Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25. April 2009, 10:32 PM   #3
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Çağdaş Kur’an bilginlerinden İzzet Derveze de konuyla ilgili olarak şu görüşü ileri sürmüştür:

“Bu ayetin tefsiri hakkında birçok ihtilâf vuku bulmuştur. Hatta bu ihtilâf sahabe döneminde bile vardı. İbn Me'sud'un talebesi Mesruk şöyle bir olay anlatır: "Bir gün Kufe'de bir camiye girdik. Orada vaizin biri konuşuyordu. "Göğün açık bir duman halinde geleceği günü gözetle" ayetini okuyup dedi ki: "O duman kâfir ve münafıkların gözlerini kör, kulaklarını sağır edecektir. Ama iman edenler üzerindeki tesiri bir nezle kadar hafif olacaktır." Bunun üzerine hemen bu ayetin tefsiri hakkında soru sormak için İbn Mes'ud'un yanına gittik. İbn Mes'ud yatıyordu, bizim sözümüzü işitince ayağa fırladı ve kızgın bir şekilde "İlmi olmayanlar sorsunlar" dedi. Bu ayetin asıl tefsiri şöyledir: Kureyşliler Rasulullah'a inanmamakta ısrar edince, Rasulullah, Allah'a, "Ya Rabbi! Yusuf'a kıtlık göndermek suretiyle yardım ettiğin gibi, bana da kıtlık göndererek yardım et" diye dua etti. Allah, elçisinin duasını kabul etti ve Kureyşliler kıtlıkla karşı karşıya kaldılar. Vaziyet o kadar vahim bir hal aldı ki, insanlar kemik, deri, hatta hayvan leşi bile yemeye başladılar. Böyle bir halde karnı aç olanlar gökyüzüne bakınca duman görürlerdi. Bu kıtlığın devam ettiği bir zamanda Ebu Süfyan Rasulullah'a gelerek akraba oluşlarını hatırlattı ve "Allah'a dua et de bizi bu afetten kurtarsın, kabilen açlık içinde kıvranıyor" diye ricada bulundu. Bu dönemde Kureyşliler Allah'a “Ey Allah'ım! Bizi bu afetten kurtarırsan doğru yola geleceğiz" diye yalvarıyorlardı. İşte bu ayetlerde bu olaya işaret edilmektedir. Şiddetli bir darbe ile Bedir Savaşı'nda Kureyşlilere indirilen darbe kastolunmaktadır."
Bu rivayeti İmam Ahmed, Buhari, Tirmizi, Nesei, İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim çeşitli senetlerle Mesruk'dan nakletmişlerdir. Bunların dışında İbrahim Nehai, Katade, Asım ve Amir de "Abdullah b. Mes'ud'un tefsiri buydu" demektedirler. Dolayısıyla İbn Mes'ud'un tefsirinin böyle olduğunda hiç bir şüphe yoktur. Tabiinden Mücahid, Katade, Ebu Aliye, Mukatil, İbrahim Nehai, Dahhak ve Atiye'l-Avf, İbn Mes'ud'un bu tefsiri üzerinde ittifak etmişlerdir. Diğer bir yanda, Hz. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas, Ebu Said Hudri, Zeyd b. Ali ve Hasan Basri gibi bazı kimseler, bu ayetin kıyamete yakın bir zamanda o dumanın yayılacağı şeklinde yorumlamışlardır. Ayrıca Hz. Huzeyfe b. Esed el-Gifari tarafından Rasulullah'tan rivayet edilen bir hadis, bu yorumu desteklemektedir. Huzeyfe'nin anlattığı olay şu şekildedir: "Bir gün kıyamet hakkında konuştuğumuz bir esnada, Rasulullah yanımıza geldi ve şöyle buyurdu: Bu on alâmet zahir olmadan kıyamet gelmez. Güneşin batıdan doğması, dumanın yayılması [duhan] , dabbet'ül-arz, Yecüc-Me'cüc'ün çıkması, Hz. İsa'nın gökyüzünden inmesi, doğuda arzın çöküşü, batıda Arabistan'dan Aden'den ateşin yükselmesi." (Müslim)
İbn Cerir ve Taberi'nin naklettikleri, Ebu Malik el-Eşari'nin rivayeti de bu hususu teyit etmektedir. Yine İbn Ebi Hatim'in, Ebu Said Hudri'den naklettikleri iki rivayete göre de Rasulullah "Duhan"ı kıyametin alâmetlerinden saymıştır. Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Duman yayıldığı zaman mü'minlere âdeta nezle gibi hafif bir şekilde tesir edecek, ancak kâfirlerin içine dolarak, derilerinin her yerinden duman çıkacaktır."
Bu iki tefsir arasındaki fark üzerine dikkatlice düşünecek olursak, söz konusu ihtilâfın giderilmesinin mümkün olduğu görülür. Rasulullah'ın duası üzerine Allah'ın Arabistan'a kıtlık göndermesi ve kâfirlerin çok perişan olmaları üzerine, Rasulullah'ın Allah'a dua etmesi şeklindeki İbn Mes'ud'un tefsirine Kur'an'ın birçok yerinde işaret olunmaktadır. (İzah için bkz. En'am/29, A'raf/77, Yunus/14-15, Mu'minun/72) İlgili ayetlerden anlaşıldığına göre, "Azabı üzerimizden def edersen, doğru yola geliriz" şeklindeki sözleri üzerine, Allah'ın "Bunlar sapıklıktan vazgeçmezler, onlara apaçık bir Rasul gelmiş olmasına rağmen, onun davetine kulak asmamışlardır" diye buyurmuş olması ve yine kafirlerin "Bu, kendisine öğretilmiş ve yoldan çıkmış bir mecnundur" diye nitelemelerine karşılık, Allah'ın "Biz azabı kaldırsak bile, onlar yine de aynı sapıklıkta ısrar ederler" diye belirtmesi, olayın Rasulullah'ın zamanında geçtiğini doğrulamaktadır. Oysa bu ifadeleri kıyametin yaklaştığı bir zamana ıtlak ederek anlamak çok uzak bir tevil olur. Dolayısıyla İbn Mes'ud'un bu konudaki yorumunun isabetli olduğu anlaşılıyor. Ancak bu rivayetin "duman" ile ilgili kısmı, yani, "Böyle bir halde karnı aç olanlar, gökyüzüne bakınca duman görürlerdi" ifadesi Kur'an'ın zahiri beyanına uymaz. Ayrıca hadislerdeki ifadeler de bunun aksini ispatlar. Örneğin, Kur'an'ın olayı ifade edişi şöyledir: "Göğün açık bir duman haline getirileceği günü gözetle." Sonraki ayetlere de dikkatle bakılacak olursa, şöyle denmek istendiği anlaşılır: "Ey kâfirler! Siz Allah'ın elçisine inanmıyor ve kıtlıktan ders almıyor musunuz? O zaman bekleyin, kıyamet geldiğinde hak ve batılın ne olduğunu anlarsınız." Görüldüğü gibi bunun kıtlık zamanına değil, kıyametin alâmetlerinden birine işaret ettiği açıkça bellidir. Nitekim aynı husus hadislerle de teyit edilmektedir. Ne kadar gariptir ki, İbn Mes'ud'un tefsirini kabul eden müfessirler, onun yorumuna tamamen katılmışlar, reddedenler ise yine tamamen karşı çıkmışlardır. Oysa ilgili ayetler ve hadisler üzerine dikkatlice düşündüğümüzde, yorumun hangi bölümünün doğru hangi bölümünün yanlış olduğunu açıkça anlarız. (Derveze; et Tefsirü’l Hadis)

“Hz. Peygamber (s.a.s), kendisini yalanladıkları için, Mekke'de kavmine beddua ederek ‘Allah'ım, onların yıllarını, Yusuf'un yılları gibi kıl!’ buyurmuş. Bunun üzerine, yağmurlar kesilmiş, yeryüzünde kıtlık meydana gelmiş, Kureyş alabildiğine bir açlık içine düşmüş, böylece de, kemikleri, köpekleri ve leşleri yemişler. Derken, insanlar kendilerindeki açlıktan dolayı, göğe baktıklarında, kendileriyle semâ arasını adeta bir duman gibi görmeye başlamışlar. Bu, kendisinden yapılan rivayetlerin birinde İbn Abbas (r.a)'ın Mukatil ve Mücahid'in görüşü olup, Ferrâ ve Zeccâc'ın da tercihidir. Aynı zamanda İbn Mes'ûd (r.a)'un da görüşüdür. İbn Mes'ûd, bu duhânın açlığın şiddetinden ötürü ahalinin gözlerine arız olan kararmadan başka bir şey olacağını reddederdi.” (Razi; el Mefatihu’l Gayb)

Müfessir Beğavî de bu iki ayetle ilgili olarak İbn Mesud'un ri*vayetlerini aktarmıştır:

"Peygamber (s.a.s) Kureyş'e beddua etti. Senelerini Yusuf'un kıtlık se*neleri gibi yapmasını Allah'tan istedi. Kuraklık isabet etti ve kıtlık başladı. Ebu Süfyan, Peygambere gelerek şöyle dedi: Sıla-i Rahim adına yemin olsun, Allah'ın seni âlemlere rahmet olarak gönderdiğini iddia etmiyor musun? Evet, dedi. O da: Babaları kılıçla, ço*cuklarını da açlıkla öldürdün. Allah'a dua et de, bizden bu kuraklığı ve kıtlığı kaldırsın. Dua etti ve bu kalktı." (Beğavî)

Yukarıda verilen nakillerden sonra konuyu toparlarsak; ayetteki “sen, göğün, apaçık bir duman [kıtlık] getireceği günü gözetle. O [Duman; kıtlık] insanları bürür. Bu, elem verici bir azaptır. Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Şüphesiz biz artık kesinlikle inananlarız. Nerede onlarda öğüt almak! Hâlbuki kendilerine açıklayıcı bir elçi gelmişti. Sonra ondan yüz çevirdiler ve ‘öğretilmiş bir deli/ cinlenik biri!’ dediler” ifadesinden anlaşıldığına göre, birileri peygambere gelerek “Eğer Allah üze*rimizden bu azabı kaldıracak olursa, biz de müslüman oluruz” demişler, sonra da verdikleri bu sözü bozmuşlardır.
Gerek “Esbab-ı Nüzul” nakillerinde, gerekse Siyer ve Meğazî [İslâm tarihi] kitaplarında bi’setin ilk yıllarında Mekke’nin ciddî bir kıtlık dönemi geçirdiği anlatılmaktadır. Kıtlığın had noktaya vardığı günlerde Ebû Süfyan Resulullah’ın yanına gelmiş ve akrabalık hatırını ortaya koyarak ondan kıtlık sıkıntısını kaldırması için Allah’a dua etmesini istemiştir. Buna karşılık, dua etmesi ve Allah’ın da o belâyı üzerlerinden kaldırması halinde peygamberimize iman edecekleri vaadinde bulunmuştur. Ne var ki, Allah onlardan bu kıtlığı kaldırmış fakat müşrikler sözlerinde durmayarak yine şirklerine dönmüşlerdir.
Müşriklerin kadim politikalarının böyle olduğu ve tarihin her döneminde aynı tarzda hareket ettikleri başka ayetlerde de açıklanmıştır:

Ve eğer onlara acıyıp da için de bulundukları sıkıntıyı giderseydik, kesinlikle iyice körleşerek azgınlıklarında büsbütün direnirlerdi.
Ve Ant olsun, Biz onları azap ile yakaladık buna rağmen Rablerine boyun eğmediler ve yakarmadılar.
Ta ki üzerlerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığımız zaman, bir de bakarsın ki onlar orada ümitsiz kalmışlardır! (Mü’minun/75- 77)

Allah bir şehri misal olarak verdi: [Bu şehir] güvenli, huzurlu idi, Oraya her bir yerden rızkı bol bol gelirdi. Ne var ki onlar Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah da onlara, yaptıkları işler yüzünden açlık ve korku elbisesini [felâketini] tattırıverdi.
Ant olsun ki, onlara içlerinden bir elçi de gelmişti. Onu da yalanladılar. Bunun üzerine, onlar zulüm yaparlarken azap da onları yakalayıverdi. (Nahl/112,113)

Ve denizde size bir zarar dokunduğunda, o yalvardığınız kişiler kaybolup giderler. O, müstesna [kaybolmaz]. Sonra O, sizi karaya çıkararak kurtarınca, yüz dönersiniz. Ve insan, çok nankördür! (İsra/67)

“Duman” konusuyla ilgili uzun nakillerden sonra, şimdi de bu sözcüğün Arap dilindeki kullanımı hakkında bilgi verelim: Allame İbn Menzur, bütün uzmanlarca Arap dili konusunda tartışmasız kaynak kabul edilen Lisanü’l-Arab adlı lügatinde şunları nakletmektedir:

Denilir ki: Aç kişi kendisi ile gökyüzünün arasını açlığın şiddetinden dolayı “duman” olarak görür. Kıtlık döneminde yağmursuzluktan yeryüzünün kupkuru olması, toz toprağın havaya
yükselmesi nedeniyle açlığa da “duman” denir. Açlık toz dumana benzetilir. O nedenle kıtlık yılı için “el Ğabrae” ve “Cu-i eğber” denir. Araplar çoğu zaman “duman” sözcüğünü “şerr” yerine korlar. Şer çoğalınca “Aramızda dumanı yükselen işler oldu” derler. (Lisanü’l-Arab; c. 3, s. 317 dhn mad.)

Gerek Arap dili ile ilgili bu açıklamalardan, gerekse “Esbab-ı Nüzul” nakillerindeki anlatımlardan, ayette geçen “duman”ın “kıtlık” olduğu anlaşılmaktadır.


KIYAMET ALÂMETİ DUMAN


Yukarıda da ifade edildiği gibi, “Duhan” sözcüğü, kıyametten az önce ortaya çıkacak bir vaka olarak yorumlanmış ve buna dair birçok rivayet ortaya atılmıştır. Hâlbuki ayette konu edilen duman, doğrudan o günün Mekkelilerine yönelik; yani onların yaşadığı ve yaşayacağı, Resulullah’ın da tanık olacağı bir dumandır. Bu nedenle, “duman”ın kıyamet alameti olarak dünyanın son zamanlarında ortaya çıkacağı yorumu Kur’an’ın beyanına uygun düşmemektedir.
13 ve 14. ayetlerde, duman azabıyla cezalandırılanların kendilerine gelen açıklayıcı elçiden yüz çevirerek ona “öğretilmiş bir deli/ cinlenik biri” dedikleri açıklanmaktadır. Müşriklerin buna benzer sözleri daha evvel Furkan suresinde de nakledilmişti:

Ve inkâr etmiş olanlar, “Bu [Furkan], onun [Muhammed’in] uydurduğu yalandan başka bir şey değildir. Ona başka bir topluluk da bunun için yardım etmiştir” dediler. Böylece onlar kesinlikle haksızlık ettiler ve asılsız bir iddia getirdiler.
Ve “O [Furkan, yazılı hâle getirilmiş öncekilerin masallarıdır; şimdi de o, sabah akşam [sürekli] kendisine okunmaktadır.” dediler.
De ki: “Onu, göklerdeki ve yerdeki sırrı bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır, merhamet edendir.” (Furkan/4–6)

Onlardan sana kulak verenler vardır; oysa biz, onu kavrayıp anlamalarına; kalpleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık kıldık. Onlar, bütün ayetleri görseler de ona inanmazlar. Öyle ki, o inkâr edenler, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek: 'Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir' derler.” (En’am/25)

Biz onların seni dinlediklerinde ne için dinlediklerini, gizli konuşmalarında da o zalimlerin “Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz” dediklerini çok iyi biliriz. (İsra/47)

Kur’an karşısında âciz kalan ve mevcut düzenlerinin bozulmasından korkan inatçı kâfirler, olur olmaz isnatlarda bulunarak Furkan’a [Kur’an’a] sataşmaya kalkmışlardır. Bu sataşma, müşriklerin sürekli başvurdukları bir yöntemdir. Kur’an’ın Resulullah’ın kendi düzmesi olmadığını bildikleri halde, onun Allah tarafından vahyedildiğine inanmak yerine, Kur’an’ı gözden düşürmeye, Resulullah’ın halk nezdindeki itibarını azaltmaya çalışmışlardır.
Müşriklerin gerek “mecnun”, “şair”, “büyücü” gibi çirkin nitelemelerle Resulullah’ı gözden düşürmeye çalışmaları, gerekse Kur’an’ın başka birileri ya da Elçi’nin kendisi tarafından uydurulduğu şeklindeki iftiraları Kur’an’ın pek çok yerinde dile getirilmiş ve bu sataşmalara şiddetle cevap verilmiştir. Bu konuyla ilgili olarak daha evvel Furkan/4-6. ayetlerinin tahlilinde (Tebyinü’l-Kur’an; c: 3, s: 343-345) geniş açıklama yapıldığından, konuyla ilgili detayın oradan okunmasını öneriyoruz.

17 – 21- Ve ant olsun ki, Biz onlardan önce Firavun kavmini fitnelendirdik. Ve onlara çok saygın bir elçi gelmişti: “Allah'ın kullarını bana geri verin. Şüphesiz ben sizin için gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah’a karşı üstünlük taslamayın. Şüphesiz ki ben size apaçık bir güç getiriyorum. Ve Şüphesiz ben, beni taşlayarak öldürmenizden benim Rabbime, sizin Rabbinize sığındım. Ve eğer siz bana inanmazsanız hemen yanımdan uzaklaşın.”

Surenin 17. ayetinden 33. ayetine kadar olan bu bölümünde Firavun ve kavminden söz edilmektedir. Her yönüyle kendilerine benzeyen Firavun ve kavmi Mekkelilere örnek gösterilmekte, onların feci akıbetlerinden ders almaları istenmektedir.
17- 21. ayetlerden oluşan bu paragrafta, Musa’nın (as) Firavun’a elçi olarak gönderilişi, Musa’nın (as) Firavun ve kavminden Allah adına talepleri ve Firavun’un sıkıntıya düşüşü nakledilmektedir. Dolayısıyla, eğer Mekkeli müşrikler Kur’an’a inanmaz, Elçi’yi tasdik etmezlerse, onlara da aynı cezanın geleceği mesajı verilmektedir.
Surede Musa (as) ile Firavun’un kıssasına işaretle yetinilmiştir. Bu paragrafta anlatılanlar, bir anda olmuş bitmiş olaylar değil, uzun bir sürecin özetidir. Sürecin detayları daha evvel A’raf, Ta Ha, Şuara, Kasas, Neml, Mü’min, Zuhruf gibi surelerde verilmişti.
Musa peygamberin “Ve Şüphesiz ben, beni taşlayarak öldürmenizden benim Rabbime, sizin Rabbinize sığındım. Ve eğer siz bana inanmazsanız hemen yanımdan uzaklaşın” şeklindeki sözleri, Kasas/35’te Rabbimizin verdiği güvenceyi ifade etmektedir:

O [Allah] dedi ki: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve ikiniz için bir kudret kılacağız. Sonra da onlar ayetlerimiz sebebiyle size erişemeyecekler. Siz ikiniz ve size tabi olanlar üstün olanlarsınız.” (Kasas/35)
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla