Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 12:04 AM   #5
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

İMAN AMEL İLİŞKİSİ

Konumuzun iyi anlaşılması için mutlaka iman ve amel ilişkisine de değinmek gerekiyor. Zira bu konunun hakikatinin bilinmemesi nedeniyle toplumda amelsiz insanlardan geçilmez oldu. Ameli olmadığı hâlde Müslümanlığı kimse elden bırakmıyor. Bu konu herkes tarafından doğru dürüst öğrenilmelidir ki, kimin gerçek kimin sahte Müslüman olduğu anlaşılsın.
İman, dil bilimcilerine göre; “Kesb / çalışma ve ihtiyar / özgür iradeyle seçim ile kalpte hâsıl olan tasdik” demektir. Yani iman, kelime anlamı olarak; “verilen haberi kabul ve itiraf ederek, haber sahibini yalanlamamak”tır.
Dinî terim olarak ise iman, sadece tasdik olmayıp; “Peygamberin Allah tarafından getirdiği ve dinden olduğu zarurî ve kesin olarak bilinen haber ve hükümleri kendi irade ve ihtiyariyle tasdik ederek bunları kabul ve itiraf etmek”tir.
Bizim üzerinde duracağımız nokta, bu tasdik, kabul ve itirafın nasıl olacağıdır:
- Kalben kabul ve itiraf yeter mi?
- Sadece dil ile kabul ve itiraf yeter mi?
- Yoksa hem kalben hem de dil ile kabul ve itiraf mı gerekir?
- Ya da bu ikisiyle birlikte pratikte de uygulamaları olması mı lazım?

Bu noktalarda geçmişte İslâm bilginleri arasında bir çok tartışmalar olmuş ve bu husus ile ilgili, bir çoğu ifrat ve tefrit ölçülerinde Kerrâmiye, Havâriç, Mu’tezile, Selef / Muhaddisün gibi mezhepler / ekoller ortaya çıkmıştır. Bunlardan kimisi amelî olmayan bir Müslüman’a çekinmeden kâfir demiş, (Hâlbuki amelinin olmamasının imansızlıktan başka bir sebebi olabilir) kimisi de ameli olmayan bütün Müslümanları cennetle müjdelemiştir. Böylece günahkârlığı cesaretlendirmiştir. Bu geniş mevzu İlm-i Kelam kitaplarında duradursun. Biz iman-amel ilişkisini zorakî yorumlara tevessül etmeden, temel kaynağımız Kur’an’dan görelim. Konuyla ilgili Yüce Rabbimizin açık beyanlarına dikkat edelim:
Kur’an’a baktığımızda Allahü Teala, iman etmeyi mutlaka bir fiille beraber zikreder. Kur’an’ın tanımladığı müminler aksiyon halindedirler.

Müminün; 1–11:
1- Kesinlikle, inananlar kurtulmuşlardır.
2- Onlar, namazlarında huşulu olan kimselerdir.
3- Ve boş şeylerden yüz çeviren kimselerdir,
4- ve zekâtı işleyen kimselerdir,
5- ve iffetlerini koruyan kimselerdir,
6- -eşleri veya ellerinin sahip olduğu kölelere karşı ayrı, çünkü bundan dolayı kınanamazlar,
7- oysa, bunun ötesine gitmek isteyenler, işte onlar, sınırları aşanların ta kendileridir.-
8- Ve (onlar), emanetlerine ve sözleşmelerine bağlılık gösteren kimselerdir.
9- Ve namazlarını koruyan / desteklerini sürdüren kimselerdir.
10, 11- İşte onlar, içinde temelli kalacakları Firdevs cennetine vâris olan vârislerin ta kendileridir.
Allahü Teala elli civarında ayette “İman edenler ve salihatı işleyenler” şeklinde bir ifadeyle iman ile salihatı işlemeyi, yani iman ile davranışı birbirine yapıştırmış, bir daha tefrik edilmeyecek bir şekilde birbirine bağlamıştır. Bahsedilen iman ve salihatı işlemek aynı şey gibidir. Hatta o kadar ki, meselâ Maide suresinin 44, 45, ve 47. ayetlerinde Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler; “kâfirler”, “zâlimler” ve “fasıklar” olarak değerlendirilmiştir.
Gerçek Müminlerin nitelikleri sayılırken de:

Enfal; 2–4:
Gerçekte inananlar, Allah anıldığında, kalpleri ürperen ve ayetleri onlara okunduğunda, bunun, inançlarını artırdığı ve sadece Rabblerine güvenen kimselerdir.
Onlar, salâtı ikame ederler ve kendilerini rızklandırdığımız şeylerden infakta bulunurlar.
İşte bunlar, inananların ta kendisidir. Onlara Rabbleri katında dereceler, bağışlama ve saygın bir rızk vardır.

Tövbe; 111:
Şüphesiz Allah, inananlardan canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın almıştır: Onlar, Allah yolunda savaşırlar; sonra öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah’ın Tevrat, İncil ve Kur’an’daki gerçek bir sözüdür. Ve sözünü, Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişle sevinin. Ve işte bu büyük başarının ta kendisidir.

Saff; 10,11:
Ey inanmış olan kimseler! Size, sizi can yakıcı bir cezadan kurtaracak, kazançlı bir ticaret göstereyim mi?
Allah’a ve O’nun elçisine inanacaksınız; Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla çaba harcayacaksınız. İşte bu, eğer bilirseniz, sizin için daha iyidir.-

İbrahim 24–26:
Görmedin mi? Allah nasıl bir misal verdi: Güzel bir söz, aslı (kökü), sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. (O ağaç) Rabbinin izniyle her an ürün verir. Kötü bir sözün durumu da, yerden koparılmış, sabit kalma imkânı olmayan kötü bir ağaca benzer. -Ve belki onlar öğüt alırlar diye Allah insanlara böyle misaller verir.-

Ve Furkan suresi ayet 63-77. ayetlerde nitelenen (yeryüzünde kibirlenmeden yürümeyi, geceleri secde ve kıyam etmeyi; duada bulunmayı, malı harcarken savurgan ve cimri olmayıp orta bir yol tutmayı, haksız yere adam öldürmemeyi, zina etmemeyi, yalana tanıklık etmemeyi, boş lâkırdıya kulak asmamayı, okunan ayetlere duyarlı olmayı ...) özellikleri de göz önüne almalıyız.

Bütün bu ayetler imanın amelden bağımsız, soyut bir şey olmadığının altını çizmektedir. Allah yolunda mücadele, iyiliği emir, kötülükten nehy, salât, oruç infak, tövbe vb. kulluk görevleri iman ile aynı kefede tartılmaktadır.
Allah insan için iki yol bulunduğunu bildirir. İman edenlerin Allah yolunda, etmeyenlerin ise Tağut yolunda mücadele vereceklerini açıklar. Müminlerle fasıkları bir tutmayacağını bildiren Rabbimiz, imanı yüceltmiş ve kalplerimize hoş göstermiş küfür, fısk ve isyandan nefret ettirmiştir.

Bakara; 214:
Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hâli size gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara yoksulluklar, sıkıntılar dokundu ve sarsıldılar; hatta Peygamber ve beraberinde iman edenler; “Allah’ın yardımı ne zaman?” derlerdi. - Dikkat edin! Gerçekten Allah’ın yardımı pek yakındır. -

Âl-i Imran; 142:
Yoksa Allah, içinizden çaba harcayanları bilmeden (ayırt etmeden) ve sabredenleri bilmeden (ortaya çıkarmadan) Cennet’e gireceğinizi mi sandınız.

Tövbe; 16:
Allah, içinizden çaba harcayanları, Allah’tan, O’nun elçisinden ve inananlardan başka dost / yardımcı edinmeyenleri bilmeden (ortaya çıkarmadan) bırakılacağınızı mı sandınız? Ve Allah, yaptıklarınızdan çok iyi haberi olandır.

Yunus; 62, 63:
Açın gözünüzü! Allah’ın veliylerine kesinlikle kaygı yoktur. Onlar üzülmeyecekler de.
(Onlar), inanan ve takvalı davranan kimselerdir.

A’râf; 156:
“Ve bize hem bu dünyada bir iyilik yaz, hem de ahirette. Biz gerçekten de sana döndük.” (Allah) Buyurdu ki: “Benim azabım var, onu dilediğime isabet ettiririm, rahmetim de vardır, o ise her şeyi kuşatmıştır. Onu da özellikle takvalılara, zekâtını verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım.”

Bakara; 103:
Ve onlar eğer inansalardı ve takvalı olsalardı, Allah’tan bir ödül daha iyi olacaktı. Keşke bilselerdi!

Maide; 93:
İnanan ve salihatı işlemiş olan kimselere, tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur. Yeter ki takvalı davransınlar, inansınlar, salihatı işlesinler. Sonra takvalı davransınlar, inansınlar ve sonra takvalı davransınlar ve iyilik yapsınlar. Ve Allah iyilik yapanları sever.

Ankebut; 2-3:
İnsanlar, sınanmadan / arıtılmadan, “inandık” demeleriyle bırakılacaklarını mı sanıyorlar?
Oysa Biz, hiç kuşkusuz, bunlardan öncekileri de sınamıştık / arıtmıştık. Öyleyse Allah, elbette doğruları bilir ve hiç kuşkusuz yalancıları da bilir.

Hucurat; 14-16:
Bedevîler / iyi konuşma bilenler; “inandık” dediler. De ki: “Siz inanmadınız, ama ‘teslim olduk’ deyin; inanç henüz kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve Elçisi’ne itaat ederseniz, O, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi size eksiltmez.” Gerçekten Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir!
Gerçekten inananlar, Allah’a ve Elçisi’ne inanmış, sonra da kuşku duymamış ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla gayret göstermiş kimselerdir. İşte bunlar, doğruların ta kendileridir.
De ki: “Siz dininizi Allah’a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah, göklerde olanları da, yerde olanları da bilir.” Ve Allah, her şeyi çok iyi bilir!

Bu ayetlerden anlaşıldığına göre insanlar, kesinlikle, “inandık” demekle kurtulamayacaklardır. Çünkü iman aynı zamanda yaşamaktır. Yaşanmayacak bir kuru imanın bir anlamı ve önemi olmaz. İslâm’dan başka bir din arayanların, buldukları dinlerinin kabul edilmeyeceğini hatırlatan Rabbimiz, “Biz iman ettik” diyen bedevîlerin imanlarını yüzlerine çarpmaktadır. “Hayır, siz henüz iman etmediniz, iman henüz kalplerinize yerleşmedi” buyuruyor. Zira eğer ki siz gerçekte iman etmiş olsaydınız, Allah yolunda canınızla, malınızla mücadele edersiniz, ama siz “eslemna” diyebilirsiniz diyor. Yani tabiri caizse, “kafa kâğıdınızda Müslüman yazdırmanızda bir sakınca yok. Kimliğinizi tespit etme babından, Mecusî, Hıristiyan, Yahudi, Zerdüşt vs. bir toplumdan olmayıp, Medine’deki Müslüman toplumdan olduğunuzu söylüyorsunuz ki bu doğrudur. Ama size gerçek anlamda mümin denemez” buyuruyor, Rabbimiz. Açıkça, bize, “ya bu deveyi güdersiniz ya da bu diyardan gidersiniz” deniliyor.




Ahzab; 36:
Ve Allah ve elçisi bir işte hüküm verdiklerinde, hiç bir mümin erkek ve mümin kadın için işlerine serbestlik yoktur. Ve kim Allah’a ve elçisine isyan ederse o, açık bir sapıklıkla sapmıştır.

Kur’an’ın üzerinde durduğu mesele, inandığımız doğruların hayatımızda uygulanmasıdır. İman ile ameli birbirinden ayırıp ayrı ayrı kategoride değerlendirmek Kur’an’a göre uygun değildir. Kur’an bizden iş, davranış istiyor. İnandığımızı yaşamamızı istiyor. Meselâ Kur’an: “Mümin şuna denir” derken, şu şu işleri işleyenler ancak iman etmiş sayılır” demek istiyor. Ayetlerde gördüğünüz gibi cennet salt inanmışlara değil, imanla birlikte salih amel işleyenlere; takva sahiplerine, salihlere, muhsinlere, ebrara vadediliyor.
İnandığı hâlde (mazeretsiz) amel işlemeyen insanlar kâfir mi, değil mi tartışması yerine onların mümin olup olmadıklarının cevabı araştırılmalıdır. Her ne kadar “amel imandan bir cüzdür” deyimi doğru değilse bile kesinlikle “amel imanın bir gereğidir, icabıdır, dışa vurumudur.”


Konumuz olan 10. ayetteki “kötülüklerin plânlarını yapanlar...” ifadesiyle, peygamberimiz ve beraberindeki müminlere olduğu kadar bugüne de ciddî mesajlar verilmektedir. Kötülük plânları yapanlar, ahireti inkâr edebilmek için temelsiz itirazlar, tutarsız bahaneler üretirler ve bu plânlarını geçici, aldatıcı şeylerle üstünlük kurmak, çıkar elde etmek için kurarlar. Hâlbuki bu şeyler yok olmaya mahkûm şeylerdir ve kişiye güç ve şeref getirmezler. Çünkü güç ve şerefin hepsi Allah’tandır; O’nun yolunda ve O’na kulluktadır.

Nisa; 139: Öyle kişiler ki onlar, müminlerin astlarından küfre sapanları Yakın Birisi kabul ediyorlar. Onların yanında izzet (onur ve yücelik) mi arıyorlar? Oysa izzetin (onur ve yüceliğin) tümü Allah’ındır.

Yunus; 65: Ve onların sözü seni üzmesin. Kesinlikle güç / şan ve şeref bütünüyle Allah’a aittir. O, en iyi işiten, en iyi bilendir.

Münafikun; 8: Derler ki; “Ant olsun, Medine’ye bir dönecek olursak, gücü ve onuru çok olan, düşkün ve zayıf olanı elbette oradan sürüp çıkaracaktır.” Oysa izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah`ın, O`nun Resulü’nün ve müminlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar.

11–14. Ayetler:

Ve Allah sizi bir topraktan, sonra nutfeden yarattı. Sonra sizi çiftler kıldı. Dişi ancak O’nun bilgisi ile hamile olur ve bırakır (doğurur / düşürür). Kendisine ömür verilenin de ömründen yaşadığını ve ömründen eksileni mutlaka bir kitapta yazılıdır. Şüphe yok ki bu, Allah’a çok kolaydır.
İki deniz de eşit olmuyor; şu tatlıdır, hararet keser ve içerken kayar; şu da tuzludur, yakar kavurur. Her birinden de taze bir et yersiniz ve giyeceğiniz bir süs çıkarırsınız. O’nun lütfundan nasip arayasınız ve belki şükredersiniz diye onda suyu yara yara giden gemileri de görürsün.
O (Allah), geceyi gündüze sokuyor, gündüzü de geceye sokuyor. Güneş’i ve Ay’ı emre amade kılmıştır. Hepsi adı konmuş bir müddet için akıp gidiyor. İşte bu, mülk kendisinin olan sizin Rabbinizdir. O’nun astlarından yakardığınız kimseler, bir hurma çekirdeğinin zarına bile sahip olamazlar. Onları çağırırsanız onlar, çağrınızı işitmezler, işitseler bile size cevap veremezler, Kıyamet günü de ortak koştuğunuzu inkâr ederler. Sana her şeyden haberdar olan (Allah) gibi (kimse) haber veremez.

Bu ayet grubunda Yüce Allah’ın güç ve kuvveti ile insanlara verdiği nimetlere dikkat çekilmekte ve yeni bir uyarı yapılmaktadır. Bu uyarıda; insanın cansız bir maddeden yaratıldığı, sonra nutfeden üretildiği, erkek-dişi ayrıldığı, herkesin ömürlendiği, herkesin neyi yaşadığı ve ömründen neyin eksildiğinin hesabının tutulduğu, iki farklı suyun bir birine karıştırtılmadığı, rızk ve ticaret için denizlerin gemilere uygun yaratıldığı, gece ve gündüz ile Güneş’in yaşamın devamını sağlayacak şekilde insanların yararına düzenlediği ve insanlara daha birçok nimetler lütfedildiği bildirilmiş ve “İşte tüm bunları yapan sizin Rabbinizdir” denilmiştir. Buradan da, evrendeki her şeyin belli bir plâna göre programlandığı anlaşılmaktadır. Gece ve gündüz, Güneş ve Ay, acı ve tatlı su konuları Ya Sin ve Furkan surelerinin, insanın ilk yaratılışının cansız maddeden oluşu ve nesillerin nutfe ile devam etmesi konusu da Leyl ve Necm surelerinin tahlillerinde açıklandığı için, bu konulara burada tekrar girilmemiştir.
Yapılan uyarıların sonunda yer alan “O’nun astlarından yakardığınız kimseler, bir hurma çekirdeğinin zarına bile sahip olamazlar. Onları çağırırsanız onlar, çağrınızı işitmezler, işitseler bile size cevap veremezler, Kıyamet günü de ortak koştuğunuzu inkâr ederler. Sana her şeyden haberdar olan (Allah) gibi (kimse) haber veremez.” ifadesi de, tüm akıl ve vicdan sahibi olan kimselere kimden yana olmaları gerektiğini göstermektedir.

14. ayetteki “kıyamet günü de ortak koştuğunuzu inkâr ederler” ifadesi, başka ayetlerde birçok temsilî anlatımlar kullanılarak açıklanmıştır:

Maide; 116: Ve hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu İsa, sen mi insanlara; ‘Beni ve annemi, Allah’ın astlarından iki tanrı edinin’ dedin?” O (İsa): “Sen münezzehsin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer ben onu demiş olsam, Sen bunu mutlaka bilmiştin. Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise Senin nefsinde olanı bilmem. Şüphesiz Sen; gaybleri bilen yalnız Sensin, Sen!”

Yunus; 28, 29: Ve hepsini toplayacağımız, sonra da o şirk koşanlar için “Yerlerinize! Siz ve ortaklarınız!” diyeceğimiz gün, artık aralarını iyice açtık (açacağız) ve onların ortakları; “Siz sadece bize tapmıyordunuz ki!” dediler ( diyecekler).
Şimdi bizim aramızda ve sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Biz sizin ibadetinizden kesinlikle gafildik (haberimiz yoktur).

Ahkaf; 5, 6: Ve Allah’ın astlarından kıyamet gününe kadar kendisine hiçbir cevap veremeyecek olan kimselere dua eden kimseden daha sapık kim olabilir? Onlar (tapılan kimseler), onların yalvarışlarından habersizler de.
İnsanlar bir araya toplandığı zaman onlar (taptıkları kimseler) kendilerine düşmandırlar. Ve onların kendilerine tapmalarını inkâr ederler.

Meryem; 81, 82: Ve onlar, kendileri için bir izzet (güç, şan, şeref) olsun diye, Allah’ın astlarından ilâhlar edindiler.
Hayır... Hayır... (zannettikleri gibi değil) Onlar (edindikleri ilâhlar) onların ibadetlerini inkâr edecekler ve aleyhlerine dönüp karşı olacaklardır.

15–17. Ayetler:

Ey insanlar! Allah’a muhtaç olanlar sizlersiniz. Allah ise; O, zengin ve hamde lâyık olandır.
Eğer O dilerse sizi giderir (yok eder) ve yepyeni bir yaratmayı / halkı getirir. Bu, Allah’a hiç güç de değildir.

Bu ayet gurubunda yine insanlık uyarılmakta; Allah’ın kimseye muhtaç olmadığı, muhtaç olanların âciz ve zayıf olan insanların kendileri olduğu ve bu sebeple de insanların Allah’a karşı olan sorumluluklarının bilincinde olmaları ve yükümlülüklerini de yerine getirmeleri gerektiği ihtar edilmekte, aksi takdirde ise geçmişte olduğu gibi asilerin yok edilip yeni toplulukların getirileceği, bu işin de Allah’a hiç zor olmayacağı bildirilmektedir.
Bu ayetlerdeki gibi, içinde tehdit bulunan uyarılar başka ayetlerde de görülmektedir:

İbrahim; 19, 20: Gökleri ve yeryüzünü gerçekten Allah’ın yarattığını görmedin mi? O dilerse sizi giderir ve yepyeni bir halk / yaratılış getirir.
Bu, Allah’a göre zor değildir.

Nisa; 133: Eğer O (Allah) dilerse sizi giderir ey insanlar! Ve başkalarını getirir. Ve Allah, buna güç yetirendir.

Maide; 54: Ey iman etmiş olan kimseler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki O (Allah), onları sever, onlar da O’nu (Allah’ı) severler; müminlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, “Vâsi”dir, çok iyi bilendir.

Ayette geçen “halk” sözcüğü aslında “yaratma” anlamına gelmesine rağmen sözcük örfe göre, Türkçede olduğu gibi “halk (toplum)” anlamında kullanılmaktadır.

18. Ayet:

Ve yük çeken bir kimse, başkasının yükünü yüklenmez. Eğer ağır yüklü bir kimse, onun yüklenilmesine çağırsa da ondan hiçbir şey yüklenilmeyecek -bir akrabası olsa bile-. Şüphesiz sen ancak Rabblerine karşı gaybde haşyet duyan ve salâtı ikame edenleri uyarırsın. Her kim arınırsa ancak kendisi için arınır. Dönüş de yalnızca Allah’adır.

Bu ayet, sorumluluğun kişisel olduğunu, hiç kimsenin -akrabası bile olsa- başkasının günahını çekmeyeceğini bildirmektedir.
Bu beyan, Mekke ileri gelenlerinin elleri altındaki “gariban” kesime; “Eğer Muhammed’e uymamak günah ise siz korkmayın, biz sizin günahını çekiveririz” diyerek uyguladıkları sömürü ve İslam’a girişi engelleme politikalarını bozmuştur.
Bu ayet aynı zamanda da, İsa peygamberin başkalarının günahını çektiği yolundaki Hıristiyan inancını reddetmektedir.
Kur’an’da açıkça ifade edilmiş olmasına rağmen hiç kimsenin başkasının günahını çekmeyeceği hususunu ne yazık ki hâlâ bilmeyenler vardır ve bu konuda yanlışa itilen kişilerin direnmeleri hep “günahın benim boynuma” saçmalığı ile kırılmıştır. Oysa Kur’an’ın açık ifadesine göre o gün, akraba bile olsalar kimse kimsenin yükünü çekmez.
Bu konu, önemine binaen Kur’an’da tekrar tekrar dile getirilmiştir:

En’âm; 164: De ki: Allah her şeyin Rabbi iken, ben O’ndan başka Rabb mi arayayım? Herkesin kazandığı yalnız kendisine aittir. Kendi yükünü taşıyan hiç kimse, bir başkasının yükünü taşımaz. Sonra sadece Rabbinizedir dönüşünüz. Böylece O, ayrılığa düştüğünüz şeyi size haber verecektir.

Abese; 33–37: Sonra, şiddetle çarpanın çıkardığı korkunç ses geldiği zaman;
bir gün ki o, kişi kaçar kardeşinden,
annesinden, babasından,
eşinden, oğullarından.
O gün onlardan her kişi için kendisini boş bırakmayacak bir uğraş vardır.

Bakara; 123: Ve öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse, hiç kimsenin yerine bir şey ödemez, kimseden fidye kabul edilmez. Ve ona şefaat de fayda vermez, onlar yardım da olunmazlar.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla