Tekil Mesaj gösterimi
Alt 14. September 2011, 12:20 AM   #15
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Velâyet:

ولاية - velâyet sözcüğü de, "arada bir şey bulunmadan bitişiklik, yakın olma, yan yana olma ve yaklaşma" demek olup yer, niyet, zaman, din gibi faktörlere bağlı kalmaksızın arkadaşlıkta ve yardımda tam bir yakınlığı ifade eder.

Veli

Hem ولىvelî sözcüğü, hem de bu sözcüğün çoğulu olan اولياءevliyâ sözcüğü Kur’ân'da hep bu anlamda kullanılmıştır. Bu sözcükler İslâm'ın ortaya çıkışından yüzyıllar sonra, yabancı kültürlerin etkisiyle sözcük anlamları dışında birer kavram hâline gelmiş ve Müslümanların dinî hayatlarını istila etmiştir. Açıklıkla belirtmek gerekir ki, velî ve evliyâ sözcükleri Kur’ân'da tamamen kendi doğal anlamlarıyla kullanılan iki sözcüktür. Tasavvuf literatürünün bu doğal anlamları bozarak halk kültürüne özel mistik anlamlar ve hiyerarşik bir derecelendirmeyi ifade etmek üzere soktuğu "veli" ve "evliya" kavramlarının Kur’an’daki "veli" ve "evliya" sözcükleriyle bir ilgisi yoktur.

Esma-i Hüsnâ'dan biri olan ve Kur’ân'da hem Allah hem de kullar için kullanılmış olan velî sözcüğü Âyetlerde hep نصير - nasîr = yardımcı, مرشد- mürşid = aydınlatan, yol gösteren, شفيع – şefî' = şefaat eden, واق - vâk = koruyucu, حميد - hamîd = öven, yücelten sıfatları ve "karanlıklardan aydınlığa çıkarır, bağışlayıp merhamet eder, zarardan alıkoyup yarara yaklaştırır" nitelemeleri ile birlikte yer almıştır. Bu da demektir ki, velîliğin [yakınlığın] bu nitelikler ve bu sıfatlar ile yakın ilişkisi vardır. Yani, bu nitelik ve sıfatlar, velînin [yakın olanın] belirgin özellikleridir. Buna göre her nerede bir kimse için velî [yakın] sıfatı kullanılmışsa, o kimsenin "yardım eden, yol gösteren, şefaat eden, aydınlatan ve koruyan" bir kimse olduğu anlaşılmalıdır. Bunu şu âyetlerden kolayca anlamak mümkündür:

Bakara/107,120, Nisâ/45,123, 173, En'âm/14, 51,70, Ra'd/37, Kehf/17, 26, Şûra/ 28, 46, A’raf /196, Yusuf/ 101.

Velâyet sözcüğü zaman içinde, kişilerin ve toplumların birbiriyle olan ilişkilerinde hukukî bir kavram hâline gelmiş ve bu kavram uluslararası ilişkiler düzeyinde de genel kabul görmüştür. "Reşit bir şahsın, şahsi ve mali işlerini gözetip yürütme hususunda kasır [becerisi ve yeteneği olmayan, eksikli] olan bir şahsın yerini tutması" demek olan bu kavram, hukuk alanında geniş bir yer işgal etmesine rağmen, mana olarak sözcüğün kök anlamı ekseninden uzaklaşmamıştır.

Kısacası “Ülülemr, aynı zamanda Müslümanın velisi; "Yardım edeni, yol göstereni, aydınlatanı ve koruyanı” olmaktadır.

Rabbimiz biz Müslümanlara kimlere vekâlet, velâyet vermememiz gerektiğini Kur’an’da defalarca konu etmiştir.

Mü’minler, kendilerinden seviyesiz, Allah’ın ilâhlığını, Rabliğini örten kimseleri yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmesinler; yönetici yapmasınlar, yaşamlarını onların ellerine teslim etmesinler. Artık onu her kim yaparsa Allah’tan hiçbir şeyi yoktur. Ancak onlardan bir korunma yapmanız başkadır. Allah sizi Kendisinden sakındırıyor. Ve oluş/varış yalnızca Allah’adır. 89/3 [Âl-i Imran, 28]

Ey iman etmiş kimseler! Kendinizden seviyece düşük olan, Allah’ın ilâhlığını ve Rabliğini örten kimseleri yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmeyin; yönetici yapmayın. Kendi aleyhinizde Allah’a apaçık bir kanıt vermek mi istiyorsunuz? 92/4 [Nisa, 144]

Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu yardımcı, koruyucu; yönetici yapanları görmedin mi; hiç düşünmedin mi? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Ve onlar bilerek yalan yere yemin ediyorlar. 105/58 [Mücadile, 14]

Ey iman etmiş kimseler! Eğer Benim yolumda cihat etmek ve Benim rızamı kazanmak için çıktınızsa, size haktan gelen şeyleri örttükleri; inanmadıkları halde, onlara sevgi ulaştırarak; onlara sevgiyi gizleyerek Benim düşmanımı ve kendinizin düşmanını yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmeyin; onları yönetici yapmayın. Onlar, Rabbiniz Allah’a inandığınızdan dolayı elçiyi ve sizi çıkarıyorlar. Oysa Ben sizin gizlediğiniz şeyleri ve açığa vurduğunuz şeyleri en iyi bilenim. Ve sizden kim bunu yaparsa artık o, kesinlikle yolun ta ortasından sapmıştır.

Eğer onlar sizi ele geçirirlerse, sizin için düşman olacaklardır, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatacaklardır. Ve onlar, “keşke Allah’ın ilâhlığını ve Rabliğini örtseniz; inanmasanız” diye arzu etmektedirler.

Kıyamet günü akrabalarınız ve çocuklarınız size asla yarar sağlamazlar. Allah, aranızı ayırır. Ve Allah yaptıklarınızı en iyi görendir. 91/60 [Mümtehıne, 1- 3]

Belki Allah, sizlerle onlardan kendilerine karşı düşmanlık beslemekte olduğunuz kimseler arasında bir sevgi oluşturur. Allah, en iyi güç yetirendir. Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara hakkaniyetle davranmaktan men etmez. Şüphesiz ki Allah, hakkaniyetle davrananları sever.

Allah, ancak sizi, sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardımlaşan kimseleri velîleştirmenizi [koruyucu, gözetici, yönetici yapmanızı] yasaklar. Kim onları velîleştirirse, işte onlar, yanlış yapanların ta kendileridir.

(91/60, Mümtehine/7-9)

Ey iman etmiş kimseler! Allah’ın gazap ettiği toplumu velileştirmeyin; yönetici, gözetici yapmayın. Allah’ın ilâhlığını ve Rabliğini örtenlerin mezarlık halkından ümit kestiği gibi, kesinlikle onlar, ahiretten ümit kesmişlerdir. 91/60 [Mümtehıne, 13]

Ey iman etmiş kimseler! Yahudileri ve Hıristiyanları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmeyin. Onlar birbirlerinin koruyucu, yol gösterici yakınıdırlar. Sizden kim onları mütevelli; koruyucu, gözetici, yönetici yaparsa, artık o, şüphesiz onlardandır. Şüphesiz Allah, şirk koşarak, küfrederek yanlış yapanlar topluluğunu kılavuzlamaz. 112/ 5 [Maide, 51]

Ey iman etmiş kimseler! Kendi seviyenizde olmayanlardan sırdaş/sıkı arkadaş edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten geri kalmazlar. Onlar, sıkıntıya düşmenizi istediler. Kesinlikle kinleri ağızlarından dışa vurmuştur. Göğüslerinde gizledikleri şeyler de daha büyüktür. Eğer siz, aklınızı kullanacaksanız, Biz, sizin için âyetleri/alâmetleri/göstergeleri kesinlikle açığa koymuşuzdur. (Al-i Imran; 118)

Meseleyi özetlersek, velâyet ve vekâlet vermek velâyet verilen kişinin, kurumun, ülkenin vesâyeti altına girmek demektir.

Bu ayetlerin bize verdiği mesajlara göre Mü'minler kesinlikle velâyetlerini [korunmalarını, gözetilmelerini, yönetimlerini; hak ve özgürlüklerini], müşriklere-kâfirlere, Yahudi ve Hıristiyanlara veremezler, teslim edemezler. Bu, kesinlikle yasaklanmıştır. Müslümanlar, korunma, gözetilme, yönetilme; bekalarını ve geleceklerini etkileyecek işlerine; hak ve özgürlüklerine Müslüman olmayanları el sürdürmemelidir. Onlara ne velâyet ne de vekâlet verilebilir.

Allah’ın koyduğu bu, velâyetin, Yahudi, Hıristiyan, kâfir ve münafıklara verilmemesi kuralı, bağımsızlığın, özgürlüğün, varlığı sürdürmenin ve gelecekte de var olmanın teminatıdır. Bir Müslüman erkek, Yahudi veya Hıristiyan bir kadınla evlenebilir. Bunda her hangi bir sakınca yoktur. Yahudi veya Hıristiyan kadın, Müslüman erkeğin eşi, çocuklarının anası olabilir ama aile bünyesinde “Velî” olamaz. Nitekim Tevbe suresinin 71. âyetinde de şu ifadeler yer alır: “İnanan erkekler ve inanan kadınlar; bunların bazısı bazılarının velîsi; koruyucu, yol gösterici yakınlarıdırlar. ……”.

Şu âyetlere de bakılabilir: Enfal; 72, 73, Mâide; 51, 57, 80–82, Âl-i İmrân; 28, Tövbe; 23, Mümtehine; 1–2, 8, 9, Nisâ; 89, 144.

Bu ilkeye ters davrananların ve önemsemeyenlerin ibretlik akıbetleri tarih kitaplarında bolca görülebilir.

İşte bu ölçüleri dikkate alınan Müslümanlar, idari açıdan mahalle muhtarından, kaymakamdan, validen, bakandan başbakana, askeri açıdan da onbaşıdan generaline kadar velâyet ve vekâlet vereceği kişilerde bu özelliği arar. Bunları bulur, seçer ve atar. Sonra da atanmışlar İslâmi çerçevede bulundukları sürece ona itaat ederler. Bir Müslümanın aile reisi, mahalle muhtarı, belediye başkanı, kaymakamı, valisi, milletvekili, bakanları, başbakanı (idari yönetimdeki tüm yetkilileri) mutlaka kendilerinden yani Müslüman olmalıdır. Keza bir Müslüman askerin de manga komutanından mareşale tüm komutanları kendinden yani Müslüman olmalıdır; bir Müslüman asker, kesinlikle Müslüman olmayan bir komutanın emrinde askerlik yapamaz, o komutanın inancı çerçevesine savaşa çıkamaz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
hiiic (14. September 2011), merdem (3. July 2013)