Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 12:18 AM   #3
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

17.Ve sağ elindeki nedir ey Mûsâ?

18.Mûsâ: “O, benim asamdır, ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim ve onda benim için başka yararlar da var” dedi.

19.Allah: “Ey Mûsâ! Onu bırak/çobanlığı bırakıp yerleşik hayata geç! 24Firavun’a git, şüphesiz o azdı” dedi.

***

20.O da onu hemen bıraktı/ yerleşik hayata geçti, bir de ne görürsün! Artık sağ elindeki; kendisine vahyedilen Kitap, koşan bir candır; sosyal hayatın kaynağıdır.

25.Mûsâ: “Rabbim! 33.Seni tüm noksanlıklardan çok arındırmamız 34.ve Seni çok çok anmamız için 25.göğsümü aç, 26.işimi bana kolaylaştır. 27.Dilimden de düğümü çöz 28ki sözümü iyi anlasınlar. 29.Ve ehlimden; 30.kardeşim Hârûn’u 29.benim için bir vezir kıl, 31.o’nunla arkamı kuvvetlendir. 32.İşimde o’nu bana ortak et. 35.Şüphe yok ki Sen bizi görüp duruyorsun” 20.dedi.

Not: bu pasaj, Teknik ve anlam bilgisi nedenlerle resmi mushaftan farklı dizilmştir.

17. Âyetteki soru bilgi almak için sorulmuş bir soru değildir. Çünkü Allah onun elinde bir asa tuttuğunu bilmektedir. Soru, Mûsâ peygamberin dikkatini asaya çekerek kendisine verilecek göreve hazırlama amacına yöneliktir.

ASANIN DİĞER YARARLARI:
Mûsâ peygamberin 18. Âyetteki onda benim için başka yararlar da var şeklindeki ifadesi, asasını Âyette sayılanlar dışında başka işlerde de kullandığını göstermektedir. Meselâ dağda bayırda çobanlık yapan bir kişi yiyecek içecek torbasını asasının ucunda taşır, bitki köklerini topraktan asasıyla çıkartır, su bulmak için toprağı kazarken asasından yararlanır, sürüsünü asasıyla güder, vahşî hayvanlara ve saldırganlara karşı asasını silâh olarak kullanır. Ancak Mûsâ peygamberin bu sözlerinden sonraki gelişmeler göstermektedir ki, artık çoban Mûsâ peygamberin asasının işi bitmiştir, yani asa eski işlevleri için Mûsâ peygambere artık lâzım değildir. Bundan sonraki sağ elinde tutacağı Asa başka bir şeydir, tüm bâtıl olan şeyler o şey ile yok edilecek ve insanların gerçekleri görmesi o şey ile sağlanacaktır.

Bazıları Mûsâ peygamberin asasının ona sağladığı faydaları sayıp dökmekle bitirememişler ve asa ile ilgili birçok kerametler nakletmişlerdir. Bunlara inanan zavallılar da kerameti hep asada aramışlar ve kutsiyet izafe ederek onu günümüze kadar taşımışlardır. Nitekim bazı kişiler asayı peygamberlerin sünneti olarak kabul etmekte ve bu çağda bile asa ile dolaşmaktadır.

Dikkat edilirse, Mûsâ peygambere de tıpkı peygamberimize Mescid-i Aksa’daki son sidre ağacının yanında yapılan hitap gibi aracısız hitap edilmiştir. Yani her iki peygambere de birbirine benzer şekillerde vahye dilmiş ve ikisine de Şûrâ Sûresi’nin 51. Âyetindebildirilen Allah’ın beşer ile konuşma şekillerinden perde arkası usulü uygulanmıştır.

6,7.Ve müthiş kuvvetleri olan, üstün akıl sahibi olan ve egemenlik kurmuş olan, en yüksek ufukta idi. 8,9.Sonra yaklaştı ve hemen sarktı. İki yay uzunluğu kadar, ya da daha yakın olmuştu. 10.Hemen de kuluna, 14.son kiraz ağacının yanında 15.–ki yanında oturmaya değer konaklama yeri vardır– vahyettiğini vahyetti. 16.O zaman kiraz ağacını kaplayan kaplıyordu.11.Gönlü, gördüğünü yalanlamadı. 12.Onun gördüğü şeyden kuşku mu duyuyorsunuz?/Onun gördüğü şey hakkında o’nunla mücâdele mi ediyorsunuz?

13.Andolsun onu, başka bir inişte daha gördü. 17.Göz şaşmadı ve azmadı. 18Andolsun, Rabbinin alâmetlerinin/göstergelerinin en büyüğünü gördü. (Necm/ 10–18)

30-32.Sonra oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vâdinin sağ tarafından, bir ağaçtan seslenildi: “Ey Mûsâ! Hiç şüphesiz ki Ben, âlemlerin Rabbi Allah’ın ta kendisiyim! Ve birikimini ortaya at! –Birikimini sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görünce de dönüp arkasına bakmadan kaçtı.– Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın. Koynundaki gücünü devreye sok, kusursuz, mükemmelce çıkacaksın. Korkudan kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan bir toplum olmuşlardır.” (Kasas/ 30- 32)

20-23. âyetlerde, Mûsâ’ya verilen iki âyetten bahsedilmektedir. Bunlardan ilki, sağ eline çoban asâsının yerine verilen vahiy/kitap/Tevrât; ikincisi ise gücüne güç katacak olan Hârûn’dur. Aşağıdaki âyetlerde Mûsâ’nın ifade yeteneğinin yeterli olmadığı, meramını iyi anlatması için kardeşi Hârûn’un kendisine yardımcı yapılmasını istediği ve bu isteğinin de verildiği görülecektir.

Bu konu, yani asâ ve yed [kusursuz güç] hakkında A‘râf sûresi’nde detay verilmiştir. Burada başka sözcükler üzerinde duracağız.

الحية [HAYYE]

Hayye sözcüğü de, Mûsâ pasajının doğru anlaşılmasındaki kilit sözcüklerden biridir. Bu nedenle bu sözcük üzerinde durmak istiyoruz:

Hayat sözcüğünden gelen hayye sözcüğü, “bir kere yaşam” demektir. Araplar bu sözcüğü birçok şekilde kullanırlar:

Uzun ömürlü olmasından dolayı yılana, hayye denir.

Gözü keskin olana, “O, hayye‘den daha iyi görür” derler.

Hain, sinsi olana, “O, hayye‘den daha zâlim” derler.

Çevresine, toplumuna yararlı olanlara, onları koruyanlara, “O, bölgenin, yeryüzününhayye‘si” denir.

Kadın-erkek uzun yaşayana, “O, hayye‘nin tekidir” derler.

Kişi akıl, zeka ve dehada zirvede olduğu zaman, “O, vâdinin hayye‘sidir” denir.

Hayye, teşbihen Büyük Ayı yıldız kümesinin ikizleri ile Alkaid [ölü sönük yıldız] arasındaki yıldızlara denir.[10]

Tahiyye [selâmlama/Allah sana ömür versin] sözcüğü de aynı kökten gelir.

Özetlersek, bu sözcüğün anlamı, “hayat ve canlılık”tır. Dolayısıyla hayye sözcüğü, “yılan” demek olmayıp, “varlığın uzun ömürlü oluşu”nu nitelemektedir. Tâ-Hâ sûresi’ndeki حية تسعى[hayyetun tes‘â/koşup duran tes‘â] ifadesinin, Türkçe’deki tam karşılığı, “yedi canlı” deyimi olup bu da, “defalarca ölüm tehlikesiyle karşılaşmasına rağmen her seferinde sağ kurtulmak” anlamına gelir. Bu sözcük, birçok hastalıktan, bela ve felaketten kurtulan kişiler için kullanıldığı gibi, kedi ve yılan için de kullanılır.

Bu âyetteki hayye sözcüğünü anlamak için, Mûsâ’nın sağ elindekinin diğer bir nitelenmesini de dikkate almak gerekir. Allah Neml/10 ve Kasas/31′de, Mûsâ’nın sağ elindekini, Sanki görünmeyen bir varlık gibi hareket ettirir diye nitelemiştir. Yani, Mûsâ’nın sağ elindeki şey, “hareket ettiren görünmez bir varlığa” benzemektedir. Bu hareket sağlayan görünmez varlık ise, insanların ve hayvanların canıdır.

Bu ifade, vahyin/ilâhî kitapların “rûh” niteliğidir. Kur’ân’ın bir adının da rûh olduğu gibi, Mûsâ’nın sağ elindekinin [Kitabının] adı da rûh’tur:

15.O, dereceleri yükseltendir, en büyük tahtın/en yüksek mevkiin sahibidir: O, buluşma günü hakkında uyarmak için Kendi emrinden/ Kendi işinden olan vahyi kullarından dilediğine bırakır.Mü’min/15)

52,53.İşte böylece Biz, sana da Kendi emrimizden/Kendi işimizden olan ruhu/ Kur’ân’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nûr/ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde bulunanlar Kendisi için olan Allah’ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın, bütün işler yalnız Allah’a döner. (Şûrâ/52-53)

20. âyetteki hayye sözcüğü, “yılan” olarak anlaşılınca, doğal olarak 21. âyetteki korkmaksözcüğü de “yılandan korkmak” olarak anlaşılmıştır. Hâlbuki buradaki korku, bu sûrenin 45-46. âyetleri ile Şu‘arâ/10-15, Neml/10 ve Kasas/30. âyetlerde konu edilen Mûsâ’nın görevden korkması, kaçmasıdır.

10.Bir vakit de Rabbin, Mûsâ’ya: “Git o yanlış; kendi zararlarına iş yapan topluma; 11Firavun toplumuna, hâlâ Allah’ın koruması altına girmeyecekler mi?” diye nida etmişti.

12.Mûsâ: “Rabbim! Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkarım. 13Göğsüm de daralır, dilim konuşmaz, onun için Hârûn’a da elçilik ver. 14Hem onlara ait benim üzerimde bir suç var. Ondan dolayı beni öldürmelerinden korkarım” dedi.

15.Allah: “Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Haydi, ikiniz alâmetlerimizle/göstergelerimizle gidin. Şüphesiz ki, Biz sizinle beraberiz, işitenleriz.16,17.Haydi, ikiniz Firavun’a gidin de ‘Biz kesinlikle, İsrâîloğulları’nı bizimle beraber gönderesin diye’ âlemlerin Rabbinin elçisiyiz deyin” dedi.(Şu‘arâ/10-17)

8-12.Sonra oraya geldiği zaman seslenilmişti: “Ateşin içindeki ve yanı başındaki kişi bolluklu kılınmıştır! Ve âlemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden arınıktır!

“Ey Mûsâ! Şüphesiz Ben, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah’ım!

“Ve birikimini ortaya koy!” –Onu sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görüverince, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. -Ey Mûsâ korkma! Şüphesiz ki Ben; Benim yanımda elçiler korkmaz. Ancak, kim yanlış; kendi zararlarına iş yapar, sonra kötülüğün ardında iyiliğe çevirirse, şüphesiz Ben, çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim.–

“Ve koynundaki gücünü devreye sok, dokuz âyet [alâmet/gösterge] içinde Firavun’a ve onun toplumuna hiç kusursuz, mükemmel çıkacaksın. Şüphesiz onlar yoldan çıkmış bir toplum olmuşlardır.”(Neml/8-12)

30-32.Sonra oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vâdinin sağ tarafından, bir ağaçtan seslenildi: “Ey Mûsâ! Hiç şüphesiz ki Ben, âlemlerin Rabbi Allah’ın ta kendisiyim! Ve birikimini ortaya at! –Birikimini sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görünce de dönüp arkasına bakmadan kaçtı.– Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın. Koynundaki gücünü devreye sok, kusursuz, mükemmelce çıkacaksın. Korkudan kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan bir toplum olmuşlardır.” (Kasas/ 30-32)

45.Mûsâ ile Hârûn: “Rabbimiz! Onun bizim aleyhimize aşırı gitmesinden veya azgınlığından korkarız” dediler.

46.Allah: “Korkmayınız, şüphesiz Ben ikinizle beraberim, işitirim ve görürüm. 47Hemen ona gidin de ona; ‘Şüphesiz biz Rabbinin iki elçisiyiz. Artık İsrâîloğulları’nı bizimle gönder ve onlara azap etme; kesinlikle biz sana Rabbinden bir alâmet/gösterge ile geldik. Selâm kılavuza uyanlaradır. 48Şüphesiz biz; kesinlikle bize, kesinlikle azabın yalanlayana ve sırt çevirene olduğu vahyedildi’ deyiniz.” 46dedi (Tâ-Hâ/45-46)

BEMBEYAZ EL?

22. âyetetteki, tahrücü [çıkacak] filinin öznesi “el” değil, “sen”dir. Bu ifade, fiil kalıbının “ikinci eril tekil şahıs” kalıbı ile, “üçüncü dişil tekil şahıs” kalıplarının aynı kalıp olmasından karıştırılmıştır. Burada kastedilen de kendisine yedek güç olarak verilmiş olan vezir Hârûn’u devreye sokması, o’nun sayesinde ifadeleri kusursuz, lekesiz ve eksiksiz olarak tebliğ etmesidir.

Burada 20-23. âyetlerde zikri geçen Mûsâ’ya verilen iki ayet; alamet, gösterge, Furkân sûresi’nde şöyle zikredilmiştir:

35.Ve andolsun ki Mûsâ’ya Kitab’ı verdik, kardeşi Hârûn’u da o’nunla birlikte yardımcı, destekçi verdik.

36.Sonra da, “Haydi âyetlerimizi yalanlayan o topluma gidin!” dedik. Sonunda da onları parçalayıp yok ettik.(Furkân/35-36)

19, 24. O [Allah], “Ey Mûsâ! Onu bırak/çobanlığı bırakıp yerleşik hayata geç! Firavun’a git, şüphesiz o azdı” dedi

Bu Âyette, elçilik görevi verilen Mûsâ peygambere tuğyan hâlindeki Firavun’a gitmesi bildirilmektedir. Çünkü kibirli Firavun öylesine azmıştır ki, kendini ilâh, [Rabb]çevresindekileri de kulları olarak görmektedir. Bu kıssanın anlatıldığı Şu’arâ Sûresi’nin 10-11. ve b,aşka yerdeki Âyetlerden anlaşıldığı üzere Mûsâ peygamber sadece Firavun’a değil aynı zamanda “zâlimler kavmine, Firavun’un kavmine” de gönderilmiştir.

Burada sadece Firavun’un zikredilmesi, onun kendi toplumunun doğru yoldan çıkışına liderlik etmesi, toplumunun da bu yoldan çıkışta ona karşı bir irade gösterememesi sebebiyledir:

38.Firavun da, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ’nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o’nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi.(Kasas/ 38)

21-24.Sonra da Firavun, yalanladı ve karşı geldi. Sonra çabucak arka döndü. Sonra toplayıp seslendi de: “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” dedi. (Nâziât/ 21- 24)

36.Allah: “Ey Mûsâ! İstediğin sana verildi.” dedi.

21.Allah:“23.Sana en büyük alâmetlerimizden/göstergelerimizden göstermemiz için 21tutun ona, korkma! Biz onu ilk yürüyüş yoluna geri çevireceğiz; o işleri yoluna koyacağız, sana sıkıntı verdirmeyeceğiz22.Diğer bir alâmet; gösterge olmak üzere de gücünü/kanadına ekle, çirkinlik olmadan hiç kusursuz, mükemmelce çıkacaksın” dedi.

Bu Âyet gurubunda, verilen görevi yerine getirebilmek için Mûsâ peygamberin kendisine gerekli gördüğü ve Allah’tan talep ettiği maddî ve manevî unsûrlar yer almaktadır.

Bu talepler;

Göğsünün açılması,
İşinin kolaylaştırılması,
Dilindeki düğümün çözülmesi ve
Vezir olarak kendisine Hârûn’un verilmesidir.
GÖĞSÜNÜN AÇILMASI:
İnşirah Sûresi’nin tahlilinde de belirttiğimiz gibi, göğsün açılması “ferahlık, rahatlık, metanet ve cesaret sahibi olmak” anlamına gelmektedir.

Mûsâ peygamber de, malını mülkünü terk edip ehlinden ayrı olarak yapacağı bu görevin kendisine doğuracağı sıkıntıları, göğüs darlığını tahmin ettiği için Rabbinden bu talepte bulunmuştur.

DİLİNDEKİ DÜĞÜMÜN ÇÖZÜLMESİ:
Elçilik görevini alan bir kişinin Firavun ve saray adamlarını etkilemek için güzel konuşma yeteneğine sahip olması gerektiğini bilen Mûsâ peygamber, aynı zamanda bu yeteneğin kendisinde olmadığını da biliyordu:

51-53.Ve Firavun, toplumunun içinde seslendi: “Ey toplumum! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise meramını anlatamayan kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o’nun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli değil miydi?” dedi.(Zühruf/ 51- 53)

33,34.Mûsâ dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir kişi öldürdüm, şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn’u da benimle gönder; o, dil bakımından benden daha iyi, güzel ve etkilidir. O nedenle o’nu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.” (Kasas/ 33–34)

Firavun ve kavmiyle olan konuşmalarına bakıldığında, Mûsâ peygamberin dilindeki bağın çözüldüğü anlaşılmaktadır. Zira söylemlerinin tümü gayet beliğdir. Bu güzellik, yedek güç olarak kendisine vezir verilen kardeşi Harun sayesinde oluşmaktadır. Bu konu A’raf suresinin tahlilinde “Yed-i Beyza” ifadesininin açıklamasında verilmiştir.

Mûsâ peygamberin dilindeki sorun, Kitab-ı Mukaddeste şöyle geçmektedir:

Mûsâ, “Aman, ya Rab!” dedi, “Ben kulun ne geçmişte, ne de benimle konuşmaya başladığından bu yana iyi bir konuşmacı oldum. Çünkü dili ağır, tutuk biriyim.”[11]

Fakat Talmut, Mûsâ peygamberin konuşmasındaki yetersizliği çok garip bir şekilde açıklamıştır:

Mûsâ, çocuk iken, Firavun’un sakalını tutup onu yoldu. Firavun da, onu öldürmeyi kafasına koyarak, “Elinde mülkümün ve kudretimin zail olacağı kimse budur” dedi. Bunun üzerin Asiye: “O, akıl edemeyen bir çocuktur. Bunun emaresi ise, senin ona hurma ve ateşi yaklaştırmanda” dedi. Sonra da, bu iki şey onun önüne konuldu; o, ateşi aldı ve ağzına koydu…[12]

Ne yazık ki, bu saçma hikâye birçok klâsik kaynakta sanki gerçekmiş gibi yer almıştır.

HÂRÛN’UN VEZİRLİĞİ:
Hârûn ile ilgili olarak, Mûsâ peygamberin kardeşi olmasından başka Kur’ân’da herhangi bir ayrıntı verilmemiştir.

Kitab-ı mokaddes, Hârûn’un büyük kardeş olduğunu söylemektedir:

Firavunla konuştuklarında Mûsâ seksen, Hârûn seksen üç yaşındaydı.[13]

Mûsâ peygamberin Hârûn’un vezirliğini istemesi, kendisi dağa gittiği sırada Hârûn’un da ehli arasında bulunduğunu düşündürmektedir. Çünkü Hârûn yanında olmasa, kendisi yıllardır Medyen’de bulunduğundan Hârûn’un sağ olduğunu bile bilemeyecek, dolayısıyla da onu vezir olarak isteyemeyecekti. Ayrıca Âyette geçen ehli sözcüğünün, aile efradı yanında kan bağı yakınlıklarını ve sıhrî yakınlıkları da kapsaması, Hârûn’un da orada bulunduğunu desteklemektedir.

الوزير- VEZîR:

Vezîr sözcüğünün anlamı, türediği sözcüğe göre şu şekillerde açıklanabilir:

Eğer وزر - vizr = yük kökünden türediği kabul edilirse, “yük çeken” anlamına gelir. Zaten vezirler de krallara yardımcı olmak sûretiyle onun yükünü çeken kimselerdir.
Eğer Kıyâmet Sûresi’nin 11. Âyetinde geçen وَزَرَ - vezer = sığınak sözcüğünden türediği kabul edilirse, “kendisiyle korunulan dağ” anlamına gelir. Zaten vezirler de bir bakıma kendilerine başvurulan, danışılan, sığınılan kimselerdir.
Bu Âyet grubundaki olaylar Kasas Sûresinde şöyle anlatılmıştır:

30-32.Sonra oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vâdinin sağ tarafından, bir ağaçtan seslenildi: “Ey Mûsâ! Hiç şüphesiz ki Ben, âlemlerin Rabbi Allah’ın ta kendisiyim! Ve birikimini ortaya at! –Birikimini sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görünce de dönüp arkasına bakmadan kaçtı.– Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın. Koynundaki gücünü devreye sok, kusursuz, mükemmelce çıkacaksın. Korkudan kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan bir toplum olmuşlardır.”

33,34.Mûsâ dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir kişi öldürdüm, şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn’u da benimle gönder; o, dil bakımından benden daha iyi, güzel ve etkilidir. O nedenle o’nu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.”

35.Allah dedi ki: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve ikiniz için bir güç, iktidar oluşturacağız. Sonra da onlar alâmetlerimiz/göstergelerimiz sebebiyle size erişemeyecekler. Siz ikiniz ve ikinizi izleyenler üstün olanlarsınız.” (Kasas/ 30–35)

Otuz altıncı ayetteki “O [Allah] dedi: “Ey Mûsâ! İstediğin sana verildi.” ifadesinden, Mûsâ peygamberin taleplerinin Allah tarafından kabul edildiği anlaşılmaktadır. Yani Mûsâ peygamberin göğsü açılacak, işi kolaylaştırılacak, dilindeki bağ çözülecek ve kardeşi Hârûn da veziri olacaktır. Kısacası, görevinde başarılı olması için Mûsâ peygamberin gerekli gördüğü maddî ve manevî imkânların tümü kendisine verilmiştir.

SİYRET

Ta Ha21 Allah: “23Sana en büyük alâmetlerimizden/göstergelerimizden göstermemiz için 21.tutun ona, korkma! Biz onu ilk yürüyüş yoluna geri çevireceğiz; o işleri yoluna koyacağız, sana sıkıntı verdirmeyeceğiz. 22.Diğer bir alâmet; gösterge olmak üzere de gücünü/kanadına ekle, çirkinlik olmadan hiç kusursuz, mükemmelce çıkacaksın” dedi.

“ سيرةSiyret” sözcüğü, “gece/ gündüz yürümek” anlamındaki “ س ى رsyr” kökünden gelir. İsm-ün Nev’i kalıbında olup “yürüyüş, yürüyüş yolu” demektir. Bu sözcük, “Vali halkının içinde güzel bir yürüyüşle ( سيرة حسنةsiyreten haseneten) yürüdü” deyiminden gelir. (TAC- LİSAN)

Bu ifade, valinin halkın işlerini yoluna koyduğundan, halkın problemlerinin çözüldüğünden kinayedir. Sözcüğün “seyr” ve “Mesire” kalıpları Türkçemize de aynen geçmiştir.

“ س ى ر s y r” kökünden türemiş farklı sözcükler Kur’an’da yirmi yedi kez yer alır. “سيرةSiyret” formuyla Kur’an’da sadece bir kez Ta Ha/21. âyette yer alır.

Ta Ha/21’deki “سنعيدها سيرتها الاولى senüıyduha siyretehal ula (Biz onları ilk yürüyüş yoluna geri çevireceğiz)” ifadesi de Musa’nın sayıp döktüğü problemlerin, Bizzat Allah tarafından çözüleceğinin, o işlerin Allah tarafından yoluna koyulacağının bildirimidir. Musa’nın güvencede olacağının teminatıdır. Tıpkı Rasülüllah’a Maide/ 67’de “Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Ve eğer bunu yapmazsan, o zaman O'nun verdiği elçilik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah da seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler toplumuna kılavuzluk etmez” şeklinde verilen teminata benzemektedir.

Ayette açıkça Musa’ya “Sen o hayat veren vahye tutun, korkma, Biz o işleri yoluna koyacağız, senin o problemlerini çözeceğiz, sana sıkıntı verdirmeyeceğiz, her şey güllük gülistanlık olacak” denilmektedir.

Nitekim Musa Bizzat Allah tarafından kendisine verilen bu güvence sayesinde Mısır’a döndüğünde hiç problem yaşamadı, korktuklarının hiçbiri başına gelmedi, işleri yolunda gitti. Gayet güzel bir ortamda çalışmalarını sürdürdü.

Kadim lügatlerde “ سيرةsiyret” sözcüğüne “ هيئةhey’et (şekil)” anlamının verildiği; nedenin de bu ayete geleneksel anlamına yönelik “elindeki yılanı ilk şekli olan odundan asaya dönüştüreceğiz” anlamını sağlamak olduğu bildirilmektedir. Oysa Arap dilinde, sağlanmak istenileni destekleyen “ سيرةsiyret” sözcüğünün هيئةhey’et (şekil)” anlamında kullanıldığını gösteren başka bir örneği daha bulunmamaktadır. Böyle bir anlam verilmesi, kesinlikle akıl ve kural dışıdır.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla