Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15. August 2009, 01:29 PM   #4
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Şüphesiz takvalı davrananlar, Rablerinin kendilerine verdiği ile sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak, zevkusefa sürerek cennetlerdedirler, nimetler içindedirler. Ve Rableri onları cehennem azabından korumuştur. Biz onları iri gözlülerle eşleştirdik de. - “Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yeyin, için!”- (Tur/17- 20)

Kuşkusuz muttakiler [takva sahipleri] gölgeler, pınarlar ve canlarının çektiği meyveler içindedirler.
–“işlemiş olduğunuz şeylere karşılık afiyetle yiyin, için!”–
İşte Biz güzel davrananları böyle karşılıklandırırız [ödüllendiririz]. (Mürselat/41- 44)
Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete [kavuşmak için] yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır.
Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar [daki hakların]dan bağışlama ile [vaz] geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.
Ve çirkin bir hayâsızlık işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları [kötü şeylerde] bile bile ısrar etmeyenlerdir.
İşte bunların karşılığı, Rablerinden bağışlanma ve içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlerdir. [Böyle] Yapıp-edenlerin karşılığı/ödülü ne güzeldir. (Ali Imran/133- 136)
Rablerine karşı takvalı olanlar da cennete bölük bölük sevk edildi. Nihayet oraya vardıkları, kapıları açıldığı ve bekçileri onlara: "Selâm sizlere, tertemiz geldiniz!” dediği zaman;Ebedî olarak içinde kalmak üzere haydi girin oraya!" dediler [denilecek]. (Zümer/73)
Yakınlık sahibine, yoksula ve yolda kalmışa da hakkını ver. Ve saçıp savurma. -Şüphesiz saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.- (İsra/26, 27)
Öyleyse, yakınlık sahibine, miskine ve yolcuya hakkını ver. Bu, Allah'ın yüzünü [rızasını] dileyenler için daha hayırlıdır. Ve bunlar felah bulanların ta kendileridir. (Rum/38)
Allah'a ve Elçi’sine inanın. Sizi, kendisine sonradan sahip kıldığı şeylerden harcayın. Artık sizden, inanan ve harcayan kimseler; kendileri için çok büyük karşılık vardır. (Hadid/7)
Konumuz olan pasajda geçen “… onların mallarında isteyen ve mahrum [isteyemeyen] için bir hak vardı” cümlesindeki “isteyen” sözcüğü, “ihtiyacını söyleyebilen” demektir. Bu da yoksul olup dilenen kimse anlamındadır.
Mahrum” u da iki şekilde anlamak mümkündür:
1- Zorunlu olarak isteyemeyen; doğadaki insan dışı, bakıma muhtaç canlılar:
İnsan bu canlılar için de hak olduğunu bilmeli ve onların haklarını ödemelidir
.
O, yeryüzünü sizin için bir döşek yapan, oradan sizin için yollar açan ve gökten bir su indirendir.” dedi. —İşte Biz o su ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık. Yiyiniz ve hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz akıl sahipleri için bunda nice ayetler vardır! Biz sizi ondan [yeryüzünden] yarattık, sizi ona döndüreceğiz ve sizi bir kere daha ondan çıkaracağız.- (Ta Ha/54)
2- İffetinden dolayı isteyemeyen, kimseye derdini açamayan, ihtiyaçlarını gizleyen kimseler:
Büyükbaş hayvanları da; Biz onları sizin için Allah'ın nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. O nedenle ön ayaklarının biri bağlı halde keserken/ saf halindeler iken üzerlerine Allah’ın adını anın. Sonra yanları yere yaslandığı vakit de onlardan yiyin, ihtiyacını gizleyene ve isteyene de yedirin. Böylece Biz onları şükredesiniz diye size boyun eğdirdik. (Hacc/36)
Onları doğru yola getirmek senin boynuna borç değildir, ancak Allah dilediği kimseyi doğru yola getirir. Ve hayırdan infak ettiğiniz şeyler sırf kendiniz içindir. Ve siz yalnızca Allah rızasını gözetmenin dışında infak etmezsiniz. Ve hayırdan ne infak ederseniz o size tastamam ödenecektir. Ve siz zulmedilmeyeceksiniz.
Yeryüzünde gezip dolaşmaya güç yetiremeyen kendilerini Allah yoluna adamış olan fakirler için … Utangaçlıktan, bilmeyenler, onları zengin sanırlar. -Sen onları işaretlerinden tanırsın.- Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler. Ve siz, hayırdan neyi harcarsanız, biliniz ki, şüphesiz Allah, onu çok iyi bilir. (Bakara/272, 273)
Müminler, iffetlerinden dolayı isteyemeyen, kimseye dertlerini açamayan, ihtiyaçlarını gizleyen böylesi kimseleri de arayıp bulmalı ve onların da haklarını vermelidir.
20- 22 – Ve yakiyn olarak inanacaklar için, yeryüzünde ve kendi içinizde nice ayetler vardır. Ve sizin rızkınız/sizin rızk vereniniz, sizin vaat olunduğunuz şeyler göktedir. Hala görmüyor musunuz?
Bu ayetlerde Rabbimiz, insanların körü körüne inanmamalarını, mutlaka çevrelerindeki ayetleri de dikkate alarak bir kanaat sahibi olmalarını istemektedir. Bilindiği üzere, Kur’an hem afak hem de enfüsteki binlerce ayete, kanıta dikkat çekmektedir. Biz bunları Fussılet suresinde, imkânlar ölçüsünde saymaya çalışmıştık.
Afaktaki [Dış Dünyadaki, Görünen Evrendeki] Ayetler:
Evrenin sürekli genişlemesi, yokluktan yaratılma, evrenin gaz aşaması, gök cisimlerinin mükemmel yörüngeleri, güneşin akıp gitmesi, güneş ve ayın farkı, ayın yörüngesi, gökyüzünün tabakaları, yeryüzünün tabakaları, gökyüzünün korunmuşluğu, göğün geri çevirdikleri, gökyüzünün direksiz yükselişi, dünyanın geoit şekli, dünyanın ve uzayın çapları, dünyanın dönüşü, döndükçe kutupların basıklaşması, aşılayıcı rüzgârlar, yağmurdaki ölçü, suyun çevrimi, kazık şeklindeki dağlar, petrolün oluşumu, solunum ve fotosentez, gökyüzüne yükselmenin zorluğu, bitkilerdeki erkeklik ve dişilik...
Enfüsteki [İnsanın Biyolojik ve Psikolojik Yapısındaki] Ayetler:
Üreme sistemi, sindirim sistemi, dolaşım sistemi, sinir sistemi, bağışıklık sistemi, duyular, eşler halinde yaratılma, meninin bir karışım olduğu, cinsiyetin belirlenmesi, rahim duvarında asılı olma, ceninin bir çiğnemlik et parçası olma durumu, kemiklerin oluşumu ve etle kaplanması, üç karanlıkta yaratılma…
Surenin başında kasemle dikkat çekilen “vaat edilenin kesinlikle doğru olduğu, dinin kesinlikle gerçekleşeceği” hususuna tekrar değinilmektedir. Afak ve enfüsteki tüm ayetler, kıyameti, yeniden dirilmeyi ispat etmektedir:
Ve ölü toprak onlara [duyarsız kavme] bir delildir. Biz ona hayat verdik ve ondan taneler çıkardık da ondan yiyip duruyorlar. (Ya Sin/33)
Şüphesiz senin yeryüzünü boynu bükük görüp de Bizim onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman onun titreşmesi ve kabarması da O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki ona hayat veren kesinlikle ölüleri de diriltir. Şüphesiz O, her şeye gücü yetendir. (Fussılet/39)
Ayetteki “Ve sizin rızkınız/sizin rızk vereniniz, sizin vaat olunduğunuz şeyler göktedir” ifadesiyle göklerden gelen buluta, yağmura dikkat çekilmiştir. Eğer sema olmasaydı, yeryüzünde yenilecek, içilecek, teneffüs edilecek şeylerin hiç birisi olmazdı. Dolayısıyla yaşam da olmazdı. Vaat edilen şey ile de cennet kastedilmiştir.
Ayetteki “رزقكم rızkuküm [rızkınız]” sözcüğünü, İbn Muhaysın ve Mücahid 58. ayetteki gibi “ رزّاقكمrazzakuküm [rızık vereniniz] şeklinde okumuşlardır. (Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l Kur’an)
23 – Öyleyse gök ve yeryüzünün Rabbine kasem olsun ki, o [size edilen o vaat], kesinlikle tıpkı sizin konuşmanız gibi gerçektir.
Afak ve enfüsteki ayetlere dikkat edilmesi gerektiği vurgulandıktan sonra, Rabbimizin tüm evrene koyduğu plan ve programa, düzen ve intizama dikkat eden herkesin kıyametin hak olduğunu anlayabileceği vurgulanmaktadır. Bu ayet, surenin giriş ayetlerinin bir açılımıdır.
Ayette Allah’ın gök ve yeryüzünün tek rabbi olması gerçeğine dikkat çekildiğine göre, “rabb” sözcüğünün ne anlama geldiğinin tam olarak hatırlanılmasında yarar vardır. “Rabb”, “terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa göre uygun olarak bir takım hedeflere götüren, tekâmülü [gelişmeyi] programlayıp yöneten” demektir. Bu durumda, yer ve göklerdeki plan ve programı, evrenin işleyişini sağlayan sistemleri iyi gözlemleyen herkes mutlaka kıyametin kopacağı gerçeğine ulaşır.
24 – İbrahim’in saygınlaştırılmış misafirlerinin haberi sana geldi mi?
25 - Hani onlar, onun [İbrahim'in] üzerine girmişlerdi de "Selam!" demişlerdi. O [İbrahim]: “Selam, tanınmamış topluluk!” dedi.
26 - O [İbrahim], sonra ehline gitti de semin [güç veren] buzağı ile geldi.
27 – Sonra onu [güç veren buzağıyı] onlara yaklaştırdı: “Nasiplenmez misiniz?” dedi.
28 – Sonra onlardan çekindi. Onlar: “Korkma!” dediler ve onu çok bilgili bir oğul ile müjdelediler.
29 - Bunun üzerine karısı bağırarak öne geldi de elini yüzüne vurarak: “Bir bahtsız, bir kısır!” dedi.
30 - Onlar [Misafirler]: “Rabbin işte böyle buyurdu. Şüphesiz O [Rabbin], hikmet sahibidir. En iyi bilenin ta kendisidir” dediler.
31 – Bunun üzerine o [İbrahim]: “Sizin önemli işiniz nedir ey elçiler?” dedi.
32 -34- Onlar [elçiler]: “Şüphesiz biz, Rabbin katından aşırı gidenler için işaretlenmiş, çamurdan pişirilmiş sert taşları üzerlerine yağdırmamız için günahkâr bir kavime gönderildik” dediler.
35 – Bunun üzerine Biz müminlerden orada bulunan kimseleri çıkardık.
36 - Fakat Biz orada müslümanlardan bir evden başkasını bulmadık.
37- Ve Biz orada acı bir azaptan korkan kimseler için bir ayet bıraktık.
Bu ayet gurubunda, İbrahim’i ziyaret eden elçiler, elçilerin İbrahim’e çocuk müjdelemeleri, İbrahim’in ailevi hayatı ve İbrahim’in akrabası Lut peygamberin kavminin helaki nakledilmektedir.
Bu pasajın detayı daha evvel Hud ve Hıcr surelerinde (Tebyinü’l-Kur’an; c: 5, s: 70-80) yer almıştı. Bu nedenle konuyu kısaca özetlemekle yetiniyoruz:
Ve ant olsun ki, İbrahim'e de elçilerimiz müjde ile geldiler; “Selâm!” dediler. O: “Selâm!” dedi, sonra da saf hâle getirilmiş buzağıyı getirmeye gecikmedi.(Hud/69)
Elde herhangi bir kanıt bulunmamasına rağmen klâsik kaynaklarda İbrahim’e (as) gelen elçilerin “melek” olduğu ileri sürülmüştür. Bizim kanaatimize göre ise; bu elçiler İbrahim peygamberin o güne kadar tanımadığı, varlıklarından haberdar olmadığı, o yöredeki beşer elçilerdir [peygamberlerdir]. Sayılarının “bir”den fazla olması bu konuda tereddüde mahal vermemelidir; çünkü Ya Sin suresinde de bir kente art arda üç elçi gönderildiği bildirilmiştir.
Elçilerin getirdiği müjde hakkında:
* Lut kavminin helâkinin müjdesi,
* Kendilerinin Allah’ın elçileri olduklarının müjdesi,
* İbrahim peygamber için korkulacak bir şey olmadığının müjdesi gibi yorumlar yapılmışsa da, Rabbimiz bu müjdeyi 71. ayette açıklamıştır: “Sonra ona İshak'ı, İshak'ın arkasından da Yakub'u müjdeledik.”
İbrahim peygamberin misafirlerine sunduğu buzağı, ayette “haniyz” sözcüğüyle, Zariyat/26’da ise “semiyn” sözcüğüyle nitelenmiştir. Gelenekçiler bu iki nitelemeyi -sırasıyla- “kızartılmış” ve “semiz” olarak aktarmışlardır. Ne var ki, koskoca buzağının kızartılamayacağını ve aynı buzağıyı niteleyen “kızartılmış” ifadesi ile ancak canlı bir hayvan için kullanılan “semiz” ifadesi arasındaki çelişkiyi hiç dikkate almayarak bariz bir hata içine düşmüşlerdir. Çünkü misafire tavuk hatta kuzu kızartılıp ikram edilmesi makul olmakla beraber bir buzağının kızartılıp bütünüyle ikram edilmesi akıllardan uzak bir durumdur. Ayrıca gelenekçilerin nitelemelerine göre, konumuz olan ayetteki buzağı “kızartılmış” yani ölü bir buzağıdır. Zariyat/26’da ise aynı buzağı “semiz” yani canlı bir buzağıdır. Bu durumda iki ayet arasında bir çelişki söz konusu olmaktadır ki, bu asla mümkün değildir.
Bize göre, bu olaydaki “buzağı” ile kastedilen anlamın teviline o buzağının sıfatları olarak bildirilen “haniyz” ve “semiyn” sözcüklerinin gerçek anlamlarından yola çıkarak ulaşmak gerekmektedir.
الحنيذ Haniyz” sözcüğü “arıtılmış, içindeki fazlalıklar atılmış” demektir. Sözcük ilk olarak “atı terletme” anlamında kullanılmış, daha sonra Araplar hem “Güneş’in insanı terletmesi”ni hem de “etin sıcak taşlara sıkıştırılarak suyunun giderilmesi, akışkanlığının kaybettirilmesi” işlemini bu sözcükle ifade etmişlerdir. (Lisanü’l-Arab, 2/624, 625; El-Müfredat, Hnz mad.)
Buna göre “الحنيذ haniyz”, “bir nesnenin içindeki fazlalıkların, özellikle de nesneyi bozacak şeylerin atılması” anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, ayetteki “haniyz” sözcüğü, meful anlamıyla, “arıtılmış, içinde zararlı maddeler bulunmayan, saf hâle getirilmiş” demek olmaktadır. Ancak klâsik eserlerde sözcüğün esas anlamı dikkate alınmadığı gibi, “kurutulmuş” anlamına bile itibar edilmemiş, sözcük “ateşte kızartılmış” anlamında kullanılmıştır.
Zariyat/26’da geçen “ السّمينSemiyn” sözcüğü ise “zayıf”lığın karşıtı olup “güç veren” anlamına gelmektedir. Güç kaynağı olması sebebiyle “yağ”a da “ سمنsemen” denir. (Lisanü’l-Arab, 4/692, 693; el-Müfredat/243)
Buzağının sıfatları olarak verilen her iki sözcüğün yukarıda belirttiğimiz anlamları birleştirildiğinde, buradaki buzağının “saf hâlde bulunan” ve “güç veren” bir buzağı olduğu anlamına ulaşılmaktadır. Bundan dolayıdır ki, biz bu buzağının A’raf suresindeki “aldatıcı sesi olan ceset buzağı” gibi “altın” olduğu kanaatini taşımaktayız. Bu tevilimize göre, İbrahim peygamber müjdeci elçilere müjdelik olarak “altın” vermek istemiş, elçiler ise görevleri karşılığında herhangi bir ücret almamaları gerektiğinden bu altını kabul etmemişlerdir.
Verilen hediyeyi almamaları üzerine İbrahim peygamberin korkuya kapılmasından, verilen hediyenin veya yapılan ikramın reddedilmesinin o günün geleneğinde husumet ve düşmanlık belirtisi sayıldığı anlaşılmaktadır. İbrahim peygamber gaybı bilmediği, kendileri açıklayıncaya kadar misafirlerin elçi olduğunu anlamadığı için geleneğe göre düşmanca sayılan bu davranıştan dolayı korkuya kapılmıştır.
İbrahim peygambere gelen elçilerin kimlikleri ve aslî görevleri, yani esas olarak nereye ve ne için gittikleri belli olunca İbrahim peygamberin artık kendi adına bir korkusu kalmamış, ancak bu kez de Lût kavminin helâk edileceğini öğrendiğinden, helâk edilmemeleri için bu elçilerle mücadeleye girişmiştir:
Ve elçilerimiz İbrahim'e müjdeyi getirdiklerinde; “Biz bu kentin halkını helâk edeceğiz.” dediler. -Şüphesiz oranın halkı zalimler idiler.-
O [İbrahim]; “Şüphesiz orada Lut var!” dedi. Onlar; “Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve geride kalanlardan olan karısı dışındaki ailesini elbette kurtaracağız” dediler. (Ankebut/31, 32)
Hûd/75’te açıkça belirtildiği gibi, İbrahim peygamber yumuşak huylu, yufka yürekli birisidir. Bu sebepledir ki, helâk edileceklere acıdığı için elçilerle mücadeleye girmiştir:
-“Ey İbrahim! Bundan vazgeç. Şüphesiz Rabbinin emri kesin olarak geldi ve hiç şüphesiz onlar; onlara geri çevrilmesi mümkün olmayan bir azap gelecektir.- (Hûd/75)
Nitekim Lût’un kavmi büyük bir felaketle helak edilmiş, ancak Allah’ın vaat ettikleri kurtarılmıştır. Bu olaylar daha önce Hud suresinde de dile getirilmiştir:
Ve ant olsun ki, İbrahim`e de elçilerimiz müjde ile geldiler, “Selâm!” dediler. O; “Selâm!” dedi de saf hâle getirilmiş buzağıyı getirmeye gecikmedi.
Sonra da onların ona uzanmadığını görünce, onları yadırgadı ve içinde onlara karşı bir korku uyandı. Onlar; “Korkma, şüphesiz biz Lut’un kavmine gönderildik” dediler.
Ve onun [İbrahim`in] karısı ayaklanmıştı, gülüverdi. Sonra ona İshak`ı, İshak`ın arkasından da Yakub`u müjdeledik.
O [İbrahim’in karısı] dedi ki: “Vay be! Ben mi doğuracağım! Ben bir “acuz”um [kocası işe yaramaz bir zavallıyım, bahtsız bir karıyım]. Şu kocam da yaşlı bir adam iken! Şüphesiz bu, çok tuhaf bir şey!”
Onlar [elçiler]; “Sen Allah`ın işinden dolayı mı şaşıyorsun? Allah`ın rahmeti ve bollukları üzerinizdedir. Ey ev halkı! Şüphesiz ki O, Hamid’dir [övülmeye lâyıktır], Mecid’dir [cömertliği boldur]” dediler.
Sonra İbrahim’den korku iyice geçip gidince ve kendisine müjde gelince, Bizimle Lut kavmi hakkında mücadeleye başladı.
Şüphesiz İbrahim, çok yumuşak huylu, çok ah vah eden [yufka yürekli], yönelen biriydi.
-“Ey İbrahim! Bundan vazgeç. Şüphesiz Rabbinin emri kesin olarak geldi ve hiç şüphesiz onlar; onlara geri çevrilmesi mümkün olmayan bir azap gelecektir.- (Hud/69-76)
Lut’un (as) karısı hariç, Lut kavminden sadece Lut’un (as) ailesinin kurtarıldığının bildirilmesi, Lut peygambere inananların azlığını göstermektedir. Bu durum bir başka ayette şöyle açıklanmıştır:
Fakat Biz orada Müslümanlardan, bir evden başka bulmadık. (Zariyat/36)

Rabbimizin nezdinde herkes işlediği suçlardan ve haksız fiillerden dolayı, sosyal statüsü dikkate alınmadan sorumlu tutulmaktadır. Yüce Allah hiç kimseyi statüsünden dolayı sorumluluktan istisna edip cezadan muaf tutmamaktadır. Çünkü sorumluluk statüye göre değil, işlenen fiillere göredir.
37. ayetteki “Ve Biz orada acı bir azaptan korkan kimseler için bir ayet bıraktık” ifadesiyle, helak olup giden Lut kavminin kalıntılarının bugün dahi görülebilir bir durumda olduğu mesajı verilmektedir.
Sözü edilen kavim tarihte “Sodomlular” olarak bilinmektedir. Hud/76’da “Ve şüphesiz o [Lut kavminin bulunduğu şehir harabesi], kesinlikle bir yol üzerinde durmaktadır” denilmektedir. Bu ifade, Sodom şehrinin kalıntılarının gözler önünde dur­duğu, araştırma yapanlar için de hâlâ tazeliğini koruduğu anlamına gelmektedir. Nitekim kalıntıların işaretlerini Hicaz [Arabistan] - Mısır - Suriye yolu üzerindeki Ölü Deniz’in [Lut Gölü] güneydoğusunda görmek mümkündür. Kur’an’ın indiği dönemde de Lut kavminin kalıntıları Araplarca çok iyi bilinmekteydi. Öyle ki, helak edilen bu kavmin öyküsü destanlaşmış bir halde herkesin dilindeydi.
Bu konu daha evvel Hicr suresinde ele alındığından, Lût peygamber ve kavmiyle ilgili detayın oradan (Tebyinü’l-Kur’an; c: 5, s: 273- 279) okunmasını öneriyoruz.
38, 39 – Musa’da da [ayetler; ibretler vardır]. Bir zaman Biz, onu apaçık bir delille Firavun’a gönderdik de o [Firavun], rüknü [ordusu, tüm güç kaynakları] ile birlikte yüz çevirdi. Ve “Bu, bir sihirbazdır, hatta bir mecnundur” dedi.
40 – Sonra da Biz, onu ve ordularını yakalayıverdik de onları denizde atıverdik. O ise ayıplanan/kınayan biridir.
Bu ayet grubunda, tarihsel gerçekliği dünyanın neredeyse tamamı tarafından bilinen Musa peygamber ve Firavun arasındaki mücadeleye kısaca değinilerek gerek o günün Mekkelilerine, gerekse tüm zamanların insanlarına şöyle bir hatırlatma yapılmaktadır:
“Musa açık kanıtlarla Firavuna gönderilmiş, ancak Firavun bu kanıtlar eşliğinde gönderilen ilahî mesaja bütün gücüyle; yakınlarıyla, askerleriyle karşı koymuştur. Musa’yı (as) “sihirbaz” ve “mecnun” olmakla itham etmiş, halkının etkisine gireceği endişesiyle Musa’ya (as) ve halkına yapmadığı zulüm bırakmamıştır. Yaptığı bu düşmanlığa karşılık, sonunda ordusuyla birlikte cezalandırılmıştır. Ölüm anında yaptıklarına pişman olmuş, kendi kendini kınamış, ancak bu pişmanlık ve imanı ona hiçbir fayda sağlamamıştır. Bu hatalı davranışı nedeniyle asırlardır bütün dünyada kınanıp durmaktadır.”Firavun’un pişmanlık sahnesi Yunus suresinde yer almaktadır. Duhan suresinde ise, ona ve avenesine matem tutan, yazık oldu diyen, onları iyilikle anan kimsenin olmadığı bildirilmektedir:
Ve İsrailoğulları’nı denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları hemen takip etti. Nihayet boğulma ona yetişince, “Gerçekten, İsrailoğulları’nın inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım” dedi. -Şimdi mi? Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan olmuştun.- Artık Biz senden sonra geleceklere ibret olasın diye, bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız. Ve şüphesiz insanlardan birçoğu kesinlikle Bizim ayetlerimizden gafildirler. (Yunus/90- 92)
İşte, gök ve yeryüzü onların üzerine ağlamadı. Onlar, mühlet verilenler de olmadı. (Duhan/29)

41, 42 – Âd’da da [ayetler; ibretler vardır]. Bir zaman Biz onların üzerine, uğradığı her şeyi bırakmayan, sadece onu kül gibi kılan, sonsuz bırakan bir rüzgâr gönderdik.
43, 44 – Semud’da da [ayetler; ibretler vardır]. Bir zaman onlara: “Belirli bir süreye kadar yararlanın!” denmişti. Sonra onlar Rablerinin emrinden çıktılar da kendilerini, bakıp dururlarken yıldırım yakalayıverdi.
45 - Artık onlar, herhangi bir dikilişten güce sahip olmadılar. Yardım görenler de olmadılar.
46 - Daha önce de Nuh kavmini [helâk etmiştik]. Şüphesiz onlar, fasıklar toplumu idiler.
Bu ayet gurubunda da Âd, Semud ve Nuh kavmi hatırlatılmıştır. Bu kısa hatırlatmalarda bu iki toplum ve Nuh kavmi ile ilgili daha evvel verilmiş olan detaylı bilgilerin hepsine telmihte bulunulmaktadır. Bilindiği gibi, daha evvelki surelerde bu kavimler ile ilgili birçok detay verilmişti.
41, 42. ayetlerde “uğradığı her şeyi bırakmayan, sadece onu kül gibi kılan, sonsuz bırakan bir rüzgâr” olarak tanıtılan helak edici tabiî afet hakkında başka surelerde detay verilmiştir:
Artık eğer onlar, yine yüz çevirirlerse hemen de ki: “Ben sizi Âd veSemud'un yıldırımının benzeri bir yıldırıma karşı uyardım.”
Hani onlara, “Allah’tan başkasına ibadet/ kulluk etmeyin!” diye önlerinden-arkalarından [her yanlarından] elçiler gelmişti. Onlar: “Eğer Rabbimiz isteseydi, kesinlikle melekler indirirdi. Bu yüzden biz kendisiyle gönderilmiş olduğunuz şeyleri kesinlikle inkâr ediyoruz.” dediler.
Âd’a gelince de onlar, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve: “Güççe bizden daha çetin kim vardır?” dediler. Onlar şüphesiz kendilerini yaratan Allah’ın güçce kendilerinden daha çetin olduğunu görmediler mi? Ve onlar bizim âyetlerimizi bile bile inkâr ediyorlardı.
Bu yüzden Biz de onlara bu en basit hayatta rezillik azabını tattırmak için o uğursuz günlerde dondurucu bir kasırga gönderdik. Ahiret azabı ise elbette daha çok rezil edicidir. Onlar yardım da olunmazlar.
Semûd’a gelince; işte, Biz onlara doğru yolu gösterdik. Fakat onlar körlüğü doğru yol üzerine sevdiler [tercih ettiler]. Bunun üzerine kazandıkları şeyler sebebiyle alçaltıcı azabın yıldırımı onları yakalayıverdi.
Ve Biz iman etmiş kimseleri ve takvalı davranmış olan kimseleri kurtardık. (Fussılet/13- 18)
Âd’ın kardeşini [Hud’u] de an! Hani o, Ahkâf’ta kavmini uyarmıştı. -Kesinlikle onun önünde ve ardında, "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Şüphesiz ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum." diyen uyarıcılar geçmişti.-
Onlar: “Sen bizi ilâhlarımızdan çevirmek için mi geldin? Eğer doğrulardan isen, hadi o bizi tehdit edip durduğun azabı hemen getir" dediler.
O [Ad’in kardeşi; Hud]: “ Şüphesiz Bilgi [o azabın ne zaman geleceğine dair bilgi] Allah katındadır. Ben ise size benimle gönderileni tebliğ ediyorum. Velâkin ben sizi cahillik edip duran bir kavim olarak görüyorum” dedi.
Nihayet onu, vadilerine doğru gelen geniş bir bulut halinde gördüklerinde: “Ha işte! Bu, bize yağmur getirecek bir bulut!” dediler, Hayır, aksine o, çabuklaştırmaya çalıştığınız şeyin ta kendisi; Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir eden, içinde acıklı bir azap olan rüzgâr. Sonunda o hale geldiler ki, konutlarından başka hiçbir şey görünmüyordu. Biz, günahkârlar topluluğunu işte böyle cezalandırırız.
Ve ant olsun ki, Biz, sizi güçlü kılmadığımız şeylerde onları güçlü kılmıştık [size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik]. Onlara da kulaklar, gözler ve duygular kılmıştık [vermiştik]. Buna rağmen kulakları, gözleri ve duyguları onlara hiçbir fayda sağlamadı/ kendilerinden hiçbir şeyi uzaklaştıramadı. Çünkü onlar Allah’ın ayetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey de onları sarıp kuşatıverdi.
Kesinlikle, Biz kendi kıyınızda bulunan memleketleri helâk ettik. Ayetleri, onlar dönsünler diye tekrar tekrar açıkladık. Öyleyse Allah’ın astlarından güya O’na yakınlığa vesile edindikleri düzme tanrılar, onların azabını savmaya yardım etmeli değil miydi? Tersine o düzme tanrılar kendilerinden ayrılıp kayboldular. Bu, onların yalanlarıdır, uydurmakta oldukları şeydir. (Ahkaf/21- 28)
Ad’a da kardeşleri Hud’u [gönderdik]... O, dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka ilâh yok. Siz uydurmacılardan başka bir şey değilsiniz. Ey kavmim! Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak beni yaratan üzerinedir. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret isteyin, sonra O'na tövbe edin ki, üzerinize gökten bol bol göndersin ve sizi kuvvetinize kuvvet katarak çoğaltsın. Ve günahkârlar olarak sırt çevirmeyin.”
Onlar dediler ki: “Ey Hud! Bize bir açık kanıt ile gelmedin. Ve biz senin sözünle ilâhlarımızı terk edecek değiliz. Biz sana inananlar da değiliz. Ancak ‘Tanrılarımızdan bazısı seni fena çarpmış’ diyebiliriz.” O [Hud] dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ı şahit tutuyorum, siz de şahit olun ki, ben, Allah’ın astlarından O’na ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Hadi öyleyse hepiniz bana tuzak kurun, sonra beni hiç bekletmeyin. Şüphesiz ben gerçekten, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. Onun, perçeminden yakalayıp denetlemediği hiçbir dabbeh [hareket eden canlı] yoktur. Şüphesiz ki benim Rabbim dosdoğru bir yol üzerinedir. Buna rağmen yine de sırt çevirirseniz, ben size ne ile gönderilmişsem, işte onu tebliğ ettim. Ve benim Rabbim, sizin yerinize başka bir kavmi halife yapar. Ve siz O’na hiçbir şeyce zarar veremezsiniz. Hiç şüphesiz Rabbim, her şeyi koruyup gözetendir.”
Ve ne zaman ki emrimiz geldi, Hud'u ve onunla birlikte iman etmiş olan kişileri tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık, Biz onları çok ağır bir azaptan da kurtardık.
Ve işte bu, Rabblerinin ayetlerine kafa tutan, O’nun elçilerine isyan eden ve her inatçı zorbanın emrine uyan Ad’dır. Bu dünyada ve kıyamet günü arkalarına lânet takıldı. Haberiniz olsun! Ad, Rabblerini inkâr ettiler. Haberiniz olsun! Hud’un kavmi olan Ad’a uzaklık verildi.
Semud’a da kardeşleri Salih’i [gönderdik]... O, dedi ki: “Ey halkım! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka ilâh yok. O, sizi yeryüzünden oluşturan ve size orada ömür geçirtendir. Artık O’ndan mağfiret isteyin. Sonra O’na tövbe edin. Şüphesiz Rabbim Karîb'dir [çok yakındır], Mucîb'dir [cevap verendir].” Dediler ki: “Ey Salih! Sen, bundan önce aramızda aranan/ ümit beslenen bir kişi idin. Şimdi kalkmış, atalarımızın kulluk ettiklerine kulluk etmemizi mi yasaklıyorsun? Ve hiç şüphesiz biz, bizi çağırdığın şey hakkında kafaları karıştıran bir kuşku içindeyiz.”
O [Salih] dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana kendinden bir rahmet vermişse… Bu durum karşısında O’na asi olursam beni Allah’tan kim korur? O zaman sizin de bana zarardan başka katkınız olmaz. Ve ey kavmim! İşte size ayet olarak Allah’ın nâkası [beş yaşında, yavrulu, bol sütlü dişi devesi]. Artık onu bırakın, Allah’ın yeryüzünde yesin. Ve ona kötülük dokundurmayın; sonra sizi yakın bir azap yakalayıverir.
Derken, onlar, onu [nâkayı/ dişi deveyi] inciklerinden keserek öldürdüler. Bunun üzerine o [Salih] dedi ki: “Yurdunuzda üç gün daha yararlanın. İşte bu, yalanlanmayacak bir vaattir.”
Artık ne zaman ki emrimiz geldi, Salih’i ve onunla birlikte iman etmiş olan kişileri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. O günün perişanlığından da kurtardık. Hiç şüphesiz ki senin Rabbin, O güçlü, mutlak üstün olandır.
Ve o zalimleri korkunç bir gürültü yakalayıverdi de yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.
Sanki orada hiç zengince yaşamamışlardı. Haberiniz olsun! Hiç şüphesiz Semûd kavmi gerçekten Rablerini inkâr ettiler. Haberiniz olsun! Semûd için uzaklık verildi. (Hud/50- 68)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla