Konu: Şeriat
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 24. October 2011, 02:01 PM   #4
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Hak ve Batıl Şeriatler-4-.-son-

Resullere isyan ve hatta hakkı söyleyenleri öldürmelerinin temelinde hep “nefislerine aykırı gelen” ilkeleri getirmelerinden dolayı olmuştur. Bakara ve Maide surelerinde bunun bazı örnek ayetlerini önceki bölümlerde vermiştik.Resulleri öldüremeyen dalalet ehli de, onların ardından ya lafızlar üzerinde kalem oynatmış, ya da dünyayı arzu ettikleri için yorumları nefislerinin istediği anlamlara destek yapacak şekilde subjektivleştirmişlerdir. Bunların tümünün niyet ve eylemleri aşağıdaki örnek ayette olduğu gibi özetlenmiştir.

”O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşırlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.”(Nisa–74)

Aşağıdaki ayet Allah yolunda savaşanları daha da detaylandırıyor ve netleştiriyor. Mazlumlar yanında, ezilenler, sömürülenler yanında, zalimin haksızlıklarından iyice bunalanların ferahlaması için savaşanlar olarak tanımlıyor. Sosyal, siyasi, ekonomik tavır alan antikapitalistleri tanımlıyor. Zaten Araf–157 ayet, bu dinin önemli amaçlarından birisinin sömürülenlerin zincirlerini kırarak onları bağımsız ve özgür yapmak olduğu bize bildirilmiştir. Bunun için Selam ona İsa, kendi ümmetine bunlara''gelecek Resul ve getireceği hak vahiye'' yardım edin derken, bir Müslüman siyasetçinin tutup bunun aksini yapması ve tutup kendisini Müslüman olarak tanımlaması çok fena bir şeydir. Yine Bakara 177. ayette bize takva yazılmışken, takva ise “Birr” sahiplerinin niteliği olduğu, bunun özünün ise, yine insanlara kul edilmişlerin bağımsızlıklarına kavuşturulması iken, sureti haktan görünenleri iyi tanımak dinin farz olarak yüklediği görevdir. İşte İslam’a layık olmayanların Nisa 75. ayete aykırı tutumları. Bir Irak var gözümüzün önünde. Kendilerine işkence yapılan erkekler ve ırzlarına geçilen on binlerce kadın imdat beklerken, ya duymazdan geliyor, ya da tâğut’a hava ve kara sahalarını kullandırarak, Allah emrine isyan edenlerin canlı manzaralarını ortaya koyuyor…Libya'nın kokusu da çıkar yakında. Sırf kendilerini iktidarda tutsunlar diye mazlumları boğanlara arka çıkan münafıklar… İşte bu kimselerin dini anlayışları batıldır. Adalet ve merhameti dinin içinden çekerek, dış görünüşleriyle halkı aldatmakla meşguller. İşte tam ırakta ki vahim durum. Geçmişte Viyatnam’a karşı sessiz kalındı. Bu bile insani ve dini bir tutum değildir. Ama Deccal(tâğut), Müslüman Irakta milyonun üzerinde cana kıyınmışken, yüz binin üzerinde ırza geçilmişken, bu açık ayete rağmen sessiz kalınması, Allah ve Resulünün emrini dinlememektir.

”Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!" diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!”(Nisa–75)

Hem askeri savaşı, hem de sosyo ekonomik politik desteklerle sebilin zıttı olan sistemlerin ebedileşmesi için antlaşmalar yapmaktır.

”İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise tâğut (bâtıl davalar, azgın milletler ve bilhassa Roma Krallıklarının varisi olan Atlantik ülkelerinin ) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır.”(Nisa–76)

Yine aşağıdaki ayetin içeriğini güncelleştirirsek, ikiyüzlüler kesiminin şu sözü kulaklarımızda çınlar. “Biz A.B.D ile ters düşemeyiz, büyük devlettir bizi helak eder” sözüdür ki, Onlar Allah’ın her şeye kadir olduğunu unutmuş veya inkâr etmişlerdir. Çünkü mülk kendilerine fitne olmuştur. Yani mevki makam, iktidar ve servet ve sermaye şehvetleri akıllarını başlarından almış, amelleri imanlarını doğrulamamaktadır. Dini ticarete alet ettikleri ve kurdukları vakıf şirketlerinin kârları azalacak diye böyle yaparlar.

”Kendilerine, ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekâtı verin denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara savaş farz kılınınca, içlerinden bir gurup hemen Allah'tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da "Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen (daha bir müddet savaşı farz kılmasan) olmaz mıydı?" dediler. Onlara de ki: "Dünya menfaati önemsizdir, Allah'tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez."(Nisa–77)

Hak olanı yapın ikiyüzlülüğü bırakın denildiğinde, Selam ona Musa ümmetinin onu suçlayıp, başımıza bu olumsuzluklar bizi mısır kompradorlarıyla ters düşürdüğün içindir. Rahatımızı kaçırdın, diyalogumuzu bozdun demeleri gibi, bütün münafıkların değer yargıları böyledir. Aşağıdaki ayet bunu evrensel bir hüküm olarak bildirilmektedir. Allah ise onlara, ölümden korksanız da sizi bulacaktır. Niçin namertçe davranıyorsunuz, nasılsa öleceksiniz hiç olmazsa karakterli olun…

”Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa "Bu Allah'tan" derler; başlarına bir kötülük gelince de "Bu senden" derler. "Hepsi Allah'tandır"" de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar!”(Nisa–78)

”Sana gelen iyilik Allah'tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter.”(Nisa–79)

Allah’ın kendi yolum dediği sebil sistemi, artanın servet sermaye yapılmayıp olduğu gibi infak edilmesidir. Zaten sebil, mal ve hizmetlerin kamuya açık tutulması ve sunulmasıdır. Yahudiler bunu yerine getirmeyerek, mahrum ve muhtaca haksızlık yaptılar. Bu ise, insanları hak yoldan men etmektir. İşine mani olmaktır. Bunun için Yahudilere iş ve meslek hususunda daha önce helal olan şeyleri Allah haram ettiğini aşağıdaki ayette bildirir.

”Yahudilerin yaptıkları zulümden, bir de çok kimseyi Allah yolundan çevirmelerinden, menetmelerinden dolayı kendilerine (daha önce) helâl kılınmış bulunan temiz ve iyi şeyleri onlara haram kıldık.”(Nisa–160)

Aşağıdaki ayette ise, faiz almaları ve insanların mallarını haram yoldan yemeleri uzun izahı gerektiren kavramlardır. Burada kastedilen şey, ihtiyaç fazlasının kamuya iade edilmeyip az bir yüzdelik vererek emre riayet etmemeleridir. Biz kavram analizi yapmıyoruz, sadece sistemlerinin sebil karşıtı olup, artanın sermayeye katılarak yeniden üretime sokulduğu kapitalist üretim tarzı olduğuna değinmekle yetiniyoruz.

”Men edildikleri halde faizi almalarından ve haksız (yollar) ile insanların mallarını yemelerinden dolayı içlerinden inkâra sapanlara acı bir azap hazırladık.”(Nisa–161)

Aşağıdaki ayete geçmeden çok önemli bir hususu belirtmiş olalım. Allah, yoldan saparları ve dinlerinin içini boşaltarak batıl inanç ve amel sahiplerini yukarda nitelikleri verilen, nemaları ellerinde tutarak sebepsiz yere veya boş bahanelerle, Hakk nazarında geçerli sebep sayılmayan nedenlerle yemelerini batıl yol olarak açıkladı. Eğer bir toplumda ihtiyaçtan fazla kazanç elde ediliyorsa, mutlaka bu, birçok insanın mağdur ve mahrum edilmelerine sebep olur. Bunların kazançlarına, başkasına gidecek şeyleri imkan bolluğu ve ellerini çabuk tutmaları nedeniyle zimmetlerine geçirenler faiz yiyenlerdir. Çünkü faizin altmış iki çeşidi vardır. Bu fasık ve münafıklar haksız yere toplumun geri kalanın hakkını yiyenler denilir. Şimdi bunun zıttı aşağıda gösterilmektedir. Onlar Salât-Salâvat(Havra manastır kollektivistleri) ehli olan mülkte iştirak içinde olanlar veya artanın hepsini topluma iade ederek hakkıyla zekât/vergi verenlerdir. Böyle yapmayanlar faiz(Nema) yiyenlerdir. Bu zekât türü, cimrilerin zekâtından farklı olarak Ali(r.a) tarafından tanımlanan ve “Artanın hepsi” denilen türden hakiki zekâttır. Ya mülkte iştirak halinde olup namazı(Salâvat) hakkıyla eda edenlerden olacaksınız veya mülkte iştiraki tercih etmemişseniz, bu kez de kazancı servet ve sermayeye çevirmeyip, sizin ve bakmakla yükümlü olduklarınızın günlük ihtiyacından fazlasını aynı gün sebile(Devlet hazinesine, kamuya) geri iade edeceksiniz. İşte ahiret gününe hakkıyla inanalar ve hak dinin Karz-ı Hasene ilkesini uygulayanlardır bunlar. Bunların dinleri batıl değildir. Vahyi özüne uygun yorumu(Mezheb) din edindiklerinden, sadece bunların yoluna hak manada şeriat denebilir.

Bihakkın ahirete hakkıyla inananların bir tanımını da ilerde Meariç suresinin ilgili ayetlerinde göreceğiz. Diğer önemli husus ise, ilimde derinleşenlerin edindikleri dinin sema’ı kökenli dinlerden sonra hak din olarak ikinci sırada yer almasıdır. Zaten Luka-Meen de böyle biriydi. Mesela Ankebut suresi 49. ayette bu aklı çalıştıran ve doğru sanılarda bulunan, akla uygun söz söyleyen(Luka-Meen) insanların dinleri de batıl olmayanların dinlerindendir. Mesela, Pythagoras, Sokrates, Platon böylece hakkı bulanlardır. Bunlara Kuran sabiler der. Bazı müfessirlerin zannettiği gibi sabiler yıldızlara tapanlar değil, doğru akıl yürüterek hem vâhid olan Allah’a şirksiz imana kavuşanlar, hem de mülkün iştirak halinde kullanılmasının dindarca olduğunu ortaya koyup ispatlayarak hem iman, hem de amel yönüyle batıl olmayan dini din edinenlerdir(sabileri Ansiklopediden Araştır). Onun için ayetin ilk cümlesi bunlara atıf yapmakla başlamaktadır.

”Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler, namazı kılanlar, zekâtı verenler; Allah'a ve Ahiret gününe inananlar var ya; işte onlara pek yakında büyük mükâfat vereceğiz.”(Nisa–162)

Aşağıdaki iki ayet ise, hem hak, hem de batıl dini bize açıklamış olur. Hak bir dinin iki önemli ilkesinden birisi, hem Allah’ı şirksiz kabul etmek, hem onun adalet ve merhamete ilişkin yolu olan sebili ikrar ve kabul ederek o yola girmek iki önemli ilkedir. Hak din bunlara birbirinden ayırmaz. Buna uymayanlara zalim der. Şirkin zalimlik olduğunu zaten Lukman–13 ayette bize Lukman’ın ağzıyla Allah ilan eder. Öyle ya, adil birisine Allah hakkını inkâr yakışır mı? Yine sebil denilen toplumculuk, içinde zulum içermeyen bir ameldir. Bu ikisi hak dinin iki önemli mesnedidir. Batıl din ise, bu ikisinin dinde önemsenmediği hallerdir. Şöyle ki:

”İnkâr eden ve Allah yolundan(Sebil) alıkoyanlar şüphesiz doğru yoldan çok uzaklaşmışlardır.”(Nisa–167)

Günümüzde sebil kavram ve kurumunun karşılığı devletçilik, sosyalizm ve kollektivizmdir: Havrayı(Salât-Salâvatı) ayağa dikerek ihtiyaçtan artanı(Zekâtı) mu minval üzere vermektir. İşte bundan toplumu mahrum edenler ferdiyetçiliği bunun yerine oturtturup, liberalist ve kapitalist sistemi uygulayanlardır. Aşağıdaki ayette Allah onları düştükleri dalalette bırakır, asla onlara hidayet ederek basiretlerini açmaz. Onlar helake ve hüsrana düşmüşlerdir de, yine kendilerini hak yolda zannederler.

”İnkâr edip zulmedenleri Allah asla bağışlayacak değildir. Onları (başka) bir yola iletecek de değildir.”(Nisa–168)

”Ancak orada ebedî kalmak üzere cehennem onları yoluna (iletecektir). Bu da Allah'a çok kolaydır.”(Nisa–169)

”Ey insanlar! Resûl size Rabbinizden gerçeği getirdi (bunda şüphe yoktur), şu halde kendi iyiliğinize olarak (ona) iman edin. Eğer inkâr ederseniz, göklerde ve yerde ne varsa şüphesiz hepsi Allah'ındır. (O'nun sizin inanmanıza ihtiyacı yoktur). Allah geniş ilim ve hikmet sahibidir.”(Nisa–170)

Bunların bir kısmı Allah’a inanırlar ama güvenmezler. Hasbünâ Allah sözünü inanarak ve kalpten söylemezler. Çünkü servetsiz duramazlar. Oysa Allah vera sahibi ve zühd ehli ister. Onlar ki, kendi yedindekine değil, Allah’n yedinde olana daha çok güvenenlerdir. Hakkıyla Allah’ı veli ve vekil edinenler de bunlardır. Kuran Hadid suresinden itibaren bu liberalist sağcılar kınanırlar. Aslında liberalist tutuculardır. Bir kısım Halk Ashab el Yeminlik ile bu tür liberalist-Kapitalist sağcılığı aynı şey zanneder. Oysa bunların sağcılığı Kuran’ın şomluk anlamında, uğursuzluk anlamında refah içinde yüzen kapitalistler ve kapitalizmi savunanlardır ki, Kuran bunlara meymenetsizler veya solcular der. Allah’ı gerçek anlamda veli-vekil edinip ona güvenme ve sebil sosyo ekonomi politiğini kurarak kavâm içinde yaşama yerine, mevki, makam, iktidar, servet ve sermayeye güvenmeyi yeğlerler. Ferdiyetçidirler, sebil karşıtı(Özelleştirmeci) oldukları ve refah içinde yaşamayı yeğledikleri için hakikat nezdinde solcudur.(meşemedirler) Hâlbuki Avrupa’da sağıcıkla liberalist ve kapitalist olmak kastedilir. Bunu Kuran şomluk anlamında solculuk kabul eder. Bunlar liberalistliği dindarlıkmış gibi halka yuttururlar. Oysa hak din liberalizmden uzaktır. Vakıa suresi gözden uzak tutulmamalıdır ki hak şeriati boşa çıkartmaya çalışanlar iyice tanınsın ve ahirete hakkıyla inanmayanlar görülsün. Meariç suresi ahirete hakkıyla inananları bize bildirmiştir. Vakıa Suresi, Soldakileri liberalist dinciler gibi tanımlamaz. Bunlar sanki diriltilip mülkten hesaba çekilmeyeceklermiş gibi bunu umursamazlar. Zühd ve veraya(mülk şehvetinde olmamaya,şehvetleri denetim altına almaya,aklını kullanarak yasaklanmış şeylerden kaçınmaya) dair yüzlerce hadis ve Resulullah’ın vera ve zühd üzere yaşamlarını görmezden gelirler. Hak dinle Liberlist-Kapitalizmi bağdaştırıp mülkü fitne yaptıkları için, bunlara meymenetsizler anlamında solcular der Kuran.
(Yazarına teşekkürlerimle)

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (16. November 2014 Saat 12:54 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (24. October 2011)