Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 12:05 AM   #7
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Bu ayette dikkatler Kur’an’a çekilmiş; Kur’an’ın kendisinden önceki kitapları doğrulayan bir Hakk olduğu ve onun kesinlikle uydurma, yalan, düzmece olmadığı vurgulandıktan sonra Allah’ın, kullarını en iyi bilen, tanıyan olduğu için kullarının mizaçlarına göre kılavuz ve yasalar gönderdiği ifade edilmiştir.

32–35. Ayetler:

Sonra Biz Kitap’ı kullarımızdan süzüp seçtiklerimize miras bıraktık. Şimdi de onlardan bazıları nefislerine zulmeden, bazıları orta yolu tutan, bazıları da Allah’ın izniyle hayırlarda önde gidenlerdir. İşte bu büyük lütfun; Adn cennetlerinin ta kendisidir. Onlar oraya gireceklerdir. Orada altın bileziklerle ve incilerle süsleneceklerdir. Oradaki elbiseleri ipektir.
Onlar orada; “Hamd, bizden o üzüntüyü gideren ve bizi lütfundan, kendisinde bize yorgunluk gelmeyecek, kendisinde bizim için usanç olmayacak, durulacak bu yurda konduran Allah’a özgüdür. Gerçekten Rabbimiz çok bağışlayıcı ve çok karşılık vericidir.” derler.

32. ayette konu edilen kitap, yani miras bırakılan kitap; insanlığa ilk indirilen Kitap’tır. İlk Kitap’ın İbrahim peygambere indirildiği kabul edilirse, Kitap’a vâris olanlar da, o günden sonra yaşamış olan insanlardır. Ayetteki “seçtiklerimize” ifadesinden anlaşıldığına göre, insanlar arasında bu mirasa lâyık olan seçkinler olduğu gibi, akıllarını kullanmayan ve Kitap’a vâris olma başarısını gösteremeyen kimseler de vardır.
Kitap’ın miras bırakıldığını bildiren 32. ayetteki ifade, ayrıca da şu anlama gelmektedir: İnsanlığa ilk gelen kitap ile son kitap arasında fark yoktur, yani vahyin temeli birdir. Nitekim Kur’an’da geçmiş kitaplara atıfta bulunan pek çok ayet vardır. Özellikle Necm suresinin 36–45. ayetlerinde belirtilen hükümlerin, İbrahim ve Musa peygamberlerin kitaplarında da var olduğu çok açık bir ifade ile bildirilmiştir:

Necm; 36–45: Ya da haberlenmedi mi Musa’nın sayfalarındakiler ile?
Ve de, o çok vefalı İbrahim’in sayfalarındakiler ile.
Gerçek şu ki, hiçbir günahkâr bir başka günahkârın günahını çekmez.
Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başka şey yoktur.
Ve onun çalışıp didinmesi yakında görülecektir.
Sonra karşılığı kendisine hiç eksiksiz verilecektir.
Hiç kuşkusuz, son varış yalnızca Rabbinedir.
Hiç kuşkusuz, güldüren de O’dur, ağlatan da.
Hiç kuşkusuz, öldüren de O’dur, dirilten de.
Hiç kuşkusuz, iki çifti; erkeği ve dişiyi yaratan da O’dur;

32. ayetin bildirdiği bir diğer husus da, insanların hepsinin aynı olmadığıdır. Ayete göre insanların bir kısmı “zalim”ler (kâfirler, müşrikler), bir kısmı “muktesit”ler (orta yol tutanlar; iman ile küfür arasında bir yol tutanlar; hem inanmış hem inanmamış olanlar; münafıklar) ve bir kısmı da “hayırlarda önde giden”lerdir (iyiler; müminler; müttekiler). Bu sınıflama içinde yer alan “muktesit”lerden, başka ayetlerde de söz edilmiştir:

Lokman; 32: Ve gölgeler gibi bir dalga onları kapladığında, O’nun için dini arındırarak Allah’a yalvarırlar. Ama ne zaman ki karaya çıkararak kurtardı, onlardan bir kısmı orta yolu tutar (iman küfür arasında bir yol tutar). Ve ayetlerimizi ancak, tam hain ve tam nankör, bile bile inkâr eder.

Maide; 66: Ve hiç kuşkusuz eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve kendilerine Rabblerinden indirileni (Kur’an’ı) ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından yiyeceklerdi (besleneceklerdi). Onlardan bir kısmı orta yol tutan (bazısına inanıp bazısına inanmayarak orta yol tutan) bir ümmettir. Onlardan çoğunun da yapmakta oldukları ne kötüdür!

“Muktesit”lerin kimler oldukları ise Nisa suresinde açıklanmıştır:
Nisa; 150–151: Allah’ı ve peygamberlerini inkâr ederek kâfir olan, “Biz, bir kısmına inanırız bir kısmına inanmayız” diyerek Allah ve elçisinin arasını ayırmaya kalkışan ve böylece imanla küfür arasında bir yol tutmaya çalışan kimseler var ya, işte onlar gerçek kâfirlerin ta kendileridir. Biz o kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.

Dikkat edilirse bu sınıflamada kâfirler; “zalim” ve “muktesit” nitelemeleri ile iki grupta toplanmış, müminler de “hayırlarda önde giden” nitelemesi ile tek grup olarak gösterilmiştir. Yani, bu sınıflamaya göre iman konusunda orta yol, ılımlılık yoktur; iman uç noktadır ve sentez kabul etmez.
Buradaki sınıflama ile, sınıflamanın insanların ahiretteki durumlarına göre yapıldığı Vakıa suresindeki sınıflama birbirine karıştırılmamalıdır. Vakıa suresindeki sınıflamaya tâbi tutulanlar ahiretteki insanlardır ve ahirette kâfirlerin “solun ashabı” nitelemesi ile tek sınıf olarak gruplanmasına karşılık, müminler “önde olanlar” ve “sağın ashabı” nitelemeleri ile iki sınıfta gruplanmıştır.

Konumuz olan 32–35. ayetlerde verilen mesajlar, başka ayetlerde farklı ifadelerle yer almıştır:

Ankebut; 45–49: Sana kitaptan vahyedileni oku ve namazı ikame et. Muhakkak ki namaz fahşadan ve kötülükten alıkoyar. Ve Allah’ın anılması elbette en büyüktür. Ve Allah yaptığınız (ürettiğiniz) şeyleri bilir.
Kendilerinden zulmedenler hariç, Kitap ehli ile ancak en güzel bir yolla mücadele edin ve; “Biz, bize indirilene ve size indirilene inandık. Bizim ilâhımız ve sizin ilâhınız birdir. Biz sadece ona teslim olmuş kimseleriz.” deyiniz.
Ve işte böylece Biz, sana Kitap’ı indirdik de kendilerine Kitap verdiklerimiz ona inanıyorlar. Ve bunlardan da ona inananlar vardır. Ve Bizim ayetlerimizi ancak inkârcılar bile bile reddeder.
Ve sen bundan önce, bir kitaptan okur değildin. Onu sağ elinle yazmazdın da. Öyle olsaydı, batıla uyanlar kuşku duyarlardı.
Bilakis o (Kur’an), kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde (yer eden) apaçık ayetlerdir. Ayetlerimizi ancak ve ancak zalimler bile bile reddederler.

Kehf; 29–31: Ve de ki: “O hakk (gerçek), Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Şüphesiz Biz zalimler için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O ne kötü bir içecektir. Dayanma / sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür!
İman eden ve salihatı işleyenlere gelince, şüphe yok ki Biz öyle işi güzel yapanların karşılığını zayi etmeyiz.
İşte onlar, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar orada koltuklarına yaslanmış olarak altından bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyecekler. O ne güzel karşılıktır. Ve ne güzel kalma yeri!
Hacc; 23: Şüphesiz Allah iman eden ve salihatı işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlere girdirecek. Onlar orada altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir.

İnsan; 22: İşte bu sizin ödülünüz, çabanızın karşılığıdır.

Hakkah; 24: Geçmiş günlerde yaptığınız işler sebebiyle afiyetle yiyin, için!

36, 37. Ayetler:

Ve şu inkâr eden kişiler, cehennem ateşi kendileri için olanlardır. Onlar hakkında hüküm verilmez ki ölsünler. Kendilerinden, onun (cehennem ateşinin) birazı da hafifletilmez. İşte Biz her aşırı inkârcıyı böyle cezalandırırız.
Ve onlar, orada feryat ederler: “Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapmış olduklarımızdan başka düzgün amel yapalım.” -Sizi, düşünecek olanın düşüneceği kadar ömürlendirmedik mi? Size uyarıcı da gelmişti. O hâlde tadın! Artık zalimler için bir yardımcı da yoktur. -

Bu ayetlerde konu edilen inkârcılar, 32. ayette sözcü edilen “zalim”ler ve “muktesit”lerdir. Rabbimiz, müminlerin (hayırlarda önde gidenlerin) akıbetlerini bundan önceki ayetlerde bildirdikten sonra bu ayetlerde de kâfirlerin akıbetlerini kınayarak açıklamakta ve onların kalplerine korku salmaktadır. Zalimlerin burada konu edilen durumları, insanların bu kötü sondan sakınmaları için Kur’an’da bir çok kez yer almıştır:

Ta Ha; 74: Gerçek şu ki her kim O’na (Rabbine) suçlu olarak varırsa, şüphesiz ki ona cehennem vardır. Orada ölmez ve dirilmez.

Zühruf; 74–78: Muhakkak ki günahkârlar cehennem azabında süreklidirler. Kendilerinden azap hiç hafifletilmeyecektir. Onlar kurtulmaktan da ümitlerini kesmişlerdir. Ve Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendileri zalim kimseler idiler.
(Cehennem bekçisine) “Ey Malik, artık Rabbin bizim işimizi bitirsin” diye seslenirler. (Malik de) “Siz böyle kalacaksınız” der. Ant olsun ki Biz gerçeği getirdik, velâkin çoğunuz hoşlanmadınız.
Ve Biz onlara zulmetmedik, velâkin onlar, kendileri zalim olanlar idiler.
Onlar seslenirler: “Ey Malik! Rabbin aleyhimizdekini gerçekleştirsin.” O; “Siz böylece kalacaksınız.” der.
Ant olsun ki biz size hakkı getirdik. Velâkin sizin çoğunuz hakkı çirkin görüyorsunuz.

Nebe; 30: Öyleyse tadın! Bundan böyle size azaptan başka bir şey tattırmayacağız.

Mülk; 8, 9: Az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara sorar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?”
Derler ki: “Evet, bize uyarıcı geldi ama biz yalanladık ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ dedik.”

Nisa; 56: Şüphesiz ki şu, ayetlerimizi inkâr etmiş kişileri Biz yakında ateşe atacağız. Derileri piştikçe azabı tatsınlar diye derilerini başka deriler ile değiştireceğiz. Şüphesiz Allah çok güçlüdür, en iyi yasa koyandır.

38. Ayet:

Kesinlikle Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Hiç şüphesiz O, göğüslerin içindekini çok iyi bilendir.

Bu ayet özellikle muktesit (ılımlılar) olarak nitelenen münafıklara yöneliktir. Çünkü burada Yüce Allah’ın göğüslerin içindekini çok iyi bildiği söylenerek; muktesitlerin “inanmış insan” görüntüsü vermelerine karşılık Allah’ın, onların kalplerindeki gerçek inançlarını bildiği için kendilerine, kalplerinde gizledikleri o inançlara göre muamele yapacağı mesajı verilmektedir. Aslında bu ikiyüzlüler ve müşrikler, ölümlerinden sonra dünyaya döndürülseler bile yine münafıklıklarına ve şirklerine devam edecek yapıdadırlar. Onların bu özellikleri başka ayetlerde belirtilmiştir:

En’âm; 28: Hayır, işin aslı daha önce gizleyip durdukları karşılarına çıktı. Geri çevrilselerdi yine menedildikleri şeye mutlaka dönerlerdi. Evet, onlar gerçekten yalancıdırlar.

39. Ayet:

O, sizi yeryüzünde halifeler yapandır. Artık kim kâfir olursa, kâfirliği kendi zararınadır. Ve kâfirlerin küfürleri, Rabblerinin katında kendilerine sadece buğzu artırır. Ve kâfirlerin küfürleri kendilerine sadece zararı artırır.

Bu ayette Rabbimiz, yukarıda 16, 17. ayetlerdeki “ dilerse …” ifadesine atıfta bulunarak âdeta; “Bu yeryüzünde sizden evvel başkaları vardı, onları yok ettik onların yerine sizi getirdik. Aklınızı başınıza alın, kâfirliğin zararı kendinizedir. Sürekli Rabbinizin buğzunu artırıyorsunuz. Aklınızı başınıza alıp kendinizi zarardan kurtarın. Daha önce geçmiş olan o kavimlerin, kendilerinden daha önceki kavimlerden ders almadıkları gibi, sizler de aynı tavrı sürdürür ve küfürde ısrar ederek kendinizden önceki kavimlerin akıbetinden ders almazsanız, sizlerin sonu da bir felâket olacak ve bu yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz.” buyurmaktadır.

Ayetteki “halifeler” sözcüğü; “arkadan gelenler” demek olup, bu sözcükle muhataplara; kendilerinin daha evvel yaşamış toplumlardan, medeniyetlerden sonra getirildiği ve kendilerinden sonra da başkalarının getirileceği mesajı verilmiştir. (“Halife” konusu, Sad suresinin sonunda bulunan “Halife” başlıklı yazımızda ayrıntılı olarak tahlil edilmiştir.)


40. Ayet:

De ki: “Allah’ın astlarından yakarıp durduğunuz ortak koştuğunuz kimseleri gördünüz mü? Gösterin bana, yeryüzünden neyi yaratmışlardır? Ya da onlar için göklerde bir ortaklık mı var? Ya da Biz kendilerine bir kitap vermişiz de onlar, ondan bir delil üzerinde midirler?” Bilakis o zalimler, birbirlerine aldatmadan başka bir vaatte bulunmuyorlar.

Bu ayette peygamberimiz aracılığıyla müşrikler tefekküre davet edilmekte ve onlara, taptıkları şeylerin yeryüzünde herhangi bir varlık yaratmadıkları, göklerde bir ortaklıklarının olmadığı ve Allah’ın ortağı olduklarına dair Allah’tan bir belgelerinin bulunmadığı hatırlatılarak akıllarını başlarına almaları, birbirlerini aldatıp durmamaları ihtar edilmektedir. Yani akıl sahipleri burada; sözde ilâhlık taslayanların veya ilâh olduklarına inanılan putların ilâhlığına dair, bunların olağanüstü güçleri olduğuna dair, ahirette insanlara yardım edeceklerine dair, aklî ve naklî bir dayanağın bulunmadığı belirtilerek uyarılmaktadırlar.
Ayetin sonunda yer alan, zalimlerin birbirlerini aldattıkları yolundaki ifade, günümüzü de içine alacak şekilde tüm zamanları kapsayan bir ifadedir. Çünkü çok eski tarihlerden itibaren hazretler, azizler… ve onların yardımcıları, dinlerinin ticaretini artırmak ve halkı kandırmak için; “Filân şeyhin, filân zatın eteklerine yapıştığınız takdirde, onlar tüm işlerinizi düzene sokarlar ve ahirette sizleri Allah’ın azabından kurtarırlar.” şeklinde yalan hikâyeler uydurmuşlar ve bu yalanlara inanan akılsızları kandırmaya günümüze kadar devam edegelmişlerdir.
Rabbimizin bu konudaki ayrıntılı bir uyarısı da Kalem suresinde yer almıştır:

Kalem; 36–41: Neyiniz var, nasıl hükmediyorsunuz?
Yoksa içinde ders aldığınız şeyler olan size ait bir kitap mı var:
“Siz bu âlemde neyi seçerseniz / beğenirseniz o mutlaka sizin olacak.”
Yoksa size karşı kıyamet gününe kadar sürecek üzerimizde yeminler / taahhütler mi var: “Siz her ne hüküm verirseniz mutlaka öyle olacak.” diye.
Sor bakalım onlara, içlerinden böyle bir şeye hangisi kefildir / bunu kim garanti etmektedir?
Yoksa onların ortakları mı var? O hâlde ortaklarını getirsinler, eğer doğrulardan iseler.

41. Ayet:

Hiç şüphesiz gökleri ve yeryüzünü yok oluvermekten, Allah tutuyor. Ant olsun ki eğer onlar (gökler ve yeryüzü) yok oluverirlerse, onları O’ndan sonra kimse tutamaz. Gerçekten O, çok yumuşak davranan, çok bağışlayandır.

Bir önceki ayette müşriklerin ilâhlarının durumu anlatılarak müşrikler tefekküre davet edildikten sonra bu ayette; Rabbimizin sonsuz gücü, kuvveti, insanlara karşı yumuşak, sabırlı davranışı ve bağışlayıcılığı dile getirilmiş, böylece de akıllı insanların hangi ilâhı tercih etmeleri gerektiği konusunda onlara yol gösterilmiştir.
Yüce Allah burada; içinde bulunulan muazzam evrenin, kendi koyduğu kanunlar ile ayakta durduğunu ve bu sistemi kendisinden başka kimsenin (bir meleğin, cinnin, peygamberin, sözde veliy ya da kutubun, yani hayatlarının idamesi için her saniye Allah’a muhtaç olanların) ayakta tutmaya gücü olmadığını belirtmiştir.
Rabbimiz göklerdeki ve yeryüzündeki mükemmel düzeni sürekli delil olarak göstermiştir:

Hacc; 65: Sen, Allah’ın yeryüzündekileri size boyun eğdirdiğini ve kendisinin emriyle denizlerde akıp giden gemileri görmedin mi? Göğü de kendi izni olmaksızın yere düşmekten O tutuyor. Şüphesiz Allah insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.

Rum; 25: Göğün ve yeryüzünün kendi emriyle durması da O’nun ayetlerindendir. Sonra sizi yeryüzünden bir tek çağırışla çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki siz çıkarılıyorsunuz.

Ayetin sonundaki “Gerçekten O, çok yumuşak davranan, çok bağışlayandır.” ifadesi; Allah’ın, bunca küstahlığa rağmen insanoğluna fırsat tanıyacağını ve hemen cezalandırmayacağını bildirmektedir.

42, 43. Ayetler:

Ve onlar var güçleriyle Allah’a yemin etmişlerdi ki, kendilerine uyarıcı bir peygamber gelirse, mutlaka ümmetlerin her birinden daha doğru yolda olacaklardı. Buna rağmen ne zaman ki kendilerine bir uyarıcı geldi, bu, yeryüzünde bir kibirlenme ve kötülük düzeni yönünden onların sadece nefretlerini artırdı. Hâlbuki kötü düzen ancak kendi ehlini çepeçevre kuşatır. O hâlde öncekilerin kanunundan başka ne gözetiyorlar? Onun için sen Allah’ın sünnetinde asla bir değişme bulamazsın. Sen Allah’ın sünnetinde asla bir başkalaşma da bulamazsın.

Bu ayetlerde müşriklerin genel karakterleri anlatılmaktadır. Rabbimizin bildirdiğine göre; kendilerine bir uyarıcının gelmesi hâlinde diğer toplumlardan daha doğru olacaklarına dair var güçleriyle yemin eden müşrikler, uyarıcı geldiği zaman verdikleri sözü tutmak bir yana sapıklıklarını, düşmanlıklarını arttırmaktan başka bir şey yapmamakta ve bu şekilde ortaya koydukları kötülüklerin kendilerini kuşatması sonucu kendi kazdıkları kuyuya düşmektedirler.
Müşriklerin bu yapısı, başka ayetlerde de belirtilmiştir:

En’âm; 155–157: Ve bu (Kur’an), “Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa (Yahudi ve Hıristiyanlara) indirildi; biz ise, onların okumasından habersizdik (o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk)” veya “Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz diye Bizim indirdiğimiz kitaptır, bereketlidir. Onun için ona uyun ve takvalı davranın. Belki rahmet olunursunuz. İşte size de Rabbinizden açık delil, kılavuz ve rahmet gelmiştir. Öyleyse Allah’ın ayetlerini yalanlayıp, onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir? Ayetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle azabın kötüsüyle cezalandıracağız.

Saffat; 167–169: Ve onlar diyorlardı ki: “Eğer yanımızda öncekilerden bir öğüt / kitap olsaydı, elbette biz de Allah’ın arıtılmış kulları olurduk.”

44. Ayet:

Ve yeryüzünde gezip de bir bakmadılar mı, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş? Hâlbuki onlar, bunlardan daha kuvvetliydiler. Göklerde ve yeryüzünde Allah’ı âciz bırakan hiçbir şey yoktur. Kesinlikle O, en iyi bilendir, en güçlü olandır.

Bu ayet, hem uyarı hem de tehdit içeren bir ayet olup burada; müşriklerin kendilerinden daha güçlü nice kavmin geçmişte helâk edildiği, yeryüzünde Allah’ı âciz bırakabilecek hiç bir şeyin olmadığı, hak edenlere gereken cezanın verildiği, bunu da müşriklerin verilmiş olan cezaların kalıntılarını görerek bildiği belirtilmekte ve dolayısıyla da tarihten ders alınması gerektiği mesajı verilmektedir.
Geçmiş toplumların akıbetlerinden ders alınması lâzım geldiğini vurgulayan Kur’an’da birçok ayet vardır:

Rum; 9: Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Peygamberleri de onlara nice açık delilleri getirmişlerdi. O hâlde Allah onlara zulmedecek değildi fakat onlar kendilerine zulmetmekteydiler.

Mümin; 82: Daha yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş bir bakmazlar mı? Onlar kendilerinden hem daha çok, hem de kuvvetçe ve yeryüzündeki eserlerinin sağlamlığı bakımından daha çetin idiler. Öyle iken o kazandıkları şeyler, kendilerine fayda vermedi.

Furkan; 40: Ve ant olsun bunlar, belâ ve fenalık yağmuruna tutulmuş olan beldeye gittiler. Peki, onu da görmüyorlar mıydı? Aksine bunlar öldükten sonra dirilmeyi ummamaktaydılar.

Ankebut; 38: Ad ve Semud’u da (kavimlerini de helâk ettik). (Bu) onların meskenlerinden (yurtlarından) size besbelli olmuştur. Şeytan onlara kendi işlerini süslemiş de onları doğru yoldan alıkoydu. Hâlbuki onlar görüp anlayan kimselerdi.

Bu konuda ayrıca, Âl-i Imran; 137, En’âm; 6, 11, Yusuf; 109, Nahl; 36, Hacc; 46, Neml; 69, Ankebut; 20, Rum; 42, Mümin; 21 ve Muhammed; 10’a da bakılabilir.



45. Ayet:

Ve eğer Allah, kazanmakta oldukları şeyler dolayısıyla insanları sorgulayıp cezalandıracak olsaydı, onun sırtında (yeryüzünde) hiçbir dabbehi (canlıyı) bırakmazdı. Velâkin onları, adı konmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman da artık şüphesiz Allah kendi kullarını en iyi görendir.

Bu ayette Rabbimizin, rahmetine yönelik bir ilkesi bildirilmekte ve bu ilke doğrultusunda insanların korkmadan çekinmeden Allah’a dönmeleri istenmektedir. Ayetin takdirini şu şekilde yapmak mümkündür: “Allah insanları her yaptıkları kötü davranış sebebiyle cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde insan ve canlı diye bir şey bırakmazdı. Oysa Allah, Halim ve kullarının hatalarını bağışlayandır; onlara tövbe etme fırsatı verir ve onları hemen cezalandırmaz. Ama bu, O’nun ihmali veya gafleti anlamına gelmez. O, kullarını sürekli görür, gözetler ve zamanı gelince de herkese yaptığının karşılığını verir.”

Bize göre burada belirtilmesi gereken bir husus da; ölümün bir ceza olmadığı hususudur. Çünkü canlıların öldürülmesi, Allah’ın önceden belirlediği bir ecelde olmaktadır ve ölüm, ölümü tadan canlıya verilen bir ceza değildir. Ama ölüm, ölen canlıdan istifade eden canlılar için ise bir cezalandırmadır.



Allah, doğrusunu en iyi bilendir.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla