Konu: Maide Suresi
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 9. August 2010, 12:05 AM   #5
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

Ey Peygamber! Seni kederlendirmesin âyetinin nüzûl sebebiyle ilgili olarak üç görüş vardır:

Denildiğine göre bu âyet-i kerîme, Kurayza ve Nadîroğulları hakkında inmiştir. Kurayzalı birisi, Nadîroğulları'ndan birisini öldürdü. Nadîroğulları, Kurayzalılardan birisini öldürdükleri vakit kısas uygulamalarına fırsat vermezlerdi. İleride açıklanacağı üzere onlara [Kurayzalılara] sadece diyet vermekle yetinirlerdi. Bunun üzerine Peygamber'in (s.a) hakemliğine başvurdular. Hz. Peygamber, Kurayzalı ile Nadîroğulları'na mensup iki kişi arasında eşitlik sağlanması gerektiği hükmünü verdi. Bu ise, Nadîroğulları'nın hoşuna gitmedi ve kabul etmediler.

Bir diğer görüşe göre bu âyet-t kerîme, Peygamber'in (s.a) Ebû Lubâbe'yi Kurayzaoğulları'na gönderip kendilerine uygulanacak cezanın boğazlarının kesilmesi olduğuna işaret etmesi dolayısıyla Ebû Lubâbe hakkında inmiştir.

Bir diğer görüşe göre bu âyet-i kerîme, Yahûdi erkek ve kadının zinâsı ile recim olayı hakkında nâzil olmuştur. Bu, konu ile ilgili görüşlerin en sahih olanıdır. Bunu, hadis imamları, Mâlik, Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Ebû Dâvûd rivâyet etmişlerdir.

Ebû Dâvud'un, Câbir b. Abdullah'tan rivâyetine göre, Peygamber (s.a) onlara [Yahûdilere], “Aranızdan en bilgili iki kişiyi yanıma getirin” demiş, bunun üzerine onlar da Sûriyâ adındaki birinin iki oğlunu getirmişlerdi. Hz. Peygamber onlara yüce Allah adına yemin verdirerek sordu:

— Bu iki kişinin durumunu Tevrât'ta nasıl bulmaktasınız?

Şöyle cevap verdiler:

— Bizim Tevrât'ta bulduğumuz şudur: Dört kişi erkeğin organını kadının fercinde sürmedanlıktaki mil gibi görecek olurlarsa ikisi de recm olunurlar.

Hz. Peygamber sordu:

— Peki, sizi bunları recmetmekten alıkoyan nedir?

Şöyle cevap verdiler:

— Otoritemiz elden gitti, o bakımdan biz de öldürmekten hoşlanmadık.

Peygamber (s.a) şâhitleri çağırdı. Şâhitler gelip, erkeğin organının kadının fercinde sürmedanlıktaki mil gibi gördüklerine dair şâhitlik ettiler. Peygamber (s.a), ikisinin de recm edilmesi emrini verdi.

Buhârî ile Müslim'in dışındaki eserlerde de eş-Şa‘bî'den, Câbir b. Abdullah'tan nakledilerek Câbir'in şöyle dediği kaydedilmektedir: Fedeklilerden bir erkek zinâ etti. Bunun üzerine Fedekliler, Medîne'de bulunan bazı Yahûdilerden, Muhammed'e bu hususu sormalarını; celde vurmayı emrederse kabul etmelerini, recmedilmelerini emrederse kabul etmemelerini istediler. Durumu Hz. Peygamber'e sordular, o da İbn Sûriyâ'yı çağırdı. Aralarında en bilgin kişi oydu. Bir gözü de görmüyordu. Rasûlullah (s.a) ona şöyle sordu: “Sana Allah adına yemin verdiriyorum. Kitabınızda zinâ edenin cezasını ne şekilde buluyorsunuz?” İbn Sûriyâ o'na şöyle dedi: “Allah adına bana and verdirdiğine göre, şunu söyleyeyim: Biz Tevrât'ta, bakmanın bir zinâ, kucaklaşmanın bir zinâ, öpmenin bir zinâ olduğunu görüyoruz. Eğer dört kişi erkeğin organını kadının fercinde sürmedanlıktaki mil gibi gördüklerine dair şâhitlik edecek olurlarsa, o takdirde (erkeği) recmetmek icap eder. Bunun üzerine Peygamber (s.a), “İşte bu böyledir” buyurdu.

Müslim'in Sahîh'inde de el-Berâ b. Âzib'den şöyle dediği nakledilmektedir: Peygamber'in (s.a) yanına yüzü kömürle karartılmış bir Yahûdi getirildi. Hz. Peygamber Yahûdileri çağırıp şöyle dedi: “Sizler Kitabınızda zinâ edenin cezasının böyle olduğunu mu görüyorsunuz?” Onlar, “Evet” deyince, Hz. Peygamber ilim adamlarından birisini çağırdı ve şöyle buyurdu: “Tevrât'ı Mûsâ'ya indiren Allah adına bana söyle. Kitabınızda zinâ edenin haddini böyle mi buluyorsunuz?” Kişi, “Hayır” dedi, “eğer bu şekilde bana yemin verdirmeseydin sana bildirmeyecektim. Biz, cezanın recm olduğunu görüyoruz. Fakat zinâ, soylularımız arasında çoğaldı O bakımdan soylu bir kimseyi yakaladık mı, onu bırakırdık. Zayıf birisini yakaladık mı, ona had uygulardık. Bu sefer şöyle dedik: ‘Gelin ortaklaşa bir ceza tesbit edelim ve bunu, soyluya da böyle olmayana da uygulayalım.’ Sonunda recm yerine yüzü kömürle karartmayı ve sopa vurmayı tesbit ettik.” Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: “Allahım! Kendilerinin öldürdükleri bir zamanda Senin emrini ihya eden ilk kişi ben oluyorum” dedi ve recm edilmesini emretti. Bunun üzerine yüce Allah da, Ey Peygamber! Küfür içinde koşuşup duranlar seni kederlendirmesin buyruğunu, Eğer size şu verilirse onu alın (yani, diyorlar ki: “Muhammed'e gidin. Eğer o size yüze kömür çalmayı ve sopa vurmayı emrederse onu kabul edin. Şâyet size recm cezası uygulanması fetvasını verirse, ondan sakının”) buyruğuna kadar indirdi. Bunun üzerine şanı yüce Allah, Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir (Mâide/44); Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir (Mâide/45); Kim Allah'ın, indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir (Mâide/47) âyetlerini indirdi.[18]

Kitab-ı Mukaddes'teki hükümler ise şöyledir:

Bir adam bir kadın alır, yattıktan sonra ondan hoşlanmazsa, ona suç yükler, adını kötüler, “Bu kadınla evlendim, ama onunla yatınca erden olmadığını gördüm” derse, kadının annesiyle babası kızlarının erden olduğuna ilişkin kanıtı alıp kapıda görevli kent ileri gelenlerine getirecekler. Kadının babası ileri gelenlere, “Kızımı bu adamla evlendirdim, ama o kızımdan hoşlanmıyor” diyecek, “şimdi kızımı suçluyor, onun erden olmadığını söylüyor. İşte kızımın erden olduğunun kanıtı!” Sonra anne-baba kızlarının erden olduğunu kanıtlayan yatak çarşafını ileri gelenlerin önüne serip gösterecekler. Kent ileri gelenleri de adamı cezalandıracaklar. Ceza olarak ondan 100 gümüş alıp kadının babasına verecekler. Çünkü adam İsrâîlli bir erden kızın adını kötülemiştir. Kadın adamın karısı kalacak ve adam yaşamı boyunca onu boşayamayacaktır. Ancak bu sav doğruysa, kızın erden olduğuna ilişkin bir kanıt bulunamazsa, kızı baba evinin kapısına çıkaracaklar. Kent halkı taşlayarak kızı öldürecek. Babasının evindeyken fuhuş yapmakla İsrâîl'de iğrençlik yapmıştır. Aranızdaki kötülüğü içinizden atacaksınız. Eğer bir adam başka birinin karısıyla yatarken yakalanırsa, hem kadınla yatan adam, hem kadın, ikisi de öldürülecek. İsrâîl'den kötülüğü atacaksınız. Eğer bir adam kentte başka biriyle nişanlı erden bir kızla karşılaşır ve onunla yatarsa, ikisini de kentin kapısına götürecek, taşlayarak öldüreceksiniz. Çünkü kız kentte olduğu hâlde yardım istemek için bağırmadı; adam da komşusunun karısıyla ilişki kurdu. Aranızdaki kötülüğü içinizden atacaksınız. Eğer bir adam kırda nişanlı bir kızla karşılaşır, onu yakalayıp tecavüz ederse, yalnız tecavüz eden adam öldürülecek. Kıza hiçbir şey yapmayacaksınız. Çünkü kızın ölümü hakk edecek bir günahı yoktur. Bu, komşusuna saldırıp onu öldüren adamın davasına benzer. Adam kızı kırda gördüğünde nişanlı kız bağırmışsa da onu kurtaran olmamıştır. Eğer bir adam nişanlı olmayan erden bir kızla karşılaşır, tutup onunla yatarsa ve bu ortaya çıkarsa, kızla yatan adam kızın babasına 50 gümüş verecek. Kıza tecavüz ettiği için onu karı olarak alacak ve yaşamı boyunca onu boşayamayacaktır. Kimse babasının karısını almayacak, babasının evlilik yatağına leke sürmeyecektir.[19]

Kim birini vurup öldürürse, kendisi de kesinlikle öldürülecektir. Ama olayda kasıt yoksa, ona ben izin vermişsem, size adamın kaçacağı yeri bildireceğim. Eğer bir adam komşusuna düzen kurar, kasıtlı olarak saldırıp onu öldürürse, sunağıma bile kaçmış olsa, onu çıkarıp öldüreceksiniz. Kim annesini ya da babasını döverse, kesinlikle öldürülecektir. Kim adam kaçırırsa, onu ister satmış olsun, ister elinde tutsun, kesinlikle öldürülecektir. Annesine ya da babasına lanet eden kesinlikle öldürülecektir. Kavga çıkar, bir adam komşusuna taşla ya da yumrukla vurur, vurulan adam ölmeyip yatağa düşer, sonra kalkıp değnekle dışarıda gezebilirse, vuran adam suçsuz sayılacaktır. Yalnız yaralının kaybettiği zamanın karşılığını ödeyecek ve tamamen iyileşmesini sağlayacaktır. Bir adam erkek ya da kadın kölesini değnekle döverken öldürürse, kesinlikle cezalandırılacaktır. Ama köle hemen ölmez, bir iki gün sonra ölürse, köle sahibi ceza görmeyecektir. Çünkü köle onun malı sayılır. İki kişi kavga ederken gebe bir kadına çarpar, kadın erken doğum yapar ama başka bir zarar görmezse, saldırgan, kadının kocasının istediği ve yargıçların onayladığı miktarda para cezasına çarptırılacaktır. Ama başka bir zarar varsa, cana karşılık can, göze karşılık göz, dişe karşılık diş, ele karşılık el, ayağa karşılık ayak, yanığa karşılık yanık, yaraya karşılık yara, bereye karşılık bere ödenecektir. Bir adam erkek ya da kadın kölesini gözüne vurarak kör ederse, gözüne karşılık onu özgür bırakacaktır. Eğer erkek ya da kadın kölesinin dişini kırarsa, dişine karşılık onu özgür bırakacaktır.[20]

46. Ve Biz onların [o peygamberlerin] izleri üzerine, yanlarındaki Tevrât'tan iki eli arasındakileri [sadece içinde konu edilenleri] doğrulayıcı olarak Meryem oğlu Îsâ'nın gelmesini sağladık. Ve o'na Tevrât'tan iki eli arasındakileri doğrulamak, muttakilere yol gösterme ve öğüt olmak üzere içinde yol gösterme olan İncîl'i verdik.

47. İncîl ehli de Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, artık işte onlar fâsıkların ta kendileridir.

48. Sana da Kitap'tan [Tevrât'ın bir bölümünden] kendisinin iki eli arasındakileri [sadece içinde konu edilenleri] doğrulayan ve onları kollayıp koruyan olarak hakk ile Kitab'ı [Kur’ân'ı] indirdik. Öyleyse onların aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen hakktan saparak onların arzu ve heveslerine uyma. Ve Biz, sizden hepiniz için bir şeriat ve yol kıldık. Ve eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, fakat size verdiklerinde sizi belâlandırmak [denemek] için (böyle yapmadı). Öyleyse iyiliklere yarışın. Hepinizin dönüşü yalnızca Allah'adır. Sonra O, kendisi hakkında ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.

49. Sen yine aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet, onların hevâlarına uyma. Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından seni fitnelendirmelerinden [vaz geçirmelerinden] sakın. Artık sırt çevirirlerse, artık bil ki şüphesiz Allah, bir kısım günahları sebebiyle onları musibete uğratmak istiyor. Ve şüphesiz insanlardan pek çoğu kesinlikle fâsık kimselerdir.

50. Yoksa câhiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesinlikle bilen bir toplum için, hüküm yönünden Allah'tan daha güzel kim olabilir?

Bu paragrafta, Mûsâ'dan sonra İsrâîloğulları'ndaki gelişmeler; Hristiyanların ilâhî ilkelere karşı takındıkları tavırlar nakledilerek mü’minler uyarılmaktadır:

• Allah o peygamberlerin izleri üzerine, Tevrât'ın tahrif edilen yerlerini yeniden ortaya koymak, tahrif edilmemiş bölümlerini de hayata geçirmek için Meryem oğlu Îsâ'yı peygamber olarak göndermiş ve o'na Tevrât'tan iki eli arasındakileri doğrulamak, muttakilere yol gösterme ve öğüt olmak üzere içinde yol gösterme olan İncîl'i vermiştir.

• İncîl ehli de Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetmelidirler. Kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, artık işte onlar fâsıkların ta kendileridir.

• Bunlardan sonra da Muhammed'e, Tevrât'ın tahrif edilen kısımlarını ortaya koymak, tahrif edilmemiş bölümlerini de yaşama geçirmek için Kur’ân indirilmiştir. Öyleyse Rasûl onların aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmetmeli; hakktan saparak onların arzu ve heveslerine uymamalıdır:

Hiç şüphesiz ki, bu Kur’ân İsrâîloğulları'na, hakkında ayrılığa düştükleri şeylerin bir çoğunu aktarıp anlatmaktadır. Ve hiç şüphesiz gerçekten o [Kur’ân], kesinlikle mü’minler için bir kılavuz ve bir rahmettir. (Neml/76-77)

• Allah tüm toplumlar için bir şeriat ve yol kılmıştır. Eğer Allah dileseydi insanları tek bir ümmet yapardı, fakat sizi denemek için böyle yapmadı.

• İnananlar iyiliklerde yarışmalıdır. Herkes Allah'a dönecek, O da, hakkında ihtilafa düşülen şeyleri haber verecektir.

• Elçi, aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmetmelidir, onların hevâlarına uymamalıdır. Allah'ın Elçiye indirdiğinin bir kısmından kendisini vaz geçirmelerinden sakınmalı, tedbirli olmalıdır.

• Bunlara rağmen sırt çevirirlerse, artık Allah'ın, bir kısım günahları sebebiyle onları musibete uğratması kaçınılmazdır. Şüphesiz insanlardan pek çoğu kesinlikle fâsık kimselerdir.

• Yoksa câhiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesinlikle bilen bir toplum için, hüküm yönünden Allah'tan daha güzel kim olabilir?

Bu âyet grubunun iniş sebebine dair şu olay nakledilmiştir:

Mukâtil şöyle demiştir: Allah, Hz. Muhammed'i (s.a) peygamber olarak göndermeden önce, Benî Kurayza ile Benî Nadîr arasında bir kan davası bulunmaktaydı. Cenâb-ı Hakk Hz. Muhammed'i peygamber olarak gönderince, bunlar Hz. Muhammed'in hakemliğine başvurdular. Kurayzaoğulları şöyle demişti: “Nadîroğulları bizim kardeşlerimizdir. Babamız, dinimiz ve kitabımız birdir. Binâenaleyh, şâyet Nadîroğulları bizden birisini öldürürse bize 70 vesak [ölçek] hurma verirler. Eğer biz onlardan birisini öldürürsek, onlar bizden, 140 vesak hurma alırlar. Bizi yaraladıkları zaman verecekleri diyet [erş], onların yaralanmalarına mukabil verilecek olan diyetin yarısıdır. Binâenaleyh sen, bizimle onlar arasında hükmet.” Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), “Ben, Kurayzalı olan birisinin kanının, Nadîrli olan birisinin kanına; Nadîrli birisinin kanının, Kurayzalı birisinin kanına denk ve müsavi olduğuna hükmediyorum.. Bunlardan birisinin diğerine ne kan, ne diyet, ne de “erş” [yaralama diyeti] hususunda bir üstünlüğü yoktur” dedi. Bunun üzerine Nadîroğulları kızarak, “Biz senin hükmüne razı olmuyoruz; çünkü sen bizim düşmanımızsın...” dediler. Bunun üzerine de Cenâb-ı Hakk, Onlar hâlâ, câhiliye hükmünü mü (yani, câhiliyedeki ilk hükümlerini mi) arıyorlar? âyetini indirdi.[21]

51. Ey iman etmiş kimseler! Yahûdileri ve Hristiyanları velîler edinmeyin. Onlar birbirlerinin velîsidirler. Sizden kim onları mütevelli [koruyucu, gözetici, yönetici] yaparsa, artık o, şüphesiz onlardandır. Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğunu kılavuzlamaz.

52. Bundan sonra kalplerinde hastalık bulunan kimselerin, “Bize bir felaket gelmesinden ürperiyoruz” diyerek, onların içinde koşuştuklarını göreceksin. Artık umulur ki Allah, bir fetih veya katından bir emir getirir de içlerinde gizlediklerine pişman olan kimseler olurlar.

53. Ve iman etmiş kişiler, “Kesinlikle, sizinle beraber olduklarına dair, Allah'a bütün güçleriyle yemin edenler bunlar mı?” derler. Onların amelleri boşa gitmiştir ve onlar kaybedenler olmuşlardır.

Bu paragrafta, mü’minlere, Yahûdi ve Hristiyanlara karşı uygulamaları gereken ilkeler bildirilmiştir. Âyetlerin ifadeleri gâyet açıktır:

• İman edenler, Yahûdi ve Hristiyanları velîler edinmemelidir. Onlar birbirlerinin velîsidirler. Mü’minlerden kim onları mütevelli [koruyucu, gözetici, yönetici] yaparsa, o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğunu kılavuzlamaz.

• Kalplerinde hastalık bulunan kimselerin, “Bize bir felaket gelmesinden ürperiyoruz” diyerek, onların içinde koşuştukları görülecektir. Umulur ki Allah, bir fetih veya katından bir emir getirir de içlerinde gizlediklerine pişman olurlar.

• İman edenler, onlarla ilgili, “Kesinlikle, sizinle beraber olduklarına dair, Allah'a bütün güçleriyle yemin edenler bunlar mı?” derler. Onların amelleri boşa gitmiş ve onlar kaybetmişlerdir.

Bu pasajın iniş sebebine dair şunlar aktarılmıştır:

Muhammed ibn İshâk der ki: Yahûdilerden Rasûlullah'la olan anlaşmalarını ilk bozan kabile, Kaynûka oğulları'dır. Âsım ibn Ömer ibn Katâde'nin bana naklettiğine göre; Rasûlullah (s.a) onları kuşatmıştı da en sonunda onlar, Rasûlullah'ın emrine boyun eğmişlerdi. Hz. Peygamber onları mağlup edince, Abdullah ibn Ubey ibn Selûl kalkarak, “Yâ Muhammed! Benim dostlarıma iyi davran” dedi. Çünkü Kaynuka oğulları, Hazreclilerin müttefikiydi. Rasûlullah (s.a) ona doğru eğildi. O, “Ey Muhammed! Benim dostlarıma iyi davran” dedi. Hâkim der ki: Rasûlullah (s.a) ondan yönünü döndürdü. Abdullah İbn Ubey elini Rasûlullah'ın (s.a) zırhının cebine soktu. Rasûlullah (s.a) bırak beni dedi ve kızdı. Öyle ki, yüzünde gölgeler belirdi. Sonra, “Yazıklar olsun sana, bırak beni” dedi. Abdullah ibn Ubey, “Hayır, Allah'a andolsun ki, benim dostlarıma iyi davranıncaya kadar seni bırakmam” dedi, “400 zırhsız, 300 zırhlı beni siyah ve kırmızıya karşı korudular. Sen onları bir sabahta bitirip tüketecek miydin? Ben, olacaklardan korkarım” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a), “Onlar senin olsun” dedi.

Muhammed ibn İshâk der ki: Ebû İshâk ibn Yessâr Ubâde ibn Sâmit'in oğlu Velîd'in oğlu, Ubâde'den nakletti ki, Ubâde ibn Sâmit şöyle demiş: Rasûlullah (s.a) Kaynuka oğulları'yla savaşa tutuşunca; Abdullah ibn Ubey onlarla ilgilendi ve önlerine durdu. Ubâde ibn Sâmit, Rasûlullah'ın (s.a) yanına doğru yürüdü. Avf ibn Hazrec oğulları, Abdullah ibn Ubey gibi Kaynuka oğulları'nın müttefikiydiler. Ubâde ibn Sâmit, Rasûlullah'ın huzurunda onların ittifakını reddederek, Allah ve Rasûlü'ne durumlarım bildirdi ve dedi ki: “Ey Allah'ın Rasûlü! Onların ittifakından Allah ve Rasûlü'ne güvenirim ve Allah ve Rasûlü ile mü’minlerin dostluğunu kabul eder, kâfirlerin dostluk ve ittifaklarından uzaklaşırım.” İşte bu âyet-i kerîme, Ubâde ibn Sâmit ile Abdullah ibn Ubey hakkında nâzil olmuştur.[22]

Âyetin Ebû Lubâbe hakkında nâzil olduğu da İkrime'den bir görüş olarak nakledilmiştir. es-Süddî der ki:” Âyet-i kerîme, Müslümanların Uhud günü korkuya kapılarak sonunda aralarından bazılarının Yahûdi ve Hristiyanları velî edinmeyi içinden kararlaştırmaları şeklinde meydana gelen olay hakkında nâzil olmuştur.” Yine bu âyet-i kerîmenin Ubâde b. es-Sâmit ile Abdullah b. Ubey b. Selul hakkında nâzil olduğu da söylenmiştir. Ubâde (r.a), bunun üzerine Yahûdileri velî edinmekten vazgeçmiş, buna karşılık İbn Ubey onları dost edinmeye devam ederek, “Ben, zamanla birtakım musibetlerin ortaya çıkmasından korkuyorum” demişti.[23]

Mü’minler, gayr-i müslimleri velî, mütevelli edinmemeleri hususunda onlarca kez uyarılmıştır. Burada birkaçını hatırlatıyoruz:

Ve zulüm yapan kimselere meyletmeyin, sonra size ateş dokunuverir. Ve sizin için Allah'ın astlarından velîler yoktur. Sonra yardım göremezsiniz. (Hûd/113)

Mü’minler, mü’minlerin astlarından kâfirleri velîler edinmesinler. Artık onu her kim yaparsa Allah'tan hiçbir şeyi yoktur. Ancak onlardan bir korunma yapmanız başkadır. Allah sizi Kendisinden çekindiriyor. Ve oluş/varış yalnızca Allah'adır. (Âl-i İmrân/28)

Ey iman etmiş kimseler! Kendi seviyenizde olmayanlardan sırdaş [sıkı arkadaş] edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten geri kalmazlar. Onlar, sıkıntıya düşmenizi istediler. Kesinlikle kinleri ağızlarından dışa vurmuştur. Göğüslerinde gizledikleri şeyler de daha büyüktür. Eğer siz, aklınızı kullanacaksanız, Biz sizin için âyetleri kesinlikle açığa koymuşuzdur. (Âl-i İmrân/118)

54. Ey iman etmiş kimseler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetli bir toplum getirir ki, O [Allah], onları sever, onlar da O'nu [Allah'ı] severler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dir, çok iyi bilendir.

55. Sizin velîniz, sadece Allah'tır, O'nun Elçisi'dir, bir de rükû eder bir hâlde salâtı ikâme eden, zekâtı veren iman etmiş kimselerdir.

56. Allah'ı, O'nun Elçisi'ni ve iman edenleri kendine velî kabul edenler bilsinler ki, kesinlikle Allah'ın taraftarları gâlip olanların ta kendileridir.

57. Ey iman etmiş kimseler! Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dininizi alay ve eğlence edinen kimseleri velîler edinmeyin. Eğer mü’minler iseniz de Allah'a takvâlı davranın.

58. Ve siz onları salâta çağırdığınız zaman, onlar, onu alay ve eğlence edinirler. Bu, onların, akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarındandır.

Bu âyet grubunda, dinden dönenler ve İslâm düşmanları hakkında kurallar konulmaktadır:

• Dinlerinden dönecek olurlarsa –ki bunun kendilerinden başka kimseye zararı olmaz– mü’minler bilmelidirler ki, Allah yakında mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetli bir toplum getirir, Allah, onları sever, onlar da Allah'ı severler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar.

• Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dir, çok iyi bilendir.

• Mü’minin velîsi Allah, O'nun Elçisi ve rükû eder bir hâlde salâtı ikâme eden, zekâtı veren kimselerdir.

• Allah'ı, Elçisi'ni ve iman edenleri velî edinenler bilsinler ki, Allah'ın taraftarları kesinlikle gâlip olacaklardır.

• Mü’minler, kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dinlerini alay ve eğlence edinenleri velîler edinmemeli ve Allah'a takvâlı davranmalıdırlar.

• Mü’minler tarafından salâta çağırılanlar, –akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarından dolayı– onu alay ve eğlence edinirler. Akıllı bir toplum olsalar bunu yapmazlar.

55. âyetteki, “rükû hâlinde zekât vermek” –rükû sözcüğünün yanlış anlaşılmasından dolayı– ifadesi çarpıtılarak birtakım masallar üretilmiştir. İbret-i âlem için bunları teşhir ediyoruz:

Dilencinin biri, Peygamber'in (s.a) mescidinde bir şeyler dilendiği hâlde kimse ona bir şey vermemişti. O sırada Hz. Ali namazda ve rükû hâlinde bulunuyordu. Sağ elinde de bir yüzük vardı. Dilenciye eliyle işaret etti ve nihâyet dilenci de o yüzüğü aldı el-Kiya et-Taberî der ki: “İşte bu, az amelin namazı iptal etmediğine delalet etmektedir. Çünkü, rükû hâlinde iken yüzüğünü sadaka olarak vermek, namazda yapılan bir iş olup, bundan dolayı namazım iptal etmedi.” Yüce Allah'ın, Ve rükû hâlinde iken zekâtını veren mü’minler buyruğu ise, nafile sadakaya da zekât adının verileceğine delâlet etmektedir. Çünkü, Hz. Ali rükû hâlinde iken yüzüğünü sadaka olarak vermişti. Bu da yüce Allah'ın şu buyruğunu andırmaktadır: Fakat, kendisi ile Allah'ın rızasını istemek kastıyla verdiğiniz zekât ise, işte onlar kat kat artırılanlardır (Rûm/39). İşte burada farz ve nafile de zekâtın kapsamına girmektedir. Buna göre zekât adı, hem farzı hem de nafile sadakayı kapsayan bir isim olmaktadır. Tıpkı, sadaka ve salât isimlerinin her ikisini de [farz olanı da nafile olanı da] kapsaması gibi.

Derim ki: Buna göre, burada zekâttan kasıt, yüzüğünü sadaka olarak vermektir. Zekât lafzının, yüzüğü sadaka olarak vermek şeklinde yorumlanması ise uzak bir ihtimaldir. Çünkü zekât, ancak kendisi için has olan lafzı ile kullanılır. Bu da, daha önce Bakara sûresi'nin baş taraflarında geçtiği gibi, farz olan zekâttır Aynı şekilde bundan önce geçen, Namazını kılan ifadesinin anlamı da böyledir. Namazın ikâme edilmesinin anlamı ise, namazı vakitlerinde ve bütün hukukuna riâyet ederek kılmaktır. Bundan kasıt da farz olan namazdır. Daha sonra yüce Allah, Ve rükû hâlinde iken buyurmaktadır. Bundan maksat ise, nafile namazdır. Şöyle de denilmiştir: Rükû'un tek başına zikredilmesi, onun şerefline dikkat çekmek içindir. Yine denildiğine göre mü’minler, bu âyetin nüzûlü esnasında kimileri namazını tamamlamış, kimileri ise rükû hâlinde bulunuyordu.

İbn Huveyzimendâd der ki: Yüce Allah'ın, Ve rükû hâlinde iken zekâtını veren mü’minler buyruğu, namaz esnasında amel-i yesir diye bilinen az miktardaki amelîn caiz olduğu hükmünü ihtiva etmektedir. Çünkü, burada bu ifade övgü sadedindedir. Övgü ile ilgili asgari hüküm ise, övülen şeyin mübah oluşudur. Ali b. Ebî Tâlib'in (r.a) dilenciye kendisi namazda iken bir şeyler verdiği rivâyet edilmektedir. Bunun, nafile namazda iken yapılmış olması da mümkündür. Zira, farz namazda böyle bir şey yapmak mekruh görülmüştür. Övgünün, her iki hâlin bir arada olmasına yönelik olma ihtimali de vardır. Adeta namaz ve zekâtın vücubuna inanan kimseyi nitelendirerek, namazdan rükû diye söz etmiş, bunların farz oluşuna inanmayı da bunların fiilen yapılması diye ifade etmiştir. Nitekim, “Müslümanlar namaz kılanlardır” derken, onların bu hâlde iken namaz kılan kimseler olduklarını kastetmediğin gibi, yalnızca namaz hâlinde iken onlar övülmüş olmuyor. Bu ifade ile, bu davranışı yapıp, onun farziyetine inanan kimseler kastedilmektedir.[24]

Daha evvel de ifade ettiğimiz gibi rükû, “şirk koşmadan kulluk etmek”tir. Burada ise, “tam, mükemmel bir imana sahip olarak zekâtını verenler” demek olup münâfıklara karşılık gerçek mü’minler övülmektedir.

59. De ki: “Ey Kitap Ehli! Bizim, sadece Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilene inanmamız ve şüphesiz sizin çoğunuzun fâsık olması yüzünden mi bizden hoşlanmıyorsunuz?

60. De ki: “Allah katında cezaya çarptırılma bakımından bunlardan daha kötüsünü size haber vereyim mi? Allah, kimlere lanet etmiş ve gazabına uğratmışsa; kimlerden maymunlar, domuzlar ve şeytâna tapanlar yapmışsa, işte bunlar, mekanca kötüdür ve yolun doğrusundan daha çok kaybolmuşlardır.”

61. Onlar, size geldikleri zaman da, “İman ettik” dediler. Hâlbuki küfürle girdiler ve onlar kesinlikle onunla [küfürle] çıkmışlardır. Ve Allah, onların gizlemiş olduklarını en iyi bilendir.

62. Onlardan pek çoğunun, günah işlemede, düşmanlıkta ve haram yemede yarıştıklarını görürsün. Bu yaptıkları şeyler ne kadar da kötüdür!

63. Rabbaniler ve din bilginlerinin, onları günahı söylemekten ve haramı yemekten men etmeleri gerekmez miydi? Yapıp ürettikleri şeyler ne kötüdür!

64. Ve Yahûdiler, “Allah'ın eli sıkıdır” dediler. –Söyledikleri şeyler sebebiyle kendi elleri bağlandı ve onlar lanetlendi.– Aksine O'nun [Allah'ın] iki eli açıktır; dilediği gibi harcar. Ve andolsun ki, Rabbinden sana indirilen, onların çoğunda azgınlık ve küfürce artış yapar. Ve Biz, onların aralarına kıyâmete kadar düşmanlık ve kin attık. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Ve onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Oysa Allah bozguncuları sevmez.

65. Ve eğer Kitap Ehli iman etmiş ve takvâ sahibi olsalardı, kesinlikle onların kötülüklerini örter ve kesinlikle nimeti bol olan cennetlere koyardık.

66. Ve hiç kuşkusuz eğer onlar Tevrât'ı, İncîl'i ve kendilerine Rabb'lerinden indirileni [Kur’ân'ı] ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından [her yönden ] yiyeceklerdi [besleneceklerdi]. Onlardan bir kısmı orta yol tutan [bazısına inanıp bazısına inanmayarak orta yol tutan] bir ümmettir. Ve onlardan çoğunun yapmakta oldukları ne kötüdür!

Bu âyet grubunda Ehl-i Kitab'a, köşeye sıkıştıran sorular yöneltilmekte, ayrıca onların mü’minlere kin duymalarının nedeni açıklanmakta, onların durumu ortaya konarak yapmaları gerekenler, onlardan beklenenler bildirilmektedir:

• Ey Kitap Ehli! Bizim, sadece Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilene inanmamız ve şüphesiz sizin çoğunuzun fâsık olması yüzünden mi bizden hoşlanmıyorsunuz?

• Allah katında cezaya çarptırılma bakımından bunlardan daha kötüsünü size haber vereyim mi? Allah, kimlere lanet etmiş ve gazabına uğratmışsa; kimlerden maymunlar, domuzlar ve şeytâna tapanlar yapmışsa, işte bunlar, mekanca kötüdür ve yolun doğrusundan daha çok kaybolmuşlardır.

Bu hitaplardan sonra onların durumları açıklanmaktadır:

• Onlar, Müslümanlara, “İman ettik” derler. Hâlbuki küfürle girip küfürle çıkmışlardır. Allah, onların gizlediklerini en iyi bilendir.

• Onlardan pek çoğu, günah işlemede, düşmanlıkta ve haram yemede yarışır. Bu yaptıkları şeyler ne kötüdür!

Bu açıklamalardan sonra onlara, Rabbaniler ve din bilginlerinin, onları günahı söylemekten ve haramı yemekten men etmeleri gerekmez miydi? Yapıp ürettikleri şeyler ne kötüdür! Buyurularak, onların sözde bilginleri, –toplumlarını uyarmadıkları için– kınanmışlar; ardından da Yahûdilerle ilgili çarpıcı açıklamalar yapılmıştır: Yahûdiler, “Allah'ın eli sıkıdır” dediler. –Söyledikleri şeyler sebebiyle kendi elleri bağlandı ve onlar lanetlendi.– Aksine O'nun [Allah'ın] iki eli açıktır; dilediği gibi harcar. Kur’ân, onların çoğunda azgınlık ve küfürce artış yapar. Allah, onların aralarına kıyâmete kadar düşmanlık ve kin attı. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Ve onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Oysa Allah bozguncuları sevmez. Ve eğer Kitap Ehli iman etmiş ve takvâ sahibi olsalardı, kesinlikle Allah, onların kötülüklerini örter ve kesinlikle nimeti bol olan cennetlere koyardı. Ve hiç kuşkusuz eğer onlar Tevrât'ı, İncîl'i, ve kendilerine Rabb'lerinden indirileni [Kur’ân'ı] ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından [her yönden ] yiyeceklerdi [besleneceklerdi]. Onlardan bir kısmı orta yol tutan [bazısına inanıp bazısına inanmayarak orta yol tutan] bir ümmettir. Ve onlardan çoğunun yapmakta oldukları ne kötüdür!

60 ve 66. âyetlerde Mûsâ'nın daha evvel İsrâîloğulları'na verdiği öğütlere işaret edilmektedir:

“Put yapmayacaksınız. Oyma put ya da taş sütun dikmeyeceksiniz. Tapmak için ülkenize putları simgeleyen oyma taşlar koymayacaksınız. Çünkü Tanrınız Rabb Benim. Şabat günlerimi kutlayacak, tapınağıma saygı göstereceksiniz. Rabb Benim. Kurallarıma göre yaşar, buyruklarımı dikkatle yerine getirirseniz, yağmurları zamanında yağdıracağım. Toprak ürün, ağaçlar meyve verecek. Bağ bozumuna kadar harman dövecek, ekim zamanına kadar bağlarınızdan üzüm toplayacaksınız. Bol bol yiyecek, ülkenizde güvenlik içinde yaşayacaksınız. Ülkenize barış sağlayacağım. Korku içinde yatmayacaksınız. Tehlikeli hayvanları ülkenizden kovacağım. Savaş yüzü görmeyeceksiniz. Düşmanlarınızı kovalayacaksınız. Kılıç darbeleriyle önünüzde yere serilecekler. 5'iniz 100 kişinin, 100'ünüz 10.000 kişinin hakkından gelecek. Düşmanlarınız kılıç darbeleriyle önünüzde yere serilecek. Size iyilikle bakacağım. Sizi verimli kılıp çoğaltacağım. Sizinle yaptığım antlaşmaya hep bağlı kalacağım. Eski ürününüz yemekle tükenmeyecek. Yeni ürüne yer bulmak için eskisini boşaltmak zorunda kalacaksınız. Konutumu aranızda kuracak, size sırt çevirmeyeceğim. Aranızda yaşayacak, Tanrınız olacağım. Siz de Benim halkım olacaksınız. Ben sizi Mısır'da köle olmaktan kurtaran Tanrınız Rabbim. Boyunduruğunuzu kırdım. Sizi başı dik yaşattım.”[25]
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla