Tekil Mesaj gösterimi
Alt 5. May 2013, 09:37 AM   #8
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Kuran o’na “Mesih” de der.

Bu anlamı ile kök kavram “Siyahat” olduğu için bunun bu kavramın iki unsurunu İsa üzerinde toplaması gerekir. Bunlardan birisi Oruç ehlidir ki zevkçiliğin, mülk ve cinsel tutkunun karşıtılığ ve düşmanlığıdır. Bu da İnsanların dünyaya şehvetlerini doyurmak için değil, bilakis onları kendi iradeleri ile sınırlayıp itidal seviyesine indirerek bilgeliği öğrensinler, erdemli olmayı ilke edinsinler diyedir. Erdemliler toplumunu oluşturmayı amaç edinsinler diye görev yüklenmiştir. Bunu da öncelikle, kendi yaşamı ile tebliğ edeceği için, böyle bir olgunluğu(Kemaliyeti-Kamilliği) göstermek karakteri ile mücehhez/donanmış olması gerekir. Bu da “Isa” kavramı ile açıklanmıştır. Bu 'isim-fiil' de ”Misyona uygun münasip olan Kamil İnsan” anlamı ile yavaş yavaş resmi bize çizmektedir.

Gelelim Kuran’da geçen “ İsa ibn Meryem'e” kavramına.

Bu kavram bize üç ana mesaj verir:
a) İsa Allah resulü (Elçi) ve onun kuludur.
b) İkinci olarak Meryem’in oğludur. Yani bir kadından doğmuştur. Diğer canlıların doğduğu gibidir. Sancı çekerek doğurulmuştur. Kadının yumurtasındaki kromozonu kendi yapısı ile onu oluşturacak değişime uğratılmıştır. Bu ise Allah için kolaydır. Hiçbir genin bulunmadığı bir ortamda Âdem’i yaratan Allah için kadın yumurtasının kendiliğinden döllenmesini yaratması elbette ki daha kolaydır. Zaten bunun benzeri olmasa da İnsanoğlu bir dokudan "Klonlama" yapma tekniğine ulaşmış olduğundan, bunu anlayıp algılaması daha da kolaylaşmıştır.
c) Üçüncü olarak bu tanımlamanın kavramsal anlamı vardır. O, kendisine hizmet ettirmek için gelen bir ”Efendi, ağa, kral gibi mülk şehveti taşıyan erkek ve kadınlardan değil, "hizmet oğlu"dur. Meryem kavramı Süryanca’da Hizmet ehli, hizmet eden hademe demektir. Erkeğe de kadına da isim olmuştur. Bu tür isimlendirmeler Sami dinlerinde çok yapılmaktadır. Kuran da bunun örneği “İbn sebil”-yol oğlu- olarak kısaca anlam verilen bu isim aslında, İnsanların tümüne mülkün kullanımının karşılıksız sebil olarak sunulmasına taraftar olanlar demektir. Kamuculuktan yana insandır. Araplar'da bir nitelik, bir kimsede çokça bulunursa, o nitelikle tanımlanırlar. Yine Meryem yetim kalmış ve Zekeriya evinde-manastırında- büyümüştür. Bunun için “Meriye-Eme”dir. Eme kadındır. Yani besleme kızdır. Evin kızından ayırmak için bu tanımlama bizim lisanımız da Osmanlıca'dan kalma olarak hâlâ köy kesiminde kullanılmakta, bu nitelikte besleme ve büyütme kızlara büyütüldüğü evin ikinci nesli “Eme” olarak çağırır. Erkekler "emmi"dir.

Öncelikle, Süryanice bir kavram olduğu söylenen “Meryem” isminin anlamında “Hudamat-i amme” (ammeye maişet karşılığında hizmet) unsurları var. Çünkü Allah rızası için iş görmek ancak, farz-vacib kavramının içinde bulunan ve onun tanımı olan maaş karşılığında ammeye hizmettir. Biz buna “Vazife” deriz. Bu kişiye de vazifeli deriz. Zaten farz kavramının etimolojik manalarından en önemlisi de budur. Meryem de manastırda bir vazifeli-rahibe'dir.

"Maaş" ayrı bir gedik edinmeden(Özel gelir yolu), umumi su içme “akarsuyunun” toplumca belirlenmiş, ahit ve misak yapılmış umumi su alma yerinden hakkı olan suyu almak ve açgözlülük yapmayarak bununla yetinmek; gedik edinmemektir. Ferdiyetçi bir fikir ve Liberalist bir sistem taraftarı olmamaktır farz-vacip kavramının sözlük manası. Bu bilinmeden, kavramın ıstılahı anlamı asla bilinemez. İşte Staoculuk da ruh ve anlamını “Vazife” fikrinden almıştır. Vazife ancak kamu ajanlarının yaptığı iştir. Demek ki, günümüz dünyasında herkes haklardan bahseder ve vazife fikrine kimse yanaşmaz. Oysa her hak karşılığında bir görev vardır. Muttakilerde ise, haklardan fedakarlık ederek vazgeçilir, ama görevlerden asla vazgeçilmez. Bunu haşır süresinde geçen “İsâr” kavramından anlamaktayız. Ensar veya kavramsal Nasranî öyle bir dayanışmacıdır ki, eşitlik sisteminde dahi, eşitlik benim hakkım demez, bundan da başkaları lehine vazgeçerek, başkalarını kendisine tercih eder. İşte Vazife (Görev) ve görev anlayışı budur.

Şimdi bunu Staoculuk nedir? Tespit edelim:
“Eski Yunan ve Roma’da VAZİFE kavramını vurgulayan ve insan yaşamında evrendeki düzen ve dinginliğe ulaşılabileceğini savunan felsefe akımı… Epikürosçuluğun tersine, bir dünya vatandaşı olarak insanın toplumsal olaylarda etkin rol oynaması gerektiğini vurgular.”

İ.Ö 300’lü yıllarda Kıbrıslı Zenon tarafından kurup geliştirilen bu felsefenin belli başlı nitelikleri erdem ve erdemsizliğin tanımı ve erdemin tercin edilmesi üzerinedir. Zenun’un Sokrates’in öğretilerinden ve Kynik Diogenes’in yaşam biçiminden etkilendiği söylenir. Hakdin Sosyo ekonomi politiği açısından olaya baktığımız için, bizim açımızdan vurgulanması gereken şeyler, dinde salih amel denilen alandır. Bu alanda zenginliği önemsemeyen bir ahlaki yapısı vardır. Bundan başka, doğal akıl yürütme ile yaşam biçimi saptanmasını vurgulaması önemlidir. Yani "doğru bir dini hayatın, yani onun şeraitinin saptanması akıl yürütme iledir" diye anlam çıkartabiliriz. Bunun için biraz alıntı yapalım:
“Her insan doğal akıl yürütme yeteneği ile iyi yaşama ulaşabilirdi. Değerlerinin doğruluğunun veya yanlışlığının ölçüsü ise, duygusal denge veya dengesizliğidir.
Korku, tutku, üzüntü gibi duygusal çalkantılar erdemsizliğin göstergeleriydi. Çünkü zayıf ve kendi içinde bölünmüş bir zihin gerektirirdi.
Oysa her zaman her iyiye sahip olan erdemli insan dengeli ve dingindi. Sıradan insanları sarsan geçici olaylar, onun erdemini etkilemezdi. Erdemli insan, kendisinden ve başkasının maddi koşullarını iyileştirmek için çalışın, ama bu eylemlerin değeri, dıştan bakıldığında görülen başarısıyla değil, acının erdemliliğiyle ölçülürdü”

Elbette ki burada tanımlanan Hak bir dinin "Vera sahibi" insanının kutsal amacının ne olması gerektiği ve insanın ahlak ve dindeki ölçüsü amaç edinilen şeyini kendisinden ayırmadan, maddi durumların düzeltilmesinde herkesin ihtiyaçlarının sağlamasını amaç edinip, bu yolda gayret göstermesidir. Yine Aristokratik ve liberal-Kapitalist sistemde geçerli olan Hami-mahmi aldatmacası yolunu terk etmesidir. Yani Kuran Bakara suresinin 286. ayetinde belirtilen ve insanın asla başaramayacağı "Isr üzere" ahitleşmedir. Bu ayette geçen “Hamalet” yüklenmektir. Nasıl bir başkasının yükünü ücret karşılığında taşıyan insana hamal denilirse bu kavamın geniş anlamları karşılıklı yardımlaşma yerine, birileri toplumun yükünü sırtına alma bahanesiyle, kendisini ve kendi yumağını büyütüp Meleleşme yolunu tutmasıdır.

Maalesef içi boşaltılmış ve şeraiti batıllaşmış gelenekçi dinciliğin ve Liberal-kapitalizmin ve Aristokrasinin çıkmaz yoludur ki, maişetle arasındaki fark “Ücret karşılığı” olmasıdır. Monark’ın kişisel ücreti, saraylarda lüks içinde yaşamak, müstebit olmak, yani “Yükseğe çıkıp oradan gözetmek”; girişimcinin ücreti, iyice Meleleşerek taşan/artan kısımdan vermek. Oysa Ensariyet ve İsâr ise, kâr ve ücret anlayışını ret edip, vazife anlayışı ile geçimliğini sağlayacak imkânı kendisine veren topluma maaş karşılığında hizmet etmesidir.

“Beni servet ve sermaye sahibi yap, buna izin ver, ben de sana iyilik yapayım” diye sistemleşmek haksızlık sistemleridir. Ensariyet bunu ret eder. Daha en baştan, yani zengin olmadan/kap dolmadan( Meleleşmeden) karşılıklı yardımlaşmaya hazır olmaktır "hayr" olan. İkinci önemli özelliği ise yardımlaşmanın karşılıklı olmasıdır. Herkes veren, herkes alandır. İşte Staoculuk bu sınıfsız toplumu savunmaktır dense yanlış olmaz. Meleleri bulunmayan Mütrefleri olmayan toplumun karşılıklı yardımlaşmasıdır. İşte Staoculuk bu nitelikte bir sistemi savunduğu için Ensariyete ile benzer anlam taşır. Şöyle ki;

“Bu ahlak görüşüyle Stoacılık, antik çağın en etkili felsefe görüşlerinden biri oldu. Çünkü geleneksel ırk, toplumsal konum ve cinsiyet sınırlarını aşarak, ortak bir insanlık ülküsü getirdi. Mutluğun temellerini insanın içinde bularak, bunları bilgelik, cesaret, adalet ve ölçülülük erdemleriyle özdeşleştirerek karşılıklı yardımlaşmanın birleştirdiği bir insanlık öngördü.”

Yardımlaşmanın karşılıklılık ilkesi insanlık ve dinler tarihinde büyük bir devimdir. Selam ona İsa tarafından yeniden tebliğ edilen dinin sosyo ekonomi politiği böyledir. Bu, Kuran ekonomi politiğinin(Hak olan gerçek şeraitinin) esasını oluşturur. Kurtuluş “Yükseğe çıkarak” ve “Öne geçerek” değil, saf oluşturarak aynı yöne (kıbleye) birlikte yönelmektir bu(Fatiha Suresi). Diğer sistemler diyet ödemektir. Serbest yere, çayıra salınıp istediği gibi otlamasına izin verilir(Kapitalizm'in "bırakınız yapsınlar-bırakınız geçsinler prensibi). O sistemlerde çayırları kazıyıp kökünü kurutmasına izin verilen Meleler vardır. Bu melelerin deveden bir kulak(veya deve yükünden bir lokma) vererek borçtan kurtulması esasıdır. (Dolup-taşandan) dolup taştıktan sonra vermek, şeraiti batıl olan dinlerin yöntemidir.” Vela tahmil aleyna ısran kema hameltehü alellezine min kalbine” diye Bakara suresinde, müminin tercih etmemesi gerektiği ihtar edilen sistemdir. İtibar edilmemesi geeken bu sistem "yüzdelik zekât"la ve "vakıf" göz boyamaları ile yardımlaşmanın karşılıklılık ilkesini yok eder;ve bu sistem iştirak halinde mülkte yardımlaşma olarak övülen muttakiler kollektivizminin inkâr etmek, aslında hak şeraite asi olmaktır.

Ensariyet sosyo ekonomi politiği hak din şeriat anlayışında bir devrimdir; dolup taşanla ve tek taraflı olarak inayet etme yerine, kabı doldurup taşırmadan itidal seviyesi üzerinde kalan her kuruşun derhal topluma iadesi ilkesidir. Herkes herkese yardımla mükelleftir. Amaç, birileri zenginleşip toplumda fitne olmasın ve toplum ifsad olmasın, her mahallede bir milyoner değil her mahallede herkes milyoner. Yani önce kendisini kurtarmak, duvarın üzerine çıkmak, öne geçmek gibi hayat görüşü ipe un sermek ve zülmün sebebi olmak değildir. Ne yapılması gerektiği ise müjdedir. Bunun için önce, gözetip korumak için gözetleme kulesi edinmek bahanesiyle halkın üzerine yükselenlerin (Liberal-kapitalist sistemlerin) nasıl bir dalalet olduğu bu kavramlar âlemindeki seyahat’te anlamak, aynı seviyedeki insanların karşılıklı yardımının hem dünya, hem ahiret saadeti için gerekli ve faydalı olduğunu görmek gerekir.

Bu ara saptamadan sonra, İsa misyonunun sosyal siyasi ve ekonomik dini bir sistem olarak ortaya çıkması ve zülmün karşısında durması mânâları ile güçlendirilmiş Kur'an tanımlamalarıyla “Nasrânî” kavramına daha da açıklık getirmemiz gerekmektedir. Onun en iyi tanımı Haşır süresi 9. ayettedir. Özellikleri "yardımlaşma toplumu" demektir. Bu, nefsin cimriliğinde kurtulma ve hayırda yardımlaşmada yarışmadır. Bir başka deyimle “Birr” kavram ve kurumudur. Avrupa birliği gibi şerde yardımlaşma değildir. O kadar ileri bir karşılıklı yardımlaşmadır ki, ihtiyaç içinde iken kendilerini ihmal ederek, diğerlerini tercih etmektir.

İşte, Allah bunun için İsa’ya inanlara değil, ona tâbi olanlara Nasrânî ismini vermiştir. Bunlar Manastır ehlidirler. Kollektivistlerdir. İslâm'da bunlara "Beyt Ehli" denilir. Ne genişleyerek başkalarının sahasına taşarlar, ne de başkalarına kendi sahalarına taşmasına müsaade ederler. Kazanç ve paylaşma sınırları manastır duvarlarından başlar, orada sona erer. Dünyaya açılmanın mahsurunu bilirler. Çünkü o zaman dünya ile eşit paylaşma sorumluğu altına girmiş olurlar. Onun için bu Kuransal kavramların tümü Gerçekte İsa’ya tabi olanların tanımını ortaya koyar. Günümüz Christ’lerinin kahır ekseriyeti bunun tersini yaptıkları, tersini kültür diye ihraç ettikleri, bununla da kalmayıp, dünyayı Antichrist olmaya orduları ile birlikte zorladıkları için, bu politikaları oluşturan odaklar, yürürlüğe koyan siyasiler, propagandasını yapan misyonerler, silahla destekleyen ordular ve onu besleyen uluslar arası ekonomik örgütlenmeler "İsa karşıtlığı" cephesi oluşumlarıdır. Doğru öğreti adalettir. O da öncelikle her kavramı, bulunması gereken yere oturtmaktan başlamaktır. Sonuçta da eşitliktir. Doğru öğreti, doğru fikir ve inancın, doğru inanç da doğru davranışın, doğru davranış da Erdemli yaşamın koşuludur. Serbest yer anlayışını ekonomi politik yapmak antichristliktir. Hele dünyayı buna zorlamak “Deccal’ın damgasını taşımayana hayat hakkı tanımamaktır”. Bu damga ise C.F.R isimli kuruluşun izin verdiği ilkeleridir.

Saygılarımla.
Galip Yetkin
(Adalet ve Rahmet sitesinden)

Konu galipyetkin tarafından (8. May 2013 Saat 04:14 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
merdem (5. May 2013)