Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 01:41 AM   #3
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

SÜLEYMAN PEYGAMBERİN DAVUD PEYGAMBERE MİRASÇILIĞI

15. ayetin delâletiyle anlaşılmaktadır ki, Süleyman peygamberin babası Davud peygambere mirasçılığı mal-mülk mirasçılığı değil, bilgi mirasçılığıdır. Bu, Davud peygamberin bütün bilgi birikimini oğlu Süleyman’a öğrettiği anlamına gelmektedir.
Meselenin daha iyi anlaşılması için Davud peygamberin hayatına ait bazı ayrıntıların bilinmesi gerekmektedir.

DAVUD PEYGAMBER

… İsrail’in ilk kralı Saul’un sarayında yaverlik yaptı. Saul’un oğlu ve vârisi Yonatan’la yakın dostluk kurdu ve Saul’un kızı Mikal’la evlendi. Filistinlilere karşı yapılan savaşlarda üstün yararlıklar göstererek büyük bir ün kazandı. Bu durumu çekemeyen Saul onu öldürmek isteyince, saraydan kaçarak Filistin’in kıyı ovasındaki Güney Yahuda’ya ve Filistin’e gitti; orada büyük bir beceri ve öngörüyle krallığın temelini atmaya koyuldu. … (Ana Britannica, c:9, s:340)

Davud’un kral olmadan önce yaşamını çok zor şartlarda sürdürdüğüne, Allah’ın izniyle ordusunu en iyi şekilde donatıp yönetmeyi becerdiğine ve uzun savaşçılık yıllarında yaşadığı diğer bazı olaylara Kur’an’da Bakara suresinin 246-252. ayetlerinde ve Tevrat’ın I. ve II. Samuel bölümlerinde değinilmiştir.
Davud’a verilen fazlalıkların anlatıldığı Kur’an ayetleri şunlardır:

Sebe’ 10, 11: Ant olsun ki, Biz Davud’a tarafımızdan bir fazilet verdik. “Ey dağlar! Onunla beraber tesbih edin!” dedik ve bunu kuşlara da [emrettik] ve ona demiri yumuşattık.
Bol bol zırhlar yap ve biçimlemede ölçüyü gözet dedik. Siz de iyi işler yapın, çünkü ben her yapacağınızı gözetiyorum.

Sad 17–20: Sen onların dediklerine sabret ve güçlerin sahibi kulumuz Davud’u hatırla. Şüphesiz o, (Rabbine) çokça dönendi.
Gerçekten Biz dağlara boyun eğdirdik; akşam ve sabah [daima, her zaman] onunla birlikte tesbih ederlerdi.
Kuşları da toplu olarak (ona boyun eğdirmiştik). Hepsi ona dönücü idi.
Biz onun mülkünü de pekiştirdik. Ve ona hikmeti [yasayı] ve fasl-ı hıtabı [hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkânını] verdik.

Enbiya 79: Biz onu Süleyman’a hemen iyice kavratmıştık. Ve hepsine yasa ve ilim vermiştik. Davud’la beraber tespih etsinler diye, dağları ve kuşları buyruk altına aldık. Ve Biz Fail’lerizdir.

Sebe’ suresinin yukarıdaki 10. ayetinde geçen “Ey dağlar!” seslenişi, bize göre Davud’un Tevrat’taki “Mezmurlar” içinde yer alan (94–98. mezmurlar) “Ey dağlar, taşlar, nehirler, ormanlar, kuşlar, ağaçlar! Coşun, tesbih edin. Çünkü O, yeryüzüne geliyor, hükmetmeye geliyor. Dünyaya adaletle ve kavimlere doğrulukla hükmedecek” şeklinde özetlenebilecek ifadesine atıfta bulunmaktadır. Mezmurlar arasında yer alan ve dağlarda yaşarken Davud’un Rabbine yönelik olarak terennüm ettiği bu ilâhîler, övgüler, dualar, yakarışlar Yüce Allah tarafından beğenilmiş olmalı ki, Kur’an’da da bunlara işaret edilmektedir.
Yine aynı ayette geçen “demirin yumuşatılması” eylemi, demirin eritilerek kalıplara dökülmesini ya da ateşte yumuşatılarak çeşitli alet yapımında kullanılmasını ifade etmektedir. Davud’un birçok güçlü düşmanla savaştığı ve bu savaşlarda başarılı olduğu dikkate alındığında, askerlerini günün şartlarına göre en iyi silâh ve teçhizatla donattığı ve bu donanımı da demirin yumuşatılması tekniği ile sağladığı söylenebilir. Ancak ayette zırhın ilk defa Davud tarafından yapılmış olduğuna dair herhangi bir işaret olmadığı gibi, demirin Davud’un elinde mum gibi eridiği ve onu istediği gibi kullandığı yönündeki söylentiler de birer uydurmadan ibarettir.

KUŞ MANTIĞI

“Mantık” “ses” demektir: ancak bu sözcükle genelde “meram ve maksatlar” kastedilir. (Lisanü’l-Arab, c.8, s. 601, 602, “ntk” mad.)
Her yaratık türü ise bir ümmettir:

En’âm 38: Yeryüzünde debelenen hiçbir canlı, iki kanadıyla uçan hiçbir kuş istisna olmamak üzere hepsi sizin gibi ümmetlerdir. …

Bu duruma göre, her canlı gurubundaki yaratıkların, hayatlarını devam ettirebilmeleri için nasıl kendi türlerine has özellikleri varsa, aynı şekilde bunların kendi aralarında bir anlaşma ve haberleşme dilleri de olmalıdır. Nitekim insanlar uzun zamandan bu yana kedileri, köpekleri, çeşitli kuşları, yunus balıklarını ve diğer hayvanları gözlemleyerek, onların çıkardıkları seslerin, kuyruk hareketlerinin ne anlama geldiği hakkında bazı sonuçlara varmışlardır. Meselâ, yem aramak için eşinen bir horozun. yemi bulduğu zamanki tavukları çağıran sesi ile sabahları herkesi uyandıran ötüş sesinin farklı olduğu tespit edilmiş ve tavukların da yumurtladıklarını farklı bir ses çıkararak bildirdikleri görülmüştür. Ya da bir kedinin acıktığı, su istediği veya hapsedildiği zamanki miyavlama sesi ile çiftleşme anındaki sesinin birbirinden tamamen farklı olduğu gözlenmiştir. Diğer taraftan, farklı yaratıklardaki kuyruk hareketleri değişik anlamlara gelmekte, bugün artık insanlar kuşların, yunus balıklarının, kedi, köpek gibi hayvanların kuyruk hareketlerinden manalar çıkarabilmektedir.
Bu durum göstermektedir ki, yaratıkları iyi gözlemleyen herkes, ses ve kuyruk hareketlerine bakarak onların ihtiyaç ve arzularını anlayabilir, bazı manalar çıkarabilir. İşte bu duruma “o yaratığın mantığını bilmek” demek mümkündür.
Kur’an üzerinde emek vermiş kişilerden Zemahşeri, Keşşaf adlı eserinde bu konu için şöyle demiştir:
Mantık, konuşmak, bir mana ifade etsin ya da etmesin, tek tek kelimeleri ya da cümleleri söylemek, sesle ifade etmektir. Ya’kûb, kitabına, Islahu’l Mantık başlığını koymuştur. Hâlbuki o, o kitabında sadece müfret kelimeleri düzeltmiştir. Araplar şöyle derler: “Güvercin nutketti, seslendi.” Süleyman’ın kuşların diline dair öğrendiği şey ise, kuşların maksat ve gayelerinden bazısını bazısından ayırıp seçmesi, fark etmesidir. (Keşşaf, c:3 , s:140 )

Konumuz olan ayetteki “Bize kuşların mantığı öğretildi” ifadesini bu doğrultuda değerlendirdiğimizde, ifadeden Davud ve Süleyman peygamberlerin kuşların bir kısmına ait özellikleri bildikleri anlamı çıkmaktadır. Yani, Davud ve Süleyman peygamberler, meselâ “hüthüt”ün [çavuşkuşunun] yerüstü ve yeraltı sularını tespit yeteneğini, “güvercin”in uzun süreli uçma ve salındığı yere dönme yeteneğini, “şahin”in ve “doğan”ın avcılık yeteneğini, “akbaba”nın leş bulma yeteneğini öğrenmişler ve bu bilgilerden yararlanmışlardır. Ayetteki ifadenin Süleyman peygambere ait olduğuna bakarak bu bilgilerin sadece Süleyman peygambere özgü olduğu düşünülmemelidir. Çünkü ifadede “ben” yerine “biz” zamiri kullanılmış ve dolayısıyla konuya Davud peygamber de katılmıştır. İşin aslında bu bilgileri önce savaşlar yüzünden uzun yıllar dağda yaşamak zorunda kalan Davud peygamber öğrenmiş, sonra da o, oğlu Süleyman peygambere öğretmiştir.
Demek oluyor ki,Süleyman peygamber kuşlardan yararlanmayı ve demiri işlemeyi babası Davud peygamberden öğrenmiştir. Süleyman peygamberin babası Davud peygambere mirasçı olmasının anlamı da budur. Nitekim yukarıda mealini verdiğimiz Sebe’ suresinin 10. ve Enbiya suresinin 79. ayetlerinden de bu anlaşılmaktadır.

“Bize kuşların mantığı öğretildi” cümlesinde dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da, bu cümlenin tek taraflı bir olayı ifade ediyor olmasıdır. Yani, Davud ve Süleyman peygamberler, kuşların seslerinden, hâl ve hareketlerinden onların ne demek istediklerini ve diğer özelliklerini keşfetmişler, dolayısıyla kuşların mantığını öğrenmişlerdir. Buna karşılık kuşlar Davud ve Süleyman peygamberlerin mantığını, yani insan mantığını bilmemektedirler. Ayrıca buradaki “kuşlar” sözcüğünün yeryüzündeki tüm kuşları kapsadığını düşünmek de doğru değildir. Çünkü “üç-dört kuş” anlamı, sözcüğün yapısal anlamını karşılamaktadır.

KONU İLE İLGİLİ ABARTILAR

Mukatil bu ayet-i kerime hakkında şöyle demektedir: Bir gün Süleyman (a.s) oturur iken yanında belli bir şeyin etrafında dönen bir kuş geçti. Yanın*da bulunanlara “Bu kuşun ne dediklerini biliyor musunuz? Bu kuş bana şun*ları söyledi: ‘Ey saltanat sahibi hükümdar ve ey Israiloğullarının peygambe*ri, selam sana! Yüce Allah sana ikramda bulunmuştur. Seni düşmanlarına kar*şı muzaffer kılmıştır. Ben şimdi yavrularımın yanına gideceğim, ikinci bir de*fa sana geleceğim.’ O biraz sonra bize ikinci defa gelecek” derken, kuş dön*dü, Süleyman (a.s) dedi ki: “Bu kuş şöyle diyor: ‘Ey saltanat sahibi hükümdar, selam sana! Eğer izin verirsen ben yavrularım için bir şeyler kazanayım; ta ki yetişsinler, sonra senin yanına geleyim, o vakit bana istediğini yap.’ Süley*man onlara kuşun söylediklerini bildirdi, ondan sonra da ona izin verdi, kuş da gitti.
Ferkad es-Sebehî dedi ki: Süleyman bir ağacın üzerinde kafasını oynatan, kuyruğunu hareket ettiren bir bülbülün yanından geçiyordu. Arkadaşlarına “Bu bülbülün ne dediğini biliyor musunuz?” diye sordu. Onlar “Hayır, ey Al*lah`ın peygamberi” dediler. Süleyman dedi ki: “Bu bülbül şöyle diyor: ‘Ben bir meyvenin yarısını yedim. Artık bundan sonra dünya umurumda değil.’ Yine bir ağacın üstünde bir hüdhüd kuşu gördü, küçük bir çocuk da ona bir tu*zak kurmuştu. Süleyman: “Ey hüdhüd, dikkat et!” dedi, kuş: “Ey Allah`ın peygam*beri, bu akılsız bir çocuktur, ben de onunla dalga geçiyorum” dedi.
Daha sonra Süleyman geri döndüğünde kuşun çocuğun tuzağına yakalan*mış olduğunu ve çocuğun elinde bulunduğunu gördü. “Ey hüdhüd, bu da ne?” dedi. Hüdhüd: “Ey Allah`ın peygamberi, ben o tuzağı göremedim ve nihayet ona düştüm” dedi. Süleyman: “Yazık sana, sen yerin altındaki suyu görüyor*sun da sana kurulan tuzağı görmüyor musun?” Hüdhüd dedi ki: “Ey Allah`ın peygamberi, tedbirin takdire karşı faydası yoktur.”
Ka`b dedi ki: Süleyman b. Davud`un yanında bir yaban güvercini (ya da erkek kumru) öttü. Süleyman: “Bunun ne dediğini biliyor musunuz?” diye sor*du. Onlar “Hayır” dediler, dedi ki: “Bu kuş diyor ki, ‘ölmek için doğunuz, so*nunda yıkılsın diye bina yapınız.’
Bir üveyik kuşu öttü; “Bunun ne dediğini biliyor musunuz?” diye sordu. On*lar “Hayır” dediler. Dedi ki: “Bu kuş şöyle diyor: ‘Keşke bu mahlûkat yaratıl*mamış olsaydı, madem yaratıldılar keşke ne için yaratıldıklarını bilmiş olsa*lardı.’
Yine onun önünde bir tavus kuşu öttü. “Bunun ne dediğini biliyor musu*nuz?” diye sordu. Onlar “Hayır” dediler. Dedi ki: “Bu, ne şekilde davranırsan sa*na öyle muamele yapılır demektedir.” Yanında bir hüdhüd kuşu öttü, “Bunun ne dediğini biliyor musunuz?” diye sordu. Onlar “Hayır” dediler. Dedi ki: “Bu, merhamet etmeyene merhamet olunmaz dedi.”
Yine yanında bir göçeğen kuşu öttü. “Bunun ne dediğini biliyor musunuz?” diye sordu. Onlar “Hayır” dediler. “Dedi ki: ‘Ey günahkârlar, Allah`tan mağfiret dileyin.” İşte bundan dolayı Rasûlullah (sav) o kuşun öldürülmesini yasakla*mıştır.
Huzurunda bir bağırtlak kuşu öttü. “Bunun ne dediğini biliyor musunuz?” diye sordu. Onlar “Hayır” dediler. Dedi ki: “Bu diyor ki, her yaşayan ölür, her yeni eskir.”
Yanında dişi bir kırlangıç öttü. “Bunun ne dediğini biliyor musunuz?” diye sordu. Onlar “Hayır” dediler. Dedi ki: “Bu kuş diyor ki, önden hayır gönde*riniz, onu bulacaksınızdır.” Bundan dolayı Rasûlullah (sav) kırlangıç kuşunun öldürülmesini yasaklamıştır.
Denildiğine göre, Âdem cennetten çıktı, Yüce Allah`a yalnızlıktan şikâyet etti. Yüce Allah ona kırlangıç kuşu ile teselli verdi ve bu kuşun evlerde ba*rınmasını takdir buyurdu. O bakımdan bu kuşlar teselli vermek için Âdemoğullarından ayrılmazlar.
Bu kuş Yüce Allah`ın kitabından dört âyet-i kerimeyi de bilir: "Şayet Biz bu Kur’ân`ı bir dağa indirseydik..." buyruğundan sûrenin sonuna kadar bi*lir ve yüce Allah`ın "O Azîzdir, Hakîmdir." (el-Haşr, 59/21-24) buyruğunu da okurken sesini uzatır.
Süleyman (a.s)`ın huzurunda bir güvercin öttü. “Ne dediğini biliyor musu*nuz? diye sordu. Onlar: Hayır dediler. Dedi ki: Bu güvercin diyor ki, semavât ve arzında mevcut olan varlıkların sayısınca subhane rabbiye`l-a`lâ...”
Yine Süleyman (a.s)`ın yanında bir kumru öttü. “Bunun ne dediğini bili*yor musunuz?” diye sordu. Onlar “Hayır” dediler. Dedi ki: “Bu kuş, subhane rabbiye`l-aziym el-Müheymin [pek büyük ve her şeye mutlak egemen olan Rabbimin şanı ne yücedir!] demektedir.
Ka`b dedi ki: Yine Süleyman onlara anlatmaya devam etti. Dedi ki: “Karga şöyle diyor: ‘Allah`ım, gümrük ve vergi memurlarına lanet eyle!’ Çaylak da şöy*le diyor: ‘O`nun zatı müstesna, her şey helak olacaktır.’ Keklik, ‘Susan esen*liğe kavuşur’ der. Papağan, ‘Bütün çabası dünya için olanın vay haline!’; kur*bağa, ‘Subhane Rabbiye`l-Kuddus’; kartal, ‘Subhane Rabbiy ve bi hamdihi’; yen*geç, ‘Her mekanda her dil ile adı anılanın şanı ne yücedir!’ diyor dedi.
Mekhût dedi ki: Süleyman`ın yanında turaç kuşu öttü. “Bu ne diyor biliyor musunuz?” diye sordu. Onlar “Hayır” dediler. Dedi ki: “Bu kuş, Rahman (olan Allah) Arşa istiva etti, diyor.”
el-Hasen dedi ki: Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Horoz öttüğü vakit ‘ey gafiller Allah`ı anın!’ der."
el-Hasen b. Ali b. Ebi Talib dedi ki: Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Kerkenez öttüğünde der ki: ‘Ey Âdemoğlu, istediğin kadar yaşa, sonunda ölecek*sin.’ Tavşancıl kuşu da öttü mü der ki: ‘İnsanlardan uzak kalmak rahattır.’ Kam*ber kuşu öttü mü şöyle der: ‘Allah`ım, Muhammed soyundan gelenlere buğzedenlere lanet et!’ Kırlangıç kuşu öttü mü, ‘Elhamdu lillahi Rabbi`1-alemîn’i sonuna kadar okur ve ‘vele`d-dâlliyn’ diyerek Kur`ân okuyan kimse*nin yaptığı gibi sesini uzatır.”
Katâde ve eş-Şa`bî dedi ki: Bu husus sadece kuşlara mahsustur. Çünkü Sü*leyman (a.s) "Bize kuşların dili öğretildi" demiştir. Karınca da uçan bir var*lıktır, çünkü bazılarının kanatları bulunabilir. eş-Şa`bî dedi ki: İşte bu karın*ca da iki kanatlı bir karınca idi.
Bir kesim de şöyle demiştir: Süleyman (a.s)`a bütün hayvanların dili öğ*retilmişti. Özellikle kuşların söz konusu edilmesi, Süleyman (a.s)`ın güneşe karşı gölgelenmek, bir takım işler için onları göndermek hususunda onları duyduğu ihtiyaç dolayısıyla zikredilmişlerdir. Kuşların bu şekilde çokça müdahaleleri olduğundan ötürü bilhassa anılmışlardır, Diğer taraftan; diğer hayvanların bu gibi özellikleri nadirdir ve kuşlarda görüldüğü gibi çokça tek*rarlanmaz.
Ebu Ca`fer en-Nehhâs dedi ki: Mantık [dil] bazen söz söylemeksizin de anlaşılabilen şeyler hakkında kullanılır. Bununla birlikte neyi murad ettiğini en iyi bilen Yüce Allah`tır.
İbnu`l-Arabî dedi ki: Süleyman (a.s) için o sadece kuşların dilini biliyor*du diyen kimselerin bu bilgileri büyük bir eksikliktir. Çünkü insanlar ittifak*la şunu kabul etmişlerdir: O, konuşmayan varlıkların sözlerini anlardı. Hat*ta bitkilerde dahi onun için konuşma kabiliyeti halk edilirdi. Her bir bitki ona ‘Ben filan bitkiyim, filan ağacım, şu şu işe yararım ve şöyle şöyle zararlarım vardır’ derlerdi. Durum böyle olduğuna göre ya hayvanlar hakkında ne de*nilir!” (Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an )

Ayetteki “Bize her şeyden verildi” ifadesi, Süleyman peygambere verilen şeylerin çokluğunu anlatmaktadır. Çünkü “her şey” ile “her şeyin çoğu”, çok olma bakımından müşterektirler. Bunun bir benzeri de 23. ayette “Ona [Melike’ye] her şey verildi” şekliyle gelecektir.


17. Ayet:

Ve cinn, ins [yerli ve yabancılardan] ve kuşlardan (oluşturulmuş) orduları Süleyman için bir araya getirildi. -Sonra onlar düzenli olarak sevk edilirler.-

Ayetten anlaşıldığına göre Süleyman peygamberin ordusu “ins”, “cinn” ve “kuşlar”dan oluşmuş üç takımdan ibarettir:
a- İns takımı: Bu takım, Süleyman peygamberin kendi milletinden olan ve ordunun savaşçı gurubunu meydana getiren askerlerdir.
b- Cinn takımı: “Angaryacılar” da denilen ve yabancılardan oluşmuş bu takım, ordunun levazım ve ordu donatım işlerini görmekte, orduya lojistik destek sağlamaktadır. Bu takıma mensup kişiler, Sebe’/13’te anlatıldığı üzere, kaleler ve yüksek sağlam binalar yapmakta, ağacı, demiri, bakırı işlemektedirler. Bunlar, Davud peygamber döneminden beri ülkede bulunan, komşu ülkelerden getirilmiş zanaat sahibi kimselerdir. Süleyman peygamberin fethettiği yerlere sağlam bir alt yapı, sanat ve kültür götürmesinde büyük payları olan bu kişiler, iş bilir ve sanatçı özellikte olmalarına karşılık, Süleyman peygamber hakkında kötü plânlar yaptıkları ve plânlarını uygulamaya çalıştıkları için Kur’an’da bazı ayetlerde “şeytanlar” olarak nitelenmişlerdir.
“Cinn” kavramı ve “Süleyman peygamberin cinnleri” ile ilgili olarak daha evvel birçok açıklamada bulunduğumuz için (Tebyînü’l-Kur’an; c:2, s:392-397) fazla ayrıntıya girmiyor, sadece Tevrat’tan bu konunun yer aldığı ilgili bölümü nakletmekle yetiniyoruz: (Tevrat; II. Tarihler bölümü, 11. Bab)

1- Süleyman Yahve adına bir tapınak, kendisi için de bir saray yaptırmaya karar verdi.
2- Yük taşımak için yetmiş bin, dağlarda taş kesmek için seksen bin, bunlara gözcülük etmek için de üç bin altı yüz kişi görevlendirdi.
3- Sur Kralı Hiram`a da şu haberi gönderdi: "Babam Davut`un oturması için saray yapılırken kendisine gönderdiğin sedir tomruklarından bana da gönder.
4- Tanrım RAB`be adamak üzere, O`nun adına bir tapınak yapıyorum. Bu tapınakta hoş kokulu buhur yakıp adanan ekmekleri sürekli olarak masaya dizeceğiz. Sabah akşam, her Şabat Günü, her Yeni Ay ve Tanrımız RAB`bin belirlediği bayramlarda orada yakmalık sunular sunacağız. İsrail`e bunları sürekli yapması buyruldu.
5- "Yapacağım tapınak büyük olacak. Çünkü Tanrımız bütün tanrılardan büyüktür.
6- Ama O`na bir tapınak yapmaya kimin gücü yeter? Çünkü O göklere, göklerin enginliğine bile sığmaz. Ben kimim ki O`na bir tapınak yapayım! Ancak önünde buhur yakılabilecek bir yer yapabilirim.
7- "Bana bir adam gönder; Yahuda ve Yeruşalim`de babam Davut`un yetiştirdiği ustalarımla çalışsın. Altın, gümüş, tunç ve demiri işlemede; mor, kırmızı, lacivert kumaş dokumada, oymacılıkta usta olsun.
8- "Bana Lübnan`dan sedir, selvi, algum[i] tomrukları da gönder. Adamlarının oradaki ağaçları kesmekte usta olduklarını biliyorum. Benim adamlarım da seninkilerle birlikte çalışsın.
9- Öyle ki, bana çok sayıda tomruk sağlayabilsinler. Çünkü yapacağım tapınak büyük ve görkemli olacak.
10- Ağaç kesen adamlarına yirmi bin kor bulgur[ii], yirmi bin kor arpa[iii], yirmi bin bat[iv] şarap, yirmi bin bat zeytinyağı vereceğim."
11- Sur Kralı Hiram Süleyman`a mektupla şu yanıtı gönderdi: "RAB halkını sevdiği için, seni onların kralı yaptı."
12- Hiram mektubunu şöyle sürdürdü: "Yeri göğü yaratan İsrail`in Tanrısı RAB`be övgüler olsun! Kral Davut`a bilge bir oğul verdi; RAB için bir tapınak, kendisi için de bir saray yapacak akıllı ve anlayışlı bir oğul.
13- "Sana Huram-Avi adında usta ve akıllı birini gönderiyorum.
14- Anası Danlı, babası Surlu`dur. Altın, gümüş, tunç, demir, taş ve tahta işlemekte; ince keten, mor, lacivert ve kırmızı kumaş dokumakta ustadır. Her türlü oymacılıkta usta olduğu gibi her tasarımı uygulayabilecek yetenektedir. Ustalarınla ve babanın, efendim Davut`un yetiştirdiği ustalarla çalışacak.
15- "Efendim, sözünü ettiğin buğday, arpa, zeytinyağı ve şarabı kullarına gönder.
16- Biz de sana gereken bütün tomrukları Lübnan`da keser, deniz yoluyla, sallarla Yafa`ya kadar yüzdürürüz. Sonra sen tomrukları alıp Yeruşalim`e götürürsün."
17- Babası Davut`un yaptığı sayımdan sonra, Süleyman da İsrail`de yaşayan bütün yabancılar arasında bir sayım yaptı. Yabancıların sayısı yüz elli üç bin altı yüz kişi olarak belirlendi.
18- Bunlardan yetmiş binine yük taşıma, seksen binine dağlarda taş kesme, üç bin altı yüzüne de işçileri çalıştırma görevi verildi.

c- Kuşlar takımı: Muhabere / iletişim ve yol güzergâhında askerin su ihtiyacı için orduda bulundurulmakta olan kuşlardan ve onların bakıcılarından müteşekkildir. Süleyman peygamberin çok önem verdiği ve büyük çapta istifade ettiği bir takımdır.
Süleyman peygamberin ordusunun bir kısmının kuşlardan oluşması, işte budur.Yoksa Süleyman peygamber dağdaki kuşları toplayıp onları asker olarak kullanmamıştır.
Rabbimiz Kur’an’da Süleyman (as)’ın da bir peygamber olduğunu ve vahiy aldığını bildirmiş fakat ona vahyettiklerinin neler olduğuna dair herhangi bir bilgi vermemiştir. Tevrat’ta ise “Süleyman’ın Meselleri” adlı bir bölüm bulunmaktadır. Tevrat’ın bu bölümünde yazılı olanların Süleyman peygambere yapılmış vahiyler olarak kabul edilmesi belki İsrailoğulları için mümkündür ama Kur’an muhataplarının bunlara inanması söz konusu olmamalıdır. Çünkü Kur’an ile desteklenmemiş bu olayların Süleyman peygambere yapılan vahiyler olduğuna dair ne elde kesin bir delil vardır, ne de bu olaylar ve konuları vahiy özelliği taşımaktadır. Fakat ne yazık ki, orada yazılanların birçoğu Müslümanlar arasına “Hadis-i Kutsi” veya “hadis” diye sokulmuş durumdadır. Meselâ, iyi tanıdığımız, hadis diye bildiğimiz “Hikmetin başı Allah korkusudur” ifadesi, Süleyman’ın Meselleri Bölümü’nün 1. Bab’ın 7. cümlesidir.
Süleyman peygamber ile ilgili bilgiler, bu sureden başka Sad, Enbiya, Sebe’ ve Bakara surelerinde de yer almaktadır. Sad suresinin tahlilinde yeterli açıklamada bulunduğumuzu düşünüyor ve daha fazlası için o bölümün okunmasını öneriyoruz.


18. Ayet:

Nihayet Karınca Vadisi’ne geldikleri zaman, bir karınca; “Ey karıncalar! Meskenlerinize [evlerinize] girin; Süleyman ve orduları bilinçsizce sizi kırıp geçirmesin!” dedi.

Bu ayette, Karınca Vadisi’nde yaşayanlardan birisinin halkına yaptığı uyarı yer almaktadır. Ayetin ifadesinden, uyarıda bulunan kişinin sözü geçen birisi olduğu, muhtemelen de o yerleşim biriminin yöneticisi olduğu anlaşılmaktadır.
Neml [Karınca] Vadisi: Ayette geçen Karınca Vadisi, karıncaların bol olduğu bir vadi olmayıp özel bir isimdir. İmam Zebidi Araplarca bilinen vadileri eserinde toplamıştır. Buna göre, “Karınca vadisi”, Jirben ile Askalân arasında bir bölgenin adıdır. (Tacu’l-Arus; 20/286)

Katade dedi ki: Bize nakledildiğine göre, bu, Şam topraklarında bir vadidir. Ka`b ise Taif’dedir demiştir. (Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an )

Nemle [karınca] sözcüğü tekil bir sözcük olup müzekker ve müennesi aynı sözcükle ifade edilir. Ancak konumuz olan bu ayette cümlenin fiili “kâlet [dedi]” şeklinde müennes olunca, fiilin öznesini de dişi olarak anlamak zorunludur. Yani, karınca vadisinde halkı uyaran kişi ister sıradan biri, isterse halkın yöneticisi olmuş olsun, erkek değil bir bayandır.

NEML VADİSİ HALKI

Karıncaya “nemle” adının verilmesi, “geliş gidişte çokça hareket edip az duraklamasın*dan, hafif yürümesinden, toplayıcılığından” dolayıdır. (Tacü’l-Arus; c: 15, s: 755-757 Nml mad) Söz konusu vadide yaşayan halkın yaşam biçimlerindeki benzerlikten dolayı karıncaya benzetildiği, bundan dolayı da bu isim ile adlandırıldığı anlaşılmaktadır.
Bugün dünyanın değişik bölgelerinde hem Neml Vadisi halkı gibi yaşamlarındaki bir özelliği isim olarak taşıyan birçok kavim yaşamakta, hem de kuş, haşere, ağaç, kaya isimleriyle adlandırılmış değişik kavimler, kabile ve oymaklar bulunmaktadır. Meselâ Arabistan’da “karınca yumurtası” demek olan “mazîn” sözcüğü, aynı zamanda Temim boyundan bir kavmin babasının da [Mazin b. Malik b. Amr b. Temim] adıdır. (Tacü’l-Arus; c: 18, s: 534 mzn mad. Lisanü’l-Arab; c:8, s:275 mzn mad.)
Neml Vadisi’ndeki halkın bilinen karıncalar olmadığı, halkına seslenen karıncanın ayette kullandığı “meskenlerinize [evlerinize]” ifadesinden de anlaşılmaktadır. Çünkü “mesken [ev]” sözcüğü insanlar için kullanılan bir sözcük olup karınca, kertenkele türünden yaratıkların barınakları Arapçada “cuhr” sözcüğüyle ifade edilir. Ayrıca ayetteki ifadeye dikkat edildiğinde, sözcüğün “mesakineküm [evleriniz]” şeklinde çoğul olarak kullanıldığı görülür. Hâlbuki karıncalar komün hâlinde yaşarlar ve her birinin ayrı bir meskeninin olması söz konusu değildir.
Süleyman peygamberin Karınca Vadisi’nden geçişi ile ilgili olarak Kitab-ı Mukaddes’te herhangi bir anlatım yoktur. Buna karşılık bazı Yahudi ansiklopedilerinde abartılı ve bir peygambere yakışmayacak olaylar nakledilmiştir. İşte bunlardan bir tanesi:
Süleyman, karıncası bol vadiden geçerken karıncalardan birinin diğerine şöyle seslendiğini işitti: "Yuvalarınıza giriniz! Yoksa Süleyman`ın orduları sizi çiğneyecektir." Bu anda Hz. Süleyman karıncanın önünde büyüklük tasladı. Bunun üzerine karınca, "Siz de kim oluyorsunuz, siz kimsiniz? Bir damla sudan meydana gelmiş mahlûk! " diye sert bir karşılık verdi. Bunu duyan Süleyman, bu durum karşısında çok utandı ve mahcup oldu.(Yahudi Ansiklopedisi, c:11, s:440)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla