Konu: Ra'd Suresi
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 8. August 2010, 11:33 PM   #1
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart Ra'd Suresi

96 (13). Ra'd Suresi
MEDENÎ, 43 ÂYET

GİRİŞ

Adını 13. âyetteki الرعد [er-ra‘d] sözcüğünden alan sûrenin Medîne'de 96. sırada indiği kabul edilir. Bazıları, 1-30. âyetlerin, bazıları 31-32. âyetlerin; bazıları da 11-13. âyetlerin Medenî olduğunu söylemişlerdir. Diğer bazıları 31. ve 43. âyetlerin Mekkî, diğerlerinin Medenî, Hasan Basrî, İkrime, Atâ ve Câbir ise, sûrenin tamamının Mekkî, Kelbî ve Mukâtil ise tamamının Medenî olduğu kanaatindir.[1]

Âyetlerin üslûp ve içeriğini [Allah'ın birliğini, peygamberlik misyonunu, öldükten sonra dirilmeyi, hesabı ve müşriklerin ortaya attıkları şüpheleri gidermeyi] dikkate alan bilginler, sûrenin Mekkî olduğunu ileri sürseler de sûre Medenî'dir. Ancak bu ve bundan sonraki Rahmân ve İnsan sûrelerinin muhatapları Mekkelilerdir. Yani, bu sûreler Mekke'nin fethi dönemlerinde Mekkelilere yapılan uyarıları ihtiva etmektedir.

Önce Allah'ın evrendeki âyetlerine dikkat çekilerek âhiret inancının vurgulandığı sûrede, müşriklerle yapılacak mücâdelenin tarzı, müşriklerin başta Rasûlullah olmak üzere mü’minlere karşı olumsuz tavırları, iman-küfür karşılaştırılması ve geçmiş toplulukların peygamberlik misyonuna karşı takındıkları tavırlar yer alır.

https://youtu.be/3g8j8fFbWWo Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 467. Bölüm Rad Suresi 1. Bölüm

https://youtu.be/jxSfLjO2i-s Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 468. Bölüm Rad Suresi 2. Bölüm.

RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA

MEAL:

1. Elif [1], Lâm [30], Mîm [40], Ra [200]. İşte bunlar, Kitab'ın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen şey hakktır/gerçektir. Lâkin insanların çoğu inanmıyorlar.

2-4. Allah, gökleri gördüğünüz şekilde, direkler olmadan yükselten, sonra Arş üzerine istiva eden, güneşe ve aya boyun eğdiren zattır. –Hepsi adı konmuş bir ecele akıp gidiyor.– O, işi yönetir, Rabbinize kavuşacağınız güne kani olursunuz diye âyetleri detaylandırır. Ve O, arzı uzatan, orada sâbit dağlar ve ırmaklar kılandır. Ve O, orada bütün meyvelerden iki eş yarattı. O, geceyi gündüzün üzerine örtüyor. Şüphesiz bunda tefekkür eden bir toplum için âyetler vardır. Ve O, yeryüzünde bir tek su ile sulanan birbirine komşu kıtalar, üzümlerden bahçeler, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar kılandır. Ve Biz, nasipliklerinde [meyvelerinde; kokularında, tatlarında] onların bazısını bazısı üzerine fazlalıklı kılıyoruz. Şüphesiz aklını kullanan bir toplum için bunda birtakım deliller vardır.

5. Ve eğer sen şaşıyorsan, asıl şaşırtıcı olan, onların, “Biz toprak olunca mı, biz gerçekten yeni bir yaratılışta mıyız?” sözleridir. İşte bunlar, Rabb'lerini inkâr etmiş kimselerdir. Ve işte bunlar, boyunlarında demir halkalar bulunanlardır. Ve işte bunlar, ateş'in ashâbıdırlar, onlar orada sürekli kalıcıdırlar.

6. Ve onlar senden, iyilikten önce kötülüğü çabuklaştırmanı isterler. Hâlbuki onlardan önce onlara iz bırakan cezalar gelip geçmiştir. Ve gerçekten senin Rabbin, zulümlerine karşılık insanlar için cidden mağfiret sahibidir. Ve kesinlikle senin Rabbin, azabı/kovuşturması cidden çok çetin olandır.

7. Ve şu inkâr eden kimseler, “Rabbinden o'na bir âyet indirilmeli değil miydi?” diyorlar. Sen ancak bir uyarıcısın. Ve her toplum için bir yol gösteren vardır.

8. Allah, “her dişinin neyi taşıdığını ve rahimler neyi eksiltir ve neyi artırır” bilir. Ve her şey, O'nun katında bir ölçü iledir.

9. (Allah) ğaybı ve açıkta olanı bilendir, pek büyüktür, yüceler yücesidir.

10. Sizden, sözü gizleyen kimse ve onu açığa vuran kimse, gece gizlenenle gündüz açığa çıkan kimse eşittir.

11. Onun [her kişi] için, iki elinin arasından ve arkasından –Allah'ın işinden olarak– onu gözetip koruyan izleyiciler vardır. Gerçekte, bir halk, kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe, Allah hiçbir şeyi değiştirmez. Ve Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onun geri çevrilmesi söz konusu değildir. Onlar için O'nun astlarından bir velî [yardım eden, koruyan, yol gösteren] de yoktur.

12. O, size korku ve ümit içinde şimşeği gösteren ve o yağmur yüklü bulutları ortaya çıkarandır.

13. Gök gürültüsü, O'nun övgüsüyle birlikte, melekler de O'nun korkusundan dolayı O'nu tesbih ederler. Ve O, yıldırımlar gönderir de onunla dilediğini çarpar. Onlar ise Allah hakkında mücâdele edip duruyorlar. Oysa O [Allah], çarpması pek çetin olandır.

14. Gerçeğin daveti yalnızca O'nadır. Onların [müşriklerin], O'nun astlarından yalvarıp durdukları kimseler; onlar, kendilerine hiçbir şeyle cevap veremezler. Onlar, ancak ağzına gelmemesine rağmen ağzına su gelsin diye iki avucunu açan gibidir. Ve kâfirlerin duası sadece bir sapıklık içindedir.

15. Ve yerde ve göklerde olan kimseler ve gölgeleri, ister istemez sabah-akşam [sürekli olarak] yalnızca Allah'a secde ederler.

16. De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allah'tır.” De ki: “Allah'ın astlarından o kendi kendilerine fayda ve zarar vermeye gücü olmayanları velîler mi ediniyorsunuz?” De ki: “Hiç kör ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklarla aydınlık bir olur mu?” Ya da Allah'a, O'nun gibi yaratan birtakım ortaklar buldular da, bu yaratış kendilerince birbirine benzer mi göründü? De ki: “Allah, her şeyin yaratıcısıdır. Ve O, birdir, kahhar'dır [her şeye üstün ve kahredicidir].”

17. O [Allah], gökten bir su indirdi de vâdiler, kendi ölçüsünde sel olup aktılar. Sonra da sel, suyun yüzüne çıkan bir köpük yüklendi. Bir zînet eşyası veya bir yarar sağlamak için ateşte erittiklerinin üzerinde de benzeri bir köpük vardır. –Allah, hakk ve bâtılı böyle örnekler.– Sonra köpük atılır gider, insanlara faydası olan ise yerde kalır. İşte böyle Allah, örnekleri verir.

18. Rabb'lerine uyanlar için “en güzel” vardır. O'na uymayanlar ise, yeryüzünde bulunan ne varsa hepsi ve onunla birlikte bir misli daha kendilerinin olsa, onu kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. İşte onlar, hesabın kötüsü kendileri için olanlardır. Varacakları yer de cehennemdir. Orası da ne fena yataktır.

19-24. Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler; Allah'ın ahdini yerine getiren ve antlaşmayı bozmayan, Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi birleştiren, Rabb'lerine haşyet duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler, Rabb'lerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş, salâtı ikâme etmiş ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık infak etmiş ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte onlar, bu yurdun âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanlar oraya [adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!”

25. Allah'ın ahdini sağlamlaştırdıktan sonra bozan ve Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyleri koparan ve yeryüzünde fesat çıkaran kimseler; İşte onlar, lanet kendileri için olanlardır. Yurdun kötüsü de onlar içindir.

26. Ve Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir de ölçülendirir de. Onlar ise basit hayat ile ferahladılar. Oysa basit hayat, âhirette sadece bir kazanımdır.

27-29, 31. Yine o küfretmiş olan kimseler, “Ona Rabbinden bir âyet indirilmeli değil miydi, eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kur’ân olsaydı…” diyorlar. De ki: “Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtır ve gönülden bağlanan kimseleri; inanan ve kalpleri Allah'ı anmakla yatışan kişileri kendisine kılavuzlar.” Gözünüzü açın! Kalpler yalnız ve yalnız Allah'ı anmakla yatışır/tatmin olur. İman etmiş ve sâlihâtı işlemiş kimseler; tuba [güzellikler, müjdeler] ve güzel dönüş yeri sadece onlar içindir. Aslında emrin tümü Allah'ındır. İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki, eğer Allah dilemiş olsaydı, kesinlikle insanların tümüne hidâyet ederdi. İnkâr eden kimseler, Allah'ın vaadi gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir belâ çatacak veya yurtlarının yakınına inecek. Şüphesiz Allah verdiği sözden dönmez/miadını şaşırmaz.

30. İşte böyle, seni, onlar Rahmân'ı inkâr edip duruyorlarken, onlara sana vahyettiklerimizi okuyasın diye kendilerinden önce nice ümmetler gelip geçmiş olan bir ümmet içinde elçi yaptık. De ki: “O [Rahmân], benim Rabbimdir, O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Ben yalnızca O'na tevekkül ettim, dönüşüm de yalnızca O'nadır.”

32. Ve andolsun ki, senden önceki elçilerle alay edildi. Ben de o inkâr etmiş kişilere süre verdim. Sonra da onları yakalayıverdim; haydin bakalım Benim azabım nasılmış!

38. Andolsun ki, Biz senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve zürriyet [nesil/oğlan-kız çocuklar] verdik. Hiçbir peygamber için Allah'ın izni olmadan herhangi bir âyet getirmek de yoktur. Her ecel için bir yazı vardır.

39. Allah dilediğini imha eder, dilediğini de yerinde bırakır. Kitabın anası da yalnızca O'nun katındadır.

33. Peki, o, kazandığı şeyler ile birlikte her bir nefsin [kişinin] üzerinde dikilen [görüp-gözeten] kimdir? Onlar ise Allah'a ortaklar kıldılar. De ki: “Onları isimlendirin! Yoksa siz O'na yeryüzünde bilmediği bir şey mi ya da sözden açık olanı mı haber vereceksiniz?” Aslında şu, küfre sapmış olan kişilere plânları güzel gösterildi de yol'dan saptırıldılar. Allah kimi saptırırsa, artık onun için yol gösteren kimse yoktur.

34. Onlar için şu basit hayatta [dünya hayatında] bir azap vardır. Âhiret azabı ise kesinlikle daha ezicidir. Onları Allah'tan koruyacak biri de yoktur.

35. Muttakilere söz verilen cennetin misali şöyledir: Onun altından ırmaklar akar, nasiplikleri [meyveleri, renkleri, tatları] ve gölgeleri süreklidir. İşte bu, takvâlı davrananların âkıbetidir. Kâfirlerin âkıbeti de ateş'tir.

36. Ve kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilen ile sevinirler. Hizipleşenlerden, onların bir kısmını inkâr eden kişiler de vardır. De ki: “Ben ancak Allah'a kulluk etmekle ve O'na şirk koşmamakla emrolundum. Ben yalnızca O'na davet ediyorum, dönüşüm de yalnız O'nadır.”

37. Ve Biz böylece onu [Kur’ân'ı] Arapça bir hüküm [mükemmel bir yasa] olarak indirdik. Ve eğer sana gelen ilimden sonra onların hevâlarına uyarsan, Allah'tan sana bir yakın kimse ve bir koruyucu yoktur.”

40. Ve onlara vaat ettiğimizin bir kısmını sana göstersek yahut seni vefat ettirsek, şüphesiz yine de sana düşen sadece tebliğ etmektir. Bize düşen de hesap görmektir.

41. Ve onlar, şüphesiz Bizim yeryüzüne geldiğimizi, onu etrafından noksanlaştırdığımızı görmediler mi? Allah hükmeder. O'nun hükmünü engelleyecek hiçbir kimse yoktur. Ve O, hesabı çok hızlı görendir.

42. Onlardan önceki kimseler de hileler yapmışlardı. Fakat bütün hileler [hileleri bozup cezalandırmak] Allah'a aittir. O, her nefsin ne kazandığını bilir. Bu yurdun âkıbetinin kim için olduğunu kâfirler de yakında bilecekler.

43. Ve şu küfretmiş olan kişiler, “Sen gönderilmiş [elçi] değilsin” diyorlar. De ki: “Benimle sizin aranızda en iyi tanık olarak Allah ve yanında Kitab'ın bilgisi bulunan kişi yeter.”

TAHLİL:

1. Elif [1], Lâm [30], Mîm [40], Ra [200]. İşte bunlar, Kitab'ın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen şey hakktır/gerçektir. Lâkin insanların çoğu inanmıyorlar.

2-4. Allah, gökleri gördüğünüz şekilde, direkler olmadan yükselten, sonra Arş üzerine istiva eden, güneşe ve aya boyun eğdiren zattır. –Hepsi adı konmuş bir ecele akıp gidiyor.– O, işi yönetir, Rabbinize kavuşacağınız güne kani olursunuz diye âyetleri detaylandırır. Ve O, arzı uzatan, orada sâbit dağlar ve ırmaklar kılandır. Ve O, orada bütün meyvelerden iki çift yarattı. O, geceyi gündüzün üzerine örtüyor. Şüphesiz bunda tefekkür eden bir toplum için âyetler vardır. Ve O, yeryüzünde bir tek su ile sulanan birbirine komşu kıtalar, üzümlerden bahçeler, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar kılandır. Ve Biz, nasipliklerinde [meyvelerinde; kokularında, tatlarında] onların bazısını bazısı üzerine fazlalıklı kılıyoruz. Şüphesiz aklını kullanan bir toplum için bunda birtakım deliller vardır.

Paragrafın kendileriyle başladığı “huruf-ı mukatta‘a”nın [kesik harflerin] verdiği mesajı henüz bilmiyoruz. Bunların birer uyarı aracı olması ve verilecek bilgilere dikkat çekiyor olması mümkündür.

Uyarılardan sonra paragraf, İşte bunlar, Kitab'ın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen şey hakktır/gerçektir. Lâkin insanların çoğu inanmıyorlar denilerek inançsızlara sitemle devam etmekte; ardından da Allah'ın sonsuz kudretine; göklerin ve yeryüzünün yaratılış ve işleyişine, bu kudretin eseri olan nimetlerin çeşitliliğine, yaratılmasındaki amaca ve bunların kullara verilmesine dikkat çekilmektedir.

Burada, yeryüzü ve yeryüzündeki bitkiler Arabistan coğrafyasına göre beyân edilmiştir. Bu âyetleri okuyan kimse kendi bulunduğu bölgedeki yeryüzü nimetlerini dikkate almalıdır.

Burada zikredilen nimetler, evrendeki sistemler, oluşumlar; hepsi Allah'ın varlığına, birliğine ve rabbliğine [planına, programcılığına] delalet etmektedir:

Sen, Allah'ın yeryüzündekileri size boyun eğdirdiğini ve Kendisinin emriyle denizlerde akıp giden gemileri görmedin mi? Göğü de Kendi izni olmaksızın yere düşmekten O tutuyor. Şüphesiz Allah insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir. (Hacc/65)

O [bir tek, kahhar; Allah], gökleri ve yeri hakk ile yarattı, geceyi gündüzün üstüne bürüyor, gündüzü de gecenin üstüne bürüyor. Güneşi ve ay'ı emre âmâde kılmıştır. Hepsi de adı konmuş bir ecele akıp gitmektedir. İyi bilin ki, O, çok güçlü ve çok bağışlayıcıdır. (Zümer/5)

Burada konu edilen âyetler ve insanlara verilen nimetler, birçok âyette zikredilmişti. Bunlardan birkaçını hatırlatıyoruz:

Allah, yedi göğü ve yerden de onlar kadarını yaratandır Allah'ın her şeye kâdir olduğunu ve Allah'ın bilgisinin her şeyi kuşattığını bilesiniz diye buyruk bunlar arasında iner durur. (Talâk/12)

Ve Biz rüzgârları aşılayıcılar olarak gönderdik de gökten bir su indirip sizi onunla suladık. Onu [suyu] hazinelerde tutanlar [biriktirenler] da siz değilsiniz. (Hicr/22)

Biz yeryüzünü bir beşik, dağları da birer direk kılmadık mı? (Nebe/6-7)

Ve Biz geceyi ve gündüzü iki âyet kıldık. Sonra Rabbinizden bir lütuf aramanız, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için gecenin âyetini silip, bir gördürücü olarak, gündüzün âyetini kıldık [getirdik]. Ve Biz her şeyi detaylandırdıkça detaylandırdık. (İsrâ/12)

Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş üzerine istiva eden, gündüzü, durmadan kovalayan gece ile bürüyen ve güneş, ay ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan Allah'tır. İyi biliniz ki yaratma ve emir sadece O'na özgüdür. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne cömerttir! (A‘râf/54)

Paragrafın sonunda, Şüphesiz aklını kullanan bir toplum için bunda birtakım deliller vardır buyurularak, bu hususta bireysellikten öte toplumsal bir gözlemleme önerilmiştir. Bu uyarılar birçok kez tekrarlanmıştır:

O, sizin için gökten bir su indirdi. İçecekleriniz ondandır. Hayvanları otlattığınız ağaçlar-bitkiler de ondandır. O [Allah], onunla [su ile] sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve tüm meyvelerden bitiriyor. Şüphesiz bunda tefekkür eden bir toplum için kesinlikle birer âyet vardır. Ve O [Allah], geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi. Bütün yıldızlar da O'nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için âyetler vardır. Yeryüzünde sizin için renklerini değişik olarak yarattığı şeyleri de (sizin hizmetinize sunmuştur). Şüphesiz bunda öğüt alan bir toplum için kesinlikle bir âyet vardır. Ve O, denizden taze et yiyesiniz ve ondan takındığınız süs eşyasını çıkarasınız diye lütfundan rızık aramanız için ve şükredesiniz için denizi sizin emrinize verendir. –Gemilerin denizde suyu yararak gittiklerini görüyorsun.– Ve O [Allah] sarsıntıya uğratır diye yeryüzünün içinde sâbit-sağlam dağlar, ırmaklar ve siz doğru yolu bulasınız diye yollar ve daha nice alâmetler bıraktı. Ve onlar yıldızlarla/Kur’ân âyetleri öbekleriyle yollarını bulurlar. Öyleyse yaratan [Allah], yaratmayan [putlar] gibi olur mu? Hâlâ düşünmeyecek misiniz? Ve eğer Allah'ın nimetlerini sayacak olsanız, onları sayamazsınız. Şüphesiz ki Allah ğafûr'dur, rahîm'dir. (Nahl/10-18)

Yine göklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin ve renklerinizin değişikliği O'nun âyetlerindendir. Şüphesiz bunda bilginler için nice âyetler vardır. Yine gecede ve gündüzde uyumanız ve lütfundan rızık aramanız O'nun âyetlerindendir. Şüphesiz bunda kulak verecek bir toplum için nice âyetler vardır. Yine O'nun âyetlerindendir ki, size hem korku ve hem de umut vermek için şimşeği gösteriyor. Ve gökten bir su indiriyor da onunla yeryüzüne ölümünden sonra hayat veriyor. Şüphesiz ki bunda aklını kullanacak bir kavim için nice âyetler vardır. Göğün ve yeryüzünün Kendi emriyle durması yine O'nun âyetlerindendir. Sonra sizi yeryüzünden bir tek çağırışla çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki siz çıkarılıyorsunuz. Size rahmetinden tattırsın, emriyle gemiler akıp gitsin diye ve şükredersiniz diye lütfundan rızık aramanız için rüzgârları müjdeciler olarak göndermesi de O'nun âyetlerindendir. Göklerde ve yerde kim varsa hepsi de O'nundur. Hepsi de O'na saygı duyanlardır. (Rûm/22-25, 46, 26)

Göklerin ve yeryüzünün yaratılışında, gecenin ve gündüzün ardarda gelişinde, elbette, ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde, “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen noksanlıklardan münezzehsin. Artık bizi ateşin azabından koru! Rabbimiz! Şüphesiz Sen kimi ateş'e girdirirsen artık onu kesinlikle rezil etmişsindir. Zâlimler için hiç yardımcılardan da yoktur. Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, “Rabbinize inanın!” diye çağıran bir nidacıyı duyduk ve hemen inandık. Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi ebrâr [iyiler/yardımseverler] ile birlikte vefat ettir. Rabbimiz! Ve bize, elçilerin üzerine vaat ettiğin şeyleri ver, kıyâmet günü bizi rezil etme. Şüphesiz Sen verdiğin sözden dönmezsin” diye tefekkür eden kavrama yetenekleri olanlar için nice âyetler vardır. (Âl-i İmrân/190-194)

3. âyette, Orada bütün meyvelerden iki eş yarattı buyurularak, insanlığa Allah'ın bir mucizesi daha hatırlatılmıştır. Bu mucize ile ilgili bir açıklama naklediyoruz:

BİTKİLERDE ERKEKLİK ve DİŞİLİK

Gökten su indirdi, nitekim onunla çeşit çeşit bitkilerden eşler çıkardık. (Tâ-Hâ/53)

Bütün meyvalardan ikişer eş yaratmıştır. (Ra‘d/3)

Kitabımızın 11. bölümünde Allah'ın evreni çiftler hâlinde yarattığını ve bunu açıklayan Kur’ân âyetlerini inceledik. Bitkilerdeki eşler hâlinde yaratılma ise Kur’ân'da özel olarak vurgulanmaktadır. Âyetlerde geçen zevc (çoğulu, zevce) kelimesi eski Türkçemizde “eşler”i belirtmek için kullanılmaktaydı, hanımlar beylerine zevcim, beyler de hanımlarına zevcem demekteydiler. Arapça'dan dilimize geçen bu kelime, bitkilerin eşlerini belirmekte de kullanılan zevc kelimesidir.

Bitkiler üzerine yapılan incelemelerde, bitkilerde de erkekliğin ve dişiliğin olduğu, bu farklı organlar sayesinde bitkilerde üremenin gerçekleştiği anlaşıldı. Peygamberimiz döneminde biyoloji gelişmiş bir bilim değildi. Bitkilerin üremesi, bu üremedeki dişi ve erkek unsurların rolü bilinmiyordu. Bu yüzden 1400 yıl önceden Kur’ân'da bitkilerdeki eşler hâlinde yaratılışa dikkat çekilmesi çok anlamlıdır.

Tohumlu ve çiçekli bitkilerde erkek ve dişi üreme hücreleri vardır. Bu hücreleri, her ikisi de çiçeğin ortasında bulunan erkek organ ile dişi organ üretir. Dişi organın yumurtalık denen şişkince bölümünde küçük ve yuvarlak tohum taslakları, bunların içinde de dişi üreme hücreleri bulunur. Erkek üreme hücreleri ise erkek organın başçık bölümünün ürettiği çiçek tozlarının içinde saklıdır. Çok hafif olan çiçek tozları rüzgârla ya da çeşitli hayvanlar aracılığıyla çiçekten çiçeğe taşınırken, içlerinden bir bölümü dişi organın tepeciğine yapışıp kalır. Daha sonra bu çiçek tozu taneciği boyuncuktan aşağıya doğru inerek yumurtalıklardaki tohum taslaklarına ince bir borudan uzanır. Erkek üreme hücresi de bu borudan geçer ve tohum taslağının içindeki dişi üreme hücresiyle birleşir. Erkek ve dişi üreme hücrelerinin birleşmesine döllenme denir. Döllenmiş tohum taslaklarından tohumlar, bunlardan da yeni bitkiler gelişir.

BİTKİLERDEKİ MÜTHİŞ UYUM

Bitkilerin yüz binlerce değişik türü vardır. Çok küçük boyutlu bitkilerden, California'nın kıyı sekoyaları gibi 90 metre boyundaki dev bitkilere değin sayamayacağımız kadar çok çeşit vardır. Eşeyli üreme yapan tüm bitkilerde dişi organ ve erkek organ birbirinden farklı özelliklerde yaratılmışlardır ve mikro seviyede de tüm bu organlar çok kompleks ve çok mükemmel yaratılışa sahiptir. Yüz binlerce türdeki yüz binlerce dişi ve yüz binlerce erkek organ birbirlerine uygun şekilde yaratılmıştır. Bu uyum, bir kasayı açacak şifrenin o kasaya uyması gibi, çok ince bir uyumdur. Bitkilerin her birinin içinde bu uyum yaratılmasaydı, bu bitkilerin hiç biri var olamazdı. Bir bitkinin yaşamının devamı bu dişi ve erkek organlarına bağlıdır. Bu organların tekinin eksikliği veya bu organlar arasındaki en ufak uyumsuzluk, o bitki türünün yok olmasına sebep olur. Bu yüzden bu organlar aynı zaman dilimi içinde, aynı bitki türünün üzerinde, eksiksiz ve mükemmel olarak var olmak zorundadır. Bu da Yaratıcımızın her şeyi ne kadar mükemmel plânladığının, hiçbir şeyde en ufacık bir tesadüfün, rastgeleliğin yer alamayacağının delilidir. Çok kompleks bir şifre yüz binlerce kere verilse ve yüz binlerce ayrı kasa her seferinde açılsa; bu bir tesadüfün, rastgeleliğin sonucunda olabilir mi? Bitkilerdeki dişi ve erkek organlar ve bu organların birleşmesi için gerekenler dünyadaki en kompleks kasa için gereken şifreden çok daha komplekstir. Üstelik bitkilerdeki dişilik-erkeklik ve buna bağlı üreme, bitkilerin yaratılışının sadece bir yüzüdür. Her bitki kendi harika yaratılışıyla dünyamızın bir süsü, ekolojik sistemimizin bir parçası ve yaratılışın bir mucizesidir.

TİTREŞEREK, KABARARAK CANLANAN TOPRAK

Su ve hava olmadan yaşanamayacağını ufacık çocuklar bile bilir. Peki, toprak olmadan yaşayamayacağımızın acaba yeterince bilincinde miyiz? Toprak sürekli gelişim hâlindedir. Binlerce yıl içerisinde, özellikle suyun etkisiyle, yavaş yavaş aşağıdan yukarıya doğru ana kayanın [litosfer] tahrip olmasıyla oluşur. Bu süreç en sert kayalarda yılda 0.01 milimetre olduğu için toprağın gelişim hareketi gözümüzden kaçar. (Bu oran yeryüzünün sıcak bölgelerinde yılda 20 milimetreye kadar çıkar.) Bu bağlamda toprak cansız olan mineral dünyadan canlı bir dünyaya geçiş aşamasıdır. 1 metreküp verimli toprakta 30.000 kadar bakteri vardır. Gözle algılayamadığımız bu bakteriler toprağın her santimetrekaresinin canlı olması anlamına gelir. Bu canlılığın en önemli maddesi hem bu bakterileri, hem de bitkileri harekete geçirip canlandıran sudur.

Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, ancak üzerine su yağdırdığımız zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten bir şeyler bitirir. (Hacc/5)

Bu âyette kupkuru toprağın üzerine suyun düşmesiyle oluşan aşamalar anlatılır. Kur’ân'ın ifadelerinde anlatılan titreşmenin ve kabarmanın önce sadece edebî ifadeler olduğu sanıldı. Fakat “Brown Titremesi”nin anlaşılmasıyla Kur’ân'ın bu noktada da bir mucize gösterdiği anlaşıldı. Âyette toprağa suyun düşmesiyle oluşan 3 aşamaya dikkat çekilir:

1) Toprağın titreşmesi,

2) Toprağın kabarması,

3) Toprağın çiftler hâlinde ürünler vermesi.

Birinci aşamada topraktaki parçacıklar, suyun üzerlerine düşmesiyle hareket eder. Toprağın üzerine düşen su damlacıkları bir hedef olmaksızın birçok yönde hareket eder. Böylece birçok taraftan suyla çarpışan toprak parçacıkları titreşir gibi hareket ederler. Suyun toprağa düşmesiyle topraktaki farklı moleküller arasında elektrik akımı oluşur. Toprağın parçacıkları iyonlaşır. Elektrik akımının düşüşüyle pozitif iyona, yükselişiyle negatif iyona dönüşüm olur. Suyun toprağa gelişiyle iyonik moleküller titreşir. Botanikçi Robert Brown 1828 yılında toprağın partiküllerinin bu hareketini tesbit etti ve adını Brown Movement [Brown Titremesi] koydu. Bu hareket, suyun toprağın üzerine düşmesiyle oluşan bir süreçte gerçekleşir.

İkinci aşamada dikkat çekilen olay, suyu emen toprak parçacıklarının hacimce büyümesi, böylece kabarmanın gerçekleşmesidir. Parçacıklar suya doyunca suyun mineral depoları olurlar. Bitkiler ihtiyaçlarını bu depolardan karşılar. Toprağın suyu tutan mükemmel yapısı sayesinde yağmur suları toprağın derinliklerinde kaybolmaz. Böylece bitkilerin, dolayısıyla tüm canlıların yaşaması mümkün olur.

Üçüncü aşamada bitkilerin filizlenmesine dikkat çekilir. Âyetin işaret ettiği gibi zevci ve zevcesiyle, yani dişiliği ve erkekliğiyle bitkiler yaratılmaya başlanır. Başlangıçta ölü olan toprak suyun toprağın üzerine düşmesiyle başlayan bir sürecin sonunda canlı bitkiyi bağrından çıkarmaktadır.

Kur’ân'da bitkilerin yaratılışına birçok defa dikkat çekilir, hatta bitkilerin yaratılışıyla insanların yaratılışı ve diriltilmesi arasında benzerlik kurulur. Bitkilerin filiz verdiği dönem, insanın gençliğine benzer, daha sonra insanın olgunluk dönemi gibi bitkinin de olgunluk dönemi vardır. İnsan yaşlandığında nasıl buruşuyor, güçten düşüyorsa, bitki de yaşlanınca buruşur, kurur ve eski gücünü, cazibesini kaybeder. Bitki de ölünce insan gibi çerçöp olur ve toprağa karışır. Bitkiler her mevsimde soldukları yerde yeniden canlanarak insanın öldükten sonra yeniden yaratılışına delildirler. Canlı olan bitkiyi her sene öldüren, sonra yeniden aynı yerde dirilten Allah, tüm insanlığın gözü önünde yeniden yaratmanın Kendisi için ne kadar kolay olduğunun delillerini göstermektedir. Böylelikle insanoğlu, bitkilerin yeniden canlandırıldığı her mevsimde, ölümü yaratan Allah için, yeniden canlandırmanın da ne kadar kolay olduğuna tanık olmaktadır.

Ölü toprak onlar için bir delildir. Onu diriltiriz, ondan taneler çıkartırız da ondan yerler. (Yâ-Sîn/33)[2]

Burada bir de, Gökleri gördüğünüz şekilde, direkler olmadan yükselten ifadesiyle başka bir mucize daha gösterilmiştir. Bu mucizeyle ilgili de şu güzel açıklamayı naklediyoruz:

DİREKSİZ YÜKSELMİŞ GÖKYÜZÜ

Allah, şu gördüğünüz gökleri direksiz yükseltendir. (Ra‘d/2)

Kur’ân'ın, Peygamberimiz dönemindeki bilgi seviyesiyle söylenmesi mümkün olmayan bilimsel gerçekleri söylemesi, mucizevî yönlerinden biridir. Bu kitabımızda bu mucizeleri göstermeye çalışırken, daha çok son yüzyılda veya son yüzyıllarda ancak anlaşılabilen bilimsel gerçeklerin, 1400 küsur yıl önce söylendiğine yer verdik. Peygamberimiz dönemindeki araştırmalarla, gözlemlerle bilinmesi imkânsız olan bilgilerden biri yukarıdaki âyetteki ifadedir. Fakat bu gerçek diğer başlıklarımızdaki konular gibi son asırlarda keşfedilen bir olgu değildir. İnsanlar çok uzun zaman önce gökyüzünün direkler üzerinde yükselmediğini öğrendiler. Fakat Kur’ân'ın indiği dönemde, toplumun böyle bir ortak kanaati yoktu. Kur’ân'ın indiği dönemden sonra bile gökyüzünün dünyanın iki ucundaki dağlara yaslandığı fikrine inananlar vardı.

Örneğin Yeni Amerikan İncîli'nin eski baskılarından birinde gökyüzü tersine çevrilmiş bir tasa benzetilmektedir ve gökyüzü direklerle ayakta durmaktadır (bkz. The New American Bible, St Joseph's Medium Size Edition, s. 45). İbn Abbâs (ö. hicrî 68/miladî 687), Mücâhid (ö. hicrî 100/miladî 718), İkrime (ö. hicrî 115/miladî 733) gökyüzünü ayakta tutan direklerin [dağların] varlığına inanıyorlardı. Bu şahıslar, Kur’ân'ın âyetinin sadece görünen kısmı belirttiğini, görünmeyen alanda gökleri ayakta tutan direklerin var olduğunu savundular. Gökyüzünün, dünyanın ucundaki dağlara yaslandığı fikrini, Bâbilliler gibi târihte savunan topluluklar oldu. Peygamberimizin yaşadığı dönemde insanlar, yeryüzünün küre şeklinde olduğunu ve yeryüzünde her iki yöne gidilince, yine aynı noktaya gelinebileceğini bilmiyorlardı. Bu yüzden gökyüzünün direkler üzerinde yükseldiği veya yükselmediği iddiası Peygamberimizin içinde bulunduğu dönem için belirsiz, bilinemez, isbatlanamaz bir iddiadır. Kendi döneminde bilinmeyen ve şüpheli bir konuyu, doğru olarak açıklaması Kur’ân'ın bir mucizesidir. Kur’ân'ın belirttiği bu gerçek, Peygamberimizin zamanında isbatlanamadığı için, Kur’ân'daki bu âyetin varlığı Peygamberimize bir avantaj sağlamamaktadır. Hatta bu âyet, o dönemde isbatlanamaz olduğu için bu âyetin ifadesi yüzünden Kur’ân'a itirazlar yöneltilmiş olması da mümkündür. Kur’ân'ı Peygamberimizin yazdığı iddiasını ileri sürenlerin, Peygamberimizin dönemindeki kanaatlere karşın Kur’ân'da niye böyle bir ifade geçtiğini açıklamaları mümkün olmayacaktır. Kur’ân'daki anlatımların değerini daha iyi kavramamız için Peygamberimizin dönemine hayalen gidip, o dönemin insanlarının kafa yapısını anlamaya çalışmamızın gerekliliği bu konuyla da anlaşılmaktadır. Kur’ân, uçakların, arabaların olmadığı, dünyanın ne şeklinin bilindiği, ne de haritasının olduğu, çoğunluğun okuma-yazma bilmediği bir ortamda vahyedilmiştir. Kur’ân'ı, Peygamberimizin, ya da Peygamberimiz dönemindeki insanların yazdığını söyleyenlerin iddialarına karşı bu tabloyu hatırlatalım. Eğer, Kur’ân'ın ifade ettiği bu konuların, o dönemde söylendiğini göz önünde bulundurursak, Kur’ân'ın mucizelerini daha iyi anlayacağımız kanaatindeyiz.

GÖKYÜZÜ NASIL DURUYOR

Binlerce yıllık dünya târihinde insanoğlu atmosferin niteliğinden, faydalarından, yaşamımız için olmazsa olmaz şart olmasından habersiz yaşadı. Tüm tabakalarıyla atmosfer denen gaz topluluğu nasıl olmuştur da bir araya gelmiştir? Nasıl oluyor da sâbit kalıyor? Gökyüzünün koruyucu bir tavan olması (19. bölüm), geri döndürücü özellikleri (20. bölüm), ayrı tabakalardan oluşması ve her tabakanın kendi görevlerini yerine getirmesi (17. bölüm) gibi, gökyüzünün direksiz bir şekilde durması da (21. bölüm) Allah'ın muhteşem sanatın bir sonucudur.

Güneş sistemimizin gezegenlerinde yapılan araştırmalar, hiçbir gezegenin çevresinde yaşamı olanaklı kılacak bir atmosfer olmadığını göstermiştir. Dünyamızın çevresindeki atmosferin varlığı ve daha da önemlisi bu atmosferin yaşam için her türlü olanağı sağlayacak, yaşamı koruyacak şekilde yaratılması; Allah'ın içinde bulunduğumuz dünyayı, yaşamı burada yaratmak için seçtiğinin bir delilidir.

Gezegenin yüzeyinde, yakınlarında ortaya çıkan gaz molekülleri süratli bir şekilde hareket eder. Eğer gezegenin çekim gücü bu sürate üstün gelirse, gezegen gaz moleküllerini çeker ve gezegenin yüzeyi gaz moleküllerini emer. Eğer gaz molekülleri süratle hareket ederlerse ve gezegenin çekim alanından kurtulurlarsa, uzaydaki seyahatlerine devam ederler. Görüldüğü gibi atmosfer ve buna bağlı oluşan dengeler, dünyanın oluşumundan sonraki bir aşamada meydana gelmiştir. Bu da Kur’ân'ın, Göğü yükseltti ve dengeyi koydu (Rahmân/7) âyetinde belirtilen, göğün sonradan oluşması ve dengenin kurulması ile ilgili ifadelerle mucizevî bir şekilde uyumludur. Gaz moleküllerinin dünyamızın çevresinde olduğu gibi bir atmosfer şeklinde oluşması ve durması çok düşük olasılıktaki bir dengenin sağlanmasıyla mümkündür. Bu denge, yerkürenin çekimiyle gaz moleküllerinin hızının tam bir dengede durması hâlidir. Allah gökyüzünü direksiz yükseltirken böyle hassas bir denge sağlamıştır. Fakat iş bununla bitmemektedir. Bu dengenin sağlanması kadar sürekli devam etmesi de gereklidir. Allah yeryüzünü ve atmosferi yaratırken bunun devamı için gerekli tüm dengeleri de kurmuş ve bu dengenin devamını sağlamıştır. Bilimin ilerlemesiyle öğrendiğimiz bu dengenin sürekliliğinin önemine, Kur’ân şöyle işaret etmektedir:

Allah gökleri ve yeri yok olmasınlar diye tutuyor... (Fâtır/41)

Bu denge için çok fazla verinin ayarlanması zorunludur. Örneğin yerkürenin güneşe göre konumunun ayarı önemlidir; çünkü bu ayar sayesinde yeryüzünün ısı dengesi sağlanacaktır ve de bu gaz moleküllerinin hareketini etkilemektedir. Yeryüzünün dönüş hızı da yine ısının homojenliği açısından önemlidir. Bu dönüş hızlanırsa atmosfer dağılır, yavaşlarsa homojenlik bozulur, çünkü arka yüzdeki atmosfer toprak tarafından emilir. Atmosferin devamı için ekvator ve kutup bölgeleri arasındaki ısı farkı da, bu ısı farkından ortaya çıkacak hava akımlarının korkunç sonuçlarını önleyen Himalayalar'daki, Toroslar'daki, Alpler'deki sıra dağlar da çok önemlidir. Sıradağlar yerküremizin yüzeyinde rüzgârları bloke ederek, soğuk havayı yüksek kesimlerde toplayarak dengenin korunmasına katkıda bulunurlar. Ayrıca atmosferimizin bileşimindeki gazlar da atmosferin devamı için önemlidir. Örneğin atmosferde yüzde olarak çok az miktarda bulunan karbondioksit, toprağı gece yorgan gibi örterek ısı kaybının olmasını önler. Atmosfer için yüzey ısısının kararlı kalması, gece ısı kaybının önlenmesi önemlidir. Görüldüğü gibi sıra dağların varlığından karbondioksitin yaratılmasına, dünyanın büyüklüğünden güneşe konumuna, yüzey ısısının dengelenmesinden atmosferdeki gazların hızlarına ve özelliklerine kadar her şey çok ince bir şekilde birbirleriyle bağlantılı olarak ayarlanmış ve bu sayede göğün direksiz yükselmesi mümkün olmuştur. Tüm bu yaratılışlar ve buraya sığdıramadığımız birçok ince oluşum sayesinde atmosfer, dünyanın çekimiyle dünyaya yapışmadan, kendi hızına rağmen uzaya dağılmadan, tepemizde durmakta ve bize hizmet ettirilmektedir.

Bunlarda aklını çalıştıran bir topluluk için elbette deliller vardır. (Ra‘d/4)

Gökyüzünün yaşamamızı mümkün kılacak şekilde var olması, Yaratıcımızın her şeyi çok mükemmel şekilde plânlaması sayesindedir.[3]

5. Ve eğer sen şaşıyorsan, asıl şaşırtıcı olan, onların, “Biz toprak olunca mı, biz gerçekten yeni bir yaratılışta mıyız?” sözleridir. İşte bunlar, Rabb'lerini inkâr etmiş kimselerdir. Ve işte bunlar, boyunlarında demir halkalar bulunanlardır. Ve işte bunlar, ateş'in ashâbıdırlar, onlar orada sürekli kalıcıdırlar.

Bu âyette, kâfirlerin şaşılası durumları ortaya konuyor. Onların, çevrelerindeki ve bünyelerindeki bunca delile rağmen direnmeleri, Biz toprak olunca mı, biz gerçekten yeni bir yaratılışta mıyız? demeleri naklediliyor ve onlar, boyunlarındaki demir halkalar yüzünden gerçeği göremeyip kâfirlik ettiklerinden kınanıyorlar.

Kâfirlerin bu akıl dışı tutumları birçok âyette nakledilmiştir:

Kaf/100. Çok şerefli/çok büyük Kur’ân'a kasem olsun ki, ama, kendilerine içlerinden uyarıcı geldiğine şaşırdılar da kâfirler, “Bu şaşılacak bir şeydir! Öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit mi? Bu uzak bir dönüştür” dediler. Biz yerin onlardan neyi eksilttiğini elbette bilmişizdir. Yanımızda çok iyi kaydedip muhafaza eden bir kitap da vardır. Aksine, hakk kendilerine geldiği zaman onu yalanladılar, onun için onlar karmakarışık bir iş içindedirler. Peki onlar üstlerindeki göğe bakmadılar mı ki, onu Biz hiç yarığı olmadan nasıl bina etmişiz ve süslemişiz! Ve Biz yeri yayıp döşedik ve ona sabit dağlar bıraktık. Orada görünüşü iç açıcı-göz alıcı her çiftten bitkiler bitirdik; Allah'a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ona öğüt olarak. Ve Biz gökten bereketli bir su indirdik. Onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik. Tomurcukları birbiri üzerine dizilmiş büyük ve yüksek hurma ağaçları da; kullara rızık olmak üzere. Ve Biz onunla ölü bir beldeyi canlandırdık. İşte çıkış [diriliş] böyledir. (Kaf/1-11)
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla