Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 12:21 AM   #8
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

92,93.Mûsâ: “Ey Hârûn! Bunların sapıklığa düştüğünü gördüğün vakit, seni benim yolumu takip etmekten engelleyen ne oldu? Yoksa benim emrime karşı mı geldin?” dedi.

94.Hârûn: “Ey anamın oğlu! Sakalımı ve başımı tutma. Şüphesiz ben senin ‘İsrâîloğulları arasında ayrılık çıkardın ve benim sözüme bakmadın’ demenden korktum” dedi.

Bu Âyetler, İsrâîloğulları tarafından Hârûn peygamber çalınan karaları temizlemektedir. Çünkü Kitab-ı mukaddes’e (Çıkış 32, 1-35) göre İsrâîloğulları’nı yoldan çıkaran Sâmirî değil, Hârûn peygamberdir.

HÂRÛN PEYGAMBER ŞİRKE GÖZ MÜ YUMDU:
Hârûn’un peygamber 94. Âyetteki ifadesi ilk bakışta sanki tefrika çıkarmamak için kavminin altına tapmasına göz yummuş olduğu anlamına geliyor gibi görünse de, A’râf Sûresi’nin 150. Âyeti böyle bir anlayışın doğru olmadığını göstermektedir. Zira orada bildirildiğine göre, Hârûn peygamber kavmi tarafından zayıf düşürülmüş, eli kolu bağlanmış hatta ölümle tehdit edilmek sûretiyle etkisiz hâle getirilmiştir. Yani Hârûn peygamberin şirke taviz vermiş gibi görünmesi, sadece “tefrikayı önlemek” sebebiyle açıklanamaz. Kavminin baskısıyla karşı karşıya gelen Hârûn peygamber, zaten yoldan çıkmış olan halkın bir de kendi aralarında tefrikaya düşmesinden korkmuş ve Mûsâ peygamberin döndüğünde kendisini durumu daha da kötüleştirmekle ve kontrolü iyice kaybetmekle suçlamaması için o gelene kadar sessiz kalmıştır. Nitekim A’râf Sûresi’nin 150. Âyetinden anlaşıldığına göre, kavmin içinde Mûsâ peygambere ve Hârûn peygambere düşman olan ve huzursuzluk çıkmasına yol açacak birçok kimse bulunmaktadır.

Mûsâ peygamberin 93. Âyetteki Benim emrime isyan mı ettin ifadesi, onun oradan ayrılırken Hârûn peygambere bir şeyler emrettiğini göstermektedir. Hârûn’un peygamberin cevabından da bu emrin “Ne olursa olsun, İsrâîloğulları arasında bozgunculuğa sebep olma!” mealinde olduğu anlaşılmaktadır.

95.Sonra da Mûsâ: “Ey Samirî! Senin bu yaptığın nedir?” dedi.

96.Samirî: “Ben onların anlamadıkları bir şeyi anladım da elçinin eserinden bir avuç almıştım, sonra da onu fırlatıp attım. Ve bunu, bana böylece nefsim hoş gösterdi” dedi.

97,98.Mûsâ: “Haydi git. Artık senin için hayat boyunca ‘Benimle temas yok’ diye söylemen var. Hem senin için asla karşı çıkamayacağın bir buluşma günü daha var. Bir de kulluk edip durduğun ilâhına bak” dedi. –Elbette Biz onu yakacağız, sonra da kesinlikle onu bol suda kökünden yıkacağız. Sizin ilâhınız, ancak Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. Şüphesiz ki O bilgi yönünden her şeyi kuşatmıştır.–

Bu Âyet grubunda, Mûsâ peygamberin Sâmirî’ye İsrâîloğullarını yoldan çıkarma sebebini sormasıyla başlayan konuşmalar yer almaktadır.

Sâmirî, Mûsâ peygambere gayet açık cevap vermiş ve Ben onların anlamadıkları bir şeyi anladım da Elçinin eserinden bir avuç almıştım, sonra da onu fırlatıp attım. Ve bunu, bana böylece nefsim hoş gösterdi diyerek Mûsâ peygamberin dininden vazgeçtiğini, yani irtidat ettiğini beyan etmiştir.

ÂYETTEKİ ELÇİ: Sâmirî’nin cevabında sözü edilen elçi Mûsâ peygamberdir.

ELÇİNİN ESERİ: 96. Âyette geçen اثر - eser sözcüğü genellikle iz anlamıyla ele alınmış ve bunun “ayak izi” olduğu yönünde yorumlar yapılmıştır. Hâlbuki yukarıda 84. Âyette yer alan Mûsâ peygamberin konuşmasına dikkat edilirse, bu sözcüğün “öğreti, risâlet, onlara tebliğ edilenler” anlamında olduğu görülür.

Mûsâ peygamberin Sâmirî’ye yönelttiği Haydi çek git! Artık senin için hayat boyunca, ‘Benimle temas yok’ diye söylemen var şeklindeki sözleri, Sâmirî’nin sadece kavminden sürgün edilmediğini, aynı zamanda sosyal hayattan da sürgün edildiğini ifade etmektedir. Çünkü Sâmirî, verilen bu ceza ile her gittiği yerde bir sürgün olduğunu bildirmek zorunda bırakılmaktadır. Bu konuda Sâmirî’nin Allah’tan bir azap olarak cüzam hastalığına uğratıldığı yolunda, Tevrât’ın cüzamlılarla ilgili olarak aşağıdaki cümlelerinden kaynaklanmış olması muhtemel bazı iddialar ileri sürülmüştür:

Böyle bir hastalığa yakalanan kişinin giysileri yırtık, saçları dağınık olmalı; kişi ağzını örtüp, ‘Kirliyim! Kirliyim! diye bağırmalı. Hastalığı devam ettiği sürece kirli sayılacaktır, çünkü kirlenmiştir. Halktan uzak, ordugâhın dışında yaşamalıdır.[20]

Bize göre burada önemli olan, Sâmirî’nin her gittiği yerde çevresindekilere kendisi ile temas kurulmaması gerektiğini söyleyecek olmasıdır. Bunu hastalık yüzünden veya ahlâkî bakımdan yaftalı olması sebebiyle yapmasının herhangi bir önemi yoktur.

98. Âyetteki Elbette Biz onu yakacağız, sonra da kesinlikle onu denizde kökünden yıkacağız. Sizin ilâhınız, ancak kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. Şüphesiz ki O ilim yönünden her şeyi kuşatmıştır ifadesinin yer aldığı bölüm kıssaya ait olmayıp Rabbimizin genel bir beyanını içeren parantez içi bir cümledir.

Bu genel beyanda Allah’ın her şeyi kuşattığı, küfrün ve şirkin kökünün kazınacağı bildirilmektedir. Aynı husus başka Âyetlerde de bildirilmektedir:

Allah, onun için rızkı güzelleştirmiştir.

12Allah, yedi göğü ve yerden de onlar kadarını oluşturandır. Allah’ın her şeye kâdir olduğunu ve Allah’ın bilgisinin, her şeyi kuşattığını bilesiniz diye buyruk gökler ve yer arasında iner durur. (Talâk/ 12)

25-28De ki: “O tehdit olunduğunuz şey yakın mı, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi tanıyacak ben bilmiyorum. Rabbim, bütün görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği bilendir. Ve de elçilerden seçip hoşnut olduğu kişi hariç, göstermediğine, duyurmadığına, sezdirmediğine, geçmişe, geleceğe hiçbir kimseyi bilgi sahibi yapmaz. Çünkü O, Rablerinin gönderdiklerini gereği gibi tebliğ ettiklerini bilsin diye onun her tarafından gözetleyiciler salar. O, onların yanında olan her şeyi kuşatmıştır, her şeyi de sayısı ile saymıştır.”(Cinn/25- 28)

3,4Ve kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedeno kimseler: “Bize o kıyâmetin kopuş anı gelmeyecektir” dediler. De ki: “Evet, gelecektir. Görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği bilen Rabbime andolsun ki iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan o kimselere –ki işte onlar kendileri için bir bağışlanma ve hatırı sayılır bir rızık olanlardır– karşılıklarını vermek için size kesinlikle gelecektir. O’ndan göklerde ve yerde zerre ağırlığı bir şey kaçmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi kesinlikle açık bir kitaptadır.” (Sebe”/ 3)

59Görünmezin, duyulmazın, geçmişin, geleceğin anahtarları da yalnızca O’nun katındadır. O’ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın. (En’âm/ 59)

6Ve yeryüzünde hiçbir küçük-büyük canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Allah, onun yerleşik yerini de geçici bulunduğu yeri de bilir. Hepsi apaçık bir kitaptadır.(Hûd/ 6)

99.Biz, sana geçmiş olan şeylerin önemli haberlerinden bir kısmını böylece anlatıyoruz. Şüphe yok ki, sana katımızdan bir Öğüt/hatırlatma [Kur’ân] verdik. 101-102.Kim Bizim verdiğimiz Öğüt’ten [Kitap'tan/Kur’ân'dan] yüz çevirirse, şüphesiz o, kıyâmet günü; Sûr’a üflendiği gün, sürekli içinde kalacakları bir yük yüklenecektir. Ve kıyâmet günü onlar için bu ne fena bir yüktür! Biz suçluları o gün, gözleri gövermiş olarak toplayacağız.103.Aralarında fısıldaşacaklar: “Siz dünyada sadece ‘on gün’ kaldınız.” –104.Biz aralarında ne konuşacaklarını daha iyi biliriz.– Yolca en üstün olan “Siz ancak bir gün kaldınız” diyecektir.

Bu ayet grubunda Yüce Allah, geçmişe ait kıssaları bitirdiğini söyledikten sonra peygamberimizi muhatap alarak ona seslenmektedir. İnsanlara öğüt ve kılavuz olan Kur’an ile ilgili bilgilerin yer aldığı bu seslenişte; Kur’an’dan yüz çevirenlerin kıyamet gününde gözleri göğermiş hâlde toplanacakları, dünyada yüklendikleri şeyler sebebiyle ahirette içinden çıkılmayacak sıkıntılarla, altından kalkılmayacak yüklerle karşılaşacakları bildirilmektedir. Sonra da insanların Zikir [Öğüt] olarak nitelenen Kur’an’dan öğüt almaları istenmektedir.

Hatırlanacak olursa, surenin başında da Kur’an’ın öğüt olma özelliği ön plâna çıkarılmıştı:

“Biz Kur’an’ı sana sıkıntıya düşesin / sıkıntı veresin [eşkıyalık yapasın] diye indirmeyip ancak haşyet duyan kimse için bir öğüt olmak üzere; yeryüzünü ve yüce gökleri yaratandan bir indirilişle indirdik.”

GÖZLERİN GÖĞERMESİ

Bu ifade bir deyim olup “korkudan ve zayıflıktan dolayı gözlerin donup kalması” demektir. İnkârcıların, yalanlayıcıların, müşriklerin kıyamet günündeki hâlleri, İbrahim suresinde benzer bir ifade ile yer almıştır:

42,43Sakın şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların yaptıklarından Allah’ın duyarsız/bilgisiz olduğunu sanma! Ancak O, onları, başlarını dikerek koşacakları, gözlerin dışa fırlayacağı bir gün için erteliyor. Onların bakışları kendilerine dönmez ve onların gönülleri bomboştur. (İbrahim/ 42)

103 ve 104. ayetlerde, mahşerde toplanan insanların kendi aralarında dünyada yeterli süre kalmadıkları hakkında konuşacakları bildirilmektedir. Bu konuşmalarda yer alan “on” ve “bir” ifadeleri genellikle azlıktan kinaye olarak “birkaç” anlamında kullanılır. Çokluktan yapılan kinaye ise 7, 70 ve 1000 sayıları ile ifade edilir. Dolayısıyla ayette geçen “on” sayısı “birkaç sene”yi ifade etmektedir.

Kâfirlerin dünyada geçirdikleri sürenin azlığından yakınmaları, eğer daha fazla süre verilse idi, kendilerinin de iman edip salihatı işleyecekleri yolundaki iddialarına dayanak bulabilme çabası sebebiyledir.

Kâfirlerin düşeceği bu durumdan Kur’an’da pek çok yerde söz edilmektedir:

37Ve onlar, orada feryat ederler: “Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapmış olduklarımızdan başka düzgün amel yapalım.” –Sizi, düşünecek olanın düşüneceği kadar ömürlendirmedik mi? Size uyarıcı da gelmişti. O hâlde tadın! Artık şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için bir yardımcı da yoktur.–(Fatır/ 37)

112Allah: “Yeryüzünde yıl sayısı olarak kaç yıl kaldınız?” dedi.

113Onlar: “Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. Haydi, sayanlara sor” dediler.

114Allah: “Siz sadece pek az bir süre kaldınız; keşke siz bilmiş olsaydınız!” dedi. (Müminun/ 112-114)

46Sonra onlar onu görecekleri gün, dünyada bir akşam veya kuşluğundan başka durmamış gibidirler.(Naziat/ 46)

55Ve kıyâmetin kopacağı gün günahkarlar bir saatten fazla durmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle döndürülüyorlardı.

56Kendilerine bilgi ve iman verilen kimseler de diyecekler ki: “Andolsun ki Allah’ın yazısında, dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, ölümden sonra dirilme günüdür. Fakat siz bunu bilmiyordunuz.” (Rum/ 55, 56)

Müminler için ise böyle bir durum söz konusu değildir. Onlar dünyada geçirdikleri zamandan şikâyet etmeden “öldük ve dirildik” demektedirler.

Zikirden, Allah’ın gönderdiği öğütlerden yüz çevirenler Kur’an’da devamlı uyarılmışlardır:17Artık dünyayı isteyenler, hiç Rabbinden açık bir belge üzere olan ve kendisini Rabbinden bir şâhitin takip ettiği ve de önünde bir önder ve rahmet olarak Mûsâ’nın kitabı bulunan kimse gibi midir? İşte böyle olanlar, Kur’ân’a inanırlar. Hangi karşıt gruptan olursa olsun kim Kur’ân’ı örtbas ederse, ona vaat edilen yer ateştir. İşte bütün bunlardan dolayı sen de Kur’ân’dan şüphe içinde olma. Kesinlikle o, Rabbinden bir hakktır/gerçektir. Fakat insanların çoğu iman etmiyorlar. ( Hud/ 17)

97,98Ve Allah kime kılavuz olursa, işte o doğru yolu bulmuş olandır. Kimi de saptırırsa, artık bunlar için Allah’ın astlarından hiçbir yardımcı, koruyucu, yol gösterici yakın kimse bulamazsın. Ve Biz, onları kıyâmet günü kör, dilsiz ve sağır oldukları hâlde, yüzleri üstü toplayacağız. Onların varacakları yer cehennemdir. Ne zaman ki cehennem dindi, onlara ateşi arttırırız. İşte bu, onların, âyetlerimizi/ alâmetlerimizi/ göstergelerimizi örtbas etmiş olmaları ve “Bizler, bir yığın kemik ve ufalanmış toz olduğumuz zaman mı, biz yeni bir oluşturuluşla kesinlikle diriltilmiş mi olacağız?” demiş olmaları nedeniyle onların cezasıdır.(İsra/ 97)

74.Gerçek şu ki, her kim Rabbine suçlu olarak varırsa, şüphesiz ki ona cehennem vardır. Orada ölmez ve dirilmez.

75,76.Ve kim Rabbine bir mü’min olarak düzeltmeye yönelik işler yapmış olduğu hâlde varırsa, işte onlar; en yüksek dereceler, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri kendilerinin olacak olanlardır. Onlar, orada sonsuz olarak kalacaklardır. Ve işte bu, arınan kimselerin karşılığıdır.

Bu Âyet gurubu, bazı yorumcular tarafından sihirbazların Firavun’a verdikleri cevabın devamı olarak kabul edilmiştir. Biz ise bu Âyetlerin konunun akışı içinde Rabbimizin genele hitap eden bir parantez içi beyanı olduğunu düşünüyor, bu sözlerin sihirbazlara ait olmasını mümkün görmüyoruz. Zira ancak karşılaşmadan sonra imana gelmiş olan sihirbazların bu ilâhî ilkeleri böyle ayrıntılarıyla bilmeleri ve onu burada tebliğ etmeleri söz konusu olamaz.

Âyetlerin mesajına gelince: Bu Âyetlerde bağışlanmanın ve cenneti hak etmenin koşulları açıklanmaktadır.

Bu genel mesajlar pek çok Âyette verilmiştir:

1,2Allah’ın yardımı ve fetih geldiği ve sen, insanların, bölük bölük, Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman, 3hemen Rabbinin övgüsüyle birlikte her türlü noksanlıktan Kendisini arındır ve O’ndan bağışlanma dile. Şüphesiz O, ezelden beri tevbeleri çokça kabul eden, çok tevbe fırsatı verendir.(Asr/ 1-3)

9,10Bundan dolayı sen hemen öğüt ver, eğer öğüt yarar sağlıyorsa/ sağlayacaksa; saygısı olan öğüt alacaktır. 11En mutsuz olacak olan kişi de ondan kaçınacaktır. 12O kişi, en büyük ateşe yaslanacaktır. 13Sonra onun içinde ne ölecek ne de hayat bulacaktır.

14-17Arınan, Rabbinin adını anıp da salât eden; mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olan; toplumu aydınlatmaya çalışan kimse kesinlikle kendini kurtarmıştır. Fakat siz şu basit dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa âhiret daha hayırlı ve devamlı kalıcıdır. (A’la/ 10–17)

80.Ey İsrâîloğulları! Sizleri düşmanınızdan kurtardık ve dağın sağ yanında size söz verdik/dağın sağ yanını size buluşma yeri olarak belirledik. Üzerinize de kudret helvası ve bıldırcın/bal indirdik. –81.Sizi rızıklandırdığımız şeylerin temizlerinden yiyin ve bunda aşırı gitmeyin, sonra üzerinize gazabım iner. Kimin üzerine de gazabım inerse, kesinlikle o iner [düşer, mahvolur]. 82.Ve şüphe yok ki Ben, tevbe eden, iman edip sâlihi işleyen, sonra da kılavuzlandığı doğru yolu bulan kimse için çok bağışlayıcıyım.–

Kıssanın anlatımı arasına bir parantez olarak girmiş olan bu Âyetler, Firavun’un zulmünden kurtarılan İsrâîloğulları ile yapılan sözleşmenin özetidir. Dolayısıyla Âyetlerin başındaki hitap da Mekke’deki İsrâîloğulları’na yönelik bir hitap değildir. Zira bu Âyetlerde İsrâîloğulları’na verildiği söylenen nimetler, Kur’ân’ın diğer Âyetlerindeki anlatımlardan da anlaşılacağı gibi, denizden geçirilmiş olan İsrâîloğullarına verilen nimetlerdir. Hatırlanacağı üzere A’râf Sûresi’nin 160. Âyetinde kendilerine المنّ - menne = kudret helvası ve السّلو - selvâ = bıldırcın/ bal bahşedildiği bildirilen, yani bal börekle beslenen, bir eli yağda bir eli balda olan İsrâîloğulları, Mûsâ peygamber ile birlikte olan İsrâîloğulları’dır.

Burada sözleşme kapsamında olması sebebiyle sadece İsrâîloğulları için bahsedilmiş gibi görünen güzel nimetler, aslında herkesin istifadesine sunulmuştur. Çünkü Yüce Allah kullarına her zaman tayyibattan yemelerini ve haramlardan uzak durmalarını emretmiştir:

172Ey iman etmiş kişiler! Eğer siz yalnızca O’na kulluk ediyorsanız, sizi rızıklandırdığımız şeylerin hoş, temiz ve yararlı olanlarından yiyin ve verdiği nimetlerin karşılığını Allah’a ödeyin.(Bakara/ 172)

82. Âyette Rabbimiz Kur’ân’da çokça yer alan ve ğaffâr, ğafûr, ğâfir sözcükleriyle ifade edilen “bağışlayıcılık” sıfatını ön plâna çıkarmış ve tövbe ettikten sonra doğru yoldan ayrılmayan kimseler için bağışlama kapılarını açmıştır.

105-107.Sana dağlardan soruyorlar, de ki: “Rabbim onları savurdukça savuracaktır. Böylece onları dümdüz boş bir hâlde bırakacak. Orada bir çukur ve bir tümsek görmeyeceksin.”

108.O gün, hiçbir eğriliği olmayan o davetçiye uyarlar ve Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] için sesler kısılmıştır. Artık sadece hafif bir ses duyacaksın.

109.O gün, Rahmân’ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] kendisine izin verdiği ve sözce hoşnut olduğu kimseler hariç, yardım-destek, yarar sağlamaz.

Surenin bu bölümünde kıyamet ve ahirete ait sahnelere yer verilmiştir. O gün dünyanın dümdüz hâle geleceği, herkesin ses bile çıkarmadan son derece saygılı biçimde pürüzsüz çağırıcının [Allah’ın] davetine koşacağı ve Allah’ın izin vermediği, razı olmadığı hiç kimsenin yardım görmeyeceği bildirilmiştir.

105. ayetin “Sana dağlardan soruyorlar” diye başlaması, ahireti kabul etmeyenlerin peygamberimize muhtemelen şöyle bir soru yönelttiklerini düşündürmektedir: “Okuduğun ayetlere göre o gün bütün insanlar dümdüz bir alanda toplanacaklarsa, bu yüksek dağlar kıyamet gününde nereye gidecek?” İşte Rabbimiz 105–107. ayetlerde bu sorunun cevabını vermektedir.

Kıyamet gününde yeryüzünün nasıl bir hâl alacağı Kur’an’da pek çok yerde tarif edilmiş ve Rabbimiz o gün kendi güç ve iradesiyle yapacaklarını değişik yönleriyle açıklamıştır:

İnşikak 1-5gök yarıldığı, Rabbine kulak verdiği ve gerçekleştirildiği zaman; yeryüzü de dümdüz olduğu, içinde ne varsa attığı, boşaldığı ve Rabbine kulak verdiği ve gerçekleştirildiği zaman 19buyruk, Allah’a aittir.(İnşikak/1-5)

48-51O gün, Allah’ın, her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/ 48-51)

Bu konuda ayrıca şu ayetlere de bakılabilir: Tekvir/6, Kehf/47, Tur/9, 10, Vakıa/4–6, Hakkah/13–15, Mürselat/10, Mearic/ 9, Kariah/5, Müzzemmil/14, Nebe’/ 20.

108. ayette geçen “pürüzsüz davetçi” ifadesindeki “pürüzsüz” sıfatı, kıyamet gününde yeryüzünün “dümdüz” hâle gelecek olmasıyla sanatsal bir uyum göstermektedir. Tabiî ki sözü edilen Davetçi, Kaf suresinin 41. ayetinin tahlilinde belirttiğimiz gibi Yüce Allah’ın bizzat kendisidir.

109. ayette Rabbimiz, kendisine izin verdiği ve sözce hoşnut olduğu kimseler hariç, ahirette şefaatin kimseye fayda sağlamayacağını bildirmiştir. Hatırlanacak olursa, bu ayetin bir benzeri de Meryem suresinin 87. ayetidir. Rabbimiz, orada da Rahman’ın katında bir ahd almış olan kimse hariç, kimsenin şefaate sahip olamayacağını farklı bir üslûpla bildirmiştir. Şefaat kavramı hakkındaki ayrıntılı açıklama Necm suresinin tahlilinde verildiği için bu konuya daha fazla girmiyoruz.

Ancak kuralın istisnaları ile ilgili olarak Rabbimizin bildirdikleri üzerinde bir cümle ile durmak istiyoruz: Şefaatle ilgili olarak Meryem/87’deki “Rahman’ın katında ahd almış olan kimse hariç” şeklindeki istisna, yüzlerce ayette bildirildiği gibi nasıl “iman edenler ve salihatı işleyenler” ise, bu surenin 109. ayetindeki “izin verdiği ve sözce hoşnut olduğu kimseler hariç” şeklindeki istisna da yine yüzlerce ayette bildirildiği gibi “iman edenler ve salihatı işleyenler”dir. Yani Rabbimizin her iki ayetteki istisna cümlelerinden anlaşılan odur ki, “iman eden ve salihatı işleyenler” dışında hiç kimse şefaat beklentisinde olmamalıdır.

110.Allah, yardım görmeyenlerin önlerindeki ve arkalarındaki şeyleri bilir. Onlar ise O’nu bilgice kuşatamazlar.

111.Ve kişiler, diri ve bütün yarattıklarını gözetip duran Allah için baş eğmiştir. Bir şirke bulaşarak yanlış; kendi zararlarına iş taşıyan kimseler gerçekten zarara uğramıştır.

112.Ve her kim iman eden biri olarak düzeltmeye yönelik işlerden yaparsa, artık o, bir haksızlıktan ve hakkının yenileceğinden korkmaz.

110 ve 111. ayetlerde, Rahman’ın şefaate izin vermeyeceği kişiler [ahirette yardım görmeyecek olanlar] ile ilgili açıklamalar yer almaktadır. Yüce Allah bu kimselerin ne işlediklerini bildiği gibi, eserleri olarak arkalarından yapılanları da bilmektedir ve cezalandırmayı ona göre yapacaktır. O gün herkes çaresiz olarak baş eğecek, Allah’ın dininden uzak kalıp O’nun koyduğu ilkelere ters davrananlar ve bu ilkeleri yok sayanlar mutlaka cezalandırılacaklardır. Buna karşılık, iman edip salihatı işleyenler ise haklarından mahrum bırakılacakları veya suçsuz oldukları hâlde cezalandırılacakları gibi bir korku ve şüpheye kapılmayacaklardır.

13Ve biz o kılavuzu/ Kur’ân’ı dinlediğimizde ona iman ettik. Onun için kim Rabbine inanırsa, o hakkının eksik verilmesinden ve haksızlığa uğramaktan/ aptal yerine konmaktan, kendisine aşırı yük yüklenilmesinden korkmaz. (Cinn/ 13)

Zilzal 7,8Artık her kim, zerre miktarı bir hayır işlerse onu görecek, her kim de zerre miktarı bir şer işlerse onu görecektir.(Zilzal/ 7, 8)

95Ve Allah’ın ahdini/ Allah’a verilen sözleri az bir bedel karşılığında satmayın. Eğer bilirseniz kesinlikle Allah katındaki; o, sizin için daha hayırlıdır.

96Sizin yanınızdaki tükenir, Allah’ın katındaki ise kalıcıdır. Ve Biz kesinlikle sabredenlere ecirlerini, yaptıklarının daha güzeli olarak karşılık vereceğiz.

97Erkek-dişi, mü’min olarak kim iyi amel işlerse kesinlikle onu güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve kesinlikle onların ücretlerini, yapmış oldukları amellerin daha güzeliyle ödüllendireceğiz.(Nahl/ 95–97)

İman edip salihatı işleyenlerin korku duymayacaklarını bildiren 112. ayette, dikkat edilmesi gereken bir nokta daha vardır. Ayetin ifadesinden anlaşıldığına göre, amelin yararlı sayılması iman şartına bağlanmıştır.

Bu, imansızların ne yaparlarsa yapsınlar cehennemden kurtulamayacaklarını göstermektedir:

91Şüphesiz ki küfretmiş; Allah’ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmişve bu durumda oldukları hâlde de ölen şu kişilerin hiç birinden, yeryüzü dolusu altın –onu fidye/kurtulmalık verseler bile– asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar, dayanılmaz azap kendileri için olanlardır. Onlar için yardımcılardan da yoktur.(Âl-i Imran/ 91)

19Kim de âhireti isterse ve mü’min olarak âhirete yaraşır bir çaba ile âhiret için çalışırsa, işte

öylelerinin çalışmalarının karşılığı verilir. (İsra/ 19)

94Öyleyse kim inanmış olarak düzeltmeye yönelik işler yaparsa onun emeği için iyilikbilmezlik edilmeyecektir. Biz, hiç şüphesiz onu yazanlarız da.(Enbiya/ 94)

105İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O’na ulaşmayı bilerek reddetmiş/ inanmamış kimselerdi de bu yüzden yaptıkları bütün amelleri boşa gitti. Artık kıyâmet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız/ hiç bir değer vermeyiz.(Kehf/ 105)

16İşte onlar, kendileri için, âhirette ateşten başka bir şey olmayanlardır. Yapıp ürettikleri de orada boşa gitmiştir. Yaptıkları şeyler de kaybolup gitmeye mahkûmdur.(Hud/16)

Bu konuda ayrıca şu ayetlere bakılabilir: Bakara/217, Âl-i Imran/23, Maide/5, 53, En’âm/88, A’râf/147, Tövbe/17, 69, Zümer/65, Ahzab/19,
Muhammed/9, 28, 32.

113.Ve işte böylece Biz Allah’ın koruması altına girsinler yahut onlara yeni bir öğüt oluştursun diye onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik. Onda tehditlerden tekrar tekrar açıklama yaptık.

114.İşte hak olan, biricik hükümdar olan Allah ne yücedir! Onun vahyi sana tamamlanmadan evvel, okumayı/öğretmeyi acele etme ve “Rabbim, bana bilgiyi artır!” de

Bu ayetlerin nüzul sebebi hakkında klasik eserlerde birçok sebep nakledilmiştir. Herhangi bir değeri olmamakla birlikte örnek teşkil etmesi bakımından bu nakillerden birkaçını sunmayı yararlı görüyoruz

c- Dahhâk şöyle demektedir: “Mekkeliler ve Necef şehrinin Piskoposu: “Ey Muhammed (s.a.s), bize şunu söyle. Biz sana üç gün mühlet tanıyoruz” demişlerdir. Derken, vahiy gecikir. Bunun üzerine etrafta, “Yahudiler Muhammedi mağlup etti” şayiası yayılır. Bu sebepten dolayı, “… Kur’ân’da acele etme” ayeti nazil oldu, bu “Onun Levh-i Mahfuz’dan İsrafil’e, İsrafil’den Cebrail’e, Cebrail’den sana vahyi tamamlanmazdan önce, onun inmesi hususunda acele etme de, ‘Ey Rabbim, ilmimi arttır!’ de!” demektir.

d) Hasan el-Basri: “Bir kadın Hz. Peygamber (s.a.s)’e gelerek, “Kocam yüzüme tokat attı’ dedi. Bunun üzerine de Hz. Peygamber (s.a.s) “Aranızda kısas uygulanır” buyurdu. İşte bunun üzerine, Cenâb-ı Hakk’ın, “Kur’ân’da acele etme” hitabı nazil oldu da, Hz. Peygamber (s.a.s) kısas uygulamadan vazgeçti. Derken, Cenâb-ı Hakk’ın ayeti (Nisa/34) iniverdi” demiştir. Bu uzak bir ihtimaldir. İtimada şayan olanı ise, ilk izahtır.

Cenâb-ı Hakk’ın, “Rabbim, benim ilmimi arttır’ de” ifadesinde gelince, bu, “Allah Subhanehû ve Teâlâ, Hz. Peygamber’e, Kur’ân’ın tamamlanması veyahut ta, kendisine inen vahyin beyanı ile ortaya çıkacak olan ilminin artması hususunda, kendisine, Allah’a sığınmasını emretmiştir” demiştir.[21]

Kur’an’ın ön plâna çıkarıldığı bu ayetlerde, insanların takva sahibi olmaları veya yeni bir öğüt almaları için tehditlerin tekrar tekrar açıklandığı bildirildikten sonra peygamberimize de Kur’an ile ilgili olarak nasıl davranması gerektiği talim edilmektedir. Buna göre elçi, herhangi bir konuda acele cevap vererek hemen çözüm getirmeye yanaşmamalı, Allah’tan sürekli olarak kendisine bilginin artırılmasını istemelidir.

114. ayet, Kur’an’ı iyi anlamak ve onu doğru yaşamak için gerekli çok önemli bir ilkeyi daha ortaya koymaktadır. Bu ilkeyi daha evvel Müzzemmil ve Furkan surelerinde bildirilmiş olan tertil ilkesiyle [Kur’an’ı iniş sırasına göre ayırma, birbirine karıştırmama yöntemiyle] birlikte mütalâa edersek, ortaya şöyle bir sonuç çıkar: Kur’an’ı tam olarak anlamak isteyen kimse, aceleci davranmaktan, yani bir konuya ait ayetlerin tümünü göz önüne almadan o konu hakkında acele ile sonuçlar çıkarmaktan sakınmalı, daima Kur’an’ı bir bütün olarak ele almalıdır.

115.Ve andolsun Biz, bundan önce Âdem’den söz aldık da o aklından çıkardı, yapmadı ve Biz, onda bir kararlılık bulmadık.

116.Ve Biz bir zaman doğa güçlerine, “Âdem için boyun eğip teslimiyet gösterin!” dedik de İblis/düşünce yetisi hariç hepsi boyun eğip teslimiyet gösterdiler, o dayattı.

117-119.Sonra da Biz, “Ey Âdem! Şüphesiz İblis sana ve eşine düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra bedbaht olursun, kesinlikle senin acıkmaman ve çıplak kalmaman cennettedir. Ve sen orada susamazsın ve güneşin sıcağında kalmazsın” dedik.

120.Sonunda şeytan ona vesvese verdi. Dedi ki: “Ey Âdem! Sana sonsuzluğun ağacı ve eskimez/çökmez mülk/saltanat için rehberlik edeyim mi?”

121.Bunun üzerine ikisi de mal-mülk, altın tutkunu oldular. Hemen çirkinlikleri kendilerine açılıp görünüverdi. Ve kendi zararlarına, cennet yaprağından örtüp istifçiliğe başladılar. Âdem, Rabbine asi oldu da şaşırdı/azdı.

122.Sonra Rabbi, onu seçti de tevbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi.

123.Allah, o ikisine: “Birbirinize düşman olmak üzere hepiniz oradan alçalın. Artık Benden size bir kılavuz geldiği zaman, kim Benim kılavuzuma uyarsa, işte o, sapıklığa düşmez ve mutsuz olmaz” dedi.

Bu necmde konu edilen bilgiler ve uyarılar daha evvel Sad ve A’râf surelerinde ayrıntılı olarak tahlil edildiği için, burada sadece o ayetlerin mealini sunmak ve Âdem’in içinde yaşadığı cennetle ilgili açıklamamızı tekrar vermekle yetiniyoruz:

71,72Hani Rabbin bir zaman evrendeki güçlere, “Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer oluşturucuyum. Onu düzgünleştirip bilgili hâle getirdiğim zaman derhal ona boyun eğip teslim olun” demişti.

73,74Bunun üzerine İblis/ düşünce yetisi hariç evrendeki güçlerin tümü hep birlikte boyun eğip teslimiyet gösterdiler, İblis büyüklük tasladı ve görmezden gelenlerden oldu.

75Allah, “Ey İblis! O benim iki elimle/kudretimle oluşturduğuma boyun eğip teslim olmana ne engel oldu? Büyüklendin mi? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?” dedi.

76İblis dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım. Beni enerjiden oluşturdun, onu ise maddeden oluşturdun.”

77,78Allah, “Hemen çık oradan, artık sen kesinlikle kovulmuşsun, / katilin, asılsız söz ve düşünce üretenin, karanlığa taş atanın tekisin, “Elbette hayırdan uzak tutmam da karşılık gününe kadar senin üzerindedir” dedi.

79İblis, “Rabbim! O hâlde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana süre ver” dedi.

80,81Allah, “Haydi, sen belirli bir vakte kadar süre verilenlerdensin” dedi.

82,83İblis, “Öyle ise en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan; mutlak galip oluşuna yemin ederim ki ben onların hepsini; –içlerinden arıtılmış kulların hariç– kesinlikle azdıracağım” dedi.

84Allah dedi ki: “Gerçek budur. Ben de şu gerçeği söylüyorum: “85Andolsun ki cehennemi kesinlikle senden ve onların sana uyanlarından; hepinizden dolduracağım.”(Sad/ 71–85)

11Ve hiç kuşkusuz Biz, sizi oluşturduk, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da evrendeki güçlere, “Âdem’e/bilgilenmiş, vahiy almış insana boyun eğip teslim olun” dedik; İblis/düşünce yetisi hariç onlar hemen boyun eğip teslim oldular; o, boyun eğip teslim olanlardan olmadı.

12Allah, “Sana emrettiğim zaman, seni boyun eğip teslimiyet göstermekten ne alıkoydu?” dedi. İblis, “Ben, ondan hayırlıyım; beni ateşten/enerjiden oluşturdun, onu da çamurdan/maddeden oluşturdun” dedi.

13Allah, “Öyleyse oradan hemen alçal, senin için orada büyüklük taslamak olmaz, hemen çık, sen kesinlikle aşağılıklardansın” dedi.

14İblis, “Yeniden diriltilecekleri güne kadar bana süre ver” dedi.

15Allah, “Sen süre verilmişlerdensin” dedi.

16,17İblis, “Öyleyse, beni azgınlığa itmene karşılık, andolsun ki ben, onlar için Senin dosdoğru yoluna oturacağım, sonra yine andolsun ki onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım ve Sen, çoklarını kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödeyenler bulmayacaksın” dedi.

18Allah, “Haydi, sen, yerilmiş ve itilmiş olarak oradan çık. Onlardan sana kim uyarsa, andolsun ki sizin hepinizden cehennemi dolduracağım” 19Ve, “Ey Âdem/bilgilenmiş, vahiy almış insan! Sen ve eşin cennete yerleşin, dilediğiniz yerden de yiyin ve girift, çekişmenin kaynağı olan şu şeye yaklaşmayın; malın-mülkün, paranın-pulun tutkunu olmayın, yoksa yanlış; kendine zararlı iş yapanlardan olursunuz” dedi.

20Derken İblis, onların kendilerinden gizli kalan çirkinliklerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi. Ve “Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikinizin de birer melek/iradesiz güç olmanız ya da sonsuz olarak kalıcılardan/gelişmeyen, değişmeyen birer varlık olmanız için sizi girift, çekişmenin kaynağı olan şu şeyden; maldan-mülkten, paradan-puldan men etti/ bunları size yasakladı” dedi. 21Ve “Elbette ben, size öğüt verenlerdenim” diye onlara yemin etti/ kanıtlar ileri sürdü. 22Böylece onları aldatarak aşağılığa düşürdü. Onlar girift, çekişmenin kaynağı olan şeyin; malın-mülkün, paranın-pulun tadına varınca, hırsları, doyumsuzlukları devreye girdi ve mal-mülk, para-pul istifçiliğine başladılar. Rableri onlara seslendi: “Ben, size mal-mülk, para-pul tutkunu olmayı yasaklamadım mı ve size, ‘Bu şeytân, kesinlikle sizin için apaçık düşmandır’ demedim mi?”

23Onlar/her ikisi, “Ey Rabbimiz! Biz kendimize haksızlık ettik ve eğer bizi bağışlamazsan ve bize rahmetinle işlem yapmazsan kesinlikle zarara uğrayacaklardan oluruz!” dediler.

24Allah, “Birbirinize düşman olarak alçalın, sizin için yeryüzünde bir süreye kadar kalmak ve yararlanmak vardır” dedi.

25Allah, “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan çıkarılacaksınız” dedi.( A’râf/ 11–27)

122. ayette bildirildiği gibi, Âdem’in içinde yaşarken isyan edip azgınlıkta bulunduğu, sonra tövbe ettiği ve tövbesinin kabul edildiği cennetin neresi olduğu hususu yine A’râf suresindeki açıklamamızda yer almaktadır:

ÂDEM’İN CENNETİ

Bakara/30, Ta Ha/55, Müminun/79, Sad/71, Hicr/26, İsra/61-65 ve Secde/7 gibi Kur’an’ın bir çok ayetinde bildirildiğine göre Âdem ve insanlar topraktan yaratılmışlardır. Âdem ve tüm insanlığın ilk yaratıldığı toprak, başka bir âlemde veya cennette değil, bu arzda, yani yeryüzündedir. Dolayısıyla buradaki “cennet” sözcüğünden ahiretteki cennet anlaşılmamalıdır. Zaten “cennet”in esas sözcük anlamı da “yeşili ve ormanı toprağı örten sulak arazi parçası” demektir. Cennet sözcüğü, Bakara/265, Sebe’/15, 16, Kehf/32-40, Necm/15, Kalem/17 ve daha birçok ayette de bu anlamda kullanılmıştır.

Diğer taraftan, ahiretteki cennetin birçok niteliği Kur’an’da açıklanmıştır. Kur’an ayetlerinde verilen bu açıklamalara göre, ahiretteki cennet öncelikle ebedîlik yurdu olup nimetleri tükenici değildir. Ayrıca orada boş lâkırdı, günaha girme olmadığı gibi, herhangi bir şeyin yasaklanması da söz konusu değildir. Oysa Âdem’in yerleştirildiği cennette her şey geçicidir ve Âdem orada yasaklanmıştır. (Bakara/25, Fatır/33-35, Saffat/40-49, Duhan/51-57, Tur/17-24, Rahman/46-78, Vakıa/10-40, Mümtehine/21-24, İnsan/5-22, Nebe’/31-37, Tur/17-28, Zühruf/68-73, Ta Ha/120)

Sonuç olarak, Âdem mükâfat yurdu olan cennette yaratılıp da oradan dünyaya indirilmiş değildir. Bize göre Âdem, yeryüzünün yeşil, ormanlık, sulak bir bölgesinde yaratılmış ve oradan, cennet niteliği olmayan başka bir bölgeye [çöle] düşürülmüştür.

Âdem kıssası, bu surede sekiz ayetten oluşan bir necm ile özetlenmiştir. Kitab-ı Mukaddes’te (Tekvin; 1–3. Bablar) anlatılanlarla karşılaştırmayı öneririz.

124-126.Kim Benim anılmamdan/ Benim öğüdümden mesafeli durursa, hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim/ yaşam vardır. Kıyâmet günü de onu kör olarak kıyâmet günü toplantı alanına toplarız. O der ki: “Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak bu yere çıkardın?” Allah der ki: “Bu böyledir, âyetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun/cezalandırılıyorsun.”

127.Ve işte Biz, sınırları aşanları ve Rabbinin âyetlerine inanmayanları böyle cezalandırırız. Ve âhiretin azabı kesinlikle daha şiddetli ve daha süreklidir.

Görüldüğü gibi, 113. ayette başlayan Kur’an ile ilgili necm, 115–123. ayetlerden oluşan Âdem ile ilgili necmin mushaf tertibi sırasında araya sokulmasından sonra, kaldığı yerden devam etmektedir.

Benzer cümlelerle 101, 102. ayetlerde de ifade edilmiş olan bu ayetlerin bildirdiğine göre; Allah’ın zikrinden [O’nun anılmasından, öğüdünden, gönderdiği kitaplardan] yüz çevirenler, hem dünyada zor ve sıkıntılı bir yaşam sürecekler, hem de ahirette daha çetin bir azap ile cezalandırılacaklardır. Zikirden yüz çevirerek yüzlerce kez kendilerine yapılmış uyarıları görmezden gelen bu şaşkınlar, ayrıca mahşerde kör olarak haşredilmek suretiyle de rencide edileceklerdir.124. ayette geçen “sıkıntılı yaşam” ifadesi, yanlış yorumlarla açıklanmaya çalışılmış ve kimileri bu sıkıntının kabirde yaşanacağını ileri sürerken, kimileri de ahirette çekileceğini iddia etmişlerdir. Ancak bu görüşlerin ikisi de doğru değildir. Çünkü Kur’an’a göre “kabir hayatı” diye bir hayat söz konusu olmadığı gibi, ahirette yaşanacak sıkıntılar da zaten ayetin devamında ayrıca yer almaktadır.

Burada konu edilen sıkıntılar dünya hayatındaki sıkıntılar olup Rabbimiz bu sıkıntıları birçok ayette açıklamıştır:

61Ve hani bir zamanlar siz, “Ey Mûsâ! Biz, tek yemeğe asla dayanamayız, artık bizim için Rabbine dua et de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, acurundan, sarmısağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın” demiştiniz. Mûsâ da size, “O, üstün olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya/ Mısır’a inin, o vakit istediğiniz şeyler sizin olacaktır” demişti. Ve üzerlerine aşağılık ve meskenet damgalandı ve sonunda Allah’tan bir gazaba uğradılar. İşte bu, küfretmiş; Allah’ın âyetlerini bilerek reddetmişolmaları ve peygamberleri haksız yere öldürmüş olmaları nedeniyledir. İşte bu, isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri nedeniyledir. (Bakara/ 61)

66Ve hiç kuşkusuz eğer onlar Tevrât’ı, İncîl’i ve kendilerine Rablerinden indirilen Kur’ân’ı ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından [her yönden] besleneceklerdi. Onlardan bir kısmı orta yol tutan; bazısına inanıp bazısına inanmayan, inanmadığı hâlde inanmış gözüken önderli bir toplumdur. Ve onlardan çoğunun yapmakta oldukları ne kötüdür! (Maide/ 66)

96Ve eğer o kentlerin halkı inansalardı ve Allah’ın koruması altına girselerdi, elbette üzerlerine gökten ve yerden olan bollukları açardık. Velâkin onlar yalanladılar. Biz de onları yapıp durmakta olduklarına karşılık yakalayıverdik. A’râf 96:

Ve Nuh/ 10–12, Cinn/ 16, 17 ve Nahl/ 97.

Rabbimizin 127. ayetteki beyanı da dikkatlerden kaçmamalıdır. Çünkü bu ayette, “ayetlere inanmayanlar” yanında “sınırları aşanlar” da cezalandırılacaklar arasına eklenmiştir.

128.Meskenlerinde gezip durdukları şu kendilerinden önce yok ettiğimiz bunca nesiller, onlar için kılavuz olmadı mı? Şüphesiz ki bunda akıl sahibi olanlar için nice deliller vardır.

129.Ve eğer Rabbinden bir Söz ve adı konmuş bir süre sonu olmasaydı, kesinlikle kaçınılmaz olurdu.

Bu ayetlerin ilk muhatabı peygamberimiz olmakla birlikte, dolaylı olarak önce Mekkelilere sonra da tüm zamanlardaki insanlara hitap edilmektedir. Rabbimiz geçmişte yok edilmiş nesillerin izlerinin araştırılıp bulunmasını ve bu izlerin gezilip görülerek onlardan ibret alınmasını istemektedir. Zaten geçmiş nesillere ait birçok kıssanın Kur’an’da yer alması da yine Rabbimizin insanların ibret alarak tefekküre yönelmelerini ve doğru yolu bulmalarını istemesi sebebiyledir.

46Peki onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendilerinin, akıl edecekleri kalpleri ve işitecekleri kulakları olsun. İşte, şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur.(Hacc/ 46)

129. ayet, suçlulara hemen ceza verilmeyişinin onlara hiç ceza verilmeyeceği anlamına gelmediğini, bunun cezanın belirlenmiş bir zamana ertelendiği için böyle olduğunu bildirmektedir.

130.Artık onların söylediklerine sabret, hoşnutluğa erebilmen için güneşin doğuşundan önce de batışından önce de Rabbinin övgüsü ile birlikte Allah’ı tanıt/noksanlıklardan uzak olduğunu öğret!

Gecenin bazı saatleriyle gündüzün iki ucunda da Allah’ı tanıt/noksanlıklardan uzak olduğunu öğret!

131.Ve kendilerini imtihan etmek için, basit dünya hayatının süsü olarak, onlardan kimi çiftleri kendileriyle yararlandırdığımız mal, mülk, evlat ve saltanata sakın gözlerini dikme/rağbetle bakma. Ve Rabbinin rızkı daha iyi ve daha süreklidir.

132.Ve ehline salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı] emret, kendin de ona sabırla devam et. Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni Biz rızıklandırıyoruz. Akıbet, “Allah’ın koruması altında olma” içindir.

Bu ayetlerde peygamberimizden:

* Müşriklerden gelen sıkıntılar ve görevinin zorluğu karşısında sabırlı olması,

* Sürekli olarak, özellikle de Arapların en faal oldukları Güneş’in doğuşundan ve batışından önceki saatlerde onların karşısına çıkıp Rabbini tesbih etmesi,

* Kendisi sıkıntılar içinde yüzse de, çevresindeki inançsızların bolluk içinde yaşamalarına özenmemesi,

* Ehline [ailesine, yakınlarına] salâtı [ sosyal destekte bulunmayı] emretmesi ve kendisinin de bu görevi sürekli yapması istenmektedir.

130. ayette konu edilen “tesbih”, çarpıtılarak “namaz” yapılmış ve bu ayet namazın beş vakit olduğuna kanıt gösterilmiştir. Oysa ayette konu edilen “tesbih”, namazdan önemli ve daha etkin bir ibadettir. Daha önce Kalem, A’la ve Kaf surelerinde de açıklandığı gibi, “tesbih”, “Yaratanı tüm nitelikleriyle tanımak ve tanıtmak” demektir. Dolayısıyla Yüce Allah’ı tesbih etmek, “O’nu müşriklerin, bilgisizlerin yakıştırdıkları noksanlıklardan, iftiralardan tenzih etmek ve sıfatları gereğince yüceltmek” demektir. Peygamberimizden istenen tesbih budur; yani Allah’ın gerektiği gibi tanıtılması eylemidir.

Bize göre, 131 ve 132. ayetlerin mesajı şu şekilde takdir edilebilir: “Günahkâr insanların zenginliklerini kıskanmak, sana ve arkadaşlarına yakışmaz. Sizin için en hayırlı şey, az da olsa emeğinizle kazandığınız helâl maldır. Salih ve muttakiler için bu daha hayırlı, daha süreklidir. Çocuklarınıza da helâl nimetlerin günahkârların haram servetlerinden daha hayırlı olduğunu öğretin. Bu amaçla onlara salâtı ikame etmeyi emredin, çünkü bu onların tutumlarını ve değerler sistemini değiştirecek ve onların günah ve lüks yerine temiz bir hayat ve helâl kazancı seçmelerine neden olacaktır.”

132. ayette salâtın emredilmesinin arkasından gelen “Biz senden bir rızk istemiyoruz. Seni Biz rızklandırıyoruz” ifadesinden, salâtın Allah’a bir faydası dokunsun diye emredilmediği, aksine dünya ve ahiret hayatında mutluluk sağlayacak bir takva doğurması sebebiyle ve sırf insanların iyiliği için emredildiği anlaşılmaktadır.

133,134.Ve inkâr edenler: “Elçiliğini iddia eden bu kişi, Rabbinden bize bir alâmet/gösterge getirse ya!” dediler. Onlara ilk sahifelerde olan apaçık deliller gelmedi mi? Ve eğer Biz, onları bundan önce bir azap ile değişime/yıkıma uğratsaydık, kesinlikle “Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de, alçak ve rezil olmadan önce Senin âyetlerine uysaydık!” diyeceklerdi.

135.De ki: “Herkes beklemektedir. Siz de bekleyiniz. Şüphesiz düz yolun sahiplerinin kimler olduğunu ve kimlerin kılavuzlandığı doğru yolu bulduğunu yakında; Vakıa 1-7.olacak o vaka olduğu zaman –ki o vakanın oluşu için yalan söyleyen yoktur. O vaka, alçaltıcıdır, yükselticidir– yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman ve sizler üç eş sınıf olduğunuz zaman 135.bileceksiniz.

Sure, yaptıkları itirazlara ve öne sürdükleri bahanelere karşılık müşriklere hak ettikleri cevabın verilmesiyle sona ermektedir. İnce bir uyarının yapıldığı bu son ayetlerde verilen mesaj, birçok ayette değişik ifadelerle yer almaktadır:

166Fakat Allah, sana indirdiğine –ki onu Kendi bilgisiyle indirmiştir– şâhitlik eder. Tüm âyetler de şâhitlik ederler. Şâhit olarak da Allah yeter. (Nisa/ 166)

15Kim, kılavuzlanan doğru yolu bulursa, sırf kendi iyiliği için kılavuzlanan doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz, bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık.( İsra/ 15)

46,47Ve Biz, seslendiğimiz zaman, Tûr’un yanında da değildin. Tersine senden önce kendilerine uyarıcı/peygamber gelmeyen bir toplumu uyarman için ve kendi ellerinin yaptıklarından dolayı başlarına bir fenalık geldiğinde hemen, “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, âyetlerine uysak ve mü’minlerden olsak” diyemesinler, onlar öğüt alsınlar diye Rabbinden bir rahmet olarak… orada geçenleri sana bildirdik, seni elçi olarak gönderdik.

48İşte onlara tarafımızdan o hak gelince de, “Mûsâ’ya verilen şeyler; alâmetler; göstergeler gibi ona da verilmeli değil miydi?” dediler. Daha evvel Mûsâ’ya verileni örtbas edip reddetmemişler miydi? “Birbirine sırt veren; destekleyen iki sihir; etkili bilgi” dediler. Ve “Şüphesiz biz hepsini kabul etmeyeceğiz” dediler.(Kasas/ 47, 48)

131İşte bu; Rabbinin, halkı ilgisiz, bilgisiz iken, ülkeleri haksız yere değiştiren/yıkıma uğratan biri olmayışıdır.(En’âm/ 131)

Ve Hicr/ 4, Şuara/ 208, 209, Furkan/ 41, 42 ve Kamer 26.

Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.

[1] (İbn-i İshak)

[2] (İbni Hişam; es-Siret ve diğerleri)

[3] (Kurtubi, el-Câmiu liahkami’l Kur’ân; Râzi, Mefatihu’l-Gayb; Zemahşeri, Keşşâf)

[4] (RAZİ, 2-4. Âyetler ile ilgili açıklamalar)

[5] (Kutubi; el-Câmiu li Ahkami’l-Kur’ân)
[6] Çıkış; 4/18:18-

[7] Çıkış; 18/1–8:

[8] (Zemahşeri, el-Keşşaf; c:2, s:531)

[9] (Tacü’l-Arus; c: 20, s: 283)

[10]Lisânu’l-Arab; Tâcu’l-Arûs, “Hayye” mad.

[11] Çıkış, 4; 10

[12] Talmut

[13] Çıkış, 7:7

[14] Kitab-ı Mukaddes/ 1. Krallar, 16.24

[15] (Mukâtil)

[16] (Çıkış, 12: 35–36)

[17] (Lîsân ül Arab; c: 3 s: 245)

[18](Muhammed Esed; Kur’an Mesajı)

[19] (Râzi; Mefâtibu’-l Gayb ilgili Âyetlerin açıklamaları)

[20] Levililer 13: 45-46

[21] (Razi; 113. Ayet ile ilgili açıklamalar)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla