Tekil Mesaj gösterimi
Alt 18. April 2014, 11:59 AM   #2
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Nedir Tâğutlaşanların yöntemleri ve onların sanatına( Fen, teknoloji, inşaatı ile uyguladıkları sosyo-ekonomi-politiklerine meftun(aptalca tutkun) olan münafıkların hangi yaşam biçimini kerih(kötü) gördüklerini-kınadıklarını bilelim ki, Allah emrini tutup kendilerinde münafıklık olmayacak yeni kuşağın niteliklerini anlayalım. Tâğutlaşanların ve onlara özenenlerin sosyo-ekonomi-politik yöntemleri müsavattan(eşitlikten) nefret eden, mal kazanıp biriktirme üzerine dayanan, dünyayı tercih edenler ve sanki ahirette "mülkten hesaba çekilme"yi kabul etmemiş olanlar gibi yaşayanlardır. Öyle ise onların nefret ettikleri de, eşitlik üzere sosyo-ekonomi-politiktir. Bunun ismi "Mescid el Haram iştirak halinde mülkiyeti üzerine yaşanan, Havra ve Manastır iştirak halinde mülkiyeti üzerine yaşanan Yüsr/eşitlik/sosyalist sistemleridir. İşte ayet bunu bize haber veriyor. Maide suresinin 58. ayetini sunalım.
“Salâvata(Havra-Manastır iştirak halinde mülkiyetine) çağrıldığınızda onu oyun ve eğlence edindiler. Çünkü onlar akıllarını işletmeyen bir topluluktu”(Maide–58)

Bu ayet baştan savma tefsir edildiği için bir nebze düzeltmeye çalıştık. Ama özü budur. Daha geniş bilgi için Maun suresi vardır. Münafıklar seccade namazını kılarlar, ama adaleti ayakta tutacak "havra, manastır, mescid el harâm üzere mülkü iştirak halinde kullanmayı" duymazdan gelerek namazgah edinmeyenler kınanır. Onlar riyakâr olarak, din istimrarcısı olarak tanımlanır. İşte Tâgut yolu olan rekabet etmek, kin ve hased duyarak terakkiyi(ilerlemeyi) körüklemek, zulüm yolu olan "serbest yer ve serbest piyasa ekonomisi"ni benimseyip Salâvat sosyo ekonomi politiğini kerih görürler. Allah’ın kıyamet öncesi oluşturacağı gerçek müminler toplumu, sahtekâr ve din istismarcılarını Allah izniyle işbaşından uzaklaştırır ve itidal ve kavam üzerine yaşamaktan, ünsüz namsız olmaktan, utanmaz, onları tevazularından mülk şehveti duymayanlar olmalarından dolayı kınayanlara aldırmazlar.
İşte, böyle yapanları, dinlerinin eşitlikçi sosyo-ekonomi-politiğinden nefret edip, tâğut’u veli edinerek maddi terakki sağlayacağını düşünenleri Allah lanetlemiş ve Maymun ve domuz diye çevrilen hallere koymuştur. Öyle ise “Karide” kavramının mal kazanıp yığmak anlamını verdikten sonra, tâğut’a özenip ona yanaşmacı olan, salâvat eşitlikçi sosyo ekonomiden kaçanların zilletlerini görelim. Daha sonra bu riyakârların müminlere de inanmış göründüklerini anlatan Maide 61 ve muttakiler kollektivizminden kaçan sözde dindarların tümünün haramzade olduğunu açıklayan 62 ayeti ile âlimleri görevlerini yapmaya davet eden 63. ayetini ortaya koyalım.

Domuz yapma meselesine gelelim. Domuzluk yapmak nasıl olur. Kalp yumuşaklığı olan insan domuzluk yapabilir mi? Yoksa kalbi gılaflılar mıdır domuzluk yapanlar? Acımasız rekabete girenler, vücudunda biriktirdiği yağlar ile semizleşerek tostoparlak olan domuz gibi biriktirip kokutan, ama bir insanın işine yarar diye ona asla vermeyen midir? Hani kapitalist sistem kabzımalları, sebze çokluğu fiyatları düşürür de fakir fukaranın kursağına bir lokma girer diye ödleri patlar da, fazla sebzeyi denize dökerler ya. İşte domuzluk yapanlar öyle katı kalplidirler ki, yiyecekleri bir gece dahi bekletmeyip, bayatlatmayıp derhal muhtaca infak eden “Beyt ehli’nin” zıttına, bina ehli olup Ebnâ-ı Ahrar(materyalist-kapitalist) gibi biriktirip üst üste yığan komprador burjuvalarıdır.

Şimdi bu nitelikleri taşıyan, Allah’ın insanlara verdiği, teknoloji de dâhil bütün imkânlarıyla yeryüzünde aç-açık bir tek insan bırakmamak için kullanılması gerekirken, üretim araçlarının ve teknolojinin şeytani zekâ sahibi iffetsizlerin(Mu'minun:5. ayetinde emredilen, mizanda vezin den artan, yani ihtiyaç miktarı haricinde kalan kazancın tümünün insanların infakı için harcanmasına isyan eden facirler), işte bunların insanlıktan uzak merhametsiz katı kalpliler olduklarını “Galiz” kavramıyla ortaya koyulmuştur.. Ama yine bu Tâğut ve Deccal’ın safsatayı kullandığını, her türlü değerleri istismar ettiğini gözden uzak tutmayalım.

İşte iki insan türü lanetlenmiştir ki kendileri gadr( çoğunluk geçim sıkıntısı çekerken bol dirlik içinde yaşamayı içine sindirilen iffetsizlik) yaptıkları, bu niyeti taşıdıkları, müsavattan(eşitlikten) iğrendikleri için kalpleri mühürlenenlerdir:

a)-Birisi tam şeytanlaşmış olduğundan tâğutlaşır,

b)-Diğeri onun durumuna içi geçer ve Salâvat eşitlik sistemini anlamamazlıktan gelerek, halkında din konusundaki bilgisizliğini kullanarak, Gardrop dinciliğini(Dışardan mümin içerden münafık) öne çıkartarak, Allah ve müminleri aslında terk ederek tâğutla içli dışlı olur. Böylece milletini zillete atar.

İşte Allah bu zalimlerin uyarılmasını bizden ister. Bunun için Maide Suresinin 61.62 ve 63. ayetlerini göndermiştir. İşte onları bize haber vermektedir ki, zamanımızda bunlar, A.B.D.’ci ve A.B.’ci münafıklardır. Allah’ı ve müminleri veli yapmazlar da Tâğut’u veli yapar onları sır dostu yaparak kendi ulusal birliklerinin milli ekonomilerinin altını oyarlar.

“Yanınıza inkârla girip yine inkârla çıktıkları halde size geldiklerinde "inandık" derler. Allah gizlediklerini daha iyi bilmektedir.(Maide–61)

Şimdi de kuran bize bunların kazançlarının helal olmadığını harama düşkün olduklarını bildirir. Çünkü "temizlenme yerinin Mescid el Haram ekonomi politiğinde mülkte iştirak içinde yaşayarak eşitler haline gelmek ve üzerinde zerre kadar insan hakkı taşımamak" Tövbe suresi 108. ayette övüldüğü halde bunlar bundan nefret ederler, Allah da bunların kalplerini kılıflamıştır.

“Onlardan birçoğunun günah, düşmanlık ve haram yemede yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları ne kadar kötüdür!(Maide–62)

Sanat ve teknoloji insanların göz aydınlığı olarak insanlara fazladan sunulmuştur. İlâhi maksad ise, yeryüzünde aç açık insan kalmamasıdır. Ama Komprador burjuvazi onların mülkiyetini elinde tutarak, zaten gelir dengeleri arasında bulunan açıklığı uçurum haline getirmiştir. Oysa "salâvat sosyo ekonomi politiğinde" üretim araçları ve bütün mülk iştirak halinde kullanıldığı için bu zulüm önlenmiştir. Ama bunlar bunu yapmayarak kazançlarını haram haline getirmişlerdir. Aşağıdaki ayet bunu anlatır. Orada suçlanan teknoloji değil, onu şahsileştiren sistemdir. Bu ise liberalist kapitalist sistemdir. Sonuç ise zalim bir emperyalizm.

“Din adamları ve âlimleri onları, günah olan sözleri söylemekten ve haram yemekten menetselerdi ya! Onların sanat/teknoloji olarak ürettikleri ne kötüdür! “(Maide–63)


Şimdi de Yine bu iki yüzlülerin uyarıldıkları halde Kur'an ve onun insan ilişkilerini değil, tâğut durumundaki A.B.D ve Avrupa birliğini hakem yaparak yasalarını dahi onlara yaptıranlara ve bunlar gibilere söylenecek sözler vardır. Medine kriterleri ve onların Mustafa Kemal tarafından yedi ilke halinde Cumhuriyete ilke yapışına karşı durup, Kopenhag kriterlerini alanlara da giden bir sözdür ayetler. Nisa suresi 60. ayette de tâğut haberi ve onlara uyan ikiyüzlüler deşifre edilmiştir.

“Şunları görmedin mi? Kendilerinin, sana indirilene de inandıklarını sanarken, inkâr etmekle emrolundukları tâğut’u aralarında hakem yapmak istiyorlar. Zaten şeytan da onları geri dönülmez bir sapıklıkla sersem hale getirmek istiyor”( Nisa–60).

“Kendilerine, Allah’ın indirdiğine ve resule gelin denince, o ikiyüzlülerin iyice yüz çevirdiklerini görürsün”(Nisa–61)


Tâğut ve Tâğut’luk nitelikleri Kur'an’sal ve sözlüksel kavram ve kapsamıyla orta zekâlı bir insanın dahi günümüzdeki tezahürünü(ortaya çıkmasını) bilip anlayacak kadar bilgi verilmiştir. Bilim ilerlemiş, Tâğut diye tanımlanan(Rum kıralı-emperyalist) ve onun yetkesini temsil ettiği farz edilen ellerinde tuttukları asalarının küre biçimindeki başı-tutamağının (bazan da ABD Başkanının resimlerinde gördüğümüz golf sopasının) temsil ettiği globalleşmeyi dayattığı bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmış, o kadar ki, açıkça globalleşme diye isimlendirilmesinden dahi çekinilmemiştir. İkiyüzlüler ve işbirlikçiler, ısrarla bu gerçeği küreselleşme olarak isimlendirerek, bir kısım da "İsevi Müslümanlar" safsatasıyla milleti Tâğut’a(Rum, batı zalim ve katı kalpli krallığı- emperyalizm) kulluğuna-uşaklığına razı etmek isteyen işbirlikçileri, dinler arası diyalog işbirlikçilerine uyarı da yine tevbe suresinin iki ayeti ile yapılır.

Tâğut katı kalp ve zalim mizaç olup, bunun sistemleşmesi de liberal kapitalizmden başkası değildir. Tâğut’luk katı kalplilik olduğuna göre, bunu gözden kaçırıp inançlar arasında bir kavga varmış da, bunda uzlaşma yapılması gerekiyormuş gibi göstermek safsatacılıktır. Yani tâğutla diyaloga girmek ve buna dinler anası diyalog demek safsatadır. Çünkü Mu'minun: 4 ve 5. ayetler gayet açıktır (4-Ve onlar, zekâtı işleyen/vergiyi veren kimselerdir, 5-Ve onlar, iffetlerini koruyan kimselerdir). Tağutlaşmamak, eğer güç yetiyorsa tâğut zulmüne mani olmak, yoksa en azından ilişkileri asgariye indirmek ve mümkünse kesmektir. Tâğut’luk “Gadretmekle”, zulmetmekle ilgilidir. Tâğut’luk Abraham’lık(Mermer babalığı-kalbi taş gibi katı), İbrâhim(merhamet babalığı, kalbi yumuşak, bütün mazlumlara acıyan…) bazında bir değerlendirmedir. İnancı ne olursa olsun, zalim mi? değil mi? katı kalpli mi? değil mi? İşte budur ölçü.

Tağutluğun batı ülkeleri yönetimleri olduğunu daha önce açıklamıştık. Bunu bilmezden gelip inançlar arasında bir uzlaşmazlık varmış gibi göstermek münafıklıktır. Zaten aklı başında bir müslüman, müslümanlık olmayan inancından dolayı ona savaş açması, sert davranması Kur'an amaçlarından değildir. İnanç konusu, ister vatandaş, ister yabancı olsun Bakara–256/1 hükmü içindedir. Onlarla mücadele, savaş(kıtal değil) ve ilişkilerin kesilmesi uyguladığı sosyo ekonomi politikalarından dolayıdır. Deccal’ı mümin gibi takdim etmek ise Allah’a, Resul’üne ve milletine hıyanettir.

Aşağıda vereceğimiz, tevbe suresinin iki ayetiyle Selam ona yumuşak kalpli İbrahim’in kavmi ve onlardan birisi olan babası ve bunların sosyal ilişkileri mermer babalığı(Taş kalplilik) üzerine olduğundan onlardan ayrılması yolunda Allah'ın emir ve tavsiyesini anlatmaktadır. Çünkü merhametlilere Allah merhamet eder ve onları hidayete eriştirir, merhametli olmayanlara Allah merhamet edici değildir, sende bunda ısrar etme ey merhamet babası demiş oluyor. İbrahim milleti vasfı işte burada ortaya çıkıyor. Yurtta sulh cihanda sulh diyen kâmil insanların milletleşmesi ve karşı tarafta bunun zıttı olan acımasız, katı kalpli bol dirlikli kalpleri gılaflı bir hadarat sistemi. Çünkü zalimin hayata bakışı şöyledir: "ya bastırır ve ezen olursun, ya da adil davranıp ezilenlerden olursun."

Ama yapılması gereken ise, Allah’ı veli ve vekil edinmek ve onun hata olarak görmediği, merhametlilerin, savunmacı milliyetçilerin birbirini veliler edinmesi sistemine dönüp, orada karar kılmaktır-yerleşip orada yaşamaktır(mekin olmaktır). Çünkü verilecek ayetlerde Allah’ın ezeli bir kanunu zikredilecektir. İşte bu doğru bilgilen insanlara ulaştığından bilmemekten doğan mazeretleri kalkacak, Allah gazabının ön şartı yerine gelecektir.

“İbrahim'in babası için bağışlanma dilemesi, yalnızca ona verdiği bir söz dolayısıyla idi. Kendisine, onun gerçekten Allah'a düşman olduğu açıklanınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim, çok duygulu, yumuşak huyluydu.”(Tevbe–114)

“Bir topluluğa Allah, hidayet verdikten sonra, korkup-sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar, onları sapıklığa sürükleyecek değildir. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir.”(Tevbe–115)

Tâğut konusunda verilen örnek ayetler durumu bize yeteri kadar açıklamaktadır.


Hak dinin ve idealist felsefenin de mutabık kaldığı şey, evrensel hukukun ve ahlaki değerlerin en güzelinin uygulamaya konulması ekseninde iddia ve müdafaanın sergilenmesidir.

Hak şeriat, güzel ahlaktan, sıdk’tan, Ensâriyet’ten, îsârdan başkası değildir. Bunun ilk işaretleri ise, Cumhuriyetin beş ilkesindedir. Burada hak din sosyo ekonomi politiği ile örtüşen kriterler varken, on yıllardır bunu aşındırma çabalarına dini kılıf giydirerek çalışmak ve sonunda "Tâgut Kriterlerini" kabul ederek, "Medine Kriterlerine" sırt çevirmek, böylelerinin dayandıkları haklılıkları ihtimalini de sıfıra indirgemiş değil midir?

Öncelikle şunu belirtelim ki, insanları bir arada tutmak sadece damarlarında taşıdıkları ve çok seyrek hatırladıkları kanla olmaz. İnsanlar genleri birbirine benzediği için değil, hayat görüşleri ve hayattan beklentileri nedeni ile bir araya gelirler. Çünkü atalarının kemiklerinin sızlamasından ziyade, midelerinin guruldamasını önemseyerek bir araya gelirler.

Sadece “Biz başka ve üstünüz, öyle ise diğerlerinin haracını yemekten rahatsız olmamıza gerek yoktur”. Veya benim fikrim en ileri fikirdir, onların ki gerici olduğu için, o kültüre yaşam hakkı tanımamakta haklıyım. Veya benim değerlerim hak, onlarınki batıldır, ben bunlara dayatmakla tepeden inmeci olmam gibi, “Tek sözlülük” sayılan değerlendirmelere sapmak, dayatanı kim ve hangi kültür olursa olsun insanlıkla da, İslamlıkla da bağdaşmaz. Değerleri hak yapan şey, yorumcunun hayali niteliğinden değil, onun hakikatle örtüşüp örtüşmemesinden tanınır. Bu ise, adalet, kıst, nısfet, Ensar ve iysarın tümünün bir arada bulunduğu ve gerçekten eşitliği sağlayan ve zulmü önleyen nitelikte mutlu bir toplum oluşturma şartına bağlıdır. Herkes saçını önüne döküp, öncelikle kendisini gözlemlemesi gerekir. Kibre sapıp, şöyle düşünmek sapkınlıktır. “Kaldı ki onlar uygar da değildirler. Biz onları uygarlaştırıyoruz” tezleri insanlık dışıdır.

Avrupalılar siyasi demokrasiyi az kusurlu hale getirebilmişlerdir. Ama kıst gereği, mülkün sosyal ve ekonomik alanda müşterek kullanılma yolunda bir gayret göstermediklerinden, demokrasileri eksik ve göstermeliktir. Yani bir alaca karanlık sürüp gitmektedir. Kavimler kapısında bulunmadıklarından ve yine İspanya (Katalanlar nedeniyle) hariç güçlü bir ikinci etnisite tahrik edilmediğinden, başka etnisiteyi tetiklemediğinden parçalanmaya da yol açmaz. Ta ki, mazlum uluslar uyanıp, sömürüye karşı çıktıklarında azalacak gelirler sonucunda çıkar birliği esasına dayanan bu birlik kısa zamanda çözülecektir. Çünkü mutlak eşitlik içermeyen her sistem, eninde, sonunda çökmeye mahkûmdur. Platon’un dediği gibi köle ile efendi asla dost olamazlar. Sınıflı toplumlar, köle-efendi ilişkisinin yoğun yaşandığı toplumlardır. Onları ayakta tutan dış haraçların bolluğudur.

Zamanımızın köleci toplumu ise liberalizmdir. Güç belli ellerde ve diğerleri onlara boğaz tokluğuna çalışmak ve hizmet etmek zorundadır. Eski tip kölecilik yasalarla kaldırılmışsa da, yeni tipi ihtiyaçlardan dolayı adeta zayıfı gönüllü köleler haline getirmiştir. Çünkü insanların çoğu cahildir, zenginle beraber olursa "yok"u bulaşır diye bir sakat inanca sahiptir.

Oysa varsıl, yoksula ihtiyaç duyar. İşini yaptıracak, ürününü satacak, onmayan ve ölmeyen bir sınıfa ihtiyaçları vardır. Bunun için Platon: Efendiyle köle hiçbir zaman dost olamaz hükmüne varmıştır. Mazlum ve donanımsız bir ülkenin Avrupa’yla sıkı siyasi, ticari, ekonomik ilişkiler kurması da böyle olduğu için, Allah bizi uyarmıştır. Bu uyarılarda dikkatten kaçan en önemli husus ise, onların köleci bir toplum olmalarıdır. Siz isteseniz de aradaki münasebet insani olmaz. Ekonomik sömürü bu şekilde kolaylaşacağı için de sizin zararınızadır. Oysa uzak durup, birbirinin benzeri insanlardan ve birbirinin benzeri toplumlar arasında kurulacak eşitlikçi ilişkiler herkesin faydasınadır.

Ta ki, mazlum uluslar uyanıp, diğerlerini kendi topraklarına dönmeye mecbur ederler ve dıştan bolca gelir aktarımı tükenip, sus payı verilenlerin hissesi düşmeye ve kalkmaya başlayıncaya kadar. Çünkü halkın çoğunluğu bilir ki, Avrupa ulusçuluk mesajı içe değil, dışadır. Zenginlik ve dışardan getirim aktarımı devam ettikçe, çözülme olmaz. Bunun için de, batıda devlet politikası “içerde sulh, dışarı da kıran kırana bir mücadele”yi slagon edinmişlerdir. Zaten çıkar birliği üzerine kurulduğu için, yukarıdan bastırılması gerekmez. Orta-Doğuda devleti idare edenler, akılcılıkla sınırlı kalmayıp, batı değerlerini bastırıp kabul ettirmek gibi faydasından çok zararı olan şeyler için devleti taraflı davranışa odaklıyorsa yanlış olan budur.

Empoze edilecek bir şey aranıyorsa, bu "akılcılığın" ta kendisidir. Birey ancak aklederek kişilik ve kimlik sahibi olur. Kişilik ve kimlik sahibi insan başka tarafta bile olsa, size rakip bile olsa akılını kullanmayan duygularının güdümünde sizin yanınızda olan insandan daha az tehlikelidir. Bu anlamda hiçbir faydası olmayan batının yozlaştırıcı batıl değerlerini topluma kabul ettirmek için, içerde zıtlaşma, dışarıda ise, dostluk ve barış arama şeklinde bastırılması tabi ki amaç dışı ve jakobenliktir. Bu ise, Milli Birlik'in her gün biraz daha yara almasını ve kendini dışlanmış hissedenlerin yabancılarla iş birliği yapmalarını hızlandırmaktadır. Veya zaten işbirlikçilik ve hıyanete kararlı olanların sığınacağı bahaneler yaratılmış olur. Bu yolu seçenler, ister samimi, ister bunu bahane yaparak müstevlilerle (işgalcilerle) iş birliği yapsınlar, en az onlar kadar, onlara bu fırsatı verenler de suçludur. Çünkü yöntem akılcı değildir.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.
"Adalet ve Rahmet sitesinden derlenmiştir".

Konu galipyetkin tarafından (18. November 2019 Saat 03:03 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (19. April 2014)