Tekil Mesaj gösterimi
Alt 12. June 2009, 10:31 PM   #2
Barış
Uzman Üye
 
Barış - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 785
Tesekkür: 1.340
366 Mesajina 989 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
Barış is on a distinguished road
Standart

EYYÛB PEYGAMBER ZARAR VEREN ŞEYTÂN:

Kulumuz Eyyûb’u da hatırla! Bir zaman o, Rabbine seslenmişti: “Meşakkat ve acı ile bana şeytân dokundu” [şeytân bana acı ve meşakkat dokundurdu] . (Sâd/41)

Burada Eyyûb peygamberin şikâyet ettiği şeytân, birinci plânda kendi İblis’idir. Ama bu şeytân, Eyyûb peygamberi aldatan ve zararına neden olan bir arkadaşı, iş ortağı da olabilir.

Ayrıca, Hicr/16-18 ve Sâffat/6-10‘ ayetlerde konu edilen şeytân‘lar da “İblis”tir. Bu konuda, “Kulak Hırsızlığı Yapan Şeytânlar” adlı makalemizin okunmasını öneriyoruz.


KUR’ÂN’DA ŞEYTÂNIN ARKADAŞI OLARAK SAYILANLAR:

Şeytân onları istilâ etmişti de onlara Allah’ı anmayı unutturmuştu. Onlar, şeytânın hizbidir [grubudur] . İyi bilin ki şeytânın hizbi kesinlikle kaybedenlerdir. (Mücâdele/19)

Ve Allah’a ve âhiret gününe inanmadıkları hâlde mallarını insanlara gösteriş yapmak için harcayan kimseleri (Allah sevmez). Şeytân kim için arkadaş olursa, o ne kötü arkadaştır! (Nisâ/38)

Ve Biz onlara bir takım karînler [yakın arkadaşlar] musallat ettik de onlar kendilerine, önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini güzel gösterdiler. Kendilerinden önce gelip geçmiş olan cinn ve insan toplulukları [herkes] hakkındaki söz, onlar için de hakk oldu. Doğrusu onların hepsi de kendilerine yazık etmiş olanlardır. (Fussilet/25)

Ve her kim Rahmân’ın zikrinden yüz çevirirse Biz ona bir şeytân musallat ederiz. Artık o, onun için karîndir [yaştaş, yakın arkadaştır] ; ve şüphesiz ki onlar, onları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar. Nihâyet Bize gelince, “Keşke seninle benim aramda doğu ile batı arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı” der. –Öyleyse bu ne kötü bir karîndir [yaştaş, yakın arkadaştır] .– (Zuhruf/36–38)

Şeytân, Kur’ân’da iyiden iyiye tanıtılmış ve onun insanlara verebileceği zararlar ayrıntılarıyla bildirilmiştir. Rabbimiz de, kitapında çok iyi tanıttığı böylelerinin arkasına düşülmemesini ve onlara kul olunmamasını emretmiştir:

Ve üzerine Allah’ın adı anılmayan şeylerden yemeyin. Ve şüphesiz o fısktır [tam bir yoldan çıkıştır] . Ve şüphesiz şeytânlar kendi velîlerine sizinle mücâdele etmeleri için vahyederler [gizlice telkinde bulunurlar] . Ve eğer onlara boyun eğerseniz şüphesiz siz müşrikler oldunuz demektir. (En‘âm/121)

Bir zaman o, babasına, “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayan şeylere niçin ibâdet ediyorsun? Babacığım! Şüphesiz sana gelmeyen bir ilim bana geldi. O hâlde bana uy da, sana dosdoğru bir yolu göstereyim. Babacığım! Şeytâna kulluk etme. Şüphesiz şeytân Rahmân’a asi oldu. Babacığım! Şüphesiz ben, sana Rahmân’dan bir azap dokunur da şeytân için bir velî [yol gösteren, yardım eden ve koruyan yakın] olursun diye korkuyorum” demişti. (Meryem/42–45)

Ben, “Ey Âdemoğulları! Şeytâna kulluk etmeyin, kesinlikle o size apaçık bir düşmandır ve Bana kulluk edin, işte bu dosdoğru yoldur ve and olsun ki o [şeytân] sizden bir çok nesilleri saptırdı” diye, size ahd vermedim mi? Hâlâ aklını kullananlar değil miydiniz! İşte bu, sizin vaat olunmuş olduğunuz cehennemdir. (Yâ-Sîn/60–63)

Ey Âdemoğulları! Şeytân, ana-babanızı, kendi çirkinliklerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sakın sizi de bir fitneye düşürmesin! Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz, şeytânları, inanmayanlara velîler [yol gösteren, yardım eden ve koruyan yakınlar] yaptık. (A‘râf/27)

Ve hayvanlardan da yük taşıyan, yününden döşek yapılan (yaratandır). Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden yiyin ve şeytânın adımlarını izlemeyin. Şüphesiz o, sizin için apaçık bir düşmandır. (En‘âm/142)

Ve sakın şeytân sizi doğru yoldan alıkoymasın. Şüphesiz o sizin için apaçık bir düşmandır. (Zuhruf/62)

Şüphesiz o şeytân, sizin için düşmandır. Onun için siz de onu düşman edinin. Şüphesiz o [şeytân] , kendi taraftarlarını alevli ateşin ashâbından olmaları için çağırır. (Fâtır/6)

Ve Allah’a ve âhiret gününe inanmadıkları hâlde mallarını insanlara gösteriş yapmak için harcayan kimseleri (Allah sevmez). Şeytân kim için arkadaş olursa, o ne kötü arkadaştır! (Nisâ/38)

Ey iman etmiş kişiler! Hepiniz toptan silm’e [İslâm’a, barışa, güvenliğe] girin ve şeytânın adımlarını izlemeyin. Şüphesiz o, sizin için apaçık bir düşmandır. (Bakara/208)

Ey iman etmiş kişiler! Şeytânın adımlarını izlemeyin. Ve kim şeytânın adımlarını izlerse, hiç şüphesiz o, fahşâyı [çirkin utanmazlıkları] ve kötülüğü emreder. Ve eğer ki üzerinizde Allah’ın fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiçbiri ebedî olarak temize çıkamazdı. Ama Allah, dilediği kimseyi temize çıkarır. Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir. (Nûr/21)


ŞEYTÂNA KARŞI ÖNLEM:

Eğer sana şeytândan bir vesvese gelirse de hemen Allah’a sığın. Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi bilendir. (A‘râf/200)

Sen, kötülüğü en güzel bir tutumla sav, Biz onların yakıştırmakta oldukları şeyleri çok iyi biliriz. Ve de ki: “Rabbim! Şeytânların kışkırtmalarından Sana sığınırım! Onların yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım.” (Müminûn/96–98)

Hem iyilik de bir değildir, kötülük de. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. O zaman seninle kendi arasında bir düşmanlık olan kişinin, sanki samimî bir dost gibi olduğunu görürsün. Bu olgunluğa ancak sabredenler kavuşturulur, buna ancak hayırdan büyük bir pay sahibi olan kavuşturulur. Ve eğer şeytândan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa hemen Allah’a sığın. Şüphesiz ki O, en iyi duyan ve en çok bilendir. (Fussilet/34–36)

Öyleyse Kur’ân okuduğun zaman, kovulmuş şeytândan Allah’a sığın. Gerçek şu ki, iman edenler ve Rabb’lerine tevekkül edenler üzerinde onun hiçbir zorlayıcı gücü yoktur. Onun zorlayıcı gücü ancak onu dost edinenlere, onunla Allah’a ortak koşanlar üzerindedir. (Nahl/98–100)

Bu âyetlerde konu edilen şeytân da, “İblis” olup, bundan herkesin Allah’a sığınması istenmiştir.


ŞEYTÂNDAN ALLAH’A SIĞINMAK:

Şeytândan Allah’a sığınmak, اعوذ باللّه منالشّيطان الرّجيم [e‘ûzü billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm=kovulmuş şeytândan Allah’a sığınırım/Allahım şeytândan Sana sığınırım, beni ondan koru] demek değildir.

Şeytândan Allah’a sığınmak;

Şeytân kişiler ve güçler tarafından dayatılan düşünce ve amelleri, hemen, Allah’ın bize gönderdiği Kur’ân terazisinde tartmaktır.

Şeytânın aklımıza, fikrimize zerk ettiği zehirleri, Allah’ın Kur’ân’da bize ikram ettiği panzehirle tedavi etmektir.

Doğruyu Allah’tan öğrenip, şeytânın bizi saptırmasına engel olmaktır.

Fırtınaya tutulan geminin hemen limana sığındığı gibi, hemen Kur’ân’a sarılıp problemleri Kur’ân ile çözmektir. Anlamadan Kur’ân okumak bu problemleri çözmez.

İnsanoğlu her an şeytânî vesveselerle karşı karşıyadır. Bu nedenle herkes Rabbimizin “Allah’a sığın!” emrini iyi anlamak, sonra da bu emrin muktezasınca davranmak sorumluluğu ile karşı karşıyadır. Günlük yaşamda şeytânî vesveselere örnek olabilecek o kadar çok örnek vardır ki, hepsini saymak mümkün değildir. Ancak, birey ve toplumun dinî hayatını ve ahlâkî sorumluluk duygusunu etkileyen; birey ve toplumu Allah’ın mesajları konusunda yanlış arayışlara yönelten vesvese türlerini tanıtmak üzere somut bir örnek vermeyi gerekli görüyoruz:

Bilerek ya da bilmeyerek, bilinçli ya da bilinçsiz olarak yüzyıllardır Müslümanlara şöyle telkinlerde bulunulmaktadır: “Şu kandil gecesinde şu kadar rekât namaz kılar, şu kadar sayıda tesbîh çekerseniz, bütün günahlarınız affolunur ve cennete gidersiniz!” Bu teklif ilk bakışta insanların hoşuna gitmekte, daha doğrusu işlerine gelmektedir. Çünkü insanın dünyaya gelişinden itibaren onun “karîn”i olarak faaliyet gösteren şeytân [İblis] , bu teklif ile hemen harekete geçip bir ham düşünce üretmekte ve telkin edilen bu kolay davranışları yaparak cenneti ucuza elde etme fikrini insana “süslü” göstermektedir. Maruz kaldığı bu telkin ve teklife kulak kabartan insan, hem Allah’ın bildirdiği dışında bir yolla cennet vaat eden şeytânların, hem de bu yolu kendince süslü gösteren beynindeki İblis’in vesveseleri ile karşı karşıya kalmaktadır. İşte Rabbimizin, Kendisine sığınılmasını istediği şeytânî vesveselerin tümü buna benzer kuruntulardan oluşmaktadır. Ancak bu sığınma, âyetteki ifadelerden anlaşıldığına göre, kuru sözle gerçekleşebilecek bir tavır değildir. Zira âyette, “Allah’a sığınırım de!” veya “Allah’a sığınmak istiyorum de!” değil, “Allah’a sığın!” denmektedir.

O hâlde yapılacak iş, insanın kendisini sadece Allah’ın sözlerine teslim etmesidir. Nitekim yukarıda verdiğimiz örneğe uygun olarak biri çıkar da kolay cennet vaatleriyle zihinleri çelmeye çalışanlara kapılmadan, “Yâ Rabbi! Cennetin bedeli nedir!” diye Allah’a sığınmak isterse, Allah’ın cevabını Kur’ân’da bulacak ve bu bedelin “muttakî olmak, ebrardan olmak, malını ve canını Allah’a satmak” olduğunu öğrenerek, hem o teklifi yapan yalancı şeytânların, hem de beynindeki İblis’in vesvesesinden kendini kurtarabilecektir.

Sonuç olarak insan, aklını çalıştırmalı ve bu tarz yalanlarla sürekli vesvese veren şeytânlardan korunmak için Allah’a, yani O’nun kitapına sığınmalıdır ki, Âdem ve eşi gibi hataya düşmesin.


ŞEYTÂNIN ÇARPMASI:

De ki: “Allah’ın astlarından bize yarar sağlamayan ve zarar vermeyen şeylere mi yakaralım? Ve Allah bizi doğru yola ilettikten sonra, kendisinin “Bize gel!” diye doğruya ve güzele çağıran arkadaşları varken şeytânların kendisini ayartıp yeryüzünde şaşkın dolaşır hâle getirdiği kimseler gibi gerisin geri mi döndürülelim? De ki: “Şüphesiz Allah’ın doğru yolu, gerçek doğru yolun ta kendisidir. Ve biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk.” (En‘âm/71)

Görmedin mi? Şüphesiz Biz şeytânları o kâfirler üzerine gönderdik. Onları kışkırttıkça kışkırtıyorlar. (Meryem/83)

O, ribayı yiyen kişiler, şeytânın bir dokunuşuyla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü kalkamazlar. Bu, şüphesiz onların, “Alış-veriş, riba gibidir” demeleriyledir. Oysaki Allah, alış-verişi helâl, ribayı haram kılmıştır. Kendisine Rabbinden bir öğüt gelip de yaptığından vazgeçenin geçmişi kendisine, işi Allah’adır. Ve kim ki yeniden dönerse, işte o dönenler ateşin dostlarıdır. Onlar orada sürekli kalacaklardır. (Bakara/275)

Âyetin orijinalindeki لايقومون الا كما يقوم الّذى يتخبّطه الشّيطان من المسّ [lâ yekûmûne illâ kemâ yekûmullezî yetehabbetühü‘ş-şeytânü mine‘l-messi] ifadesi aslında, “şeytânın dokunuşuyla düşürdüğü, aklını azalttığı, normal durumunu bozduğu kimse gibi” demektir. Ama bu ifade tefsirciler tarafından pratik olarak “şeytânın çarptığı kimse” olarak meallendirilip geçilmiştir. Hâlbuki insanların, “Nedir bu şeytânın aklı azaltması, düşürmesi, normal durumu bozması?” diye düşünmelerini sağlamak için orijinal anlamın aynen verilmesi çok daha iyi olacaktır.
Halk dilinde “şeytân çarpması” diye, kişinin ağzının, yüzünün eğilmesine denmektedir. Meselâ, yüz felci geçiren kişi de bu anlamda, “şeytân çarpmış” olarak nitelenmektedir. Halk arasında yaygınlaşmış olan bu anlamdaki bir çarpılmanın, Kur’ân’da bahsedilen “şeytân çarpması” ile bir alâkası yoktur. Halk arasında “şeytân” sözcüğünün yanlış anlaşılması, doğal olarak “şeytân çarpması”nın da yanlış anlaşılmasına yol açmaktadır.

Kur’ân’ın bildirdiği şeytân çarpması, yukarıdaki âyetlerde tanıtılmış olan şeytânî karakterleri taşıyan şeytânların/insanların bu olumsuzlukları bir kişiye telkin edip onu kontrol altına almasıdır. Yani, şeytânî özellikte olan şeylerin bir kişiyi ele geçirmesidir. İşte o zaman o kişiyi şeytân çarpmış demektir. Şeytânın çarptığı bir kişi ise;

Allah’a karşı gelir.
Hayâsızdır, edepsizdir, kötüleşmiştir.
Hakksız kazanç peşinde koşar.
Bilmediği şeyleri konuşur.
Fakirlikten, fakir düşmekten korkar.
Savurgandır.
Kuruntuludur, şımarıktır, kışkırtılmıştır.
Aldanmıştır.
Azmıştır, çevresiyle arası bozulmuştur.
Dönektir.
Bilgilenmeye, aydınlanmaya kapalıdır.

Herhangi bir insanın yukarıdaki özellikleri taşıyor olması, onun bu hâle şeytan tarafından getirildiğini gösteren temel ölçüttür. Bu özellikleri taşıyan kişiler ise, “Onu şeytan çarpmış”, “Onu şeytan oyununa getirmiş, aklını azaltmış, düşürmüş” şeklinde tasvir edilirler.

Geçimlerini faiz yiyerek/tefecilik yaparak kazanan kimseler, aslında varlıklarını şeytânın kontrolüne girerek sürdüren ve bu şekilde ayakta kalan kimselerdir. Bu kişiler, Bakara/279‘daki ifade ile “Allah ve Elçisi‘ne savaş açmış” kimselerdir. Bu konuyu iyi anlamak için, 279. âyetin bulunduğu tüm pasajın [261–281. âyetler] bir bütünlük içerisinde okunup düşünülmesi gerekir. Bu pasajda konu, muhtaçlara karşılıksız yardım [sadaka, infak] ile muhtaçları sömürü [ribâ/faiz] arasındaki karşıtlık ilişkisi içinde açıklanmaktadır.

Tefsircilerin pek çoğu 279. âyetin ihtarını kıyâmet gününe hamledip, “Faiz yiyenler kıyâmet günü, saralılar gibi dengeleri bozulmuş/şeytân çarpmış gibi kalkarlar ve bu halleriyle faiz yiyenlerden oldukları belli olur” şeklinde açıklamışlardır. Hâlbuki âyetin zâhirî [sözel] manası, böyle değildir. Olay tamamen dünya ile ilgilidir. Bize göre bu hatalı yorumlar, şeytân ve şeytân çarpması ifadelerinin, Kur’ân dışı kabullerinden kaynaklanmaktadır.

HAKKI YILMAZ
__________________
Kimse kimsenin yargıcı değil, olmamalı da zaten..Herkes kendi üzerinde gözetmen ve yargıç olsun..Kendimizi rahatsız edelim, dünyamız değişsin...Belki o zaman huzuru bulmuş benliğimiz başkalarına kendiliğinden ışık saçar../Elif.
Barış isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Barış Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 4 Kisi:
dost1 (14. June 2009), hiiic (8. July 2010), mavera (28. October 2010), yeşil (10. November 2011)