordudur.

Musa’nın (as) “Şüphesiz ki, bunlar suçlu bir kavimdir” diyerek Rabbine yakarmasından sonraki gelişmeler bu iki ayette özet olarak bildirilmektedir.
Buna göre, Musa (as) ve İsrailoğulları Firavun ve avenesi tarafından takip edilecek, bu takip ise takip edenlerin helaki ile sonuçlanacaktır.
İsrailoğulları’nın Mısır’dan çıkışı [Eksodüs] birçok ayette konu edilmiştir:

Hemen ona gidin de ona; ‘Şüphesiz biz Rabbinin iki elçisiyiz. Artık İsrailoğullarını bizimle gönder ve onlara azap etme; kesinlikle biz sana Rabbinden bir ayet ile geldik. Selâm kılavuza uyanlaradır. (Ta Ha/47)

Ve Mûsâ, “Ey Firavun! Ben kesinlikle âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Allah hakkında hakktan başkasını söylememek bana bir yükümlülüktür. Gerçekten ben size Rabbinizden apaçık bir delil ile geldim. Bu nedenle İsrâîloğulları'nı gönder benimle” dedi. (A’raf/104, 105)

O [Allah]: “Hayır… Hayır… Haydi, ikiniz ayetlerimizle gidin. Şüphesiz ki, Biz sizinle beraberiz, işitenleriz. Haydi ikiniz Firavun’a gidin de ‘Biz kesinlikle, İsrailoğullarını bizimle beraber gönderesin diye’ âlemlerin Rabbinin elçisiyiz deyin” dedi. (Şuara/17)

Firavun ve askerlerinin Musa (as) ve İsrailoğulları’nı takibe kalkmalarının detayları şu ayetlerde anlatılmıştır:

Hani bir zamanlar Biz, sizi denizi yardık da sizi kurtardık ve Firavun'un yakınlarını suda boğduk. Siz de bakıyordunuz. (Bakara/50)

O zaafa uğratıla gelmiş olan kavmi de bereketlendirdiğimiz yerin doğularına, batılarına [her tarafına] mirasçı yaptık. Ve böylece Rabbinin, İsrâîloğulları'na olan o pek güzel sözü, sabırları yüzünden tamam oldu [yerine geldi]. Biz de Firavun ile kavminin yapa geldikleri sınaî eserlerini ve yükseltmekte oldukları şeyleri yerle bir ettik.
Ve İsrâîloğulları'nı denizden geçirdik. Derken kendilerine ait putlara tapmakta olan bir kavme rastladılar. Dediler ki: “Ey Mûsâ! Onların nasıl ki tanrıları varsa, sen de bizim için bir tanrı kıl [belirle]!” (Mûsâ da onlara) dedi ki: “Siz gerçekten câhillik eden bir kavimsiniz. Onların [şu gördüklerinizin] içinde bulundukları şey [din], yok olmaya mahkûmdur ve bütün yapmakta oldukları da bâtıldır.” (Araf/137- 139)

Ve ant olsun, Musa’ya “Yetişilmekten korkmayarak ve haşyet duymadan kullarımı geceleyin yürüt de onlara denizde kuru bir yol aç!” diye vahyettik.
Firavun ordularıyla hemen onları takip etti de denizden kendilerini kaplayan şey kaplayıverdi.
Ve Firavun kavmini saptırdı ve doğru yolu göstermedi. (Ta Ha/77- 79)

Ve Biz, Musa’ya: “Kullarımı geceleyin yola çıkar, şüphesiz siz takip edilenlersiniz” diye vahyettik. (Şuara/52)

Ve İsrailoğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları hemen takip etti. Nihayet boğulma ona yetişince, “Gerçekten, İsrailoğullarının inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım” dedi. —Şimdi mi? Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan olmuştun.- Artık Biz senden sonra geleceklere ibret olasın diye, bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız. Ve şüphesiz insanlardan birçoğu kesinlikle Bizim ayetlerimizden gafildirler. (Yunus/90- 92)

Konumuz olan ayette Rabbimizin Musa’ya (as) geceleyin yola çıkmasını emrettiği görülmektedir. Geceleyin yapılan yolculuklar düşmandan korunmaya daha uygundur. Ayrıca sıcak iklimlerde binekler ve yük hayvanları gecenin serinliğinden istifade ederek daha rahat yol alırlar.
Ayetteki “Denizi olduğu gibi açık bırak! Şüphesiz onlar suda boğulmuş bir ordudur” ifadesinden, Musa peygamberin, kendisi ve kavmi denizden geçtikten sonra denizin kapanması yönünde girişimde bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu girişimi gaybı bilmediğinden dolayıdır. Ayetten anlıyoruz ki, Rabbimizin iradesi Firavun ve yakınlarını o denizde boğup helak etmek ve bunu gelecek kuşaklara ayet kılmaktır. Bu nedenledir ki, Musa’ya (as) “Denizi olduğu gibi açık bırak!” diye emretmiştir.

Sonunda Biz, onları [Firavun ve kavmini] bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve şerefli makamdan çıkardık. İşte böyle! Ve sonra onlara İsrailoğulları’nı mirasçı yaptık. (Şuara/57- 59)

O zaafa uğratıla gelmiş olan kavmi de bereketlendirdiğimiz yerin doğularına, batılarına [her tarafına] mirasçı yaptık. Ve böylece Rabbinin, İsrâîloğulları'na olan o pek güzel sözü, sabırları yüzünden tamam oldu [yerine geldi]. Biz de Firavun ile kavminin yapa geldikleri sınai eserlerini ve yükseltmekte oldukları şeyleri yerle bir ettik. (A’raf/137)

25- 27 – Onlar, bahçelerden, pınarlardan, ekinlerden, saygın makamlardan ve içinde safalar sürdükleri nice nimetlerden nicelerini bıraktılar.
28 - İşte böyle! Biz onları başka başka kavme miras bıraktık.
29 – İşte, gök ve yeryüzü onların üzerine ağlamadı. Onlar, mühlet verilenler de olmadı.

Bu ayetlerde, Firavun ve kavminin akıbetine dair bilgiler sanatsal ifadeler [tehekküm, alay] ile çok kısa ve öz olarak verilmiştir.
28. ayetteki “başka başka kavm” ifadesiyle kastedilenler İsrailoğulları’dır. Onlar önceleri oralarda köleleştirilmiş kimseler iken, Allah daha sonra onlara Mısır’ı mülk olarak vermiştir.

O zaafa uğratıla gelmiş olan kavmi de bereketlendirdiğimiz yerin doğularına, batılarına [her tarafına] mirasçı yaptık. Ve böylece Rabbinin, İsrâîloğulları'na olan o pek güzel sözü, sabırları yüzünden tamam oldu [yerine geldi]. Biz de Firavun ile kavminin yapa geldikleri sınaî eserlerini ve yükseltmekte oldukları şeyleri yerle bir ettik. (Araf/37)

29. ayette “tehekküm, alay” sanatı söz konusudur. “... gök ve yeryüzü onların üzerine ağlamadı” ifadesi bir Arap deyimidir. Araplar toplumun ileri gelenlerinden birinin vefat etmesi halinde “Onun için gök ve yer ağladı, dünya karardı; güneş ve ay tutuldu” derlerdi. Böylece musibetin büyüklüğü vurgulanarak aslında ölen kişinin ne kadar önemli biri olduğu ifade edilmiş olurdu. Ayette verilmek istenen mesaj da bu deyimin çağrıştırdığı anlam doğrultusunda anlaşılmalıdır. Buna göre, 29. ayette verilen mesaj şöyledir:
“Ölmeleri halinde yerin, göğün kendilerine ağlayacağı kadar büyük ve önemli kimseler olduklarına inanan Firavun ve avenesi bir gün helak olup gittiler. Ne var ki, sandıklarının aksine, helak olup gitmeleri kimsenin umurunda olmadı, kimse yoklukları dolayısıyla bir boşluk hissetmedi.”
Buradan da anlaşılmaktadır ki, helak olup giden Firavun ve adamları kendi toplumlarına üzülmelerini gerektirecek hiçbir iyilik yapmamış, bu nedenle de helak olup saltanatlarının yıkılması kimseye keder ve elem vermemiştir.

30, 31 – Ant olsun ki Biz İsrailoğulları’nı o horlayıcı azaptan; Firavun’dan kurtardık. Şüphesiz o haddi aşanlardan, üstünlük taslayanlardan biriydi.

Bu ayette İsrailoğulları’nın Firavun’dan kurtarılmasına değinilmektedir. Bu hatırlatmayla peygamberimize ve müminlere “Düşman ne kadar zorba ve zorlu olursa olsun, Allah onları kahreder ve inananlara yardımcı olur” mesajı verilirken, Mekkeli müşriklere de “Mısır gibi koca bir ülkenin hükümdarı Firavun bile haddi aştığında Allah’ın azabı gelmiş ve onu helak etmişken, sizler de kimsiniz ki! Eğer aklınızı başınıza almazsanız sizin akıbetiniz de ondan farklı olmayacaktır” mesajı verilmiştir.
Ayette konu edilen “Firavun’un horlayıcı azabı”nın “erkek çocukların öldürülme*si, kızların hizmetlerinde kullanılması, İsrailoğullarının köleleştirilmesi ve on*lara ağır angarya işlerin yükletilmesi” olduğu şu ayetlerden anlaşılmaktadır:

Sonra da Musa ve kardeşi Harun’u ayetlerimizle ve apaçık bir güç ile Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik [elçi yaptık]. Bunun üzerine onlar kibire kapıldılar [kendilerinin büyüklüğüne inandılar]ve ululuk taslayan bir kavim oldular. (Mü’minun/45, 46)

Ve hani bir zaman sizi, sizi azabın en kötüsüne çarpıtan, oğullarınızı boğazlayan, kadınlarınızı sağ bırakan Firavun ailesinden kurtardık. Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir bela vardır. (Bakara/49)

Ve hani Musa kavmine demişti ki: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; Hani O, sizi, sizi işkencenin en kötüsüne çarpıtan, oğullarınızı boğazlayan ve kadınlarınızı sağ bırakan Firavun ailesinden kurtardı. Ve işte bunda Rabbinizden size büyük bir bela vardır. (İbrahim/6)

Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde yüceldi ve ehlini grup grup kıldı; onlardan bir taifeyi güçsüzleştirmek istiyor; bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını da sağ bırakıyordu. Şüphesiz ki o, bozgunculardan idi. (Kasas/4)

32 – Ant olsun ki Biz onları [İsrailoğulları’nı] bilerek âlemler üzerine seçkin kılmıştık.
33 - Biz onlara içinde apaçık bir bela bulunan ayetlerden de vermiştik.

Bu ayetlerde, İsrailoğulları’na ihsan edilen nimetlere işaret edilmiştir. Bunlar, Firavun'un zulmünden kurtarılmaları, on*lar için denizin yarılması, bulut ile gölgelendirilmeleri, üzerlerine men ile sel*va [bol nimet; bal, börek] indirilmesi gibi nimetlerdir; özetle İsrailoğulları’na özgürlük ve refah verilmesidir.

BELÂ

“Biz onlara içinde apaçık bir belâ bulunan ayetlerden de vermiştik” ifadesinde geçen “Belâ” sözcüğü, sözcük anlamı olarak “yıpratmak, bitkin hale getirmek” demektir. Sınamak, denemek, imtihan etmek de insanı yıprattığından, “bela” sözcüğüyle kullanılır olmuştur. Kulun sınanma araçları olması bakımından dinin bazı emir ve yasakları da bir anlamıyla beladır. Çünkü bazı emirler insan bedenine zorluk verir, insanların iyilerini ve kötülerini ortaya çıkarır. Şükredenler ile nankörler bunlarla belli olur. Yüce Allah, insanlara verdiklerinin karşılığı olarak onlardan kulluk ve şükür ister. Rabbimiz kişilere ve toplumlara bazen sıkıntı verir, musibetler gönderir, zorluklara ve darlıklara düşürür. Bunun sebebi, insanların akıllarını başlarına almalarını, yanlış yolda olanların düzelmelerini ve isyan içerisinde olanların Allah’a itaate dönmelerini sağlamaktır. Konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamak için aşağıdaki ayetlerin tetkik edilmesi yararlı olur:
Bakara/49, 127, 155- 156, 249; Saffat/106, Duhan/33, Müminun/36, Maide/48, 94, Enam/165, Ali Imran/152, 154, 186, Nisa/6, A’raf/141, 163, 168, Enfal/17, Yunus/30, Hud/7, Mülk/2, Muhammed/4, 31, Enbiya/35, Kehf/7, Neml/40, Fecr/15, 16, Nahl/92, İnsan/2, Ahzap/11, İbrahim/6.
Belâ mutlaka musibetlerle, zor şeylerle olmaz. Bazen hayır, iyilik de bela olabilir.

Her nefis [kimliği olan varlık] ölümü mutlaka tadacaktır. Fitne olmak üzere sizi Biz, şer ve hayır ile belalandırırız. Ve siz yalnız Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya/35)

Ve onları yeryüzünde birçok ümmetlere ayırdık. Onlardan bir kısmı sâlihlerdi, bir kısmı da bundan aşağı idi. Ve Biz, onları dönsünler diye iyiliklerle ve kötülüklerle belâlandırdık [imtihan ettik]. (A’raf/168)

İnsana gelince, Rabbi onu her ne zaman belalandırıp [sınayıp] da kendisini üstün kılar ve nimetler verirse: "Rabbim beni üstün kıldı" der. (Fecr/15)

Biz yeryüzündeki, ona süs olan şeyleri onların hangisinin daha güzel amel edeceğini belalandırmamız [sınamamız] için yaptık. (Kehf/7)

De ki: O [Allah] her şeyin Rabbi iken, ben Allah’tan başka Rabb mi arayayım? Her kişinin kazandığı yalnız kendisine aittir. Yükünü taşıyan kimse, bir başkasının yükünü taşımaz. Sonra sadece Rabbiniz’edir dönüşünüz. Böylece O [Allah], ayrılığa düştüğünüz şeyi size haber verecektir. Ve O, sizi yeryüzünün halifeleri kılan, verdikleriyle sizi belalandırmak [sınamak] için, kiminizi kiminizin üzerine derecelerle yükseltendir. Şüphesiz Rabbin, kovuşturması çabuk olandır ve şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (En’am/164, 165)

Kitap’tan yanında bilgi olan kimse: “Ben onu sana bakışın kendine dönmeden önce getiririm” dedi. Sonra o [Süleyman] onu [Melike’nin tahtını] yanında durur bir hâlde görünce: “Bu, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni belâlandırmak için Rabbimin fazlındandır. Ve kim şükrederse hiç şüphesiz kendisi için şükreder. Kim de nankörlük ederse hiç şüphesiz ki Rabbim çok zengin ve Kerim’dir.” (Neml/40)

Hiç kuşkusuz siz, mallarınız ve canlarınız hususunda belalanacaksınız [imtihan olunacaksınız]. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan size size birçok eza da işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’a takvalı davranırsanız, şüphesiz işte bu azmi gerektiren işlerdendir. (Al-i Imran/186)

Sonra onları siz öldürmediniz, lâkin onları Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı. Ve müminleri bundan güzel bir bela ile belalandırmak [güzelce sınamak] içindi. Şüphesiz Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir. (Enfal/17)

34- 36 – Şüphesiz şunlar [Mekkeli müşrikler] diyorlar ki: “Bizim sadece ilk ölümümüz var. Biz, tekrar diriltilecek değiliz. Eğer siz doğru kimselerseniz [sözünüzün eri iseniz] haydi babalarımızı bize getirin.”

Bu ayetlerde Mekke müşriklerinin ahiret karşıtı iddiaları nakledilmektedir. Rabbimizin sürekli ahiretle uyarmasına karşılık müşrikler de “öyleyse atalarımızı yeniden hayata döndürün ve öteki dünyanın var olduğuna tanıklık yapmalarını sağlayın” demek suretiyle güya ahiret inancını çürütmeye yönelik kendilerince güçlü bir delil ortaya koyduklarını varsaymışlardır. Oysa müşriklerin bu yaklaşımı tutarsız ve mantık dışıdır. İnsanların kendi ölmüş atalarını yeniden hayata getirebilmeleri ve öteki dünyaya tanıklık ettirebilmeleri mümkün olsaydı zaten ahirete inanıp inanmama diye iki seçenek ortaya çıkmaz, herkes ahiret yaşamını bildiği için kimseye ahirete inanma sorumluluğu yüklenmezdi.
Ne var ki, doğru düşünme konusunda oldukça sığ olan müşrik zihniyet bu konuda hep benzer argümanları kullanmıştır:

Sadece basit hayatımız! Biz, ölürüz, yaşarız. Ve biz, diriltilecekler değiliz. (Muminun/37)

Ve inkâr eden kimseler şöyle dediler: “Siz çürüyüp, didik didik parçalandığınız vakit, kesinlikle yeni bir yaratılış içinde bulunacaksınız diye, size haber veren bir kişiyi size kişiyi gösterelim mi? O, bir yalanı Allah'a uydurdu mu, yoksa kendisinde bir delilik mi var?” dediler. Bilakis, âhirete inanmayan kimseler, azap ve uzak bir sapıklık içindedirler. (Sebe’/7-9)

Konumuz olan ayetlerin nüzulü hakkında şöyle bir rivayet nakledilmiştir:

Bu sözleri Kureyş kâfirlerinden söyleyenin Ebu Cehil olduğu bildirilmiş*tir. O şöyle demişti: Ey Muhammedi Şayet senin bu sözün doğru ise, sen bi*ze atalarımızdan iki kişiyi dirilt. Birisi Kusay b. Kilab olsun, çünkü o doğru sözlü bir kimse idi. Biz ona ölümden sonra olacak şeyleri soracağız. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)


Müşriklerin “öldükten sonra dirilme” konusundaki mütemadi itirazları Kur’an tarafından pek çok ayette dile getirilmiş ve bu itirazlara aklî delillerle cevap verilmiştir. Bu konu Yasin suresinin tahlilinde (Tebyinü’l-Kur’an; c: 3, s: 316, 317) ele alındığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.

37 - Onlar mı daha hayırlıdır, yoksa Tübba kavmi ve onlardan önceki kimseler mi? Biz, onları helak ettik. Şüphesiz onlar, günahkârlar idiler.

Bu ayette, ahireti inkâr eden Tübba ve ondan önceki bazı toplumların akıbetleri hatırlatılarak Mekkelilere “Siz de günahkâr; müşrik, ahıreti inkâr eden, elçiyi yalanlayan birileri olursanız sizin de gözünüzün yaşına bakılmaz, helak edilirsiniz” mesajı verilmiştir.
Ayetteki “Onlar mı daha hayırlıdır, yoksa Tübba kavmi ve onlardan önceki kimseler mi?” sorusu bir “istifham-ı inkarî”dir. Cevabı da “Onlar bu sözlerinden ötürü azabı hak etmektedirler. Zi*ra Tubba' kavminden ve helak edilmiş ümmetlerden daha hayırlı; varlıklı, güçlü ve daha çetin de*ğildirler. Biz onları helak ettiğimiz gibi, bunlar da aynı durumdadırlar” şeklinde olur.
Buna benzer bir ayet daha evvel Kamer suresinde geçmişti:

Sizin kâfirleriniz onlardan hayırlı mı? Yoksa yazıtlarda [kayıtlarda, kitaplarda] sizin için bir berat [kurtulacaklarına dair Allah tarafından verilmiş bir senet veya ferman] mı var? (Kamer/43)
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla