Tekil Mesaj gösterimi
Alt 2. November 2015, 02:21 PM   #1
ozkanates
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: May 2014
Mesajlar: 299
Tesekkür: 8
56 Mesajina 69 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 20
ozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud of
Standart Şah İsmail, İran, Alevilik


Aşağıdaki yazı Ahmet Şimşirgil, Tarih ve Medeniyet, Bölüm 24, 25, 26, 28 'den özettir. Konu hakkında bu özetten başka bilgim yok ve amacım bilgisi olanlarla görüş alış verişi. Yazı ile kaynak arasında farklar varsa hata olarak vardır ve tarafıma aittir.




Şeyh Zahid Gilani:
13.yüzyılın ortalarında Sünni Zahidiyye tarikatını kuran büyük Sufi alim.

Şeyh Safiyüddin İshak Erdebili:
Zahid Gilani’nin en önemli öğrencisi, damadı ve halefi. Şeyhliği zamanında tarikat hızla genişledi onun adına hitafen Safevi Tarikatı olarak anılmaya başladı.

Şeyh Hoca Alâ ed-Dîn:
Safiyüddin İshak Erdebili‘nin torunu Safevi şeyhi. Halen Sünni olan tarikat, her yıl Sünni Osmanlılar, Timur ve Memluklülerden büyük miktarlarda hediye almakta. Bu dönemde Somuncu Baba Anadolu’ya geçerek Hacı Bektaş Veli’yi, o Akşemseddin’i, o da Fatih Sultan Mehmet’i Sünni gelenek içinde yetiştirecek. Ancak Sünni Timur’un, saygısına istinaden Erdebil şehrinin yönetimini Safevi tarikatına vermesi… tarikatın, devlet yönetiminden uzak duran Sünni gelenekten ayrılarak siyasileşmesinin… devlet olmayı, devleti ele geçirmeyi hedefleyen Şii yapıya, tarikat-devlet yapısına dönüşmesinin başlangıcı olacak.

Şeyh Cüneyt:
Hoca Alâ ed-Dîn‘in torunu. Ondan önceki gelişmesi bulanık olan Şiilik, Şeyh Cüneyt ile tam anlamıyla başladı. Ancak kendisi de Şiiliğe yakın olan Karakoyunlular Devleti, Sünni iken hiç bir sorunları olmadığı tarikatın Şiiliğe geçmesine sert tepki verdi. Cüneyt’in Sünni amcası Cafer’i destekleyerek Cüneyt’i tarikattan kovdu. Bir ülkeden ülkeye göç ve kovulma zincirinden sonra Şeyh Cüneyt, çevresine 8.000 - 10.000 civarında silahlı bir güç topladı. O esnada Şii Karakoyunlu Devletine karşı güce ihtiyacı olan Sünni Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, “düşmanımın düşmanı dostumdur” görüşüyle Şii Cüneyt’i yanına aldı, kızkardeşi ile evlendirdi. Sonrasında Gürcistan’a sefer diyerek yola çıkan Cüneyt, Gürcistan yerine Sünni Şirvanşahlar ülkesine girdi, burayı yakıp yıkarak yağmaladı. Ancak girişilen savaşta öldürüldü.

Şeyh Haydar:
Yerine geçen oğlu Haydar’ı Uzun Hasan kızı ile evlendirdi. Haydar, devleti ele geçirerek devlet olmayı hedefleyen Şii geleneği bir adım ileri taşıdı. Anadolu’ya dailer = halifeler = yayıcılar göndererek, dini gibi görünen ama aslında siyasi olan Şii organizasyonunu başlattı. Dailer, gittikleri ülkeleri dini ve politik olarak bölmenin çok ötesinde, muhalefeti bir tek işaretle ayaklanmayı bekleyen silahlı ordulara dönüştüreceklerdir. Osmanlı ise başka bir ülkede bu tür faaliyetler yürütmedi ve gerçekte kimin kimin için tehlike olduğu hemen bir sonraki dönem ortaya çıkacaktır. Haydar babasının yolunu izleyerek Sünni Şirvanşahlar ülkesine girdi, yakıp yıkarak yağmaladı. Ancak Uzun Hasan hem onunla hem Şirvanşahlar ile akrabaydı. Seçimini yaptı ve iki ordu arasında kalan Haydar öldü.

Şah İsmail:
Oğlu İsmail 6 yaşındaydı. Tarikat kaleden kaleye kaçırarak onu Akkoyunlulardan gizledi. 12 yaşındayken ortaya çıktı ve Akkoyunluları 2 kez yenerek Tebriz’I aldı. Böylece tarikat devletleşti, Şeyh İsmail Şah İsmail oldu. Sonrası bölgenin fethi, yağlamalanması ve Sünnilerin kıyımı olarak gelişti. Şah İsmail, ele geçirdiği topraklardaki Sünnileri teslim olanlar dahil öldürdü, geri kalanlara Şii olmak ile ölmek arasındaki seçimi bıraktı.

Şah İsmail’e bu gücü veren ordusu, % 80 – 90 arasında Türklerden oluşmuştu. Çünkü Haydar’ın daileri, Tebriz’e büyük bir göçmen Türk göçüne sebep olmuşlardı. Anadolu’daki dai faaliyeti, Şah İsmail’in varlık şartıydı.

Bu süreçte Şehzade Selim, Trabzon’da Sancak Beyi olduğu için duruma şahitti. Babası II. Beyazıt’a defalarca mektup yazdı ve tedbir almasını istedi. Ancak Şah İsmail de, II. Beyazıt’a mektuplar yazmakta, “babam” diye hitap ettiği, “sen benim babamsın” dediği bir politika izlemekteydi. Veli lakaplı, uzlaşma taraftarı II. Beyazıt, göçe karşı tedbirler almasına, gidenlere “gitmeyim, yurdumda kalın” diye seslenmesine karşın başarılı olamadı.

Şah İsmail dönemin iki güçlü Sünni devleti arasındaydı. Osmanlılar ve Özbekler. Özbeklere saldırdı ve yendi. Özbek Şahı’nın derisini yüzerek içine saman doldurup II. Beyazıt’a göndermesi bir işaret oldu ve 1507’de Anadolu’da da sünni öldürmeleri başladı.

1510’da şehzadeler arasındaki iktidar mücadelesi sebebiyle Selim sancağını terk edince, Şah İsmail taraftarları II. Beyazıt’ın öldüğünü sandılar. İktidar boşluğundan faydalanmak için isyanı başlattılar. 15.000 silahlı adamdan oluşan isyan, Antalya’dan yola çıkan Şah İsmail taraftarlarının, şehirleri fethederek, yağmalayarak, kıyım yaparak Bursa’ya yöneldikleri bir büyüklükteydi. Peş peşe gönderilen Osmanlı güçleri bozguna uğradı, iki paşa ve bir sadrazam savaş meydanında öldü. 6 ay süren bu bir dizi savaş sonunda isyan ordusu güçlükle yenilgiye uğratıldı.

Ancak sonrasında şehzadeler arasındaki iktidar mücadelesinin yeniden alevlenmesinin getirdiği bölünme ve çatışmalar, Şah İsmail için yeni fırsat oldu. Tokat civarında ikinci bir büyük ayaklanma başladı ancak bu da yenilgiye uğradı.

Bu 2 yıla yayılan isyan döneminde Anadolu, tam anlamıyla parçalanma ve hatta yok olma eşiğinden döndü. İsyancılar Şah İsmail’in politikalarını izleyerek girdikleri yerde Sünnileri yaşatmadılar, 40.000 Anadolu Türkünü bu gerekçeyle öldürüldü.

Bu 40.000 rakamının tersine çevrilerek Yavuz Sultan Selim’e yazılması, günümüzde bölücü bir politika olarak uygulanmaktadır. Oysa…

- Tarihçiler arasına bu bilginin tek kaynağı meşhur Osmanlı tarihçisi İdris-i Bitlisî ‘dir. Ondan bu bilgiyi alanlar, verdiği diğer bilgileri savunmazlar. Siyasi olarak aradan tek bu tek bilgiyi seçerek doğru kabul ederler.

- Böyle bir olaya dair kayıt, Osmanı tarihçilerinde olmadığı gibi, olayın bizzat tarafı olan Şah’ın hiç bir tarihçisinde de yoktur. Burada “Şah’ın tarihçileri” ile kasıt, Şah’ın bizzat yazdırdığı tarihdir.

- Selim olaylara karışanları defter ettirmişti. Bu kayıtlar sonraki hukuk sürecinde kullanıldı. Eğer hukuksuzca, ayırmadan cezalandıracak olsaydı, defter ettirmesine gerek yoktu. O dönemde Alevi ve Sünniler şimdiki gibi karışık yaşamazdı, köyler ayrıydı. Bir katliam için yerel kolluk kuvvetlerine talimat vermek yeterdi. Ama olan bu değildi. İsyana karışanların kayıtları tutuldu ve hukuğa uygun şekilde yargılandılar. İsyana bizzat karışanlar ile karışmayanlar ayrıldı.

- O dönemde şehirler 8.000 – 10.000 kişi civarındaydı. 40.000 kişinin ölümü, 4-5 şehir veya yüzlerce köyün yok olması demekti. Bu çapta bir olay nüfus kayıtlarında mutlaka görünürdü.

- Şehzade Selim, Şah İsmail’in taraftarı oldukları gerekçesiyle Anadolu Türklerini katletmiş olsaydı, Şah İsmail’in başkenti Tebriz’e girip Şah İsmail’in halkını ele geçirdiğinde taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmazdı. Ancak İran kayıtları Sultan Selim’i ancak merhameti ile anlattı, övdü.

- Oysa aynı Şah İsmail, sadece 13 yıl önce Tebriz’i ele geçirdiğinde de ve sonraki fetihlerinde de “ben sünniyim” diyen kimseyi canlı bırakmamış, sünni cami ve kurumları yasaklamıştı. Sünni dünyadan alimlerin Selim’e göndediği, Şah İsmail’in zulümlerini anlatarak Selim’i kendilerini kurtarmaya çağırdıkları pek çok mektup mevcuttur. Bu zulümler, Şah’ın tarihçileri tarafından da ve ballandıra ballandıra bir anlatımla kayıtlara geçilmiştir.

- Anadolu’da 5.000 ila 15.000 Şah taraftarı savaş esnasında öldü veya idam, sürgün, kürek gibi cezalar aldı. Eğer bu müdahale olmasaydı, 40.000 olan sünni kayıp 400.000 olurdu ve Sünni ile Alevilerin birlikte yaşamasına imkan kalmaz, Anadolu’da alevi kalmazdı.

Şehzade Selim, II.Beyazıt’ın çağrısıyla tahta geçip Sultan Selim olarak Şah İsmail’in üzerine yürüdü, Çaldıran Muharebesi’ni kazandı. Bu savaşta Şah İsmail Osmanlı ile başa çıkamayacağını gördü ve bu bakış açısı İran’ın bugüne kadar gelen politikalarını biçimledi:

Yavuz Sultan Selim’in oğlu Kanuni Sultan Süleyman, ordusuyla Safevi Devleti’ne 3 kere girdi, boydan boya geçti ama savaşacak hiç bir ordu karşısına çıkmadı. Safevi hükümdarının gönderdiği mesaj: “Ülkeme hoşgeldin. İstediğin kadar kal, istediğin kadar gez ama benim senin karşına çıkmamı asla bekleme”.

İran bu dönemle birlikte yaslanabileceği tek güç olarak Hıristiyan Batı’yı gördü. Yazılı olmayan bir anlaşma gibi, her durumda Sünni İslam alemine karşı Batı ile işbirliği yaptı. Osmanlı’nın Batı ile girdiği her çatışmada, o anki gücüne göre ya Anadolu’da ayaklanma çıkardı ya da doğrudan Osmanlı’yı vurdu. Fakat sadece Osmanlı ile değil, aslında hiç bir sünni devletle geçinemedi. Kendi görüşünden olan Şii Azerbeycan’a karşı bile Hristiyan Ermeniler ile birleşmekte sakınca görmedi. Ve tamamen yok etmek üzere kendisine saldıran Rusya istisnası hariç, Batı dünyası ile asla çatışmadı.

Son 30 yılda, İsrail ve ABD ile kayıkçı dövüşü yaparak İslam dünyasının liderliğine soyundu ama İslam alemi ile birlikte hareket etmedi. Çatışmazlığını koruduğu Batı’yı, kendi halkına bir tehdit unsuru olarak sunarak, halkı bir arada tutan bir figür olarak da kullandı.

Osmanlı Şii görüşe sıcak bakmamıştı. Yavuz Sultan Selim’in Şiiliği İslam dairesinin dışında gördüğü ve Şah İsmail’i İslam’a çağırdığı mektupları mevcuttur. Ancak Osmanlı, atası Selçuklu ve öncesi gibi bir imparatorluktu, Türk imparatorluk geleneğindendi. Kendi dışındaki her millet her din gibi Şii tebasını da kendinden gördü, ayırmadı. Nitekim sonraki 500 yıl boyunca Anadolu’da birlikte yaşandı. Oysa İran, bu 500 yıldan sonra bile, Hıristiyan, Yahudi vb.ne uyguladığının tersine Sünni cami, söylem ve kurumlara halen izin vermemektedir.
ozkanates isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla