Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23. May 2013, 08:49 AM   #1
merdem
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 1.606
Tesekkür: 667
710 Mesajina 1.305 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
merdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud of
Standart Kuran’da mehir

KURAN’DA MEHİR

MEHİR

المَهر [mehr] sözcüğüyle aynı kökten gelen مهارة[maharet/beceriklilik] ve ماهر [mâhir/becerikli-uzman] sözcükleri yaygın olarak kullanılmaktadır.

المهر[mehr] sözcüğünün esas anlamı, “yüzmektir. Buradan hareketle ve sözcüğün yaygın olan “beceriklilik” anlamı da dikkate alındığında mehr sözcüğünün, “işini yüzdürmek, her işi becerebilmek” veya “işi garantiye almak” anlamına geldiği söylenebilir.

Asıl anlamı bu olmakla birlikte mehr sözcüğü, “evlilik esnasında kocası tarafından kadına ödenen para ya da mal” anlamında kullanılır olmuştur. Fakat sözcük Kur’an’da bu anlamıyla kullanılmaz, “evlilik esnasında koca tarafından kadına ödenen mal veya para” için Kur’an, الصّدقة [saduqa], فريضة[farîza], اوجور[ucûr], sözcüklerini kullanır.

الصدقة[saduqa] sözcüğü, ص د ق[sdq/doğru söylemek] kökünden gelir. Dolayısıyla sözcüğün, “doğru söylemek” anlamı esas alınırsa, “evlilik esnasında koca tarafından kadına ödenen mal veya para ”yı ifade eden saduqa sözcüğünün Kur’an’da, “geçimin sağlanacağına sadakat/doğru söz ile verilen güvence” anlamında kullanıldığı anlaşılır.

“Evlilik esnasında koca tarafından kadına ödenen mal veya para” –ki “mehir” ismiyle yaygınlık kazanmıştır– için bazı ayetlerde, أجر [ecr/ücret; bir şeyin karşılığı] kelimesi kullanılır. Bunun da, “kadının onurundan feda ettiklerinin karşılığı” olarak anlaşılması mümkündür.

Aslında, evlenecek erkeğin kıza-kız tarafına para veya mal vermesi geleneği, değişik din ve kültürlerde bilinmekte ve bu uygulamanın geçmişi çok eskilere dayanmaktadır. Bu, değişik kültürlerde “başlık parası”, “mohar”, “drahoma”, “kalın”, “ağırlık”, “namzetlik akçesi” gibi isimlerle anılmıştır. Bunun Kur’an’daki örneği, Mûsâ peygamberin Medyen ‘deki evliliğidir:

O [kızların babası] dedi ki: “Sekiz yıl bana çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan artık o kendinden; sana ağırlık vermek de istemem. İnşâallah beni salihlerden bulacaksın.” O [Mûsâ], “Bu seninle benim aramdadır; bu iki ecelden [iki süreden] hangisini gerçekleştirirsem demek ki, bana karşı düşmanlık/sorumluluk yok. Ve söylediklerimize Allah vekildir” dedi. (Kasas/27-28)

Mûsâ Reuel ‘in yanında kalmayı kabul etti. Reuel de kızı Sippora'yı o'nunla evlendirdi.

Bu geleneğin İslâm'a kadarki uygulamalarında dikkat çeken husus, yapılan ödemelerin daima kızın ailesine yapılmasıdır. Nitekim İslâm öncesi Araplarda da mevcut olan uygulamada da mehir, kıza değil, kızın ailesine verilirdi. İslâm'da ise mehir, evlenecek kadının bizzat kendisine verilir; verilen mal ya da para bizzat kadına ait olur.

KUR’ÂN'DA MEHİR

Kur’an’da mehrin konu edildiği ayetler:

Eğer kadınları, kendilerine dokunmadan veya onlara bir mehir takdir etmeden boşarsanız size bir günah yoktur. Ve onları kazançlandırın. Geniş olan hâline göre, eli dar olan da hâline göredir. Ma‘rûfa göre kazanç, muhsinleri [iyilik-güzellik üretenler] üzerine bir borçtur. Ve eğer onları, kendilerine dokunmadan önce boşar ve mehri de kesmiş bulunursanız, o zaman borç, o kestiğiniz miktarın yarısıdır. Ancak kadınlar veya nikâh akdini elinde bulunduran kimse bağışlarsa başka. Ve bağışlamanız takvaya daha yakındır. Aranızdaki fazlalığı da unutmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir. (Bakara/236-237)

Ve o kadınlara [yetimlerin kadınlarına] mehirlerini seve seve veriniz. Artık kendileri ondan [alacaklarından] bir kısmını size hoş ederlerse [ikramda bulunurlarsa] de onu afiyetle, çekinmeden yiyiniz. (Nisâ/4)

Size, anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, teyzeleriniz, halalarınız, erkek kardeşinizin kızları, kız kardeşinizin kızları, sizi emzirmiş olan anneleriniz, sütten kız kardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri, birleşme yaptığınız kadınlarınızın eski kocalarından doğup evinizde bulunan üvey kızlarınız –birleşme yapmadıysanız bir sakınca yok size–, kendi sulbünüzden olan oğullarınızın hanımları ve iki kız kardeşin arasını birleştirmeniz –eski yapılıp geçenler hariç–, yeminlerinizin sahip oldukları hariç, muhsan kadınlar [nikâhlı kadınlar da haram kılındı. Allah çok affedici, çok merhametlidir. Bunlar Allah'ın üzerinize yazdığıdır. Bunların dışında iffetlerinizi koruyup fuhuşta bulunmamak üzere mallarınızla, muhsanlaşacak [evlenecek] kadın aramanız size helâl kılındı. Öyleyse onlardan ne ile faydalandıysanız, farz bir görev olarak ücretlerini ödeyiniz. Zorunlu ödemenizden sonra, rızalaştığınız şeyde size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah en iyi bilen ve hikmet sahibi olandır. Ve sizden her kim hür mü’min kadınları nikâh edecek bir zenginliğe gücü yetmiyorsa, ona da, yeminlerinizin malik olduğu mü’min genç kızlarınızdan nikâhlamak var. Ve Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Sizin bazınız bazınızdandır. O hâlde fuhuşta bulunmayan, gizli dost edinmeyen sahiplenilmiş kadınlar olmak üzere yakınlarının izniyle onları [yeminlerinizin malik olduklarını] nikâhlayın ve örfe uygun bir şekilde ücretlerini [mehirlerini] verin. Sahiplenildiklerinde fâhişe işlerlerse, o zaman onlara hür kadınlara verilen azabın yarısı verilir. –İşte bu sizden günah işlemekten ürperen kimseleredir.– Ve eğer sabrederseniz sizin için daha hayırlıdır. Ve Allah Gafur’dur, Rahim’dir. (Nisâ/23-25)

Bu gün size temiz olan şeyler helâl kılındı. Kitap verilenlerin yemeği size helâl, sizin de yemeğiniz onlara helâldir. Müminlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce kendilerine kitap verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar da, namuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak –onlara ücretlerini/mehirlerini ödediğiniz takdirde– size helâl kılındı. Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O, ahirette hüsrana uğrayanlardandır. (Maide/5)

Ey Peygamber! Şüphesiz Biz, sana, ecirlerini [mehirlerini] verdiğin eşlerini helâl kıldık. (Ahzab/50)

Yukarıdaki ayetlerden açıkça anlaşılacağı üzere Kur’an’da konu edilen mehir, diğer din ve kültürdeki “başlık”, “mahor”, “drahoma ”ya benzememektedir.

Mehir konusunun doğru anlaşılabilmesi için, İslâm dininin kadına bakışının iyi bilinmesi gerekir:

• Kadın, beden ve cesaret yönünden erkeğe göre zayıf, cinsel organ yönünden savunmasız (Nisâ/34) olmakla birlikte, öz benlik olarak erkekten farklı değildir. Çünkü öz benliğin cinsiyeti yoktur. Herkesin öz benliğinin iyi ve kötü tarafları, kişilerin özgür iradeleri ile oluşmuş inanç ve amelleri sonucu ortaya çıkar. Diğer taraftan ise kadın, şefkat, merhamet, eğiticilik, öğreticilik gibi hissî konularda erkekten daha güçlüdür.

• Kadın tarladır, kültürdür (Bakara/223). Toplumların, maddî ve manevî varlıklarını sürdürmeleri kadına bağlıdır.

• Kadınların geçimleri, erkekler üzerine yüklenmiştir. Böylece kadınların dağ-taş geçim temini peşinde koşmaları ve tek başlarına seyahate çıkmaları neticesinde taciz ve tecavüze uğrama riski ve istismar edilme olasılığı ortadan kaldırılmıştır. (Nisâ/34)

• Kadının dul kalması hâlinde hemen evlenmesine izin verilmemiş, “iddet” kuralı getirilmiştir. (Bakara/228, Ahzab/49, Talâk/4)

Bütün bu hususlar dikkate alındığında, İslâm dinindeki mehrin mahiyeti daha iyi anlaşılır. Kur’an’a göre mehir; kadının “geçim sigortası ”dır. Bu kural, kadının zayıflığından değil, –kadının sosyal ve kültürel yönden önemine binaen– korunması gerektiğindendir. Dul kalması durumunda “iddet” süresince geçinebileceği bir mal ya da paranın kadına verilmesi, onun geçimini sağlamak için uğraşmasına, yuvasından uzaklaşıp sıkıntılara katlanmasına gerek bırakmayacaktır. Böylece kadın, taciz ve tecavüz riskinden uzak olacaktır. Kısacası Allah, kadını onurlandırmak, korumak ve mağduriyetini engellemek için ona mehir verilmesini emretmiştir.

Kur’an’da mehrin miktarı belirlenmemiş; özüne uygun olarak her çağda, o çağın şartlarına uygun olarak belirlenmesi için toplumlara bırakılmıştır.

Mehir’in amacı kadını himâye etmek olduğuna göre, ideal olanın; ekonomik açıdan kadının kocasına muhtaç olmayacak ölçüde ve sosyal açıdan özgüvene sahip nitelikte yetiştirilmesinin gerektiği ortaya çıkar. Nitekim Allah kocalara Ve o kadınlara [yetimlerin kadınlarına] mehirlerini seve seve veriniz. Artık kendileri ondan [alacaklarından] bir kısmını size hoş ederlerse [ikramda bulunurlarsa] de onu afiyetle, çekinmeden yiyiniz (Nisâ/4) ve Zorunlu ödemenizden sonra, rızalaştığınız şeyde size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah en iyi bilen ve hikmet sahibi olandır (Nisâ/25) buyurmuş ve ancak mehire muhtaç olmayan kadınların mehiri kocalarına bağışlamalarına izin vermiştir.

Yetim hukukunun konu edildiği pasajın 7. ayetinde, yetimlere erkek-kız ayırımı yapılmadan mirasta eşit pay verilmesi emredilmektedir. (Yetimlik çağını geçen erkek ve kız çocuklarının hükmü ayrı olup, 11. ayette yer almaktadır.) Bu âyet’in iniş sebebi hakkında şu olay nakledilir:

Âyet-i kerime Ensâr'dan Evs b. Sabit hakkında nazil olmuştur. Evs vefat etmiş ve geriye Umm Kucce adında bir hanım ile yine ondan doğma üç kız bırakmıştı. Ölenin amcaoğullarından ve vâsilerinden Süveyd ile Arfece adındaki iki kişi kalkıp onun malını aldılar, hanımına ve kız çocuklarına hiç bir şey vermediler. Cahiliye döneminde Araplar, kadınlara ve erkek çocuklara miras vermezler ve “Atların sırtında savaşan, mızraklarla vuruşan, kılıçla dövüşen ve ganimet elde edenden başkasına bir şey verilmez” derlerdi.

Umm Kucce bu hususu Rasûlullah'a (sa.) anlatınca, ölenin amca çocuklarını çağırdı. Kendisine, “Ey Allah'ın Rasulü!” dediler, “Bu kadının çocukları ne ata biner, ne zayıf düşmüş birisine yardım edebilir, ne de düşmana bir zararı dokunabilir.” Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Şimdi gidiniz, Allah'ın bu hususta bana neler emredeceğine bir bakayım” dedi.

Bunun üzerine yüce Allah, onları reddetmek, sözlerini ve cahilce tasarruflarını iptal etmek üzere bu âyet-i kerimeyi indirdi.

Yetim hukukunu konu alan pasajın 5. ayetine, Allah'ın, ayakta kalmanız için size vermiş olduğu mallarınızı buyurularak, malın insan hayatındaki önemine dikkat çekilmektedir. Malum olduğu üzere Allah savurganlığı yasaklamış, malın korunması için şâhitler huzurunda senetleşmeyi ve rehin almayı emretmiştir. Zira mal, akıllı insanların dünya ve ahiret mutluluğunu sağlar:

Duvara da gelince; o, şehirde iki yetim oğlanındı ve onun altında onlar için bir define vardı. Babaları da iyi bir zat idi. İşte onun için, –Rabbinden bir rahmet olmak üzere– Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım. İşte senin, üzerine sabra takat getiremediğin şeylerin te’vil!” (Kehf/82)

Yetimin malına da yaklaşmayın; yalnız erginlik çağına erişinceye kadar (malına) en güzel biçimde hariç [bu şekilde yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz]. Ve ölçüyü, tartıyı hakkaniyetle tastamam yapın. Biz kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa adil olun ve Allah'a verdiğiniz sözü tastamam tutun. İşte bunlar öğüt alıp düşünesiniz diye O'nun [Allah'ın] size vasiyet ettikleridir. (En’am/152)

Hayır, hayır… Doğrusu siz yetimi kerîmleştirmiyorsunuz, yoksulun yiyeceği üzerine birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Oysa mirası yağmalarcasına öyle bir yiyişle yiyorsunuz ki, malı öyle bir sevişle seviyorsunuz ki, yığmacasına! (Fecr/17-20)

Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi? O hâlde yetimi kahretme! (Duhâ/8-9)

Dini yalanlayan şu kimseyi gördün mü? İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse. (Maun/1-3)

Ergenlik çağına erinceye kadar yetimin malına da yaklaşmayın. En güzel bir şekilde olması müstesna. Ahdi de yerine getirin. Şüphesiz ahitte [verilen sözde] sorumluluk vardır. (Îsrâ/34)

Sana hamrdan [aklı karıştıran/örten şeylerden] ve şans oyunlarından soruyorlar. De ki: “Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler vardır. Fakat dünya ve ahirette günahları, menfaatlerinden daha büyüktür.” Yine sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan fazlasını infak edin.” Allah, tefekkür edersiniz diye ayetlerini işte böyle sizin için ortaya koyuyor. Sana yetimlerden de soruyorlar. De ki: Onlar için iyileştirme, en iyisidir. Eğer onlara karışırsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyla iyileştiriciyi bilir [birbirinden ayırt eder]. Eğer Allah dileseydi, sizi zora koşardı. Şüphesiz Allah Aziz’dir, Hakim’dir. (Bakara/219-220)

Aranızda mallarınızı da bâtıl sebeplerle yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını, bilerek ve günah ile yemek için hâkimlere aktarmayın. (Bakara/188)

Ayrıca Nisâ/127; Bakara/83, 177, 215; Enfâl/41; Haşr/7; İnsan/8 ve Beled/15'te de bu konuya değinilmiştir. H.Yılmaz
merdem isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
merdem Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (23. May 2013)