Konu: Maide Suresi
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 9. August 2010, 12:05 AM   #3
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

12. Ve andolsun ki Allah, İsrâîloğulları'nın misakını almıştı. Ve Biz, kendilerinden on iki nakip [müfettiş/başkan] göndermiştik. Ve Allah demişti ki: “Ben, muhakkak sizinle beraberim. Salâtı ikâme eder, zekâtı verir, elçilerime iman eder, onları destekler ve Allah'a güzelce ödünç verirseniz andolsun ki sizden kötülüklerinizi örteceğim ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere girdireceğim. İşte sizden her kim de, bundan sonra küfrederse, artık kesinlikle yolun doğrusunu kaybetmiş olur.”

13. Sonra da sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerine katılık koyduk. Onlar kelimeyi/sözcüğü yerlerinden/öz anlamlarından değiştirirler. Öğütlendiklerinin önemli bir bölümünü de terk ettiler. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hâinlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah, muhsinleri [iyilik-güzellik üretenleri] sever.

14. “Biz Nasarayız [Hristiyanız]” diyenlerden de misaklarını almıştık. Onlar da kendilerine hatırlatılan şeylerin çoğunu terk ediverdiler. Biz de onların arasına, kıyâmete kadar sürecek kin ve düşmanlık yerleştirdik. Allah, yakında yapıp üretmiş olduklarını onlara haber verecektir.

15-16. Ey Kitap Ehli! Kesinlikle, Kitap'tan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açığa koyan, çoğundan da vazgeçen Bizim Elçimiz size geldi. Kesinlikle size, Allah'tan bir ışık ve apaçık bir kitap geldi. Allah onunla [kitapla] Kendi rızasına uyanları selâmet yollarına kılavuzlar. Onları Kendi bilgisi ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola kılavuzlar.

Bu âyetlerde, İsrâîloğulları örnek verilerek iman edenler uyarılmaktadırlar. Allah, ilâhî ilkelere uyacaklarına dair İsrâîloğulları'ndan söz almış olmasına rağmen onlar sözlerinde durmayıp ihanet etmişlerdir. Âyette olaylar şöyle sıralanmıştır:

• Allah, İsrâîloğulları'nın misakını almış ve onlardan on iki nakip [müfettiş/başkan] göndermişti.

• Ve onlara, “Ben, muhakkak sizinle beraberim. Salâtı ikâme eder, zekâtı verir, elçilerime iman eder, onları destekler ve Allah'a güzelce ödünç verirseniz, andolsun ki sizden kötülüklerinizi örteceğim ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere girdireceğim. İşte sizden her kim de, bundan sonra küfrederse, artık kesinlikle yolun doğrusunu kaybetmiş olur” demişti.

• Ama onlar imanlarının gereği olan bu yükümlülükleri yerine getireceklerine dair sözlerini bozdular. Bu sebeple de lanetlendiler ve kalplerine katılık konuldu.

İsrâîloğulları'ndan alınan misakların bir çoğu, Bakara/63, 83, 84, 93; Âl-i İmrân/187; Mâide/80; Nisâ/154-155. âyetlerde konu edilir.

• Onlar kelimeyi/sözcüğü yerlerinden/öz anlamlarından değiştirirler.

• Onlar, öğütlendiklerinin önemli bir bölümünü terk ettiler.

• İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hâinlik görülür.

• Buna rağmen onlara affedilmeli, onlara aldırış edilmemelidir.

• Allah, “Biz Nasarayız [Hristiyanız]” diyenlerden de misaklarını almıştı. Onlar da kendilerine hatırlatılan şeylerin çoğunu terk ediverdiler.

• Bu nedenle de Allah, onların arasına, kıyâmete kadar sürecek kin ve düşmanlık yerleştirdi. Allah, yakında yapıp üretmiş olduklarını onlara haber verecektir.

Geçmişe ait bu bilgilerden sonra Ehl-i Kitap hakk yola davet edilmektedir: Ey Kitap Ehli! Kesinlikle, Kitap'tan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açığa koyan, çoğundan da vazgeçen Bizim elçimiz size geldi. Kesinlikle size, Allah'tan bir ışık ve apaçık bir kitap geldi. Allah onunla [kitapla] kendi rızasına uyanları selâmet yollarına kılavuzlar. Onları kendi bilgisi ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola kılavuzlar.

Böyle bir davet Âl-i İmrân sûresi'nde de yapılmıştı:

Andolsun ki Allah, mü’minlere kendilerinden, onlara Kendi âyetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitap ve hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir iyilikte bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler. (Âl-i İmrân/164)

Ehl-i Kitaptan bir çoğunun bu davete icabet ettiğini Kur’ân'dan öğreniyoruz:

Ondan [sözden; vahiyden, Kur’ân'dan] önce kendilerine kitap verdiğimiz kimseler; onlar, ona [söz'e; vahye, Kur’ân'a] da inanırlar. Ve onlara o [söz; vahiy, Kur’ân] okunduğu zaman onlar, “Biz ona [söz'e] inandık. Şüphesiz o, Rabbimizden gelen gerçektir. Kesinlikle biz ondan önce teslim olanlardık [Müslümanlardık]” dediler. (Kasas/52-53)

Sen, kesinlikle iman eden kişilere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak Yahûdileri ve ortak koşan kimseleri bulursun. Ve kesinlikle iman eden kimselere sevgi bakımından en yakın olarak da, “Şüphesiz biz Nasraniyiz [Hristiyanlarız]” diyen kimseleri bulursun. Bu, kendi içlerinde keşişler ve râhipler olduğundan ve onlar büyüklük taslamadıklarından dolayıdır. Ve onlar Elçi'ye indirileni [Kur’ân'ı] dinledikleri zaman, onun hakk olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Onlar, “Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi şâhitler ile birlikte yaz!” ve “Biz, Rabbimizin bizi sâlihler toplumu ile birlikte girdirmesini umarken, neden Allah'a ve hakktan bize gelen şeylere neden inanmayalım!” derler. (Mâide/82-84)

Ve ne zaman Allah tarafından onlara, yanlarındaki kitabı tasdik edici bir elçi geldi, daha önce kendilerine kitap verilen kimselerden bir grup, sanki bilmezlermiş gibi Allah'ın kitabını sırtlarının arkasına attılar. (Bakara/101)

Kitap Ehlinden bir tâife sizi saptırmak istedi. Hâlbuki onlar, sadece kendilerini saptırıyorlar, farkına da varmıyorlar. Ey Kitap Ehli! Sizler tanık olup dururken, niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz? Ey Kitap Ehli! Sizler bilip dururken, niçin hakkı bâtıla karıştırıyor ve gerçeği gizliyorsunuz? (Âl-i İmrân/69-71)

Yahûdileşmişlerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden/öz anlamlarından değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak (Peygamber'e karşı), “İşittik ve karşı geldik/iyice sarıldık”, “dinle, dinlemez olası”, “râinâ” derler. Eğer onlar “İşittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet” deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha sağlam/doğru olacaktı; fakat küfürleri [gerçeği kabul etmemeleri] sebebiyle Allah onları lanetlemiştir. Artık pek az inanırlar. (Nisâ/46)

12. âyetteki, Ve Biz, kendilerinden on iki nakip [müfettiş/başkan] göndermiştik ifadesi, Kitab-ı Mukaddes'in Sayılar bölümünde detaylıca yer alır:

İSRÂÎL'DE YAPILAN İLK SAYIM

İsrâîlliler'in Mısır'dan çıkışının ikinci yılı, ikinci ayın birinci günü Rabb Sînâ Çölü'nde, Buluşma Çadırı'nda Mûsâ'ya şöyle seslendi: “Sen ve Hârûn İsrâîl topluluğunun bütün boylarıyla ailelerinin sayımını yapın. Bütün erkekleri bir bir sayıp adlarını yazın. İsrâîlliler'den savaşabilecek durumda yirmi ve daha yukarı yaştaki bütün erkekleri sayıp bölüklere ayırın. Size yardım etmek için yanınızda her oymaktan birer adam bulunsun; bu kişiler aile başı olmalı. Size yardımcı olacak adamların adları şunlardır: Ruben oymağından Şedeur oğlu Elisur, Şimon oymağından Surişadday oğlu Şelumiel, Yahuda oymağından Amminadav oğlu Nahşon, İssakar oymağından Suar oğlu Netanel, Zevulun oymağından Helon oğlu Eliav, Yûsufoğulları'ndan Efrayim oymağından Ammihut oğlu Elişama, Manaşşe oymağından Pedahsur oğlu Gamliel, Benyamin oymağından Gidoni oğlu Avidan, Dan oymağından Ammişadday oğlu Ahiezer, Aşer oymağından Okran oğlu Pagiel, Gad oymağından Deuel oğlu Elyasaf, Naftali oymağından Enan oğlu Ahira.” Bunlar İsrâîl topluluğundan atanmış adamlardı; atalarının soyundan gelen oymak önderleri, İsrâîl'in boy başlarıydı.[7]

17. Andolsun ki, “Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih'in ta kendisidir” diyen kimseler kâfir olmuşlardır. De ki: “Peki, Allah, Meryem oğlu Mesih'i, anasını ve bütün yeryüzündeki kimseleri helâk etmek istese, O'na karşı kim bir şey yapabilir. Göklerin, yeryüzünün ve ikisi arasındakilerin mülkiyeti de sadece Allah'a aittir. O, dilediğini yaratır. Ve Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.”

18. Ve Yahûdiler, Hristiyanlar, “Biz Allah'ın oğullarıyız ve O'nun sevgilileriyiz” dediler. De ki: “Madem öyle niçin günahlarınız sebebiyle O [Allah] size azap ediyor?” Bilakis, siz O'nun yaratıklarından birer beşersiniz. O dilediği kişiyi bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü de Allah'ındır. Dönüş de yalnızca O'nadır.

19. Ey Kitap Ehli! Elçilerin arasının kesildiği bir sırada; “Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi” demeyiniz diye, size tebyîn yapan [açıkça ortaya koyan] Elçimiz geldi. İşte kesinlikle müjdeleyici ve uyarıcı size geldi. Allah, her şeye en çok gücü yetendir.

Bu âyetlerde, Ehl-i Kitap uyarılmakta ve tevhide davet edilmektedir:

• “Allah, Meryem oğlu Mesih'in ta kendisidir” diyen kimseler kâfir olmuşlardır.

• Bu kâfirlere, “Allah, Meryem oğlu Mesih'i, anasını ve bütün yeryüzündekileri helâk etmek istese, O'na karşı kim bir şey yapabilir? Göklerin, yeryüzünün ve ikisi arasındakilerin mülkiyeti sadece Allah'a aittir. O, dilediğini yaratır. Ve Allah, her şeye en iyi güç yetirendir” denilmeli, böylece onlar Îsâ'da herhangi bir ilâhlık niteliği olmadığını öğrenmelidirler.

• Yahûdi ve Hristiyanlar, “Biz Allah'ın oğullarıyız ve O'nun sevgilileriyiz” demektedirler.

• Onlara, “Madem öyle niçin günahlarınız sebebiyle Allah size azap ediyor? Bilakis, siz O'nun yaratıklarından birer beşersiniz. O dilediği kişiyi bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü Allah'ındır. Dönüş de O'nadır” denilmeli, böylece düşünüp akıllarını başlarına almalarına yardımcı olunmalıdır.

Bakara, Âl-i İmrân ve Cum‘a sûresinde de Yahûdilerin, kendilerinin diğer insanlardan üstün olduklarını; Allah'ın dostları, sevgilileri olduklarını, âhiret yurdunun sadece kendilerine ait olduğunu ve ateşin sayılı günlerden başka kendilerine dokunmayacağını ileri sürdükleri bildirilmişti.

Bu uyarlardan sonra Kitap Ehli, “Ey Kitap Ehli! Elçilerin arasının kesildiği bir sırada, “Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi” demeyiniz diye, size tebyîn yapan [açıkça ortaya koyan] Elçimiz geldi. İşte kesinlikle müjdeleyici ve uyarıcı size geldi. Allah, her şeye en çok gücü yetendir” denilerek, hakk dine davet edilmektedirler.

19. âyette, Elçilerin arasının kesildiği bir sırada, “Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi” demeyiniz diye, size tebyîn yapan [açıkça ortaya koyan] Elçimiz geldi ifadesiyle Yahûdilere, “Rabbimiz! Sen bize peygamber yollamadın ki, doğru yolu bulabilelim” diye bir mazeret fırsatı verilmediği beyân edilmektedir. Malumdur ki Peygamberimizin gelişinden önceki şeriatlar tahrif edilmiş; bu sebeple de, hakk bâtıla, doğru yanlışa karışmıştı. Bu da, insanların hakkı bulamamaları hususunda bir mazeret teşkil etmişti.

Yahûdi ve Hristiyanların inançları da şöyle açıklanmaktadır:

Ve Yahûdiler, “Uzeyr Allah'ın oğludur” dediler. Hristiyanlar da, “Mesih Allah'ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözler olup, güya bununla, daha önce yaşayan inkârcıların sözlerini taklit ediyorlar. Allah, onlarla savaşmıştır. Nasıl da döndürülüyorlar! (Tevbe/30)

Sonra Firavun'a de ki: “Rabb şöyle diyor”: “İsrâîl Benim ilk oğlumdur. Sana, ‘Bırak oğlum gitsin, Bana tapsın’ dedim. Ama sen onu salıvermeyi reddettin. Bu yüzden senin ilk oğlunu öldüreceğim.”[8]

Ağlaya ağlaya gelecekler, Benden yardım dileyenleri geri getireceğim. Akarsular boyunca tökezlemeyecekleri düz bir yolda yürüteceğim onları. Çünkü ben İsrâîl'in babasıyım, Efrayim de ilk oğlumdur.[9]

Bu tarz ifadeler İncîllerde birçok yerde geçmektedir. Kur’ân bu yanlışları düzeltmektedir:

Andolsun “Allah, Meryem oğlu Mesih'in kendisidir” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Hâlbuki Mesih, “Ey İsrâîloğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz Allah'a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah'a ortak koşarsa kesinlikle Allah ona cenneti haram eder, onun barınağı da ateş'tir. Ve zâlimler için yardımcılardan kimse yoktur” demişti. Andolsun “Allah, üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâh'tan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfir olan kimselere acı veren bir azap dokunacaktır. Hâlâ onlar, Allah'a tevbe etmez ve O'ndan af dilemezler mi? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Meryem'in oğlu Mesih, sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Anası da dosdoğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak onlara âyetleri nasıl açığa koyuyoruz. Sonra yine bak, onlar nasıl döndürülüyorlar! (Mâide/72-75)

20-21. Ve hani Mûsâ kavmine, “Ey kavmim! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani O [Allah], içinizden peygamberler kıldı. Sizi de hükümdarlar kıldı. Ve âlemlerden hiçbir kimseye vermediğini size verdi. Ey kavmim! Allah'ın size yazdığı mukaddes [temizlenmiş] toprağa girin, geriye dönmeyin, yoksa kayba uğrayanlar olarak dönersiniz” dedi.

22. Onlar, “Ey Mûsâ! Şüphesiz orada zorba bir toplum var. Onlar oradan çıkmadıkça da biz oraya asla girmeyiz. Şâyet onlar, oradan çıkarlarsa, şüphesiz biz de artık girenleriz” dediler.

23. Korkanlardan ve Allah'ın kendilerine nimet verdiği iki adam dedi ki: “Onların üzerlerine kapıdan girin. İşte, oradan girerseniz şüphesiz siz, gâlip olanlarsınız. Eğer inanıyorsanız da artık yalnızca Allah'a tevekkül edin.”

24. Onlar [Mûsâ'nın kavmi], “Ey Mûsâ! Şüphesiz biz, onlar orada olduğu sürece biz oraya asla girmeyiz. Artık sen ve Rabbin gidin de savaşın. Şüphesiz biz burada oturanlarız” dediler.

25. O [Mûsâ], “Rabbim! Ben, kendimle kardeşimden başkasına mâlik değilim [söz geçiremiyorum]. Artık bizimle bu fâsıklar toplumunun arasını ayır” dedi.

26. O [Allah] dedi ki: “Artık o [mukaddes arz] onlara kırk sene haram kılınmıştır. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. O nedenle sen o fâsık toplum için tasalanma!”

Bu âyet grubunda, İsrâîloğulları'nın Allah'ın kendilerine gönderdiği elçiye karşı yakışıksız tavırları nakledilip inananların Allah Elçisi'ne karşı yanlış tavır almamaları hususunda uyarılar yapılmakta ve aynı sahnelerin yine yaşanabileceğine işaret edilmektedir.

Mûsâ’nın, “Rabbim! Ben, kendimle kardeşimden başkasına mâlik değilim [söz geçiremiyorum]. Artık bizimle bu fâsıklar toplumunun arasını ayır” şeklindeki niyazına karşı Allah, “Artık o [mukaddes arz] onlara kırk sene haram kılınmıştır. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. O nedenle sen o fâsık toplum için tasalanma!” diye Mûsâ'yı teselli etmektedir:

Ve hani bir zamanlar siz, “Ey Mûsâ! Biz tek yemeğe asla sabredemeyiz, artık bizim için Rabbine dua et de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, acurundan, sarmısağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın” demiştiniz. O [Mûsâ] da size, “O üstün olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya/Mısır'a inin, o vakit istediğiniz şeyler sizin olacaktır” demişti. Ve üzerlerine zillet ve meskenet damgalandı ve nihâyet Allah'tan bir gazaba uğradılar. İşte bu, Allah'ın âyetlerini inkâr etmiş olmaları, peygamberleri hakksız yere öldürmüş olmaları nedeniyledir. İşte bu, isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri nedeniyledir. (Bakara/61)

Burada işaret edilen olayların detayı Kitab-ı Mukaddes'te de yer alır:

Rabb Mûsâ'ya, “İsrâîl halkına vereceğim Kenan ülkesini araştırmak için bazı adamlar gönder” dedi, “ataların her oymağından bir önder gönder.” Mûsâ Rabbin buyruğu uyarınca Paran Çölü'nden adamları gönderdi. Hepsi İsrâîl halkının önderlerindendi. Adları şöyleydi: Ruben oymağından Zakkur oğlu Şammua, Şimon oymağından Hori oğlu Şafat, Yahuda oymağından Yefunne oğlu Kalev, İssakar oymağından Yûsuf oğlu Yigal, Efrayim oymağından Nun oğlu Hoşea, Benyamin oymağından Rafu oğlu Palti, Zevulun oymağından Sodi oğlu Gaddiel, Yûsuf oymağından-Manaşşe oymağından Susi oğlu Gaddi, Dan oymağından Gemalli oğlu Ammiel, Aşer oymağından Mikael oğlu Setur, Naftali oymağından Vofsi oğlu Nahbi, Gad oymağından Maki oğlu Geuel. Ülkeyi araştırmak üzere Mûsâ'nın gönderdiği adamlar bunlardı. Mûsâ Nun oğlu Hoşea'ya Yeşu adını verdi. Mûsâ, Kenan ülkesini araştırmak üzere onları gönderirken, “Negev'e, dağlık bölgeye gidin” dedi, “nasıl bir ülke olduğunu, orada yaşayan halkın güçlü mü zayıf mı, çok mu az mı olduğunu öğrenin. Yaşadıkları ülke iyi mi kötü mü, kentleri nasıl: surlu mu değil mi anlayın. Toprak nasıl: verimli mi, kıraç mı? Çevre meyvelerden getirin.” Mevsim üzümün olgunlaşmaya başladığı zamandı. Böylece adamlar yola çıkıp ülkeyi Zin Çölü'nden Levo-Hamat'a doğru Rehov'a dek araştırdılar. Negev'den geçip Anakoğulları'ndan Ahiman, Şeşay ve Talmay'ın yaşadığı Hevron'a vardılar. (Hevron Mısır'daki Soan Kenti'nden yedi yıl önce kurulmuştu.) Eşkol Vâdisi'ne varınca, üzerinde bir salkım üzüm olan bir asma dalı kestiler. Adamlardan ikisi dalı bir sırıkta taşıdılar. Yanlarına nar, incir de aldılar. İsrâîlliler'in kestiği üzüm salkımından dolayı oraya Eşkol Vâdisi adı verildi. Kırk gün dolaştıktan sonra adamlar ülkeyi araştırmaktan döndüler. Paran Çölü'ndeki Kadeş'e, Mûsâ'yla Hârûn'un ve İsrâîl topluluğunun yanına geldiler. Onlara ve bütün topluluğa gördüklerini anlatıp ülkenin ürünlerini gösterdiler. Mûsâ'ya, “Bizi gönderdiğin ülkeye gittik” dediler, “gerçekten süt ve bal akıyor orada! İşte ülkenin ürünleri! Ancak orada yaşayan halk güçlü, kentler de surlu ve çok büyük. Orada Anak soyundan gelen insanları bile gördük. Amalekliler Negev'de; Hititler, Yevuslular ve Amorlular dağlık bölgede; Kenanlılar da denizin yanında ve Şeria Irmağı'nın kıyısında yaşıyor.” Kalev, Mûsâ'nın önünde halkı susturup, “Oraya gidip ülkeyi ele geçirelim. Kesinlikle buna yetecek gücümüz var” dedi. Ne var ki, kendisiyle oraya giden adamlar, “Bu halka saldıramayız, onlar bizden daha güçlü” dediler. Araştırdıkları ülke hakkında İsrâîlliler arasında kötü haber yayarak, “Boydan boya araştırdığımız ülke, içinde yaşayanları yiyip bitiren bir ülkedir” dediler, “üstelik orada gördüğümüz herkes uzun boyluydu. Nefiller'i, Nefiller'in soyundan gelen Anaklılar'ı gördük. Onların yanında kendimizi çekirge gibi hissettik, onlara da öyle göründük.”[10]

O gece bütün topluluk yüksek sesle bağrışıp ağladı. Bütün İsrâîl halkı Mûsâ'yla Hârûn'a söylendi. Onlara, “Keşke Mısır'da ya da bu çölde ölseydik!” dediler, “Rabb neden bizi bu ülkeye götürüyor? Kılıçtan geçirilelim diye mi? Karılarımız, çocuklarımız tutsak edilecek. Mısır'a dönmek bizim için daha iyi değil mi?” Sonra birbirlerine, “Kendimize bir önder seçip Mısır'a dönelim” dediler. Bunun üzerine Mûsâ'yla Hârûn İsrâîl topluluğunun önünde yüzüstü yere kapandılar. Ülkeyi araştıranlardan Nun oğlu Yeşu'yla Yefunne oğlu Kalev giysilerini yırttılar. Sonra bütün İsrâîl topluluğuna şöyle dediler: “İçinden geçip araştırdığımız ülke çok iyi bir ülkedir. Eğer Rabb bizden hoşnut kalırsa, süt ve bal akan o ülkeye bizi götürecek ve orayı bize verecektir. Ancak Rabbe karşı gelmeyin. Orada yaşayan halktan korkmayın. Onları ekmek yer gibi yiyip bitireceğiz. Koruyucuları onları bırakıp gitti. Ama Rabb bizimledir. Onlardan korkmayın!” Topluluk onları taşa tutmayı düşünürken, ansızın Rabbin görkemi Buluşma Çadırı'nda bütün İsrâîl halkına göründü. Rabb Mûsâ'ya şöyle dedi: “Ne zamana dek bu halk Bana saygısızlık edecek? Aralarında yaptığım bunca belirtiye karşın, ne zamana dek Bana iman etmeyecekler? Onları salgın hastalıkla cezalandıracağım, mirastan yoksun bırakacağım. Ama seni onlardan daha büyük, daha güçlü bir ulus kılacağım.” Mûsâ, “Mısırlılar bunu duyacak” diye karşılık verdi, “çünkü bu halkı gücünle onların arasından Sen çıkardın. Kenan topraklarında yaşayan halka bunu anlatacaklar. Yâ Rabb! Bu halkın arasında olduğunu, onlarla yüz yüze görüştüğünü, bulutunun onların üzerinde durduğunu, gündüz bulut sütunu, gece ateş sütunu içinde onlara yol gösterdiğini duymuşlar. Eğer bu halkı bir insanmış gibi yok edersen, Senin ününü duymuş olan bu uluslar, ‘Rabb and içerek söz verdiği ülkeye bu halkı götüremediği için onları çölde yok etti’ diyecekler. Şimdi gücünü göster, yâ Rabb. Demiştin ki: ‘Rabb tez öfkelenmez, sevgisi engindir, suçu ve başkaldırıyı bağışlar. Ancak suçluyu cezasız bırakmaz; babaların suçunun hesabını üçüncü, dördüncü kuşak çocuklarından sorar.’ Mısır'dan çıkışlarından bugüne dek bu halkı nasıl bağışladıysan, büyük sevgin uyarınca onların suçunu bağışla.” Rabb, “Dileğin üzerine onları bağışladım” diye yanıtladı, “ne var ki, varlığım ve yeryüzünü dolduran yüceliğim adına and içerim ki, yüceliğimi, Mısır'da ve çölde yaptığım belirtileri görüp de Beni on kez sınayan, sözümü dinlemeyen bu kişilerden hiç biri atalarına and içerek söz verdiğim ülkeyi görmeyecek. Beni küçümseyenlerden hiç biri orayı görmeyecek. Ama kulum Kalev'de başka bir rûh var, o bütün yüreğiyle ardımca yürüdü. Araştırmak için gittiği ülkeye onu götüreceğim, onun soyu orayı miras alacak. Amaleklilerle Kenanlılar ovada yaşıyorlar. Siz yarın geri dönün, Kızıldeniz yolundan çöle gidin.” Rabb Mûsâ'yla Hârûn'a da, “Bu kötü topluluk ne zamana dek Bana söylenecek?” dedi, “Bana söylenen İsrâîl halkının yakınmalarını duydum. Onlara Rabb şöyle diyor de: ‘Varlığım adına and içerim ki, söylediklerinizin aynısını size yapacağım: Cesetleriniz bu çöle serilecek. Bana söylenen, yirmi ve daha yukarı yaşta sayılan herkes çölde ölecek. Sizi yerleştireceğime and içtiğim ülkeye Yefunne oğlu Kalev'le Nun oğlu Yeşu'dan başkası girmeyecek. Ama tutsak edilecek dediğiniz çocuklarınızı oraya, sizin reddettiğiniz ülkeye götüreceğim; orayı tanıyacaklar. Size gelince, cesetleriniz bu çöle serilecek. Çocuklarınız, hepiniz ölünceye dek kırk yıl çölde çobanlık edecek ve sizin sadakatsizliğiniz yüzünden sıkıntı çekecekler. Ülkeyi araştırdığınız günler kadar –kırk gün, her gün için bir yıldan kırk yıl– suçunuzun cezasını çekeceksiniz. Sizden yüz çevirdiğimi bileceksiniz! Ben Rabb söyledim; Bana karşı toplanan bu kötü topluluğa bunları gerçekten yapacağım. Bu çölde yıkıma uğrayacak, burada ölecekler.’” Mûsâ'nın ülkeyi araştırmak üzere gönderdiği adamlar geri dönüp ülke hakkında kötü haber yayarak bütün topluluğun Rabbe söylenmesine neden oldular. Ülke hakkında kötü haber yayan bu adamlar Rabbin önünde ölümcül hastalıktan öldüler. Ülkeyi araştırmak üzere gidenlerden yalnız Nun oğlu Yeşu'yla Yefunne oğlu Kalev sağ kaldı. Mûsâ bu sözleri İsrâîl halkına bildirince, halk yasa büründü. Sabah erkenden kalkıp dağın tepesine çıktılar. “Günah işledik” dediler, “ama Rabbin söz verdiği yere çıkmaya hazırız.” Bunun üzerine Mûsâ, “Neden Rabbin buyruğuna karşı geliyorsunuz?” dedi, “Bunu başaramazsınız. Savaşa gitmeyin, çünkü Rabb sizinle olmayacak. Düşmanlarınızın önünde yenilgiye uğrayacaksınız. Amaleklilerle Kenanlılar sizinle orada karşılaşacak ve sizi kılıçtan geçirecekler. Çünkü Rabbin ardınca gitmekten vazgeçtiniz. Rabb de sizinle olmayacak.” Öyleyken, kendilerine güvenerek dağlık bölgenin tepesine çıktılar. Rabbin Antlaşma Sandığı da Mûsâ da ordugahta kaldı. Dağlık bölgede yaşayan Amalekliler ile Kenanlılar üzerlerine saldırdılar, Horma Kenti'ne dek onları kovalayıp bozguna uğrattılar.[11]

20. âyetteki, Ve âlemlerden hiçbir kimseye vermediğini size verdi ifadesiyle, o devirde yaşayan hiçbir topluma verilmeyen nimetlerin İsrâîloğulları'na verilmesi” kastedilmiştir. Bu nimetler ise şu âyetlerde beyân edilmiştir:

Biz ise istiyoruz ki, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları mirasçılar yapalım. Ve onları yeryüzünde sağlamca yerleştirelim, Firavun, Haman ve bu ikisinin askerlerine, onlardan çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim. (Kasas/5-6)

Ve andolsun Mûsâ'ya, “Yetişilmekten korkmayarak ve haşyet duymadan kullarımı geceleyin yürüt de onlara denizde kuru bir yol aç!” diye vahyettik. (Tâ-Hâ/77)

Ey İsrâîloğulları! Sizleri düşmanınızdan kurtardık ve dağın sağ yanında size söz verdik/dağın sağ yanını size buluşma yeri olarak belirledik. Üzerinize de kudret helvası ve bıldırcın/bal indirdik. –Sizi rızıklandırdığımız şeylerin temizlerinden yiyin ve bunda aşırı gitmeyin, sonra üzerinize gazabım iner. Kimin üzerine de gazabım inerse, muhakkak o iner [düşer, mahvolur]. Ve şüphe yok ki Ben, tevbe eden, iman edip sâlihi işleyen, sonra da hakk yolu bulan kimse için çok bağışlayıcıyım.– (Tâ-Hâ/80)

Ve andolsun ki, Mûsâ'yı, “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar, onlara Allah'ın günleri ile öğüt ver” diye âyetlerimizle elçi gönderdik. Şüphe yok ki bunda çok sabreden ve çok şükreden herkes için nice âyetler vardır. (İbrâhîm/5)

27-29. Onlara iki Âdemoğlu'nun haberini de hakkıyla oku. Hani her ikisi birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. O, “Seni kesinlikle öldüreceğim” dedi. O [diğeri], “Allah, yalnız takvâlı davrananlardan kabul eder. Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da, ben elimi seni öldürmek için uzatacak değilim. Şüphesiz ben âlemlerin Rabbi Allah'tan korkarım. Şüphesiz ben isterim ki sen, benim günahım ve kendi günahını yüklenip de ateş'in ashâbından olasın! Zâlimlerin de cezası budur” dedi.

30. Bunun üzerine onun [kurbanı kabul edilmeyenin] nefsi kendisine, kardeşini öldürmeyi kolay gösterdi sonra da onu öldürdü. Kendisi de zarara uğrayanlardan oluverdi.

31. Sonra Allah hemen ona kardeşinin kötülüklerini [cesedini] nasıl gömeceğini göstermek için toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. O, “Yazıklar olsun bana, şu karga gibi olup da kardeşimin kötülüklerini [kardeşimin cesedini] gömmekten âciz mi oldum?” dedi. Sonra da pişman olanlardan oldu.

32. İşte bunun için Biz, İsrâîloğulları'na, “Şüphesiz her kim bir zat veya yeryüzünde bozgunculuk karşılığı olmadan bir zatı öldürürse artık bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir zatın yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur” yazdık [farz kıldık]. Ve kesinlikle onlara elçilerimiz açık deliller ile geldiler. Sonra da şüphesiz onların bir çoğu, kesinlikle yeryüzünde aşırı davranan kimselerdir.

Bu âyetlerde, geçmişten örneklerle Rasûlullah'ın muhatabı olan Kitap Ehli ve onların şahsında da insanlık uyarılmaktadır.

Bu âyetler, Kitab-ı Mukaddes'teki şu kıssaya endekslenerek yanlış anlaşılmıştır:

Âdem karısı Havva ile yattı. Havva hamile kaldı ve Kayin'i doğurdu. “Rabbin yardımıyla bir oğul dünyaya getirdim” dedi. Daha sonra Kayin'in kardeşi Hâbil'i doğurdu. Hâbil çoban oldu, Kayin ise çiftçi. Günler geçti. Bir gün Kayin toprağın ürünlerinden Rabbe sunu getirdi. Hâbil de sürüsünde ilk doğan hayvanlardan bazılarını, özellikle de yağlarını getirdi. Rabb Hâbil'i ve sunusunu kabul etti. Kayin'i ve sunusunu ise reddetti. Kayin çok öfkelendi, suratını astı. Rabb Kayin'e, “Niçin öfkelendin?” diye sordu, “Niçin surat astın? Doğru olanı yapsan, seni kabul etmez miyim? Ancak doğru olanı yapmazsan, günah kapıda pusuya yatmış, seni bekliyor. Ona egemen olmalısın.” Kayin kardeşi Hâbil'e, “Haydi, tarlaya gidelim” dedi. Tarlada birlikteyken Kayin kardeşine saldırıp onu öldürdü. Rabb Kayin'e, “Kardeşin Hâbil nerede?” diye sordu. Kayin, “Bilmiyorum, kardeşimin bekçisi miyim ben?” diye karşılık verdi. Rabb, “Ne yaptın?” dedi, “Kardeşinin kanı topraktan Bana sesleniyor. Artık döktüğün kardeş kanını içmek için ağzını açan toprağın laneti altındasın. İşlediğin toprak bundan böyle sana ürün vermeyecek. Yeryüzünde aylak aylak dolaşacaksın.” Kayin, “Cezam kaldıramayacağım kadar ağır” diye karşılık verdi, “bugün beni bu topraklardan kovdun. Artık huzurundan uzak kalacağım. Yeryüzünde aylak aylak dolaşacağım. Beni kim bulsa öldürecek.” Bunun üzerine Rabb, “Kim seni öldürürse, ondan yedi kez öç alınacaktır” dedi. Kimse Kayin'i bulup öldürmesin diye onun üzerine bir nişan koydu. Kayin Rabbin huzurundan ayrıldı. Aden bahçesinin doğusunda, Nod topraklarına yerleşti.[12]

Yüce Allah'ın, Sonra Allah ona... yeri eşeleyen bir karga gönderdi buyruğu ile ilgili olarak Mücâhid şöyle demiştir: “Allah iki karga gönderdi. Bunlar birbirleriyle kavga ettiler. Sonunda biri diğerini öldürdü, sonra da yeri eşeleyerek bir çukur kazıp onu gömdü. Hz. Âdem'in bu oğlu, ilk öldürülen kişi olmuştu.”

Yine şöyle denilmiştir: “Karga yeri, yiyeceğini ihtiyaç duyacağı zamana kadar gizlemek üzere eşelemişti. Çünkü böyle yapmak kargaların âdetlerindendir. Kâbil de bunu görünce kardeşini nasıl saklayıp gömeceğini anlamış oldu.”

Rivâyet olunduğuna göre Kâbil, Hâbil'i öldürdükten sonra onu bir çuvala koymuş ve omuzunda yüz yıl süreyle durmaksızın taşıyıp yol almıştır. Bunu Mücâhid söylemiştir. İbnu'l-Kâsım ise Mâlik'ten bir sene taşıdığını rivâyet etmektedir. İbn Abbâs da böyle demiştir. Onun, kardeşinin cesedini kokuncaya kadar taşıdığı da söylenmiştir. O, –önceden de geçtiği üzere– bu hususta kargaya uyuncaya kadar ona ne yapacağım bilemiyordu.[13]

Mâide/27'nin iyi anlaşılabilmesi için Mâide/32-34'ün bir bütünlük içerisinde ele alınması gerekir. Konunun tamamı ele alınmadan, konu içindeki bir âyetten hüküm çıkarılmaya çalışılması olumlu netice vermez. Ne yazık ki genellikle böyle yapılmıştır. Konunun tümünü ele aldıktan sonra, şimdi 27. âyetin tahlilini yapalım: Onlara iki Âdemoğlu'nun haberini de hakkıyla oku...

Âyette geçen ibney Âdeme tamlaması, neredeyse bütün meal ve tefsirlerde “Âdemin iki oğlu” (belirtili isim tamlaması) şeklinde anlaşılmıştır. Hâlbuki, 12. âyetten 34. âyete kadar İsrâîloğulları'ndan bahsedildiğine; ve 15 âyette, İsrâîloğulları'nın ilâhî vahiyler hakkındaki olumsuz tavırlarına dikkat çekilip sonra, “Onlara gerçeği oku” denilerek İsrâîloğulları muhatap alındığına göre bu iki kişinin Âdem'in iki oğlu değil, İsrâîloğulları'nın tanıyıp bildikleri, ama gizledikleri iki kişi olması gerekir. Bu durumda, ibney Âdeme tamlamasının, belirtisiz isim tamlaması olarak “herhangi iki Âdem oğlu” şeklinde anlaşılması gerekir. Âyette, bilgin ve takvâ sahibi olan bir kişi ile câhil, zâlim ve kıskanç bir kişinin karakterleri ortaya konduğuna ve kimlikleri dikkate alınmadığına göre bu anlam daha uygundur.

Kur’ân'da 7 yerde [A‘râf/26, 27, 31, 35, 272; İsrâ/70 ve Yâ-Sîn/60] geçen benî Âdem [Âdemoğulları] ifadesinin, “Âdem'in oğulları, Âdem'in üç oğlu, dört oğlu…” anlamında olmayıp, “insanlar, insan soyu” anlamında olduğu gibi, ibney Âdeme tamlaması da, “iki Âdem oğlu” anlamındadır.

Kurban ise, Allah'a yaklaşmak amacıyla yapılan secde, salât, salâtı ikâme, cihad, yetimin ikramı, sâlihâtı işleme, işsize iş verme vs. gibi her türlü güzel davranışın adı olmasına rağmen, anlamı daraltılarak sadece “Allah'a yaklaşabilmek için kesilen hayvan olarak” anlaşılmıştır. Kurban, sadece hayvan kesmek demek olmayıp Allah'a yaklaşmak için yapılan her türlü davranış olduğuna göre, bu iki insanın [iki Âdem oğlunun], hakklılık ya da hakksızlıklarının Allah tarafından bildirilmesi isteğiyle ne yaptıklarını, isteklerine cevap alıp almadıklarını araştıralım:

Sana bilgiden geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışırsa hemen, “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da lanetleşelim de Allah'ın lanetini yalancılar üzerine kılalım” de. (Âl-i İmrân/61)

Ve kullarım, sana Benden sordukları zaman; biliniz ki şüphesiz Ben çok yakınımdır. Bana yakarınca, yakaranın yakarışına cevap veririm. O hâlde reşit olmaları için, onlar da Bana karşılık versinler ve Bana inansınlar. (Bakara/186)

Ve sizin Rabbiniz, “Bana yalvarın, dua edin ki size karşılık vereyim. Şüphesiz Bana ibâdet etmekten büyüklenen kimseler yakında horlanmış olarak cehenneme gireceklerdir” dedi. (Mü’min/60)

Ve eğer Kitap Ehli iman etmiş ve takvâ sahibi olsalardı, kesinlikle onların kötülüklerini örter ve kesinlikle nimeti bol olan cennetlere koyardık. Ve hiç kuşkusuz eğer onlar Tevrât'ı, İncîl'i, ve kendilerine Rabb'lerinden indirileni [Kur’ân'ı] ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından [her yönden] yiyeceklerdi [besleneceklerdi]. Onlardan bir kısmı orta yol tutan [bazısına inanıp bazısına inanmayarak orta yol tutan] bir ümmettir. Ve onlardan çoğunun yapmakta oldukları ne kötüdür! (Mâide/65-66)

Bu âyetlerden anlaşıldığına göre iyilik ya da kötülük için Allah'a baş vurulduğunda, olumlu-olumsuz karşılık alınmaktadır. İşte bu iki insanın yaptıkları da bundan ibarettir. Bu niyetle yapabilecekleri şey ise, her türlü ihlaslı ve takvâlı amel olabilir, sadece hayvan kesmiş olmaları gerekmez.

Bu âyetleri, “Âdem'in iki oğlu [Hâbil ile Kâbil] kız yüzünden kavga ettiler. Bunun üzerine kurban kestiler, kurbanı kabul olan kızı alacaktı vs.” gibi Yahûdi masallarıyla açıklamak ve kurbanın, Âdem şeriatından beri var olduğuna bu âyetleri delil göstermek çok yanlıştır.

Âyetteki, Allah, yalnız takvâlı davrananlardan kabul eder ifadesiyle, mağdur kişinin diğerini ilâhî ilkeler doğrultusunda uyardığı görülmektedir. Kısaca kıskanç olana, “Senin kurbanının kabul edilmemesi benim suçum değildir; takvâ sahibi olmadığından kurbanın kabul edilmiyor. Bu yüzden beni öldürmeye çalışmak yerine, takvâlı olmaya çalış” diyor.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla