Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25. May 2014, 09:45 AM   #4
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Öyleyse dinde peygamberlerin yeri nedir?

Peygamber dinde “Sünnet” kavramıyla ifade edilir. Allah da “Kitap” kavramıyla ifade edilir.

SÜNNET

“Sünnet” sözcüğünün anlamı özetle “Yol, gidiş, tabiat, uygulama” demektir. Ki “falanın sünneti şöyledir, filanın sünneti böyledir” denilerek kişiler içinde kullanılabilir. Bu durumda o kişinin iyi veya kötü, sürekli olarak yapa geldiği davranışları anlaşılır.

Kur’an’da “Allah’ın sünneti” ifadeleri yer alır. Bu ifade ile de Allah’uın uygulaması, uygulama şekilleri” anlatılır.

Kur’an’da yeri olmamasına rağmen bir de peygamber sünneti icad edildi. Bu icada göre sünnet, “Peygamber’in söz, fiil ve takrirlerinin bütününü”dür. Sünnet sözcüğünün çoğulu “sünen”dir.

Bilindiği üzere sünnet, Kur’ân-ı Kerim’den sonra ikinci ana kaynak olarak kabul edilir. Fıkıh usulünde delil olarak kullanılan sünnet, Peygamber’den geliş şekline göre; söz, fiil veya tasvip (takrir) olmak üzere üçe ayrılır.

Kavlî sünnet: Peygamber’in çeşitli vesilelerle söylemiş olduğu sözlerdir.
Fiilî sünnet: Peygamber’in yaptıklarıdır.
Takriri sünnet: Peygamber’in görüp işittiği bir işe karşı çıkmaması ve onu kabul etmesidir.
Kur’an’dan öğrendiğimize göre peygamberlerin dindeki yeri:

Kur’an’a göre Rasülüllah, “el ÜMMΔdir (A’raf/ 157, Cuma/ 2, Al-i Imran/ 20, 75).

“el Ümmi” sözcüğü “Ümmü’l guravî” sözcüğünün farklı bir ifadesi olup anlamı “ANAKENTLİ” demektir. Mekke’nin Arabistan coğrafyasındaki adı “Ümmülgura (kentlerin anası; anakent)”dır. Mekke’ye “şehirlerin anası” denmesinin gerekçesi İbrahim peygambere kadar uzanmaktadır. Çünkü o tarihlerden beri Mekke, çevre kentlerle birlikte bakıldığında, çocuklarını etrafında toplamış bir ana görüntüsü içinde olmuştur. Bunun sebebi ise müminlerin hacc ibadetlerini Mekke’de yapıyor olmalarıdır. Böyle dinî bir toplanma merkezi olması dolayısıyla Mekke sadece ticaret ve ulaşımda değil, bilim ve sanatta da çok gelişmiş ve çevredeki kentlerin anası hâline gelmiştir.

Rasüllüllah’ın Anakentli olarak nitelenmesinin amacı, soyu, sopu, doğumundan itibaren tüm hemşehrilerinin gözünün önünde büyümüş, yaşamış, hayatına ait herhangi gizli tarafı ve bölümü bulunmayan, hayatının herhangibir bölümüne ait karanlık nokta bulunmayan; göz önünden kaybolmamış, gidip gizli bir yerlerden eğitim ve öğretim almamış demektir. Ki böyle olduğundan dolayı Kur’an’da Mekkelilere, Rasülüllah ile ilgili “Sahibüküm (arkadaşınız)”denilmiştir (Necm/ 2, Sebe/ 46, Tekvir/ 22).

Rasülüllah da herkes gibi bir beşerdir.

Kur’an’ın birçok ayetinde (örneğin Kehf/ 110, Fussılet/ 6) Rasülüllah’ın da herkes gibi bir beşer olduğu; kimseden farklı bir yapıda olmadığı uyarısı yer almıştır. Bu demektir ki, o da etten kemikten yaratılmıştır. Onun da başı, dişi ağrır. O da yer içer, çarşı pazar gezer. O da acıkır, susar. O da tuvalete gider. Onun da saçı sakalı uzar. Onun da üstü başı kirlenir, teri, diğer atıkları kokar. Yani yapısal olarak diğer insanlardan hiç farkı yoktur.

Bu özellikler ile Rasülüllah’ın İslam dinindeki yerini tespit edelim:

Peygamber olmazdan evvelki dönem

Bilindiği üzere Kur’an’da Musa ve İsa peygamberlerin doğumlarından başlayarak bilgi verilir. Rasülüllah elÜmmi olduğundan Rasülüllah’ın peygamberlik öncesine ait kimliği ile ilgili bilgi verilmemiştir. Çünkü herkes kendisini doğduğu andan itibaren iyiden iyiye kendi babalarını, çocuklarını tanıdıkları gibi tanıyorlardı (En’am/ 20, Bakara/ 146).

Bizi ise Rasülüllah’ın kimliği değil, seciyyesi, ilmi, irfanı, dini imanı yönü ilgilendirmektedir. Yaplan spekülasyonlar da bu noktalara aittir. Onun için rasülüllah’ın bu noktalarını Doğru Haberci Allah’tan öğrenmemiz gerekmektedir.

Kalem/ 1-5

1Nûn/50. Kalem’i ve onların satır satır yazıp söylediklerini/ efsaneleştirdiklerini kanıt gösteriyorum ki; 2Sen Rabbinin nimeti sayesinde, mecnun [gizli güçlerce desteklenen/ deli bir kişi] değilsin. 3,4Ve kesinlikle senin için minnete bulaşmamış çok mal var. Ve kesinlikle sen, çok büyük bir ahlâk üzerindesin.

Ayette sözü edilen nimet, Rabbimizin Abdullah oğlu Muhammed’e peygamber olmadan önce verdiği akıl, zekâ, cesaret, güzel ahlâk gibi özellikler ile onu hanif ve müşrik olmayan İbrahim’in dinine tâbi kılışıdır. Daha önce Enbiya suresinin 51. ayetini bu konuda delil olarak göstermiştik.

Bu nimetlerden anlıyoruz ki, tıpkı Musa peygamber gibi Abdullah oğlu Muhammed de peygamberlik için hazırlanmıştır. Kur’an bize Musa’nın doğumundan itibaren yaşadığı olayları ve geçirdiği eğitim sürecini ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Ama peygamberimiz hakkında onun kadar detaylı bilgiye sahip değiliz.

51. ayette de göreceğimiz gibi, peygamberimizin bazı müşriklerce “مجنون mecnun” [delirmiş], “مفتون meftun” [fitneye uğramış] gibi densizce yakıştırmalarla itham edilmesi ancak peygamberliğini ilân etmesinden sonra olmuştur.

3Ve kesinlikle senin için minnete bulaşmamış çok mal var.

Bu ayet, surenin doğru anlaşılması bakımından kilit bir ayettir. Bu nedenle ayetin doğru anlaşılması öncelikle gereklidir.

Ayetin orijinal metninde geçen “اجرا ecran” sözcüğü Türkçe’de de kullandığımız “ücret” sözcüğünün anlamdaşıdır. “اجر ecr” ile “ اجرة ücret” sözcüklerinin anlam bakımından birbirlerinden farkı olmayıp ikisi de hizmet karşılığı verilen para ve mal anlamına gelmektedir. Terimler üzerinde büyük bir otorite olan Ragıb el-İsfehanî’ye göre bu bedel maddî olabileceği gibi, manevî de olabilir. “اجرا Ecran” sözcüğünün ayette nekre/belirsiz nesne olarak yer almasından mal varlığının çokluğu da anlaşılabilir.

Yine ayetin orijinalinde geçen “ممنون memnun” sözcüğü, “kesilmiş” anlamına geldiği gibi, “minnete bulanmış, minnet borcu altına girmiş” anlamlarına da gelir. Aynı kelime “غير Gayr” edatıyla kullanıldığında “kesilmemiş, kesintiye uğramamış” veya “minnete bulanmamış, minnet borcu bulunmayan” anlamlarını ifade eder.

Bazı meal ve tefsir yazarları bu ayette kastedileni “peygamberimize ahirette verilecek sınırsız, kesintisiz ücret” olarak anlamışlar ve kitaplarına da bu şekilde yansıtmışlardır.

Ancak bu isabetsiz bir anlayıştır. Öncelikle bu ayetin “kasem ederim/ dikkatini çekerim/ kanıt gösteririm” sözleriyle biten önceki ayetin bir devamı olduğu unutulmamalıdır. Bir önceki ayette Allah peygamberimize “dikkatini çekerim” dedikten sonra sözlerine devam etmekte, bu ve bunu takip eden iki ayette de dikkat çektiği hususları açıklamaktadır. Bu akış içinde, dikkat çekilen hususun ahiretteki sınırsız, kesintisiz ücret olduğunu düşünmek, Allah’ın o an için var olmayan bir şeye dikkat çektiğini kabul etmek olur ki, bu da anlamlı olmaz. Çünkü ancak mevcut olan bir şeye dikkat çekilebilir. Bu durumda ayeti şu şekilde anlamak daha isabetlisi olacaktır: “Ve muhakkak ki, senin için minnete bulaşmamış [başına kakılmayacak] çok mal var.”

Büyük alimlerden Mücahid, Mukatil ve Kelbî de bu anlamları tercih etmişlerdir.

İĞFAL EDİLMEMİŞTİR

Bu ayetten şunu anlıyoruz ki, peygamberimiz sahip olduğu mal, mülk, para, pul nedeniyle kimseye minnet borçlusu değildir. Elindekilere kimseden yardım, lütuf alarak sahip olmamış, her şeyi kendi elinin emeği, alnının teriyle kazanmıştır. Kısaca kimseye minnet borçlu değildir. Bundan dolayı yüzünün aklığıyla, alnının açıklığıyla herkesin karşısına çıkabilir, tebliğde bulunabilir. İşte, Abdullah oğlu Muhammed’in peygamber seçilişinin nedenlerinden biri de bu özelliğidir.

Rasulullah, peygamberliği boyunca bu konuya çok önem vermiştir. Minnet borcu olanların alacaklıları karşısında boynu bükük olacağından, kendisi ile beraber soyundan da hiç kimsenin sadaka ve zekât almaması konusunda duyarlılık göstermiştir.

Peygamberimizin zenginliği ve servetinin temizliği Kur’an’ın ve tarihin tanıklığıyla sabit olmasına rağmen fakir olduğu, fakirliği övdüğü ve fakirliğiyle övündüğü yolunda birçok söylenti çıkarılmıştır. Hatta borçlu yaşadığı ve borçlu öldüğü bile ileri sürülmüştür.

Alacaklısının bir Yahudi olarak gösterilmesi bu söylentilerin düzülüş amacının ne olduğu yolunda bize ipucu vermektedir. Bunlardan kayda değer olanlarını ibret maksadıyla naklediyoruz:

1-Aişe anlattı: “Peygamber, Ebu Şahn adında bir Yahudiden veresiye yiyecek satın aldı ve demirden zırhını ona rehin verdi”[1]

2- Katade, Enes’ten rivayet etti: “Rasülüllah Medine’de bir Yahudinin yanına zırhını rehin bıraktı ve ondan aile fertleri için arpa satın aldı.”[2]

3- Esma bint Yezid anlatıyor: “Rasülüllah, zırhı bir Yahudi’de bir miktar zahire karşılığı rehine bırakılmış olarak vefat etti.”

4- Sabit b. Yezid anlatıyor: Rasülüllah vefat ettiği zaman, zırhı otuz sa’ arpa mukabili bir Yahudi’ye rehin bırakılmıştı.”[3]

Üç ve dördüncü rivayetler aslında birbirinin aynı olup biri Yezid’in oğlu diğeri de kızı tarafından piyasaya sürülmüştür. Bu rivayetler hadis şârihleri/açıklayıcıları tarafından eleştirilmiştir.

Muhtelif rivayet kitaplarında ise peygamberimizin Veda Haccında hedy olarak yüz deve kurban edecek kadar zengin olduğu anlatılmaktadır. Ayrıca siyer ve tarih kitapları da Fedek’te bir hayli arazisinin olduğunu ve bu arazinin Peygamberimizin vefatından sonra problem haline getirildiğini kaydetmektedir.

Bütün bunlar göz önünde tutulduğunda, peygamberimizin rehin karşılığında bir Yahudi’den borç alması da, o parayla evine arpa satın alacak kadar fakir olması da doğru bir haber olarak görünmemektedir.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
beyazasi (25. May 2014), Bilgi (26. May 2014)