Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27. September 2008, 10:30 PM   #2
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

“Zoraki iman”ın Kur’an’daki anlamı incelendikten sonra tekrar 7-10. ayetlere dönmek ve bu ayetlerde dile getirilen kıyamet sahnelerinin evrensel kıyametle ilgili olup olmadığını incelemek gerekir. Biz bu ifadelerin evrenin kıyameti olarak anlaşılmaması gerektiği kanısındayız. Çünkü bu ayetlerdeki olaylar, 1. ve 2. ayetlerde bildirildiği gibi, ileride meydana gelecek kıyamete ve o kıyamette kendisini çok kınayacak nefse kanıt olarak ileri sürülmektedir. Dolayısıyla ayette anlatılan bu olaylar herkesin dünyada her zaman görüp bildiği olaylar olmalıdır ki, ileride gerçekleşeceği ileri sürülen o büyük olaya kanıt olarak gösterilmeleri mümkün olabilsin. Eğer bu olaylar dünyada herkesin her zaman görüp bildiği olaylar değilse, kanıt gösterilmeleri anlamsız olur. Bu istidlalden hareketle biz, 7-10. ayetlerde mecazî ifadelerle bir insanın ölüm anının kompozisyonun çizildiği kanısındayız. Ayetler, insanın ölüm öncesi yaşadıklarını anlatmaktadır.
Şems suresinin tahlilinde “Şems” ve “Kamer” sözcüklerinin mecazen ne anlamlara gelebileceği hakkındaki görüşlerimizi sıralarken:

- “Şems [Güneş]”in Kur’an;
- “Kamer [Ay]”in de peygamberi sembolize ediyor olabileceğini söylemiştik.

Burada da, Şems suresindeki mecazî anlamlardan hareketle:
- “Ayın tutulması” ifadesini “peygamberin yaptığı tebliğin kişiye fayda vermemesi, yapılan tebliğe inanmak için vaktin kaçırılmış olması” anlamında;
- “Ay ve Güneş’in birleşmesi” ifadesini de “tebliğcinin ve hidayet rehberinin [Kur’an’ın] insanın zihninde kişileşerek kendisine fırsatı kaçırdığını bildirmesi” anlamında anlayabiliriz.
Bu takdirde; 7-10. ayetler ile şu sahnelerin canlandırıldığı söylenebilir:
O gün, yani gözün fal taşı gibi açıldığı, Ay’ın tutulduğu ve Ay ile Güneş’in birleştiği gün, inançsız insan ölümle burun buruna gelmiştir. İnançsız insan arayışa geçer, ölmek istemez ve “Kaçacak yer neresi?/ Kaçış nereye?” der. Ama o saatte artık peygamberin tebliğine inanmak için geç kalmıştır ve tebliğin ona faydası yoktur. Peygamberin “Bu, Kur’an’dandır!” diye bildirdikleri gerçek olarak karşısına çıkmış, can boğaza dayanmıştır:

94De ki: “Allah yanında ‘son yurt’ başkalarının değil de yalnızca sizin için ise, eğer doğrulardan iseniz haydi hemen ölümü temenni ediniz.”
95Hâlbuki elleriyle işledikleri yüzünden ölümü sonsuz olarak temenni etmezler. Allah ise kendi benliklerine haksızlık eden o kimseleri çok iyi bilendir.
96Ve sen, kesinlikle onları, insanların yaşamaya en hırslısı, Allah'ın ortağı olduğunu kabul etmiş olan kimselerden de daha hırslı bulacaksın. Onların her biri bin sene ömürlendirilmeyi arzular; oysa ömürlenmek/ çok uzun yaşamak kendisini azaptan uzaklaştırıcı değildir. Allah, onların yapmakta oldukları şeyleri çok iyi görücüdür. (Bakara/ 94-96)


30O gün her kişi, hayırdan işlediği şeyleri, kötülükten işlediği şeyleri hazırlanmış bulur. Kendisi ile yaptığı kötülükler arasında şüphesiz çok uzak bir mesafe bulunmasını ister. Allah, sizi Kendisinden sakındırıyor. Şüphesiz Allah, kullarına çok şefkatlidir. (Âl-i Imran/ 30)


42İnkâr eden ve Elçi'ye isyan eden kimseler, o gün toprağa karışıp gitmeyi isterler. Allah'tan hiçbir sözü gizleyemezler de. (Nisa/ 42)


11. 12. Ayetler:

11Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil! Sığınak diye bir şey yoktur. 12O gün varıp durmak sadece Rabbinedir/ o gün varılıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur.

Bu ayetler inançsız insanın o gün tüm arayışlarının boş olduğunu vurgulamaktadır. Öyle ki, o gün ne saklanacak bir kale, mağara veya herhangi bir sığınak vardır, ne de Rabbin huzuruna çıkarılmaktan kurtulabilmek mümkündür. O gün tek istikamet, mahşerde hesap vermek üzere Rabbin huzurudur.
Allah’tan kaçışın mümkün olmadığı Kur’an’ın birçok ayetinde tekrarlanmıştır:

6-8Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Dönüş Rabbine olmasına rağmen insan, kendisini yeterli gördüğünde, kesinlikle azar. (Alak/ 6-8)


42Göklerin ve yeryüzünün hükümranlığı yalnızca Allah'a aittir. Dönüş de ancak Allah'adır. (Nur/ 42)


42Hiç kuşkusuz, son varış yalnızca Rabbinedir. (Necm/ 42)


İnançsızlar için durum böyleyken, inançlılar bir an evvel mahşere atlama sevdasındadırlar. Aşağıda, 22, 23. ayetlerde görüleceği gibi onlar mutludurlar ve hâllerinden memnundurlar. Çünkü onlar için çok güzel korunaklar vardır:

31-37Kesinlikle Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için, Rabbinden; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden; Rahmân'dan [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'tan] bir karşılık ve yeterli bir bağış olarak korunaklar/ kurtuluş mekânları; sulak bağlar-bahçeler, üzümler, hepsi bir seviyede tomurcuklar; çiçek bahçeleri, dolu dolu su kapları vardır. Onlar, orada boş bir söz ve yalan duymazlar. –Onlar, O'nun huzurunda söz söylemeye güç yetiremezler.– (Nebe/ 31-37)


13. Ayet:

13O gün, o insan, önden yolladığı şeyler ve geriye bıraktığı şeyler ile haberdar edilir.

O gün,

“اليوم Yevm” sözcüğü Kur’an’da sadece “gün” anlamında değil, “evre, devre, etap” anlamlarında da kullanılmıştır. Bu sözcükler Kur’an’da bazen kısa bir “an”ı, bazen de uzun “yıllar”ı işaret etmektedir. Meselâ; Rahman suresinin 29. ayetinde “an” anlamındaki “yevm” sözcüğü, Hud suresinin 7, Fussılet suresinin 9 ve 10. ayetlerinde “uzun yıllar” anlamına gelmektedir.
Bize göre bu ayetlerdeki “o gün”, yukarıdaki olayların meydana geldiği ve inançsızların “Kaçacak yer neresi!” diyerek âdeta kaçacak delik aradığı, yani gözün fal taşı gibi açıldığı, Ay’ın tutulduğu, Güneş ve Ay’ın birleştiği gündür, ölüm anıdır.
İşte “o son an”da, insanın yaratılışta içine yerleştirilmiş biyolojik “çip”ler [hafıza işlevini gören sinir hücreleri] görev başına gelip kayıttaki bilgileri insanın görüşüne arz ederler. İnsan artık vicdanıyla baş başa kalmış ve yaptıklarının azabını vicdanında duymaya başlamıştır. Böylece insanın kendi aleyhine hem tanık hem de ihbarcı olacağı dönem o ölüm anıyla başlamıştır. Tabiî ki bu süreç ahirette de devam edecektir:

1-5Gök çatladığı zaman, yıldızlar dökülüp dağıldığı zaman, denizler yarılıp akıtıldığı zaman, kabirler altüst edildiği zaman; kişi, önünden gönderdiği ve geri bıraktığı şeyleri öğrenmiştir. (İnfitar/ 5)


6Artık Allah, onların hepsini dirilteceği gün yaptıkları şeyleri kendilerine haber verecektir. Allah onların yaptıkları şeyleri bir bir saymıştır, onlar ise unutmuşlardır. Ve Allah, her şeye en iyi şâhittir. (Mücadele/ 6)


12Şüphesiz ki ölüleri ancak Biz diriltiriz Biz. Onların önceden yapıp gönderdiklerini ve eserlerini de yazarız. Zaten Biz her şeyi bir “apaçık önderde/ Kur’ân'da” sayıp tesbit etmişizdir. (Ya Sin/ 12)


Hafıza hücrelerinin görev başına geleceği ve kişinin yaptıklarını eksiksiz olarak bildireceğine dair görüşümüz, bilimsel araştırmalardan da destek almış durumdadır. Dr. Pınar Uysal Onganer, 11 Şubat 2006 tarihli Cumhuriyet gazetesinin Bilim Teknik ekinde yer alan makalesinde şunları söylemektedir:
“… Kaliforniya’da bulunan Salk Enstitüsü Biyoloji Bölümü nörobiyologları [sinir biyologları], “Neuron” dergisinde konu ile ilgili bulgularını yayınladılar. Yaptıkları deneysel çalışmaları ile, unuttuğumuzu sandığımız için şemsiye almadığımıza inandığımız hâlde, aslında beynimizin hatırladığını kanıtladılar… Dr. Thomas D. Albrigt ve ekibi, maymunların beyinlerinde neler olduğunu anlamak için ‘İnferior Temporal Korteks’teki [İTK] sinir hücreleri sinyallerini incelemişler. İTK, beynin ‘görsel tanıma’ ve hatırlamadan sorumlu alanıdır. Elektriksel olarak bu bölgenin uyarılmasının, geçmişte yaşanan olaylara ait görsel halisinasyonlara neden olduğu gösterilmiştir. Ayrıca İTK’nın görsel hafızanın depolanması ve gerektiğinde çağırılmasında rolü olduğu düşünülmektedir.”

Yine, bir bilimsel gelişme daha:

ABD'deki Michigan Üniversitesi'nde yapılan araştırmada, ölüm anınıda beyin dalgalarında yüksek seviyede aktivite gözlendi. Araştırmacılar bu dalgaların insan beyninde algılama düzeyinin artmasına neden olabileceğini düşünüyor.
Surge of neurophysiological coherence andconnectivity in the dying brain

Jimo Borjigina,b,c,1,2, UnCheol Leed,1, Tiecheng Liua, Dinesh Pald, Sean Huffa, Daniel Klarrd, Jennifer Slobodaa,Jason Hernandeza, Michael M. Wanga,b,c,e, and George A. Mashourc,dDepartments of aMolecular and Integrative Physiology, bNeurology, and dAnesthesiology, and cNeuroscience Graduate Program, University of Michigan, AnnArbor, MI 48109; and eVeterans Administration, Ann Arbor, MI 48105
Edited by Solomon H. Snyder, The Johns Hopkins University School of Medicine, Baltimore, MD, and approved July 9, 2013 (received for review May 2, 2013) (www.pnas.org/cgi/doi/10.1073/pnas.1308285110 PNAS)

Ayette geçen “önden yolladığı ve geriye bıraktığı şeyler” ifadesi, gerek sözcüklerin anlamları ve gerekse cümlenin yapısı bakımından değişik manalar içeren oldukça kapsamlı bir ifadedir. Bizce bu cümlenin ifade ettiği bütün anlamlar doğrudur ve hepsi benimsenmelidir. Bizim yaptığımız sıralamaya göre ilk iki anlam şunlardır:

Birinci anlam: İnsan, yaptıkları yanında, yapması gerekmesine rağmen yapmadıkları ile de bilgilendirilir.

İkinci anlam: İnsan, o ana kadar yaptığı iyi ve kötü bütün amellerinden; ölümden sonra etkileneceği, yani işlediğinden dolayı sorumlusu sayılacağı tüm işlerden haberdar edilir.

13Onlar, elbette kendi yüklerini ve kendi yükleriyle birlikte nice yükleri de taşıyacaklar. Ve uydurup durdukları şeylerden kıyâmet günü kesinlikle sorgulanacaklardır. (Ankebut/ 13)


85Kim hayır ve iyiliklere aracı olmakla yardımcı olursa, bundan kendisine bir pay vardır. Kim de kötülüğe delil olmak ve yardım etmekle veya kötülük çığırını açmakla yardımda bulunursa, ondan kendisine bir günah payı vardır. Allah her şeye güç yetirendir. (Nisa/ 85)


24,25Ve onlara: “Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman, onlar, kıyâmet günü, kendi günahlarını tam olarak yüklenmek ve bilgisizlikleri yüzünden saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından bir kısmını da yüklenmeleri için, “Öncekilerin efsaneleri” dediler. Dikkat edin, yüklendikleri şey ne kötüdür! ( Nahl/ 25)


14, 15. Ayetler:

14,15Aslında insan, tüm mazeretlerini koysa da bile/tüm perdelni koysa da bile kendi aleyhine iyi bir gözetmendir:

14. ayet, o gün insanın haberdar edilmesinin beyindeki hafıza hücreleri ile olacağına dair yukarıda söylenilenlerin tasdiki mahiyetindedir. İnsana yaptıklarının ve yapmadıklarının bir başkası tarafından haber verilmesine, hatırlatılmasına gerek yoktur. Çünkü o, kendi aleyhine iyi bir gözetmendir. Kendi içine konulmuş olan “hafaza melekleri [hafıza hücreleri, hafıza melekesi]” sayesinde yapıp yapmadıklarını gözlerinin önünde oynayan bir film gibi seyreder, pişmanlık duyar, vicdan azabı çeker.
Bütün bu olaylar [haberdar edilme ve mazeret ileri sürme], kıyamet gününün birinci aşaması olan ölüm anında gerçekleşmektedir. Çünkü kıyametin ikinci aşaması olan ahirette kişinin kendi aleyhine tanıklığı söz konusudur ve bu aşamada herhangi bir mazeret ileri sürülmesine izin verilmeyecektir:

36Kendilerine izin de verilmez ki, özür dilesinler.( Mürselât/ 36)


13,14Ve her insanın kendi yaptıklarının karşılıklarını, ayrılmayacak şekilde boynuna doladık. Ve Biz, kıyâmet günü açılmış bulacağı kitabı onun için çıkarırız: “Oku kendi kitabını! Bugün kendi zatın, kendine karşı hesap sorucu olarak sana o yeter!” (İsra/ 13, 14)


24O gün onların dilleri, elleri ve ayakları, yapmış oldukları işlere kendi aleyhlerinde şâhitlik edecektir. (Nur/ 24)


65Bugün Biz, onların ağızlarının üzerine mühür vururuz; Bize elleri konuşur, ayakları da kazandıkları şeylere şâhitlik eder. (Ya Sin/ 65)


İnsanın yaptıkları ve yapmadıkları için öne süreceği mazeretler ifade edilirken 15. ayette kullanılan sözcük ilginçtir: “معاذير Meâzîr”. Bu sözcük, “mazeret” sözcüğünün çoğulu olan “meâzir” sözcüğünün çoğuludur. “Meâzîr” sözcüğü, farklı yazılmak ve okunmak suretiyle “meâzir” sözcüğünden ayrılmakta ve çoğulun çoğulu anlamında bir niteleme ifade etmektedir.
Bu durumda ayet, “mazeretler üstüne mazeretler gösterse de”, “ne kadar mazereti varsa hepsini ortaya koysa da” anlamına gelmektedir.
“Meâzir” sözcüğü, Yemen Arapçasında “perdeler” anlamına gelmektedir. Bu anlam dikkate alındığında ise ayetten “Yaptıklarına, yapmadıklarına ne kadar çok perde çekmeye çalışırsa çalışsın, yine de hepsi aklına, gözlerinin önüne gelecektir. Fırsatı kaçırdığından dolayı mutlaka kendi kendini yerecek, vicdan azabı çekecektir” şeklinde bir anlam ortaya çıkar.

16-19. Ayetler:

16Onu çabuklaştırman için dilini ona hareket ettirme! 17Kuşkusuz yaptıklarının-yapmadıklarının birleştirilmesi ve toplanması yalnızca Bizim üzerimizedir. 18O hâlde Biz yaptıklarını-yapmadıklarını topladığımız zaman sen onun toplanmasını izle! 19Sonra, yaptıklarının-yapmadıklarının beyanı; kanıtlarıyla ortaya konması da sadece Bizim üzerimizedir.”

Bu ayet grubunun surenin kendi söz akışı içinde değerlendirilmesi gerekirken, aşağıda verdiğimiz İbn-i Abbas rivayeti doğrultusunda değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmeler sonucunda, en azından parantez içine alınması gereken ilâvelerin maalesef ayetlerin asıl metninde varmış gibi gösterildiği meal ve tefsirler ortaya çıkmıştır. Allah’ın mesajı üzerine rivayet tozlarının serpildiği bu meal ve tefsirlerde ayetler anlamları yüz seksen derece döndürülerek aktarılmış ve böylece İslâm’ın yozlaştırılması yolunda işlenen büyük cinayetler için uygun ortam hazırlanmıştır.
İşin aslının daha iyi anlaşılması ve konunun önemi dolayısıyla, önce bu meşhur rivayeti herkesin ulaşabileceği bir kaynaktan aktarmakta yarar görüyoruz:

1. [852]- İbnu Abbâs [radıyallahu anhümâ], “Ey Muhammed! Cebrail sana Kur’ân okurken, unutmamak için acele edip onunla beraber söyleme [sadece dinle]” (Kıyamet 16) mealindeki ayet hakkında şu açıklamayı yaptı: “Hz. Peygamber [aleyhissalâtu vesselâm] vahiy geldiği zaman büyük bir şiddet [ve ağırlık] hissederdi. Bunun tesiriyle dudaklarını kımıldatırdı. Bunun üzerine şu ayet indi [meâlen]: “[Ey Muhammed, Cebrail sana Kur’an okurken acele edip onunla berâber söyleme [sadece dinle]. Onu toplamak ve okutmak bize aittir.” (Kıyamet 16)

İbnu Abbas devamla der ki: “Ayette geçen جمعه “onun toplanması” tabirinden murad, “[yeni nâzil olan] âyetin Hz. Peygamber [aleyhissalâtu vesselâm]’in kalbinde toplanması, yerleşmesi, sonra da Hz. Peygamber [aleyhissalâtu vesselâm] tarafından okunmasıdır.” “Biz vahyi okuduğumuz zaman, sen onun kıraatine uy” (18. ayet) ayetinde de, “Dinle ve sus, sonra onu sana biz okuturuz” denmektedir.
Bu vahiyden sonra, Cibril [aleyhisselam] vahiyle gelince, sadece dinlerdi. Cibril gidince yeni gelen vahyi, kendisine nasıl okunmuş ise, öylece okurdu.”
Şimdi de, bu rivayetin etkisiyle hazırlanmış ve daha sonra yüzlerce senedir din bilginlerince taklit edilmiş olan Razi’nin “Tefsir-i Kebir”ine ya da diğer adıyla “Mefatihü’l-Gayb” adlı eserinden bu pasajın açıklamasına bakalım:

“Ezber Gayretiyle Dilini Kımıldatma

“Kur’ân’ı çabucak ezberlemek tasasına düşüp dilini kıpırdatıp durman gerekmez” (Kıyame, 16)

Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Rafizî’lerin eskilerinden bir grup kimse, Kur’ân’ın tağyir ve tebdil edilip ona bir takım ilaveler yapıldığını, eksiltmelerde bulunulduğunu iddia etmiş ve bu görüşlerine delil olarak da bu ayet ile önceki ayet arasında hiçbir münasebetin olmamasını zikretmişlerdir. Onların düşüncesine göre, şayet bu tertip Allah katından olsaydı, durum böyle olmazdı.

Önceki Ayetle Münasebet

Bilesin ki, buradaki münasebet muhtelif vecihlerde olabilir:
1- Burada nehyedilen aceleciliğin, ancak, bu ayetlerin nüzulü sırasında kendisine arız olmuş olması, bu sebeple de pek yerinde olarak, acele etmeden tam bu sırada men edilmiş, böylece de ona “Kur’ân’ı çarçabuk ezberlemek tasasına düşüp dilini kıpırdatıp durman gerekmez” denilmiş olması muhtemeldir. Bu tıpkı şuna benzer: Hoca öğrencisine ders anlatırken, talebesi sağa sola döner. Bunun üzerine de hoca ona, tam bu dersin arasında, “Sağa sola dönme!” der, sonra da yeniden dersine döner. İşte anlatılan bu ders, onun ortasında söylenen bu söz ile beraber nakledilse, sebebini bilmeyen kimse, “Bu sözün bu dersin ortasında vaki olmuş olması uygunsuzdur” der. Ama hadiseyi bilen kimse, bu ifadenin, tertibinin yerinde ve uygun olduğunu bilir.
2- Allah Teâlâ kafirler hakkında, onların dünya saadetini sevdiklerini nakletmiştir. Ki bu da, ‘Fakat insan, önündeki [o kıyameti] yalanlamak ister” (Kıyame, 5) ayetidir. Daha sonra da Cenâb-ı Hak, dini konular da dahil, acele etmenin mutlak anlamda kınanmış bir şey olduğunu belirtir ve “Onu acele [kavrayıp ezber] etmen için, dilini onunla depretme...” buyurur. Bundan sonraki ayette de, “Yok yok, siz çarçabuk geçen [bu dünyayı] seversiniz...” (Kıyame, 20) der.
3- Cenâb-ı Hak, ‘Daha doğrusu insan [bizzat] kendisine karşı bir şahittir. Velev ki o, [bütün] mazeretlerini [meydana] atmış olsun” (Kıyame, 14-15) buyurmuştur. İşte burada Hz. Peygamber (s.a.s), Cebrail (a.s) ile birlikte okurlarken, acele etmek istemişti. Hz. Peygamber, (s.a.s), unuturum endişesiyle bu şekilde hareket ediyordu. Böylece, kendisine, “Sen böyle bir mazeretle yola çıktın. Ne var ki sen, ezberleme ve hatırda tutmanın, ancak, Allah’ın tevfik ve inayeti, yardımı ile olacağını biliyorsun. O halde şimdi, bu aceleciliği bırak da Allah’ın hidayet ve tevfikine güven” denilmek istenmiştir ki, Cenâb-ı Hakk’ın, “Onu toplamak, onu okutmak şüphesiz Bize aittir...” (Kıyame, 17) ifadesinden kastedilen budur.
4- Cenâb-ı Hak adeta, “Ey Muhammed, bu acele ediş gayen, onu, zihninde yerleştirmen ve ümmetine ulaştırmanda. Ne var ki, senin acele etmene gerek yok; çünkü insan, kendi aleyhine şahittir. Ve onlar, için için, kalpleriyle, içinde bulundukları küfür, putlara tapma, öldükten sonra dirilmeyi inkar gibi şeylerin münker ve batıl şeyler olduğunu biliyorlar. Bu durumda, artık böylesi bir acele etmenin faydası yok demektir. İşte bu sebeple, pek yerinde olarak, Cenâb-ı Hak, “dilini onunla depretme” buyurmuştur.
5- Allah Teâlâ, o kafirin, “kaçış nereye!” dediğini nakletmiştir. Daha sonra da Cenâb-ı Hak, “Hayır, hiçbir sığınak yok. Ogün herkesin [varıp] duracağı yer ancak Rabb’min huzurudur” (Kıyame, 11-12) buyurmuştur. O halde o kâfir, adeta, “Allah’tan başkasına kaçıyormuş da, bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.s)’e, “Sen, Kur’ân’ı ezberleme uğruna, tekrar etmekten medet umuyorsun. Ama bu, senin Allah’tan başka bir şeyden yardım umman anlamına gelir. Binaenaleyh bu yolu bırak, bu hususta sadece Allah’tan medet um!” denilmiştir. Böylece de, adeta, “Muhakkak o kâfir de, Allah’ı bırakıp da başkasına kaçıyordu. Ama sen, bunun zıddını yap. Dolayısıyla, senin, Allah’tan başkasından kaçıp Allah’a sığınman ve maksadına ulaşabilmen için, bütün işlerinde, Allah’tan yardım umman gerekir” denilmek istenmiştir. Çünkü Cenâb-ı Hak, “Onu toplamak, onu okutmak şüphesiz Bize ait...” ([Kıyame, 17) buyurmuştur. Cenâb-ı Hak bir başka suresinde de, “Sana onun vahyi tamamlanmazdan evvel Kur’ân’ı [okumada] acele etme, “Rabbim, benim ilmimi artır” de” (Taha, 114) buyurmuştur ki, bu da, “Kur’ân ayetlerini ezberleme hususunda, tekrar etmekten değil, Allah’tan yardım um!” demektir.
6- Kaffâl’ın yaptığı açıklama da şöyledir: “Cenâb-ı Hakk’ın, “Dilini onunla depretme” hitabı, Hz. Peygamber (s.a.s)’e yapılmış bir hitap değildir. Tam aksine bu, “O gün insana, önden yolladığı şeylerle geri bıraktığı haber verilecek..,” (Kıyame, 12) ifadesindeki “insan”a yöneltilmiş bir hitaptır. Dolayısıyla bu, o insana, fiillerinin kötü olduğunu haber verdiğinde söylenmiş bir sözdür. Zira ona [amel defteri], kitabı gösterilerek, kendisine, “Oku kitabını... Hesap sorucu olarak, bu gün, nefsin sana yeter” (İsra. 14) denilecek, o da okumaya başladığında, dili, korkunun dehşetinden ve hızlı okumasından dolayı kekeleyecek de, bunun üzerine ona, “Onunla acele etmek için, dilini depretme, kımıldatma!.. Çünkü ya vaadi yahut da hikmeti muktezasınca, senin amellerini, senin aleyhine olarak bir araya getirmek ve onları sana okumak Bize ait bir iştir. Öyleyse, Biz onları sana okuduğumuzda, bütün bu işleri senin yaptığını kabul etmek suretiyle, o okunana uy... Sonra biz, onun durumunu ve cezasının derecelerini açıklarız...” denilecek. Yaptığımız bu tefsire göre, netice-i kelam şudur: Bu ifade ile, o kafire, bütün amellerinin tafsilatlı bir biçimde okunacağı kastedilmiştir. Ki bunda, o kimse için, dünyada alabildiğine bir tehdit, ahirette de alabildiğine bir dehşet salma amacı yatmaktadır. Kaffâl sözüne devamla şöyle der: “Bu, her ne kadar hakkında eser [hadis] bulunmayan bir izah ise de, aklen kendisine karşı çıkılamayacak derecede güzeldir.
...

Konu dost1 tarafından (13. January 2014 Saat 09:25 PM ) değiştirilmiştir. Sebep: Düzeltmeler yapmak.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla