Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27. September 2008, 10:29 PM   #1
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart Kıyâmet sûresi’ne giriş

31 KIYAMET SURESİ [ÖLÜM VE KALKIŞ] SURESİ


Hakkı Yılmaz Kıyamet (Ölüm ve Kalkış) Sûresi-1
11 Mayıs 2017 tarihinde yayınlandı

1. Kıyamet (Ölüm ve Kalkış) Sûresi-1
2. Uyarılar: a)Tevhid, b)Âhiret inancı.
3. Allah’a kul olmanın önemi.
4. Akıl kullanarak inanca sahip olmak.
5. Âhiretin önemi. (Yunus 4 âyeti)
6. Yalan nedir? (Örtü) (Maun ve Nahl 105 örnekleri)
7. Kıyamet suresi kasem cümlesi ile başlamaz.
8. Kıyamet suresinde Allah, ölüm gelmeden insanlara âhireti ispat edecek.
9. İspat edilecek şey kıyamet günüdür.
10. Levvame:Çok çok ayıplayan. Örnek ayetler(En-Âm 27-31, Zümer 53-59, Hakka 25-29, Meryem 39, Fecr 21-24,Ahzab 64-66, Furkan 2124)
11. Allah bize dünyada kanıtlayacak.
12. İnsan kim?
13. İnsanın âhirete inanmamasının delilleri nedir?
14. Yasin 78-80 “O” (Tekil), “Onlar” İsra 49-52 (Çoğul)
15. Benan:a)Parmak ucundaki küçük kemik, b)Koku, c)Parmak izi, d)Genler, Dna.


https://youtu.be/lzVGbux7TdA Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam Kıyamet Suresi2. Bölüm
18 Mayıs 2017 tarihinde yayınlandı
Hikmet kavramı. (Toplumsal yasalar)
Geri kalan ömrün fücur içinde geçirilmek istenmesi.
Heva ilâh edinilir mi?
Heva:Kişinin çıkarı için ürettiği ilkeler.(Casiye 23)
Akıllı insanı ikna eden Kıyamet suresi. Başka örnekler: (Yasin 48, Yunus 48, Neml 41, Nahl 38)
Gözün şimşek gibi çaktığı an. (Hem ölüm, hem de Kıyamet)
Allah’ın cezalandırmayı âhirete bırakmasına örnek: (İbrahim 42-43)
Zoraki İman. (İman-ı yeis, iman-ı beis) (Mü’min 83-85, Yunus 90-92)
Ölüm anı: Nisa 18.
Şems-vahiy, kamer-peygamber: (Mecaz anlatım)
Ayın tutulması. (Peygamberin öğüdünün fayda vermemesi)
Ay ve Güneşin birleşmesi. (Mecaz anlamlar) Ölüm anında Peygamberi ve Kur’ânı görecek.
Terör elebaşlarının mensuplarının ölümlerini şehitlik olarak nitelerlerken, kendilerinin kaçması ikiyüzlülüğüne örnek: (Bakara 94-96, Nisa 42, Âlak 6-8, Nuh 42, Necm 42, Nebe 38-40, Nahl 30-32, Fussılet 30-32)
Kıyamet. (An, gün ve evre)
İnananlar ile ilgili örnek: (Duhan 51-57,Nahl 30-32)
Ölüm anında insanın haberdar edileceği şeyler nelerdir?
Çığır açanların durumu.
Yapılması gerekirken yapılmayan işler. (Ya-sin 12)[/url]


Hakkı Yılmaz Kıyamet (Ölüm ve Kalkış) Sûresi-3

01 Haz 2017 tarihinde yayınlandı

1. Ölüm anında hafıza hücrelerinin, çiplerin fonksiyonları.
2. İnsanın, ölmeden önce yaptıkları ve yapması gerekirken yapmadıklarını hatırlaması.
3. Z raporu benzetmesi.
4. Ölüm anındaki beyin hücrelerinin aktivitesini ilmen kanıtlayanlar MÜSLÜMAN değil.
5. Müsbet veya menfi çığır açanlar ile ilgili.(Ankebut 13, Nisa 8, Nahl 25)
6. Meazir, Mazeret. (Perde) (İsra 13-14, Nur 24, Yasin 65) örnekleri.
7. Kıyamet gününde şahitlendirme. (İsra 13-14, Nur 24, Ya-Sin 65)
8. İbn-i Abbas (Doğmadan hadis rivayet eden sahabe)
9. Peygamberimiz vahiy alırken aracı var mı?
10. Peygamberimiz vahiy alırken dudaklarını mı oynatıyordu?
11. Kıyamet sûresinin 16-19 âyet grubunun uydruk rivayetler ile anlaşılmaya çalışılması halinde Müslümanların içine düştükleri fecaat.
12. Onu zamirinin mercii hakkındaki ilmî tahlil.
13. Âhireti bırakıp dünyayı sevmek akıllıca bir iş midir?


Kıyamet (Ölüm ve Kalkış) Sûresi-4
08 Haz 2017 tarihinde yayınlandı

1. İnsanın hayatını fısk-u fücurla geçirmek isteğine Rabbimizin uyarısı.
2. Uyarı devam ediyor. (İsra 18,İnsan 27)
3. İnsan Tiplemeleri. Âl-i İmran 14-17, En-Âm 32, Tevbe 38, Ankebut 64, Bakara 200-207)
4. Düşmanlığı en yaman olan münafık tipi.
5. Ölüm anında mutlu olanlar, Beklentisi olanlar. (Mutaffifin 20-29, Abese 30-39, Nahl 30-32, Enbiya 10-103, Duhân 50-52)
6. Mutsuz insan tasviri. (Yaptıklarına pişman olan)
7. Bacağın bacağa dolanması. (Telâş)
8. Gerine gerine gitmek nasıl olur?
9. Yetemetta. (Kibirli, gururlu, çeketini omzuna atarak gezen)
10. Südâ sözcüğünün anlamı. (İnsan başıboş deve gibi değildir.
11. İnsan devamlı kontrol altında.
12. Öze dönme safhası. 37. Âyet.
13. Allah ölüleri nasıl dirilteceğini ispat edecek.


Kıyamet (Ölüm ve Kalkış) Sûresi-5
15 Haz 2017 tarihinde yayınlandı

1. Kıyamet sûresi-5 ve Sorular-Kur’ândan cevaplar.
2. İnsanın yeniden yaratılması. (Hacc 5-7, Târık 5-9, Kaf 9-11, Fâtır 9)
3. İstihfam-ı takriri.
4. Nasıl diriltileceğiz? (Bakara 260) (Hayvanlar ile insan arasındaki bağ-Alıştırma)
5. Dağılan parçalar nasıl bir araya getirilecek? (Rûm 24,50, Hadid 14)
6. Allah ile varlıklar arasındaki bağ.
7. Atom altı parçacıklar, kendi dışlarındaki bir enerji tarafından kontrol altında.
8. Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı rakîm örnekleri.
9. Öldükten sonra dirilmenin kanıtı. (Kehf 21. âyet)
10. Kıyamet sûresinin güncel mesajı.
11. Gitar çalmanın hükmü.
12. Herşeyin çift yaratıldığına dair Zariyat 49 ve Ya-Sin 36. âyetleri erkek ve dişi olarak mı anlaşılmalı?
13. Dünya hayatı oyun ve oyalamaca ise,” Biz dünyayı oyun olsun diye yaratmadık” âyetleri çelişkili mi?
14. Allah ile Kulların boyutlar farklı.
15. Allah oyun peşinde değildir.
16. İnsanlar açısından durum farklı. (Ankebut 64,Dûhan 38-39)
17. Kur’ânda her peygamber için “müslümanların, ilki” denilmesini nasıl anlamalıyız?


KIYAMET SURESİ’NE GİRİŞ

Kıyamet suresi Mekke’de 31. sırada inmiştir. Adını 1. ayetteki “el-Kıyamet” sözcüğünden alan sure kırk ayetten oluşmuştur.
Bundan bir önceki sure olan Kariah suresinde, kıyametin birinci aşaması olarak içindeki her şeyle birlikte evrenin bugünkü düzeninin son bulacağı, ikinci aşaması olarak da oluşacak yeni ortamda inançlı inançsız tüm insanların karşılaşacakları olaylar açıklanmıştı.
Bu surede Rabbimiz, sürdükleri sefadan vazgeçerek sorumluluk altına girmek istemeyen inançsızların yanlış tavırlarını önce “hayır” ifadesi ile reddetmiş, sonra da kıyamet hakkındaki kuşkuları, olası itirazlara tek tek cevaplar vermek suretiyle gidermiş ve kıyametin gerçekleşeceğine dair kanıtlar bildirmiştir. Ortaya konan bu sağlam kanıtlarla kıyametin kaçınılmaz olduğu ispat edilmiş, böylece adaletin tecellisi açısından ahiretin gerekli olduğu da açıkça ortaya konmuştur.
Surede dikkat çekilen bir diğer konu da, ahireti inkâr edenlerin niçin bu inkâra yöneldikleri konusudur. Surede bildirildiğine göre bu inkârın sebebi, inkârcıların ahireti mantıklarını kullanarak reddetmeleri değil, onların kişiliklerinden kaynaklanan ihtirasları ve tutkularıdır.
İşte bütün bu konuların açıkça bildirildiği ve Rabbimizin rahmet tecellilerinden olan uyarılarının devam ettiği Kıyamet suresinin iyi anlaşılması için, bundan önceki surelere nazaran bu sureye biraz daha fazla itina gösterilmesine ihtiyaç vardır. Çünkü bu surede dikkatlerden kaçırılmaması lâzım gelen birçok edebî sanat vardır ve geçmişte birileri tarafından surenin üzerine atılmış olan toz toprağın iman gereği temizlenmesi gerekmektedir. Biz bunları kendi payımıza Kur’an adına ortaya çıkarmış ve aşağıda göreceğiniz gibi gözler önüne sermiş bulunuyoruz. Dileğimiz, bu meselenin hassasiyetinin bunları okuyan kardeşlerimiz tarafından da idrak edilmesidir.



31 / KIYAMET [ÖLÜM VE KALKIŞ] SURESİ

Rahman Rahîm Allah adına

Ayetlerin meali:

1Hayır, kıyâmet gününe kanıt gösteriyorum! 2Hayır, çok kınayan o nefse de kanıt gösteriyorum!
3O insan kendisinin kemiklerini asla bir araya toplamayacağımızı mı sanıyor? 4Evet, Biz onun parmak uçlarını/ tüm organlarını düzenlemeye gücü yetenleriz!
5Aslında o insan, önünü; kalan ömrünü din-iman tanımayıp kötülüğe batmakla geçirmek istiyor: 6Soruyor: “Kıyâmet günü ne zamanmış?”
7-10İşte, göz şimşek gibi çaktığı, ay tutulduğu ve güneş ve ay bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan, “Kaçış nereye/kaçacak yer neresi?” der.
11Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil! Sığınak diye bir şey yoktur. 12O gün varıp durmak sadece Rabbinedir/ o gün varılıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur.
13O gün, o insan, önden yolladığı şeyler ve geriye bıraktığı şeyler ile haberdar edilir.
14,15Aslında insan, tüm mazeretlerini koysa da bile/tüm perdelerini koysa da bile kendi aleyhine iyi bir gözetmendir: “16Onu çabuklaştırman için dilini ona hareket ettirme! 17Kuşkusuz yaptıklarının-yapmadıklarının birleştirilmesi ve toplanması yalnızca Bizim üzerimizedir. 18O hâlde Biz yaptıklarını-yapmadıklarını topladığımız zaman sen onun toplanmasını izle! 19Sonra, yaptıklarının-yapmadıklarının beyanı; kanıtlarıyla ortaya konması da sadece Bizim üzerimizedir.”
20,21Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! İşin aslında siz, dünyayı seviyorsunuz ve âhireti bırakıyorsunuz.
22Yüzler var ki, o gün apaydınlıktır; 23Rablerine nazar edicidirler; Rabblerinden nimet beklemektedirler.
24Ve yüzler de var ki, o gün asıktırlar; 25zannederler ki kendilerine “Belkıran” yapılıyor.
26-30Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Köprücük kemiklerine dayandığı, “Çare bulan kimdir!” denildiği ve can çekişen kişi bunun o ayrılık anı olduğunu anladığı ve bacak bacağa dolaştığı zaman; işte o gün sürülüp götürülmek, sadece Rabbinedir.
31Fakat o, ne onayladı, ne destekledi. 32Fakat o, yalanladı ve geri durdu. 33Sonra da gerine gerine yakınlarına gitti.
34,35Yıkım çok yakın sana, hem de çok yakın! Yine, yıkım çok yakın sana, hem de çok yakın!
36Yoksa o insan başıboş bırakılacağını mı sanır? 37O, ayarlanmış meniden bir nutfe değil miydi? 38Sonra bir embriyon idi de sonra onu oluşturmuş, sonra da düzene koymuştur; 39ki ondan da iki eşi; erkek ve dişiyi var etmiştir.
40Peki, bütün bunları yapan, ölüleri diriltmeye güç yetiren değil midir?



Ayetlerin Tahlili

1, 2. Ayetler:

1Hayır, kıyâmet gününe kanıt gösteriyorum! 2Hayır, çok kınayan o nefse de kanıt gösteriyorum!

Her iki ayetin de kabul etmeme anlamındaki “ لا hayır” sözüyle başlaması, daha önceki bir konunun bu surede de devam ettiğini göstermektedir. Devam eden bu konu, dikkatlerin dünya ve mahşer aşamalarına dikkatlerin çekildiği Kariah suresindeki kıyamet konusudur. Anlaşılan o ki, Kariah suresinin ardından tartışmalar çıkmış, kıyamet hakkında bir takım itirazlar ileri sürülmüş, Rabbimiz de bu sureye önce bu itirazları reddederek başlamıştır. İtirazlar şiddetle reddedildikten sonra da kıyamet 37-40. ayetlerle kanıt gösterilerek ispat edilmiştir.
Ayetlerin başında bulunan ve Türkçeye çevrilirken “hayır” sözcüğü ile ifade ettiğimiz “ لا la” edatları hakkında geçmişte birçok farklı görüş ileri sürülmüştür. Klâsik kaynaklarda mevcut olan bu farklı görüşlere yer vermeden, sadece bu cümle yapısı ve anlamı üzerinde durmayı uygun görüyoruz.

kıyamet gününe kanıt gösteriyorum!

Bizim görüşümüze göre, bir sözcük bir dilden başka bir dile çevrilirken mutlaka çevrildiği dildeki aynı anlamı veren karşılığı ile çevrilmeli, kesinlikle orijinal hâlinde bırakılmamalıdır. Çevirilerde meydana gelebilecek yanılmaları önlemek için ise sözcük ve kavramların ne anlamlara geldiğinin her iki dilde de iyi bilinmesi gerekmektedir. Fakat maalesef uygulamada bu kurallara yeterince hassasiyet gösterilmemekte ve sonuçta ortaya fahiş hatalar çıkmaktadır. Konu dinimiz olduğunda ise bu fahiş hatalar telâfisi neredeyse imkânsız tahribatlara yol açmaktadır.
Bu ayetlerdeki “kasem [yemin]” sözcükleri de, işaret edilen hataların yapıldığı sözcükler arasındadır.
Bu ayetler, daha önce gördüğümüz “قسم kasem [yemin]” cümlelerinden farklı olup bilinen türdeki “kasem [yemin]” cümlelerinden değildirler. Burada sözcüğün “Kasem ediyorum [kanıt gösteriyorum]” şeklindeki anlamı kast edilmiştir.
Alak suresinden bu sureye kadar karşımıza çıkan kasemlerin hepsinde hem kasem cümlesinin kasem bölümü, hem de kasem cümlesinin cevap bölümü yer almış idi. Meselâ hatırlanacak olursa;
“Kaleme ve onların yazıp durduklarına yemin olsun ki,”
“Geceye yemin olsun ki”
“Fecre yemin olsun ki,”
“Kuşluk vaktine yemin olsun ki,”
“Asra yemin olsun ki,”
“Soluk soluğa koşanlara yemin olsun ki,”
“Güneşe yemin olsun ki,”
“Burçlar sahibi semaya yemin olsun ki,”
şeklindeki ifadeler ile üzerine yemin edilen nesneler veya olaylar, kasemin cevap bölümündeki teze kanıt olmakta ve ortaya konan iddiayı güçlendirmekte idi. Çünkü kasem cümlesinin kuralı bunu gerektirmektedir. Zaten kasemin [yeminin] amacı da ileri sürülen tezin kuvvetlendirilmesidir. [Kasem cümlesi hakkında daha ayrıntılı bilgi Kalem suresinin tahlilinde verilmiştir].
Ancak; konumuz olan ayetlerde “و vav”, “ب be”, “ت ta” gibi kasem edatlarından herhangi biri kullanılmamıştır. Ayrıca surede kaseme cevap olan herhangi bir ayet de bulunmamaktadır. Yani “kıyamet gününe ve çok kınayan nefse kasem ederim ki” veya “kıyamet gününü ve çok kınayan nefsi kanıt gösteririm ki” ifadesi ile kıyamet gününün ve çok kınayan nefsin kanıt gösterildiği herhangi bir tez ortaya konmamıştır. Tam aksine, birçok olay ve manzara anlatılmış, anlatılan bu olay ve manzaralar kıyamet gününe ve dolayısıyla akılsız insanların o gün duyacağı pişmanlığa kanıt gösterilmiştir. Kısacası bu iki ayet, bir kasem cümlesinin kasem [yemin] bölümü değildir. Bu durumda, ayetlerin “kıyamet gününe ve çok kınayan nefse kasem olsun ki” veya “kıyamet gününü ve çok kınayan nefsi kanıt gösteririm ki” şeklinde çevrilmeleri yanlıştır. Zaten kıyamet gününün kıyameti inkâr eden kişilere kanıt gösterilmesi de mantıklı değildir.
Kasem cümlesi ile ileri sürülen tezin muhataplarca ciddiye alınması, gösterilen kanıtların somut, gözle görülür, elle tutulur cinsten olmasıyla mümkündür. Çünkü insanlar bizzat içinde yaşadıkları olayları ve gerçekliğin üç boyutlu halini algılayabilirler; kanıtlarını da dünyadaki somut olaylardan ve nesnelerden sağlarlar. Surede verilen haberler ise inançsızlar, cennet, cehennem gibi kıyamet ve ahirete ait haberlerdir, yani inançsızların inanmadıkları şeylerdir.
İnançsız insanlara zaten inanmadıkları haberlerin kanıt gösterilmesi ve bunlara inanmalarının beklenmesi anlamsızdır. Bu nedenle, konumuz olan iki ayette kıyamet günü ve inançsızların o gün duyacakları pişmanlık üzerine yemin edilmiş olması düşünülemez. Bu tarz haberlere ancak inançlılar “Haber-i Rasül” denilen yolla inanırlar. İnananlar bilirler ki, mucizelerle desteklenmiş, peygamberliği sabit olan kişiler, bu haberleri Allah’tan vahy yoluyla almakta ve insanlara aynen iletmektedir. Kaynağı Allah olan bu haberlere hiç kuşku duymadan ancak müminler inanır. Kelâm ilminde “İstidlâlî Bilgi” adı verilen bu kabul [inanç], ancak inananlar için söz konusudur. İnançsızlardan, inanmadıkları bir peygamberin verdiği ve hayatta iken göremeyecekleri türden haberlere inanmalarını beklemek mantıksızdır. İşte bu nedenle onlara Rabbimizin Kur’an’ın başka surelerindeki kasemleri gibi, inkârı mümkün olmayacak somut kanıtlar göstermek gerekmektedir.
Açıkladığımız nedenlerle 1 ve 2. ayetlerin anlamı:
Hayır, kıyamet gününe kanıt gösteriyorum!
Hayır, o çok kınayan nefse de kanıt gösteriyorum!
şeklinde olmalıdır. Kıyamet gününe 31-40. ayetlerdeki ifadeler, Nefs-i Levvameh’e de 7-36. ayetlerdeki ifadeler kanıt gösterilmiştir.
Not: Ayetlerdeki “لا اقسم lâ, uksimu” terkibi, buradan başka Tekvir, Beled ve Vakıa surelerinde de yer almıştır. Ancak o surelerde “la, uksimu” ifadesi “kasem ederim ki” anlamına gelmektedir. Çünkü o surelerdeki cümleler, kasem cümlesinin gerektirdiği dilbilgisi kurallarına tam olarak uymaktadır ve kasem edilen [kanıt gösterilen] şeyler somut şeylerdir. Ayrıca kasemin cevapları olan cümleler de yine dilbilgisi kurallarına uygun olarak aynı pasajda yer almıştır.

Nefs-i Levvameh [Çok Kınayan Benlik]

Şems suresinin tahlilinde anlamını “can, canlı, canlı insan” olarak verdiğimiz “النّفس nefs” sözcüğü, kendine özgü davranış özellikleri olan her tür canlı veya benlik, kişilik kazanmış kimse olarak anlamlandırılabilir.
“لوم Levm [kınamak]” sözcüğünün mübalâğa [abartı] kalıbı olan “لوّامة levvameh” sözcüğü ise “çok kınayan” anlamındadır. Bu iki sözcükten oluşmuş “النّفس الّوّامة nefs-i levvameh” ifadesi de “çok kınayan benlik, çok kınayan kimse” anlamına gelen bir sıfat tamlamasıdır.
Müteaddi [geçişli] bir fiil olan “kınamak” fiilinin, ayetteki bu tamlamada mef’ulü [tümleci] bulunmamaktadır. Yani ayette nefsin [kişinin benliğinin] kimi ve neyi çok kınadığı açıklanmamıştır. Ancak ayetin bulunduğu pasaj ve bu pasajın konusu dikkate alındığında, “çok ayıplayan” bu “kimse”nin kıyamet gününün her iki aşamasında da imansızlığı sebebiyle içine düşmüş olduğu durumdan memnun olmayan ve geçmişteki hayatı için kendisini kınayıp duran çok pişman biri olduğu, dolayısıyla ayıpladığı kişinin de kendisi olduğu anlaşılmaktadır.
Yüce Rabbimiz, ahirette hissedilecek o çok acı pişmanlık anlarını akıllı insanların akledip gerçeği bulmaları için âdeta bir tiyatro sahnesi gibi canlandırmıştır:

27Ve onların, ateşin üzerinde durduruldukları zaman, “Ah, ne olurdu dünyaya döndürülseydik, Rabbimizin âyetlerini yalanlamasaydık ve mü’minlerden olsaydık!” deyiverdiklerini bir görsen!
28Aksine, işin aslı daha önce gizleyip durdukları açığa çıktı. Geri çevrilselerdi yine yasaklandıkları şeye kesinlikle dönmüşlerdi. Evet onlar gerçekten yalancıdırlar.
29Ve onlar, “Şu bizim iğreti dünya hayatımızdan başka bir hayat yoktur, biz diriltilecek de değiliz” demişlerdi.
30Ve Rablerinin huzurunda durduruldukları zaman onları bir görsen! Rableri: “Bu, bir gerçek değil miymiş?” der. Onlar: “Rabbimize yemin ederiz ki gerçektir” derler. Rableri: “Öyleyse küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olmanız nedeniyle azabı tadın!” der.
31Allah'a kavuşmayı yalanlayanlar, kesinlikle kayba/zarara uğrayıp acı çekmişlerdir. Kıyâmet anı ansızın gelince, onlar, günahlarını sırtlarına yüklenmiş olarak diyecekler ki: “Dünyada yaptığımız kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize!” –Dikkat edin yüklenip durdukları/günahları ne kötüdür!–
( En’âm/27-31)

53De ki: “Ey nefislerine karşı sınırı aşmış olan kullar! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Şüphesiz Allah, günahları tümden bağışlar. Şüphesiz O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
54Ve size azap gelmeden önce Rabbinize yönelin ve O'na teslim olun. Sonra yardım edilmezsiniz.
55-58Ve ansızın azap gelmeden,
kişinin, “Allah'ın yanında, yaptığım ölçüsüzlüklerden dolayı yazık bana! Doğrusu ben alay edenlerdendim” demesinden
yahut “Allah, bana doğru yolu gösterseydi, her hâlde ben Allah'ın koruması altına girmiş kimselerden olurdum” demesinden
veya azabı gördüğü zaman, “Bana bir geri dönüş olsaydı da ben de o iyilik-güzellik üretenlerden olsaydım” demesinden önce Rabbinizden size indirilenin en güzelini izleyin.”
59Tam tersi, sana âyetlerim geldi de sen onları hemen yalanladın, büyüklük tasladın ve kâfirlerden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerden oldun. (Zümer/ 53-59)


25-29Ve kitabı solundan verilen kimseye gelince; işte o: “Keşke kitabım bana verilmeseydi, hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim. Ne olurdu o iş bitmiş olsaydı. Malım bana hiç yarar sağlamadı. Gücüm/otoritem de benden yok olup gitti” der. (Hakkah/ 25-29)


39Ve sen onları, kendileri bilgisizlik, duyarsızlık içindeyken ve inanmıyorlarken emrin yerine getirileceği o büyük pişmanlık günüyle uyar! (Meryem/ 39)


38-40İndirilmiş âyetler ve vahiy, tanık olarak saf saf dikildikleri gün, Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] izin verdikleri dışında hiç kimse konuşamaz. Ve o izin verilen, doğruyu söyler: “İşte bu, hak gündür. Artık dileyen Rabbine bir sığınak edinir. Şüphesiz Biz sizi yakın bir azap ile uyardık.” O gün, kişi iki gücünün/mal ve çevresinin ne takdim ettiğine bakar/yaptıklarıyla yüz yüze gelir ve kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişi: “Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım” der.
(Nebe/ 38- 40)

21-23Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Yer üst üste sarsıntılarla dümdüz edildiği zaman, Rabbinin hesaba çektiği, gönderdiği vahiyler tanık olarak saf saf dizildiği zaman, o gün cehennem de getirilmiştir; o insanın, o gün aklı başına gelecektir, artık aklının başına gelmesinin kendisine ne yararı var ki!
24Der ki: “Keşke ben bu âhiret hayatım için hazırlık yapmış olsaydım!” (Fecr/ 21- 24)


64-66Kesinlikle Allah, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseleri dışlayıp gözden çıkarmış ve içinde sonsuz olarak kalmaları için, onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada, bir koruyucu yakın ve yardımcı bulamazlar. Yüzleri ateş içinde evrilip çevrildiği gün, “Ah keşke Allah'a itaat etseydik, elçiye itaat etseydik!” diyecekler. (Ahzab/ 64-66)


26İşte o gün gerçek hükümranlık, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] özgüdür. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için ise o, pek çetin bir gün olmuştur.
27-29Ve o gün, şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararına iş yapan o kimse ellerini ısırarak; “Eyvah, keşke elçi ile beraber bir yol tutsaydım! Eyvah, keşke falancayı iz bırakan bir önder edinmeseydim. Hiç şüphesiz bana geldikten sonra, beni Öğüt'ten/Kitap'tan o saptırdı. Ve şeytan, insan için bir rezil edenmiş!” der.
30Elçi de: “Ey Rabbim! Hiç şüphesiz benim toplumum şu Kur’ân'ı mehcur/ terk edilmiş bir şey edindiler” dedi. (Furkan/ 26-30)


Pişman olan ve kendini kınayan nefsin bu surede anlatılan durumu ise 24-30. ayetlerde görülecektir.
Yukarıdaki ayetlerde anlatılan mutsuzların durumlarına karşılık bir de Allah’ı tanımış, O’nun zikri ile kalpleri tatmin olmuş kimseler vardır ki, Rabbimiz bu kimselere “mutmain nefs [tatmin olmuş kişi]” diye hitap etmektedir:

27-30Ey zihnindeki tüm soru işaretlerini gidererek rahata kavuşmuş kişi! Dön Rabbine, sen Rabbinden O da senden hoşnut olarak! Hemen gir kullarımın içine! Ve gir cennetime! (Fecr/ 27-30)


“النّفس اللّوّامة Nefs-i levvameh” ifadesi, tasavvuf ve tarikatçılar tarafından çarpıtılmıştır. Bu zümreler kendi dinî anlayışlarında bu ifadeye karşılık olmak üzere bir takım hayalî kavram ve makamlar icat etmişlerdir.
Müslüman düşünürler ise “nefs” konusunda, bugünkü psikolojide “id”, “ego” ve “süper ego” tanımlarıyla uyumlu olan birçok açıklama yapmışlardır. Meselâ, Ana Britannica, filozof olarak nitelediği Muhammed İkbal hakkında şunları yazmıştır:
“İkbal, tasavvufun benliği yadsıyan klâsik dinginciliğine, kişinin ancak tefekkür yoluyla yetkinleşip iç huzura kavuşacağı görüşüne şiddetle karşı çıkarak bir benlik kuramı ortaya attı.”
Yrd. Doç. Dr. Hayati Aydın da bu konu ile ilgili olarak “Akademik Araştırmalar Dergisi”nin 18. sayısında yayımlanan makalesinde şu tespit ve görüşlere yer vermiştir:
“İslâm âlimleri de Kur’an’ın bu ayetleri ışığında “Nefs-i Emmare”yi “Bedenin doğasına meyleden, lezzet ve duygusal şehvetleri [istekleri] emreden, kalbi alçak şeylere doğru çeken, kötülüklerin, kınanan ahlâk ve fiillerin kaynağıdır” şeklinde tanımlamaktadır.
… İslâm âlimleri de “nefs-i levvame”yi “İnsanı gaflet uykusundan uyandırabilecek derecede kalbin nuruyla aydınlanan ve kendisini ıslah etmekle uğraşan bir nefistir. Bu nefis daima tetikte olup ilâhî olanla nefsin doğası arasında gidip gelir. Her ne vakit doğası gereği ondan bir gaflet meydana gelse, hemen ilâhî bir uyarı alır ve nefsi kınamaya başlar, bu durumdan Allah’a tövbe ederek döner” şeklinde tanımlamışlardır. … Mutasavvıflar bu aşamadaki nefsi “kalbin nuruyla tamamen aydınlanan ve bu sayede de kötü ahlâktan arınan, iyi ahlâkla bezenen ve kendisini tamamen ilâhî nurun ve ilhamın mekânı olan kalbe döndüren, Allah’la huzur bulan nefsin bir aşaması” olarak görürler.
… Bilim adamları insanın ruhsal dünyasını ifade eden bu benliği id, ego ve süper ego olarak üç yapıya ayırırlar. Kur’an ise “ben”e karşılık gelen “nefs”i; “nefs-i emmare”, “nefs-i levvame” ve “nefs-i mutmaine” şeklinde bir taksime tâbi tutmaktadır. Ancak Kur’an, soyut/nötr hâlindeki nefsi bilimsel verilerden daha geniş tuttuğundan, İslâm felsefecileri nötr hâlindeki bu nefsi “nefs-i şehvanî [istek duyan nefs]”, “nefs-i derrake [algılayan nefs]” ve “nefs-i natıka [düşünen, muhakeme eden nefs]” olarak ayırıma tâbi tutmuşlardır.
Kur’an’ın mücerret nefis olarak dile getirdiği ruhsal yapı, yaklaşık olarak psikologların “ego” dedikleri yapıya; Kur’an’ın “nefs-i emmare” dediği yapı psikologların “id” dedikleri yapıya; “nefs-i levvame” de kısmen “süper ego”ya karşılıktır.

3, 4. Ayetler:

3O insan kendisinin kemiklerini asla bir araya toplamayacağımızı mı sanıyor? 4Evet, Biz onun parmak uçlarını/ tüm organlarını düzenlemeye gücü yetenleriz!


Kıyamete ve kıyamet gününde pişmanlık duyacak kimselere dikkat çekildikten sonra, bu ayetlerden başlayarak inançsız insanların durumları ele alınmış ve akıllarını kullanarak doğruyu bulanların kıyamette pişman olmayacakları açıklanmıştır.

Ayette Geçen “İnsan”

Bazı klâsik kaynaklar, bu ayette geçen “ الانسان insan”ın, peygamberimizin komşusu olan Adiyy b. Ebi Rebia adında belirli bir kişi olduğunu yazmaktadır. Bu kaynaklara göre Kıyamet suresi, peygamberimize kıyametin ne zaman ve nasıl gerçekleşeceğini soran bu şahsın, aldığı cevap üzerine: “O günü gözümle görsem bile buna inanmam. Allah o kemikleri nasıl bir araya toplayacak!” demesi üzerine inmiştir. Peygamberimizin bu komşusuna anlattıkları, o güne kadar inmiş bulunan Kur’an ayetleri doğrultusundaki bilgiler olmalıdır.
İbn-i Abbas bu “ الانسان insan”ın Ebu Cehil olduğu görüşündedir.
Bize göre durum biraz daha farklıdır. Şöyle ki, buradaki “insan” o gün de, bugün de var olan ve kıyamet gününe kadar da hep var olacak olan “inançsız insan”dır. İnançsız insanın en temel niteliklerinden biri “kıyamet”i yalanlamasıdır.
“İnsanın öldükten sonra diriltilmesi” konusuna aşağıdaki ayetlerde de değinilmiştir:

78Ve kendi oluşturuluşunu dikkate almayarak Bize bir örnekleme yaptı: Dedi ki: “Kim diriltecekmiş o kemikleri? Onlar çürümüş iken!”
79,80De ki: “Onları ilk defa oluşturan onları diriltecektir. Ve O, her oluşturmayı çok iyi bilendir. O, size o yemyeşil ağaçtan bir ateş/oksijen yapandır. Şimdi de siz oksijenden yakıp duruyorsunuz. (Ya Sin/ 78- 80)


49Ve onlar dediler ki: “Biz, bir kemik yığını olduğumuz ve ufalanıp toz olduğumuz vakit mi, gerçekten biz, yeni bir oluşturuluşla diriltilecek miyiz?”
50-52De ki: “İster taş olun, ister demir. Veyahut gönlünüzde büyüyen başka bir yaratık olun.” Sonra onlar; “Bizi kim geri döndürecek?” diyecekler. De ki: “Sizi ilk defa yoktan yaratmış olan.” Bunun üzerine sana başlarını sallayacaklar ve “Ne zamandır bu?” diyecekler. De ki: “Çok yakın olması umulur! Sizi çağıracağı/diriltileceğiniz gün, O'nu överek O'nun çağrısına uyacaksınız ve sadece pek az kaldığınızı zannedeceksiniz.” (İsra/ 49-52)


Verilen örneklerde, kıyameti ve ölümden sonra dirilişi inkâr edenlerin, çürümüş, darmadağın olmuş, rüzgârla, suyla uzak yerlere taşınmış, başka başka maddelerin içine karışmış olan kemiklerin yeniden bir araya toplanmasının mümkün olmadığını zannettikleri bildirilmektedir.
4. ayet, inkârcıların bu tür tereddüt ve kuşkularına meydan okumakta ve onlara yaratılışın en harika özelliklerinden birini hatırlatmaktadır:

“Evet, Biz onun parmak uçlarını düzenlemeye gücü yetenleriz.”

Parmak Uçları

Ayette geçen “بنان benan” sözcüğü yıllardan beri “parmak uçları” olarak çevrilmekte ve bundan da “parmak izleri” anlaşılmaktadır. Oysaki sözcüğün anlamı sadece “parmak uçları” ile sınırlı değildir.
“Benan” sözcüğü, kök anlamı itibariyle “güzel koku” demektir. Genellikle elma kokusu gibi hoş kokulara “benneh” denmektedir. Sözcüğün bu anlamı dikkate alınırsa, ayetin çevirisi “Evet, Biz onun kokularını düzenlemeye gücü yetenleriz” şeklinde olmaktadır.
“Vücudun tüm organları” gibi daha birçok anlamı olan “benan” sözcüğü, “parmak uçları” anlamında da kullanılmaktadır. Ama bu anlamda kullanılmış olan “benan” sözcüğünden sadece “parmak izleri” değil, “parmak uçlarının kemikleri” anlaşılmalıdır. Bu anlayışla bakıldığında ayetten insan vücudunun en çok işlevi olan, en ince işleri halledebilen, en nazik ve ayrıntılı kemiklerden oluşmuş parçasının, yani parmak uçlarının bile aynen toparlanıp bir araya getirileceği anlaşılmaktadır. Başka bir ifade ile zımnen şöyle denilmektedir:
“En hassas, en ayrıntılı bölümü bile birleştirmeye gücümüz vardır. En ince ve hassas bölgeyi bir araya getirebiliyorsak, büyük parçaları haydi haydi bir araya getiririz!”
“Benan” sözcüğünün “parmak uçları” olarak çevrilmesi ve “parmak izleri” olarak anlaşılması, yakın zamanda meşhur olan “parmak izindeki mucize”nin ortaya çıkmasından sonradır. Her insanın parmak izinin farklı olduğu gerçeği bilimsel yolla anlaşılınca, bu gerçeğin asırlar önce Kur’an’da bildirilmiş olması sebebiyle bu husus da Kur’an’ın mucizelerinden biri olarak görülmeye başlanmıştır. Oysa parmak izindeki “benzemezlik mucizesi” sadece parmak izine mahsus değildir. Günümüzde kişisel güvenlik şifresi olarak kullanılmasından da anlaşılmaktadır ki, ses de, göz retinası da bir benzemezlik mucizesi taşımaktadır. Aslında bu benzemezlik mucizeleri insanın her organında, her dokusunda mevcuttur. Çünkü bütün insanların genleri, DNA ve RNA’ları birbirinden farklıdır.
Parmak İzindeki Mucize konusu, DNA ve RNA ların farklılığı bilimsel araştırmalardan tetkik edilebilir.

5, 6. Ayetler:

5Aslında o insan, önünü; kalan ömrünü din-iman tanımayıp kötülüğe batmakla geçirmek istiyor: 6Soruyor: “Kıyâmet günü ne zamanmış?”

Bu ayetlerde Rabbimiz, insanın hangi sebeple ahiret ve kıyameti yalanlama gayretine düştüğünü açıklamaktadır. Açıklamadan anlaşıldığına göre, ahiretteki ebedî yaşamın niteliğini belirlemek üzere Rabbimiz tarafından Kur’an’la bildirilen dünya hayatını düzenleyici kurallar bazı insanların hoşuna gitmemektedir. Çünkü Kur’an’da “din” adı altında bildirilen bu kurallar insanın dünya hayatına kısıtlamalar getirmekte, insanların haram helal demeden, zevkusefa içinde, işine geldiği gibi yaşamasına engeller koymaktadır. Buna karşılık, inançsız insan da din tarafından konulan bu ilkelerin kendi dünyevi yaşantısına yön vermesini istememektedir. Bu insan, önünü [yaşayacağı günleri] hiçbir kısıtlama olmadan, hiçbir şeyin mahrumiyetini çekmeden, başı boş, astığı astık, kestiği kestik ve sorumsuz olarak geçirmeyi istemekte, kısaca bir facir olarak yaşamayı istemektedir.
[“فجور Fücur” sözcüğünün “diyanet örtüsünün yırtılması, din kurallarını tanımama” anlamına geldiği, Abese suresinin tahlili yapılırken açıklanmıştı.]
Bazıları bu ayetlerden “İnsan günahı başa alıp tövbeyi sona almak ister” sözü uyarınca inançlı olmasına rağmen günah işlemeyi tasarlayan kimselere yönelik bir anlam çıkarmak isteseler de, bize göre bu ayetler topyekûn inançsızları anlatmaktadır.
Mâûn suresinin 1-3. ayetleri hatırlanacak olursa, Rabbimiz orada “Dini yalanlayan şu kimseyi gördün mü? İşte odur yetimi itip kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse!” demek suretiyle dünya hayatındaki firavun bozuntularının azgınlıklarının temel göstergesi olarak onların “din”i [kıyameti ve ahireti] yalanlamalarını göstermişti. Tıpkı Maun suresinde kendilerinden bahsedilenler gibi, çoğu inançsızlar da akıllarına takılmış bir takım gerçek şüphelerden dolayı değil, sırf hayatlarını fücurla geçirmek istedikleri için kemiklerin bir araya toplanamayacağını ileri sürerek kıyameti yalanlamayı tercih etmektedirler.
6. ayetteki “Kıyamet günü ne zamanmış?” sorusu, cevabı beklenen bir soru değildir. Çünkü inkârcılar bu soruyu kıyametin ne zaman kopacağını öğrenmek amacıyla sormamakta, tıpkı Ya Sin suresinde belirtildiği gibi, akılları sıra dalga geçerek “Hani o haber verdiğin kıyamet, hani, nerede kaldı?” demek istemektedirler:

48Bir de duyarsız toplum: “Eğer doğrulardan iseniz bu söz verilen tehdit ne zaman?” diyorlar. (Ya Sin/ 48)


İnkârcıların aynı yaklaşımı sergileyen bu sözleri şu ayetlerde de görülebilir:
Yunus 48, Enbiya 38, Neml 71, Sebe 29, Mülk 25, Müminun 33-38, 82, Casiye 24, En’âm 29, Nahl 38, Teğabün 7, Vakıa 47, Saffat 16

7-10. Ayetler:

7-10İşte, göz şimşek gibi çaktığı, ay tutulduğu ve güneş ve ay bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan, “Kaçış nereye/kaçacak yer neresi?” der.

Genelde “göz kamaştığı zaman” diye çevrilen “فاذا برق البصر fe iza berika’l-basaru” ifadesinin anlamı aslında “gözlerin dışa fırlaması” demektir. Fakat ifade, deyim olarak kullanıldığında “gözde şimşek çakması, gözün fal taşı gibi açılması” anlamlarına gelir. Nitekim Rabbimiz bu ifadeyi deyim anlamı dışında da kullanmıştır:

42,43Sakın şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların yaptıklarından Allah'ın duyarsız/bilgisiz olduğunu sanma! Ancak O, onları, başlarını dikerek koşacakları, gözlerin dışa fırlayacağı bir gün için erteliyor. Onların bakışları kendilerine dönmez ve onların gönülleri bomboştur.
(İbrahim/ 42, 43)

7-10. ayetler, inançsız insanın, açıklanan olaylar sonucu artık çaresizlik ve umutsuzluk sebebiyle imana gelişini anlatmaktadır. 24-29. ayetlerde farklı bir üslûpla anlatılmaya devam edilen bu duruma Akaid ilminde “İman-ı Ye’s ve İman-ı Be’s [Umutsuzluk ve Belâ Nedeniyle İman]” başlığı altında geniş olarak yer verilmiştir. “Zoraki iman” da denilebilecek bu konuyu Kur’an ayetleri ışığında kısaca açıklamak yararlı olacaktır.

Zoraki İman

Allah’a, Allah’ın peygamberlerine ve ahiret gününe iman etmeyen bir kimse, eğer ölüm anında, ölümün şiddetleri kendisine gelip çattığı ve ilâhî azabı kesinkes görüp hissettiği zaman iman ederse, bu imana “iman-ı ye’s” veya “iman-ı be’s [zoraki iman]” denir.

Zoraki iman:
1- Hayatta iken karşılaşılan felâketler karşısında,
2- Ölüm anında,
3- Kıyamette ve kıyamet sonrası dirilişte olmak üzere, üç durumda söz konusudur.

1- Doğruluklarına dair mucizelerle desteklenen peygamberlerin Allah’ın emirlerini tebliğ etmelerine ve inanmayanların üzerine Allah’ın azabının ineceğini ihtar etmelerine rağmen bazı insanlar akıllarını kullanmaz, tefekkür etmez ve inanmamakta ısrar ederler. Ne var ki, kendilerini doğal felâketler [deprem, sel ve benzeri durumlar] gelip yakalayınca, o ana kadar inkâr ettiklerine hemen inanıverirler.
Böyle bir ortamda iman edenlerin imanları kabul edilmez ve bunların o imanları kendilerine bir fayda vermez. Çünkü onlar özgür iradeleri ile değil, karşılaştıkları belâların sebep olduğu korku ve ümitsizlikle, yani zoraki olarak iman etmişlerdir:

83Ne zaman ki elçileri onlara açık delillerle geldi, kendilerinde bulunan bilgiden dolayı şımarıklık etmişlerdi. Hâlbuki o, alay ettikleri şey onları kuşatmıştı.
84Sonra da ne zaman hışmımızı gördüler: “Allah'ın birliğine inandık ve O'na ortak koştuğumuz şeyleri kabul etmedik” dediler.
85Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine yarar sağlayacak değildi. –Allah'ın, kulları hakkındaki sürüp giden tutumu...– İşte kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler burada kaybettiler, zarara uğradılar. (Mümin/ 83-85)


90-92Ve İsrâîloğulları'nı bol sudan/nehirden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları hemen izledi. Sonunda boğulma ona yetişince, “Gerçekten, İsrâîloğulları'nın inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım” dedi. –Şimdi mi? Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan olmuştun. Artık Biz senden sonra geleceklere ibret olasın diye, bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız.– Ve şüphesiz insanlardan birçoğu kesinlikle Bizim âyetlerimize/ alâmetlerimize/ göstergelerimize karşı duyarsız/ilgisizdirler. (Yunus/ 90-92)


Ancak; Yunus kavmi gibi, söylenen azap gelmeden önce iman edenlerin imanı sahih [doğru] olup kendilerine fayda verir:

98Ne olurdu, iman edip de imanları kendilerine yarar sağlamış bir kent olsaydı ya? Ancak Yûnus'un toplumu ayrıdır. Onlar iman ettikleri vakit, basit dünya yaşamında o rezillik azabını üzerlerinden kaldırdık ve onları bir süreye kadar yararlandırdık. (Yunus/ 98)


2- Her türlü uyarıya rağmen iman etmemiş olan kâfirler, üzerlerinde ölümün emareleri belirdiği, ölümün şiddetleri kendilerini sardığı zaman iman ederler.
Böyle iman edenlerin imanları da zoraki imandır ve bunun artık kendilerine bir faydası yoktur. Çünkü önlerinde imanlı geçirecekleri bir hayatları ve güzel işler yapacakları zamanları kalmamıştır. Dolayısıyla, can boğaza gelince, ye’s halinde küfürden tövbe ederek iman etmek faydasızdır:

18Ve tevbe, kötülükleri yapıp edip de onlardan birine ölüm çatınca: “Ben, şimdi gerçekten tevbe ettim” diyenler ve de kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden birileri olarak ölenler için değildir. İşte bunlar, Bizim, kendileri için acı bir azap hazırladıklarımızdır. (Nisa/ 18)


Bir insan, يأس ye’s [ümitsizlik] ve بأس be’s [azap] hâlinin gerçekleşmesinden sonra, yani ölümün şiddeti kendisini sardığında, ilâhî azabı gördüğünde, Allah’ın emirlerini aklî ve iradî olarak yerine getiremez. O andaki iman, acıyı dindirmek, azaptan kurtulmak içindir:

28Aksine, işin aslı daha önce gizleyip durdukları açığa çıktı. Geri çevrilselerdi yine yasaklandıkları şeye kesinlikle dönmüşlerdi. Evet onlar gerçekten yalancıdırlar.(En’âm/ 28)


İman, ölüm şiddeti belirmeden ve can boğaza gelmeden önce, yani ye’s [ümitsizlik] ve be’s [azap] tahakkuk etmeden, henüz iş yapabilme gücü varken ve isteyerek [özgür irade ile] yapıldığında makbuldür ve fayda verir. Kâfirlerin ölüm anında iman etmeleri, kendi özgür iradeleri ile değil, ilâhî azabı görüp canı alan meleklerin verdiği şiddetli acıyı tatmalarından dolayıdır, zorakidir:

50,51Ve sen, görevli güçlerin, kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak, “Tadın bakalım kızgın ateşin azabını! İşte bu, sizin kendi ellerinizle meydana getirdiğiniz şeyler sebebiyledir. Ve şüphesiz Allah, kullara hiçbir şekilde haksızlık eden biri değildir” diye onları geçmişte yaptıklarını ve yapmaları gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırırken bir görseydin. ( Enfal/ 50,51)


27Peki, görevli güçler onların yüzlerine ve arkalarına vurarak onlara geçmişte yaptıklarını ve yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırırken nasıl olacak! (Muhammed/ 27)


93Ve Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyolunmadığı hâlde “Bana vahyolundu” diyenden ve “Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim” diyenden daha yanlış; kendi zararlarına iş yapan kim olabilir? Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseleri ölümün şiddetleri içindeyken, görevli güçler de onlara ellerini uzatmış, “Canlarınızı çıkarın. Bugün, Allah'a karşı gerçek dışı şeyler söylediğinizden ve O'nun âyetlerine karşı böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız” derlerken bir görsen! (En’âm/ 93)


81Peki, şimdi siz bu Söz'ü/Kur’ân'ı mı küçümsüyorsunuz?
82Ve geçiminizi yalanlayarak mı temin ediyorsunuz/verilen rızıklara yalanlayarak mı karşılık veriyorsunuz?
83-85Ancak can boğaza gelip dayandığı zaman, siz de o zaman, onun karşısında bekliyorsunuz, Biz ise ona sizden daha yakınız. Velâkin siz görmezsiniz.
86,87Peki, mademki cezalandırılmayacakmışsınız, eğer doğrulardan iseniz boğaza gelmiş, çıkmakta olan canı geri çevirmeniz gerekmez mi?
(Vakıa/ 81-87)

Yukarıdaki tüm ayetler, kâfirlerin ölüm anında ilâhî azabı görüp hissettiklerinde iman etmeye yöneldiklerini göstermektedir. Ancak; içinde bulunduğu o ortamda Allah’ın varlığına samimiyetle inanmak için herhangi bir kanıt düşünüp bulma imkânı olmadığından, kişinin “inandım” demesi, ilim ve bilgiden meydana gelen, istek ve çalışılarak erişilen bir inanç olmamaktadır. Böyle bir inanma sadece korku ve azabı gidermeyi amaçlayan bir inanmadır.

3- İnkârcıların; yıldızların parçalanıp insanların üzerine düşmesi gibi kıyametin açık ve büyük belirtileri karşısında, kıyametin tam gerçekleşmeye başlaması anında veya ölümden sonraki dirilişin gerçekleştiği günde iman etmeleri de yine zoraki imandır ve faydasızdır:

158Meleklerin gelmesinden yahut Rabbinin gelmesinden, ya da Rabbinin bazı alâmetlerinin/ göstergelerinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Rabbinin alâmetlerinden/ göstergelerinden bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş yahut imanında bir hayır kazanmamış kimseye, artık inanması bir yarar sağlamaz. De ki: “Bekleyiniz; şüphesiz biz de bekleyicileriz.”
(En’âm/ 158)

Konu dost1 tarafından (13. January 2014 Saat 09:05 PM ) değiştirilmiştir. Sebep: Düzeltmeler yapmak.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla