Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25. April 2009, 09:57 PM   #3
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Ve Ant olsun ki, Biz Davud’a tarafımızdan bir fazlalık verdik; “Ey dağlar! Onunla beraber dönün! Ve kuşları da...” Ve onun için demiri yumuşattık: Bol bol zırhlar yap ve biçimlemede ölçülendir.- Siz de sâlihi işleyin. Kesinlikle Ben yaptıklarınızı en iyi görenim.-
Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay olan rüzgârı [boyun eğdirdik]; ve Biz erimiş bakır madenini ona sel gibi akıttık. Ve cinlerden eli altında Rabbinin izniyle iş görmekte olan kişileri [boyun eğdirdik]. Ve onlardan kim Bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından tattırdık.

Onlar, ona [Süleyman’a] mihraplar, timsaller [heykeller/resimler] ve havuzlar gibi çanaklar ve sabit kazanlardan her ne isterse yaparlar. -Ey Davud ailesi! Şükür için çalışın! - Ama kullarım içinde şükreden de çok azdır! -
Ne zaman ki Biz onun ölümünü gerçekleştirdik, onun ölümüne onlara değneğini yiyen dabbetülarzdan [arz canlısından] başka hiçbir şey delalet etmedi. [Onun öldüğünü onlara sadece değneğini yiyen dâbbetülarz [yer canlısı/ kurt] bildirdi/gösterdi yani anlamalarına sebep oldu]. Ne zaman ki yüz üstü yere düştü ortaya çıktı ki: “Cinler o gaybı [Süleyman’ın bilmedikleri ölümünü] bilmiş olsalardı, o alçaltıcı azap [hasret, gurbet esaret, ağır işler, zincire vurulmuşluk] içinde kalmazlardı.” (Sebe/10-14)

Davud ve Süleyman'ı da (hatırla). Hani onlar ekin hakkında hüküm veriyorlardı. Hani kavmin koyunları içinde yayılmıştı, biz onların hükmüne şahittik [kavmin yasalarının ne olduğunu biliyorduk].
Biz onu Süleyman’a hemen iyice kavratmıştık. Ve hepsine yasa ve ilim vermiştik. Davud’la beraber tespih etsinler diye, dağları ve kuşları buyruk altına aldık. Ve Biz Fail’lerizdir.
Ve Biz, sizin kötülüğünüzden sizi korumak için, sizin için zırh yapımını ona öğrettik. Artık siz şükreder misiniz?
Ve Süleyman’a, İçinde bolluklar oluşturduğumuz toprağa doğru onun emriyle akıp giden kasırga halindeki rüzgarı (boyun eğdirdik). Ve Biz her şeyi bilenleriz.
Ve Şeytanlardan, kendisi için dalgıçlık eden ve bundan daha düşük iş yapan şeytanları da. Ve Biz onlar için koruyucular idik.” (Enbiya/78-82)

Dâvûd'a Süleymân'ı da bahşettik. [O] ne güzel kuldu! Şüphesiz o çokça dönendi.
Hani kendisine akşam üstü iyi cins ve rahvan atlar sunulmuştu;
“Ben, hayır [servet, çıkar] sevgisini, Rabbimin zikrinden dolayı sevdim.” –Sonunda onlar perdenin arkasına girdiler.–
“Geri getirin onları bana!” [dedi]. Hemen onların bacaklarını, boyunlarını sıvazlamaya başladı.
And olsun ki Biz Süleymân'ı da fitneye düşürmüştük [çeşitli badirelerden geçirerek saflaştırmıştık, olgunlaştırmıştık]. Ve tahtının üzerine bir ceset bırakmıştık. Sonra o, döndü; “Ey Rabbim! Beni koru [maddî ve manevî pislik bulaştırma] ve bana, benden sonra hiç kimseye yaraşmayan bir mülk ihsan et! Şüphesiz ki Sen, bol bol ihsan edensin” dedi.
Bunun üzerine Biz de, o'nun emriyle istediği yere yumuşacık akıp giden rüzgârı, şeytânları; tüm dalgıç ve yapı ustalarını ve zincirlere bağlanmış olan diğerlerini o'nun emrine verdik.
İşte bu, Bizim hesaba gelmez ihsanımızdır. Artık sen dilersen başkalarına ver veya vermeyip tut.
Şüphesiz ki o'nun için yanımızda bir yakınlık ve güzel bir dönüş yeri vardır. (Sâd/30- 40)

Ve onlar [Yahudiler] Süleyman mülküne dair şeytanların okuyup durdukları şeylere uydular. Hâlbuki Süleyman kâfir değildi. Ama o şeytanlar kâfir idiler; … (Bakara/102)

Bu ayetlerden öğrendiğimize göre, Süleyman peygamberin emrinde yapı inşa eden, dalgıçlık eden, heykeller ve mihraplar yapan, demir ve bakır madenlerini işleyen işçiler/zincire vurulmuş köleler vardır. Cinler/şeytanlar olarak ifade edilen bu işçiler/köleler bu işleri metazori yapmaktadırlar. Ellerinde olsa yapmayı istemeyecekleri bu işler onlara bir azap gibi gelmektedir. Bu nedenle Süleyman peygamber ile sürekli çatışma halindedirler. Elinden kurtulabilseler baş kaldıracakları halde, güçleri yetmediği için korkularından takıyye yapmaktadırlar. Elebaşları Mısır’a kaçmıştır. Bu konu ile ilgili ayrıntılar, tarih bilgisi olarak Kitabı Mukaddes’in III. Krallar, II. Tarihler bölümlerinden bakılabilir.
Bu konuyla ilgili tarih kitaplarından da yararlanılmalıdır. Çünkü bu ayet tarihi olayların tamamını değil, İsrailoğulları tarafından yanlış bilinen bazı noktaların hakikatini bildirmektedir. Konu, tarihi belge niteliği taşıyan Ahdi Atik kitabından da [dinî olarak değil, tarihî olarak] incelenmelidir. Orada ll. Krallar ve 1. Tarihler bölümünde yeterince bilgi verilmektedir. Dâvûd’a (as) Allah ilim ve hikmet vermiştir. Davûd (as), demiri işlemeyi, dağları delmeyi, dağları aşmayı, zırh yapmayı öğrenmiştir. Bu ayetler tarihî bilgilerle birlikte ele alınmalıdır ki, iyi anlaşılabilsin.
Meselenin tarihsel yönü ise şöyledir:
Süleyman (as) İsrail oğullarının dışındaki Hittîler, Amorîler, Perizzîler, Hivîler, Yebusîler gibi kavimlerden angaryacı köleler edindiği, dışarıda hünerli işçiler getirtip çalıştırdığı, bu yabancı işçi/kölelerin Süleyman’ın ölümünden sonra oğlundan babasının vurduğu ağır boyunduruktan kendilerini kurtarmasını talep ettiği belirtilmektedir.
Bunlardan kesin olarak anlaşılan şudur: Süleyman’a (as) hizmet eden cinler ve şeytanlar, onun kendi hükümdarlığına hizmet etmeye zorladığı bir takım yabancılardır. Bu konuyu cinn, melek ve şeytan kavramını ele aldığımız çalışmalarımızda detaylı olarak açıklamıştık.
Konumuz olan ayette bir de “Dâbbetülarz” tamlaması geçmektedir. “Dâbbetülarz”ın kıyamet alameti, kıyamet habercisi olduğu spekülasyonuna karşı, Neml/82’yi tahlil ederken “Dabbeh” adıyla özel bir başlık altında bu kavramı incelemiş ve Sebe’/14’te geçen “Dâbbetülarz” kavramının orada sunduğumuz ayetlerdekinden ayrı olduğunu, onlarla ilgisinin olmadığını, bu ayettekiyle ilgili ayrı bir çalışma yapılması gerektiği üzerinde durmuştuk. (Tebyinü’l Kur’an; c.4, s. 173-183)
Burada da oradaki “Dâbbeh” kavramı üzerinde durmayıp konumuz olan Sebe’/14’te tamlama halinde bulunan “dâbbetü’l-arz” ifadesi üzerinde duracağız ve âyeti kelime kelime analiz edeceğiz:

“DÂBBETÜLARZ” NEDİR?

Yerli ve yabancı meal ve tefsirlerde bu ifadeye şu anlamların verildiği görülmektedir:
* “... asasını yemekte olan bir ağaç kurdu ...”
* “... değneğini yiyen bir ağaç kurdu ...”
* “... bir güve böceği yere dayandığı asasını yiyordu.”
* “... ağaç kurdu ...”
* “... değneğini yiyen bir yer yaratığı ...”
* “... değneğini kemiren bir yer yaratığı ...”
* “... kemirgen beyaz karınca [termit] ...”

Dil/Edebiyat uzmanları, dünyadaki tüm dillerde sanatsal/müteşabih anlatımlar bulunduğunu dile getirmektedir. O nedenle bir ibarede sözcüklerin hakikat anlamlarının kabul edilmesine bir mania /engel olduğu zaman o sözcüklerin sanatsal anlamları, yani metafor, mecaz, kinaye gibi ikincil anlamları dikkate alınır. Bu ayette de böyle olmalıdır.
Bu sanatsal anlatım doğrultusunda, Süleyman peygamberin asası onun hükümdarlığını; asayı yiyen kurt ise Süleyman peygamberin hükümdarlığını [ülkesini] parçalayan dirayetsiz, basiretsiz oğlu [halefi] Rehoboam’ı simgeler.
Tarihi kayıtlara göre, Süleyman’ın oğlu Rehoboam zevk ve sefaya dalıp bilgili ve tecrübeli danışmanlarını dinlememiş, kendisi gibi eğlence düşkünü arkadaşlarına uymuştu. İşte, Süleyman’ın (as) saltanatı, mülkü, devleti bu yüzden yıkılmıştı. Nitekim Süleyman’ın (as) mülkünden sonra da nice padişahlıklar, krallıklar, çarlıklar, şahlıklar rüşvet, işret ve lüks yaşam yüzünden yıkılıp gitmişlerdir.
Anadolu’da bu tür olaylar “kurt uylamış” deyimiyle ifade edilmektedir. Bu deyimle çok büyük bir ağacın [ülkenin] sonunun yaklaştığı anlatılmak istenir. Küçük şeyler büyük sonuçları meydana getirir.
İngilizlerde de şöyle bir deyim vardır:

Mıh düştü nal düştü,
Nal düştü at düştü,
At düştü süvari düştü,
Süvari düştü ordu düştü,
Ordu düştü kral [ülke]düştü.

Bu ifade kısaltılırsa “Küçük bir çivi ülkeyi yok etti” denebilir.

Ayetteki anlatımın mecaz olduğunu daha iyi anlayabilmek için mevcut meallerdeki anlamlar esas alınarak şu sorular sorulabilir:
* Süleyman peygamber, söylentilerde olduğu gibi, namaz kılarken ölmüş olabilir mi?
* Namazda nasıl oluyor da değneğe dayanıyor?
* Süleyman peygamber hükümdar mı, yoksa işçilerin çalışıp çalışmadığını denetlemekle görevli bir eleman mıdır? Koskoca bir hükümdarın başka işi gücü yok mudur ki işçilerin başında beklemektedir?
* Bir böcek bir değneği ne kadar sürede kemirebilir? Bu süre içersinde bir insanın yeme, içme, uyuma ve diğer zaruri ihtiyaçlarını gidermesi nasıl mümkün olabilir?
* Ölmüş bir adamın günlerce kokmadan beklemesi mümkün müdür? Hele hele Ortadoğu’nun sıcak ikliminde buna imkân var mıdır?
* İşçilerin başında bekleyen bir maket olabilir mi?
Görüldüğü gibi, ayet zahir anlamıyla değerlendirildiğinde ister istemez akla bu tür sorular gelmektedir.
Bütün bu soruların bizi götürüp bırakacağı yer, “Yoksa ayette müteşabih bir ifade, mecaz ve kinayeli bir anlatım mı var?” sorusudur.
Şimdi ayetin bizce hazırlanan mealine bakalım:

14- Ne zaman ki Biz onun ölümünü gerçekleştirdik, onun ölümüne onlara değneğini yiyen dabbetülarzdan [arz canlısından] başka hiçbir şey delalet etmedi. [Onun öldüğünü onlara sadece değneğini yiyen dâbbetülarz [yer canlısı/kurt] bildirdi/gösterdi [anlamalarına sebep oldu]. Ne zaman ki yüz üstü yere düştü, ortaya çıktı ki: “Cinler o gaybı [Süleyman’ın bilmedikleri ölümünü] bilmiş olsalardı, o alçaltıcı azap [hasret, gurbet, esaret, ağır işler, zincire vurulmuşluk] içinde kalmazlardı.”

Ayette geçen şu kavramlara özellikle dikkat edilmelidir:
KAZA: Bu terimin doğru anlaşılması çok önemlidir. Kaza, kaderin gerçekleşmesidir. Kader ise yaratılan varlıkların hiçbir dahl ve tesiri, istek ve tercihi olmadan Allah’ın tüm yarattıkları için kararlaştırdığı şeylerdir. Mesela insanlar için doğumları, ölümleri, ırkları, cinsiyetleri, renkleri, ömürleri kader iken, Ay ve Güneş için yörüngeleri; elementler için de yapı ve özellikleri kaderdir. İnsanların kendi akıl, fikir ve iradeleriyle yapmış oldukları iyi-kötü, güzel-çirkin iş ve davranışlar onların kaderi değil, amel ve tercihleridir.
Bu anlamda “kader”in yani “kararlaştırılmış hükm”ün infazına, gerçekleştirilmesine “kaza” denir. Konumuz olan ayette ifade edilen kaza ise “Süleyman için kararlaştırılmış olan ölümün gerçekleşmesi”dir.
GAYB: Ayetteki bu sözcüğün başında “ الel” takısı bulunmaktadır. Bu takı âyetin siyak ve sibakının delaletiyle istiğrak için olmayıp özelleştirme içindir. Yani cinlerin bilmediği gayb genel olarak tüm gayb değil, sadece “Süleyman’ın ölmüşlüğü”dür. Yani “... onun öldüğünü bilselerdi ...” demektir. Zaten genel gaybı kimsenin bilemeyeceği bilinmektedir. Bu nedenle, bu âyet halk kültüründeki cinlerin genel olarak gaybı bilip bilmediği konusunda ele alınmamalıdır.
Ayette dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da, Süleyman (as)’ın öldüğünün “Dabbetülarz” tarafından cümle âleme değil, sadece cinlere [emrinde çalışan yabancı işçilere/kölelere] bildirilmiş olduğudur. Buradan, onların dışında zaten herkesin Süleyman (as)’ın öldüğünü bildiği anlaşılmaktadır.
Demek oluyor ki, Süleyman (as)’ın öldüğünü öğrenen cinler buna sevinmişler, bayram edip bu ölümü kutlamışlardır. Eğer Süleyman (as)’ın öldüğünü daha evvel öğrenmiş olsalardı, çalışmalarını bırakıp isyan ederler, böylece kendilerini kölelikten, angaryacılıktan kurtarırlardı. Nitekim öğrendiklerinde de öyle olmuştur.
Ayette verilen temel mesaj ise şudur:
“Süleyman gibi güçlü bir iktidara sahip olanlar da ölecekler, onların da mülkleri sona erecektir. O iktidar, o haşmet ve o debdebe gelip geçecektir.”
Süleyman'ın değneğini iktidara benzetir*sek, “Bir kurt bile onu kemirip çökertebilecektir.” Küçük zannedilip üzeri*ne gidilmeyen siyasî ve sosyal olaylar toplumu yer, kemirir ve sonra da koca iktidar yıkılıverir.

Bu konuyla ilgili nakiller şöyledir:

İbn Cerîr Taberî der ki: Bize Ahmed İbn Mansûr... İbn Abbâs'tan nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Allah’ın nebîsi Süleyman (a.s.) namaz kıldığında gözünün önünde yeşermiş bir ağaç görürdü ve ona ‘senin adın ne?’ derdi. O da ‘şudur’ derdi. ‘Niçin yaratıldın?’ diye sorup da ondan ‘fidan olarak...’ diye cevap alırsa fidan olarak diktirir, eğer ‘tedavi için...’ diye cevap alırsa koparttırırdı. Bir gün namaz kılarken önünde yine bir ağaç gördü. Ona ‘senin adın ne?’ dedi. O ‘harrâb [bir nevi keçi boynuzu]...’ dedi. ‘Sen ne içinsin?’ deyince, o ‘şu evin tahribi için...’ dedi. Süleyman (a.s.) bunun üzerine dedi ki: ‘Allah'ım, cinlere benim ölümü gösterme ki, insanlar cinlerin gaybı bilmediklerini öğrensinler. Kendisine bir değnek yonttu ve üzerine dayandı. Bir yıl onun üzerinde durdu. Cinler işini yapmaya devam ediyorlardı. Bir kurt değneği yedi ve bunun üzerine ölümü açığa çıktı. Yine insanlar öğrendiler ki, eğer cinler gaybı bilmiş olsalardı, bir yıl boyu ağır zahmete dayanmazlardı. Saîd İbn Cübeyr der ki: İbn Abbâs bu âyeti şöyle okurdu ve mânâ verirdi: Yere düşünce ortaya çıktı ki; eğer onlar gaybı bilir olsalardı (bir yıl boyunca) horlayıcı azap içinde kalmazlardı. İbn Abbâs der ki: Cinler kurda teşekkür ettiler, ona su getirirlerdi. İbn Ebu Hatim de bu haberi İbrahim İbn Tahmân kanalıyla İbn Abbâs'tan nakleder ki, bunun ref'inde hem garîblik, hem de münkerlik vardır. Ancak mevkuf bir haber olması gerçeğe daha yakındır. Atâ İbn Ebu Müslim el-Horasânî'nin pek çok garîb rivayetleri olduğu gibi, bazı hadîsleri de münkerdir. (İbn Kesir)
Süddî, Ebu Mâlik ve Ebu Salih kanalıyla Abdullah İbn Abbâs'tan, Mürve el-Hemedanî kanalıyla da Abdullah İbn Mes'ûd'dan ve peygamberin ashabından bir topluluktan nakleder ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Süleyman (a.s.) bir yıl, iki yıl, bir ay, iki ay Beyt el-Makdîs'e çekilirdi. Bundan daha çok veya daha az çekildiği de olurdu. Yiyeceğini ve içeceğini mabede getirirdi. Vefat ettiğinde yiyeceğini mabede götürmüştü. Bunun başlangıcı şöyle olmuştu: Her gün sabah olunca mukaddes evde bir ağaç yetişirdi. Süleyman peygamber gelir ve ağaca ‘senin adın nedir?’ diye sorardı. Ağaç da ‘adım şu ve şudur’ derdi. Eğer dikilecek bir fidansa fidanlığını, eğer deva için bir otsa hangi derdin devası olduğunu söylerdi. Bu durum böylece devam edip gitti. Nihayet harrûbe denilen bir ağaç bitti. Süleyman peygamber ona ‘senin adın nedir?’ dedi. Ağaç ‘benim adım harrûbedir’ dedi. Süleyman peygamber ‘ne için bittin?’ deyince, o ‘bu mabedi yıkmak için bittim’ dedi. Süleyman peygamber ‘ben diri iken -Allah dilemedikçe- onu kimse yıkamaz’ dedi. ‘Öyleyse benim helak oluşum ve mukaddes evin harap oluşu senin yüzünden olacaktır’ diyerek onu çekip bir duvarın içine dikti. Sonra mihraba girdi, namaz kılmaya başladı, asasına dayanmıştı. O sırada vefat etti. Şeytanlar onun vefat ettiğini bilmiyorlardı. Onlar Süleyman peygamberin çıkıp da kendilerini cezalandırmasından korkarak ve asasına dayanmış vaziyette olduğu için diri sanıp çalışıyorlardı. Şeytanlar mihrabın etrafında toplanırlardı. Mihrabın önünde ve yanında ayrı delikler vardı. Süleyman (a.s.) atmak istediği şeytana ‘sen surdan girip öbür taraftan çıkacak güçte misin?’ derdi. Şeytan da oradan girip öbür taraftan çıkmak için giderdi. Şeytan oradan girip geçerken mihrap da Süleyman (a.s.)'a bakacak olursa mutlaka yanardı. Bir seferinde şeytan oradan geçti ve Süleyman (a.s.)'ın sesini duymadı. Sonra döndü yine duymadı. Tekrar döndü evin içine girdi ve yanmadı. Baktı ki, Süleyman (a.s.) düşüp ölmüş. Çıkıp halka onun öldüğünü haber verdi. Onlar da Süleyman (a.s.)'ın mihrabını açıp oradan kendisini çıkardılar. Habeş dilinde “ منسات minsete” âsâ demektir. Asasını kurdun yediğini gördüler. Ne zaman öldüğünü de bilemediler. Sonra o kurdu âsânın üzerine koydular, bir gün ve gecede asadan bir miktar yedi. Buna göre hesap ettiler ve baktılar ki, o, bir yıl önce ölmüş. Onlar bir yıl boyunca Süleyman (a.s.)'ın ölümünden sonra da işlerine devam etmişlerdi. İşte, böylece cinlerin gaybı bildiklerine dâir sözlerinin yalan olduğunu insanlar anladılar. Şayet onlar gaybı bilir olsalardı, Süleyman peygamberin ölümünü de bilirlerdi ve bir yıl boyunca onun için çalışıp yorulmazlardı. İşte Allah Azze ve Celle'nin “Onun ölümüne hükmettiğimiz zaman; ölümünü onlara ancak değneğini yiyen canlı farkettirdi. Yere düşünce ortaya çıktı ki; eğer onlar gaybı bilselerdi, horlayıcı azap içinde kalmazlardı” kavlinin mânâsı budur. Allah Teâlâ insanlara onların durumunu açıklayarak yalan söylediklerini beyan ediyor. Sonra şeytanlar kurda dediler ki: ‘Eğer sen yemek yiyeceksen, sana en güzel yemekleri getiririz. Eğer sen şarap içeceksen en güzel içecekleri sana sunarız. Ancak biz sana su ve çamur taşırız. Râvî der ki: Nihayet onlar o kurda su ve çamur taşıdılar. Görmez misiniz, ağacın kovuğunda bulunan çamuru? Şeytanlar sırf ona teşekkür için bu çamuru taşımaktadırlar. Bu haber -Allah bilir ya- ancak Ehl-i Kitâb bilginlerinin söyledikleri sözlerden [İsrâilîyyât] ibarettir. Bu türden sözler üzerinde dikkatle durulmalıdır. Hakikate uygun olanları doğrulanır. Hakikate aykırı olanlar da yalanlanır. Geriye kalanlar ise ne doğru kabul edilir, ne de yalan sayılır. İbn Vehb... Abdurrahmân İbn Zeyd İbn Eslem'den nakleder ki; o, “Ölümünü onlara ancak değneğini yiyen canlı fark ettirdi” kavli hakkında şöyle demiş: ‘Süleyman (a.s.) ölüm meleğine ‘benim canımı almakla emrolunduğun zaman, bunu bana bildir!’ dedi. Ölüm meleği ona gelip dedi ki: ‘Ey Süleyman! Senin canını almakla emrolun-dum. Senin yirmi dört saatten az bir zamanın kaldı. Süleyman (a.s.), şeytanları çağırıp kendisi için camdan bir köşk yaptırdı ve köşke kapı yapmadı. Ayağa kalktı, asasına dayanıp namaz kılmaya başladı. Râvî der ki: Ölüm meleği onun yanına girdi ve o asasına dayanmış halde iken ruhunu aldı. Süleyman peygamber ölüm meleğinden korktuğu için böyle yapmış değildi. Cinler onun önünde çalışıyor ve onun diri olduğunu zannederek kendisine bakıp işlerine devam ediyorlardı. Allah Teâlâ ağaç kurdunu göndererek asanın içine girdirdi ve kurt âsâyı yedi. Asanın içini yiyip bitirince, değnek dayanamaz oldu ve Süleyman düştü. Cinler bunu görünce kalkıp etrafına koşuştular. İşte, yukarıdaki ayetin kastettiği anlam budur. Asbağ İbn Ferec der ki: Başkasının bana anlattığına göre, ağaç kurdu bir yıl boyunca ağacın içinden yiyordu ve o düşmemişti. Seleften başkası da böylece zikretmiştir. Allah en doğrusunu bilendir. (İbn Kesir)

15- Ant olsun ki, Sebe' kavmi için iskân ettikleri yerde bir ayet vardı: Sağdan ve soldan iki bahçe! -“Rabbinizin rızkından yiyin ve O'nun için şükredin [karşılığını ödeyin]! Ne güzel bir belde ve çok bağışlayıcı bir Rab!”-

Yukarıda Allah’a şükretme çağrısı yapılmış, Davud ve Süleyman peygamberler de “nimetlere şükreden kullar” olarak tanıtılmıştı. Sonra da onların şahsında şükrün [nimetin karşılığını ödemenin] önemi belirtilerek herkesin şükredemediğine dikkat çekilmişti.
15-21. ayetlerden oluşan pasajda ise şükretmeyip nankörlük eden bir toplum ve akıbeti örnek gösterilmektedir. Bu topluma sağdan soldan iki cennet verilmiş, yani dünya hayatı onlara çok kolaylaştırılmış, kendilerine bol bol nimetler verilmiş ve bunların karşılığında kendilerine “Rabbinizin rızkından yiyin ve O'nun için şükredin [karşılığını ödeyin]!” denilmişti. Yani “size bu nimeti veren bağışlayıcı Rabb’i sakın unutmayın! Size verilen nimetlerden işsizlere, aşsızlara Allah’ın hakkı olarak belirli bir pay ödeyin!” denilmişti.

SEBE’ ÜLKESİ

Daha evvel Neml suresinin tahlilinde (Tebyinü’l Kur’an; c.4. s.135) Sebe’ ile ilgili olarak şu ansiklopedik bilgiler verilmişti:

Sebe, Güney Arabistan'da yer alan ve halkı ticaretle tanınmış bir ülke idi. Başşehri de şimdiki Kuzey Yemen'in merkezi Sana'nın kuzeydoğusunda, takriben 55 mil mesafede olan Ma'rib kenti idi. Main krallığının yıkılışından sonra, M.Ö. yaklaşık 1100 yıllarında güç kazandı ve bin yıl boyunca Arabistan'da hüküm sürdüler. Daha sonra, M.Ö. 115 yılında onların yerini Himyerîler aldı. Bunlar da Arabistan'da Yemen ve Hadramut, Afrika'da Habeşiştan'ı idare etmiş olan Güney Arabistan'ın meşhur başka bir milleti idi. Sebeliler bir taraftan Afrika kıyıları, Hindistan, Uzak Doğu ve Arabistan'ın iç kısımlarının dâhil olduğu yerlerde cereyan eden tüm ticarî faaliyetleri, diğer taraftan da Mısır, Suriye, Yunanistan ve Roma'ya yönelik ticareti ellerinde tutuyorlardı. Eski çağlarda servet ve refahları ile meşhur olmaları işte bundandı. Hatta öyle ki, Yunan tarihçilerine göre o devirde dünyanın en zengin kimseleri bunlardı. Ticaret ve alışverişin yanında, ulaştıkları bu refahın başka bir nedeni de ülkelerinin birçok yerinde barajlar inşa etmiş ve sulama maksadıyla yağmur sularını toplamış olmalarıydı. Bu tesislerle ülkeyi gerçek bir bahçeye çevirmiş bulunuyorlardı. Yunanlı tarihçiler Sebe’ ülkesinin olağanüstü yeşilliklerine dair ayrıntılı bilgileri bize kadar ulaştırmışlardır. (Ansiklopediler)

Sebe Krallığı, Güneybatı Arabistan'da yerleşik bulunuyordu ve en parlak dönemlerinde [M.Ö. ilk bin yılda] yalnızca Yemen'i değil, Hadramevt'in geniş bir bölümünü, Mahrah topraklarını ve şimdiki Habeşistan'ın büyük bir bölümünü de içine alıyordu. Sebeliler, başkent Ma’rib'in -bazan Mârib olarak okunuyordu- çevresinde, yüzlerce yıllık bir zaman kesiti içinde, günümüze kadar ayakta kalabilmiş muhteşem kalıntılarıyla tarihte büyük bir ün yapmış olan olağanüstü barajlar, bentler ve suyolları şebekeleri inşa etmişlerdi. Sebe ülkesi, bütün Arap Yarımadası'nda dillere destan olan muazzam gelişmesini bu büyük barajlara borçluydu. (H. 334'de ölen coğrafya bilgini Hemedânî bu barajlar şebekesinin suladığı toprakların Doğuya, Rub‘u'l-Hâlî sınırları çevresindeki Sayhad çölüne doğru uzandığını nakleder.) Ülkenin zenginleşmesi, halkının ticarî faaliyetlere yoğun ilgisinden ve Ma’rib'den Kuzeyde Mekke, Medine ve Suriye'ye, Doğuda Arap Denizi kıyılarındaki Zufâr'a doğru ilerleyen ve böylece Hindistan ve Çin'e bağlanan deniz yolları ile birleşen “baharat yolu”nu kontrol etmelerinden ileri geliyordu. Yukarıdaki pasajın değindiği dönem, tabii, 27:22-44'de sözü edilenden daha sonraki bir zamana tekabül eder. (Muhammed Esed; Kur’an Mesajı)

16 - Fakat onlar yüz çevirdiler [karşılığını vermediler]. Biz de üzerlerine Arim [barajların] selini salıverdik ve iki bahçelerini onlara buruk yemişli, ılgınlık ve içinde biraz da sidir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik.
17 – Bu, onların küfretmeleri nedeniyle Bizim onları cezalandırmamızdır. Ve Biz sadece çok nankör olanları cezalandırırız.

Verilen nimetlere karşılık Sebeliler şükretme görevini ihmal ettiler ve Allah'ın verdiği nimeti inkâr ettiler. Allah Arim [baraj] selini göndererek onları cezalandırdı. Sel, bütün sulama sistemini bozdu. Bahçelerini, ülkelerini, içinde çok dikenli, acı meyveli, bir nevi meyveli misvak, sidr ve ılgın gibi küçük, bodur ağaçlar bulunan kötü manzaralı, tarıma elverişsiz bir araziye çe*virdi. Böylece baraj seli nedeniyle bütün ülke harap oldu. Sidir ağacı, Türkiye’nin Toros dağlarında da yetişen ve çam, köknar ailesinden olan “Sedir” ağacıyla karıştırılmamalıdır. Sidir ağacı, meyvesiz, dikenli, bodur bir çöl bitkisidir. Kayda değer bir gölgesi bile olmayan bu bitkiye “Arabistan Kirazı” da denir.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (4. November 2010)