Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 01:44 AM   #6
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

59. Ayet:

De ki: “Hamd Allah’a mahsustur. Selâm [esenlik, güvenlik] da seçip arı duru hâle getirdiği kullarınadır. Allah mı hayırlıdır, yoksa onların ortak koştuğu şeyler mi?”

Azabın kötüsüne lâyık olan inkârcılardan örnekler verildikten sonra, bu ayette de Mekkelilerin şahsında bütün insanlığa mesaj verilmektedir. Bu mesaj, tüm övgülerin Allah’a mahsus olduğu ve selâmın da başta elçiler olmak üzere Allah’ın seçtiği kullara olacağıdır. Bu mesajla Allah dışında hiç kimsenin, hiçbir şeyin övülmeye değer bir yanının bulunmadığı; Allah’ın seçtiği ve güvenliğini sağladığı elçiye Allah dışında hiçbir şeyin zarar veremeyeceği vurgulanmıştır. “Hamd”in Allah’a özgü olduğu ve elçilerin selâmette olduğu başka ayetlerde de belirtilmiştir:

Saffat 181: Ve selâm gönderilenlere [elçilere]!

Ayrıca Saffat/79, 109, 120 ve 130. ayetler.

Bu mesaj verildikten sonra da ayetin son bölümünde insanlara akıllarını kullanarak Allah mı, yoksa müşriklerin Allah’a ortak koştukları mı daha yararlıdır diye mukayese etmeleri emredilmektedir. Bu soru cümlesinin asıl muhatabı müşrikler olup Allah’ın mı yoksa taptıkları tanrıların mı daha hayırlı olduğu hususunda düşünmeye sevk edilmeleri amaçlanmaktadır. Çünkü hiç kimsenin az da olsa hayır görmediği bir işi yapmayacağında şüphe yoktur. Müşriklerin Allah yerine kendi tanrılarına yalvarmaları ve adaklar sunmaları, o tanrılarda hayır bulunduğuna boş yere inanmalarından kaynaklanmaktadır. Buna inanmamış olsalardı, yaptıkları işler kendilerine de manasız ve saçma gelirdi.
Ayrıca Allah ile kendi tanrıları arasında bir mukayese yapmalarının istenmesi, söz konusu müşriklerin Allah’ı tanıyıp bildiklerini de göstermektedir:

Zühruf 9: Ve hiç kuşkusuz eğer sen onlara “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan kesinlikle “Onları çok güçlü ve çok iyi bilen (Allah) yarattı” diyeceklerdir.

Zühruf 87: Ve hiç kuşkusuz eğer sen onlara “Onları kim yarattı?” diye sorsan kesinlikle “Allah” diyeceklerdir. Buna rağmen nasıl çevriliyorlar?

Ankebut 63: Ve ant olsun, eğer onlara sorsan: “Kim gökten suyu indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti?” Mutlaka “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Hamd Allah’a özgüdür.” Bilakis onların çoğu akıllarını kullanmazlar.

60–64. Ayetler:

(Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır?) Ya da, gökleri ve yeryüzünü yaratan, gökten sizin için su indiren mi? Sonra da Biz onunla, bir ağacını bile bitirmenizin söz konusu olmadığı güzel güzel bahçeler bitirmişizdir. Allah’la beraber başka bir ilâh mı var! Aksine onlar zulümde devam eden bir kavimdir.
(Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır?) Ya da, yeryüzünü barınak kılan, aralarında nehirler kılan, onun için sabit dağlar kılan ve iki deniz arasına engel kılan mı? Allah ile beraber bir ilâh mı var? Bilakis onların çoğu bilmiyorlar.
(Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır?) Ya da, kendine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık veren ve kötülüğü gideren, sizi yeryüzünün halifeleri yapan mı? Allah’ın yanında başka bir ilâh mı var? Çok az düşünüyorsunuz!
(Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır?) Ya da, karanın ve denizin karanlıkları içinde size kılavuz olan, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah ile beraber bir ilâh mı var? Allah onların koştukları ortaklardan çok yücedir.
(Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır?) Ya da, önce yaratan, sonra onu iade edecek olan ve sizi hem gökten, hem yerden rızklandıran mı? Allah ile beraber başka bir ilâh mı var? De ki: Eğer doğru kimseler iseniz, kesin delilinizi getiriniz!

Bir önceki ayette müşriklerden mukayese yapmasını isteyen Rabbimiz, bu ayet grubunda da afak ve enfüsteki [dış ve iç dünyadaki] birçok mucizesine işaret etmiş ve her biri bin mucize içeren bu ayetlerle sanki müşriklere mukayesenin nasıl yapılacağı konusunda yol göstermiştir.
Bu ayet grubuyla ilgili olarak Merhum Mevdudi’nin Rabbimizin afak ve enfüsteki mucizeleri hakkında yaptığı yol gösterici nitelikteki tespitlerini aşağıda naklediyoruz:
Sayısız ve çeşitli mahlûkat türünün yerküresi üzerinde bulunması ve yaşaması basit bir olay değildir. İnsan, yerkürede tesis edilmiş olan bu hakîmâne uyum ve koordinasyonu tetkik ederse, sadece hayrette kalır ve bu fevkalâde uyum, ilişki ve oranların ancak Alîm, Hakîm ve Kadir-i Mutlak olan bir Tanrı`nın yaratıp düzenleyebileceği hissini duyar ve kabul eder. Üzerinde yaşadığımız yerküre, uzay boşluğunda çok hassas bir hareketle seyrediyor. Hareketinde henüz herhangi bir sarsıntı ve sapma görülmemiştir. Dünyanın bu hareketinde şayet depremler esnasında gördüğümüz cinsten en ufak bir sarsıntı olmuş olsaydı, gezegenimizde hayat olamazdı. Son derece hassas bir biçimde bu küre hem kendi hem de güneş etrafında düzenli olarak dönüyor. Kendi etrafında dönmesi ve dolayısıyla her yüzünün düzenli olarak güneşi görmesi veya görmemesi, gece ve gündüzün oluşmasına sebep olur. Dünyanın bir yüzü sürekli olarak güneşe bakmış olsa, diğer cephesi de hiç güneş almamış olsaydı, bu ikinci yüzünde hiç hayat bulunmaz ve yaşamak mümkün olmazdı. Çünkü devamlı güneş alan kısmı, hiçbir canlının yaşamasına elverişli olmayacak şekilde kururdu. Bunun aksine sürekli karanlıkta kalan yüzünde ise, canlı denecek bir şeyin yaşamasına imkân vermeyecek derecede dondurucu soğuk hüküm sürmüş olurdu. Üstünde yaşadığımız yerküresini, milyonlarca meteorun sürekli bombardımanına karşı koruyan beş yüz mil kalınlığında bir atmosfer tabakası çevreler. Aksi halde, saniyede otuz mil hızla dünyaya doğru fırlamakta olan ortalama yirmi milyon meteor, dünyayı, üzerinde insan, hayvan ve bitki türünden hiçbir canlının yaşamasına müsait olmayacak derecede tahrip etmiş olurdu. Yine aynı atmosfer tabakası hava ısısını ayarlar, okyanuslardaki suların buharlaşmasından meydana gelen yağmur bulutlarının yukarılara doğru yükselmesini temin eder, dünyanın çeşitli yerlerine bu yağmur bulutlarını taşır ve insan, hayvan ve bitki hayatı için lüzumlu çeşitli gazları sağlar.
Atmosfersiz dünya hiçbir canlı varlık için yaşamaya uygun bir yer değildir. Aynı şekilde, bu tabiî kaynakların bulunmadığı yerlerde toprak hiçbir canlıyı besleyemez. Yeryüzünde okyanus, nehir, kaynak, yeraltı su rezervleri ve eriyip çaylar şeklinde akan dağlar üzerindeki karlar halinde bol miktarda su depolanmış bulunuyor. Bu şekilde bir su düzenlemesi olmasaydı yeryüzünde hayat olmazdı.

Yerküresine, üstünde bulunan su, hava ve çevresindeki şeyleri kendisine doğru cezbeden uygun bir çekim gücü ihsan edilmiştir. Bu çekim gücü şayet normalden biraz daha az olsaydı, hava ve suyun yer küresinden ayrılıp uzay boşluğuna doğru akışı durdurulamazdı. Yine yer küresindeki ısı şimdikinden fazla olmuş olsaydı, hayatın devamı oldukça zorlaşmış olurdu. Diğer yandan, yerçekimi kuvveti normalden biraz daha fazla olsaydı, atmosfer daha yoğun olmuş olacak, neticede basınç yükselmiş, buharlaşma zorlaşmış ve dolayısıyla yağmur yağması imkansız hale gelmiş olacaktı; soğuklar artmış ve yeryüzünün oturulabilir yerleri daha da azalmış olacaktı; insan ve hayvanlar hacim bakımından daha küçük, buna mukabil daha ağır hale gelmiş olacaklardı. Bu durumda hareket kabiliyetleri de iyice azalmış olacaktı.
Ayrıca yerküresi güneşten, üzerinde insan ve canlıların yaşamasına elverecek uygun bir uzaklıkta yer almış bulunuyor. Bu mesafe biraz daha uzun olsaydı, yerküresi daha az ısı alacak, iklim daha soğuk, mevsimler daha uzun olacak, yeryüzü yaşanmaz bir yer haline dönüşecekti. Diğer taraftan, bu mesafe daha kısa olmuş olsaydı, diğer faktörlerle beraber yüksek ısı, üzerinde halen yaşamakta olan insan hayatına imkân vermeyecek dereceye ulaşacaktı.
Bunlar, yerküresini insanların yaşadığı bir mekân haline getiren tabiî kaynaklar arasında mevcut olan uyum ve ahenkten sadece birkaçıdır. Bu olaylara dikkatle bakan insaf sahibi her insan, bunlar arasındaki uyumun hakîm bir yaratıcının bir planı olmaksızın sadece bir tesadüfün eseri olarak meydana gelmiş olduğunu bir an bile düşünemez. Ayrıca Allah’tan başka bir tanrı veya tanrıçanın, bir cin veya peygamberin, bir veli veya meleğin bu var oluşa müdahil olduğunu ve bu muazzam nizamı işler hale soktuğunu da asla kabul edemez.
Yeryüzünde tatlı ve tuzlu su kütleleri vardır ve bunlar birbirine karışmazlar. Yeraltı su rezervleri, tatlı ve tuzlu su halinde yan yana bir arada bulunur ve fakat çoğunlukla ayrı ayrı akarlar. Hatta tam denizin ortasında, tatlı su kaynaklarının bulunduğu bazı yerler vardır; bunların akıntıları deniz suyundan ayrı olarak, ona karışmadan kalır ve denizde seyahat edenler, içme suyu ihtiyacını buralardan temin ederler.
Arap müşrikleri, bela ve felaketleri sadece Allah`ın kaldırıp uzaklaştırdığını bizatihi biliyor ve anlıyorlardı. Bundan dolayı bir musibetle karşılaştıkları zaman yardım için yalnız Allah`a yalvardıklarını, Kur`an-Kerîm onlara tekrar tekrar hatırlatır. Ama kötülük üzerlerinden kaldırılıp uzaklaştırıldığında, Allah`ın yanında daha başka tanrılara dua ve yakarmaya başladıklarını da ifade eder. Bu durum sadece Arap putperestler için değil, aynı zamanda diğer bütün putperestler hakkında da doğrudur. Hatta o kadar ki, dine karşı düzenli bir propaganda sürdüren dinsiz sosyalist Ruslar bile İkinci Dünya Savaşı`nda Alman kuvvetleri tarafından sarıldıkları zaman Tanrı`ya yalvarmak mecburiyetinde kaldılar.
……
Bir cümle şeklinde ifade edilen bu basit gerçek, mânâ ve detay olarak çok geniştir. Bunun üzerinde iyice düşünen bir kimse, Allah`ın varlığı ve birliği hakkında yeni ve hiç eskimeyen deliller elde eder. Görüldüğü gibi, ilk merhalede, yaratma işinin bizatihi kendisi bile başlı başına cevaplanması gereken bir sorudur. Hayatın ne olduğunu, nasıl ve nereden geldiğini insan kendi bilgisi ile keşfedemez. Şu ana kadar gelip dayanılan bilimsel gerçek şudur: Cansız maddenin sadece bir araya getirilip düzenlenmesiyle bizatihi hayat denilen gerçek ortaya konamaz. Bilimsel olmamasına rağmen tanrıtanımazlar, varlık için gerekli temel maddelerin, rasgele uygun oranlarda bir araya geldiği zaman, hayat denilen olgunun varlık olarak ortaya çıkacağını sanırlar, yeter ki, şansın matematiksel kanunu buna el vermiş olsun. Yine de böyle bir şeyin meydana geliş imkânı sıfırdır. Laboratuarlarda cansız bir maddeden deneme yolu ile canlı bir varlık meydana getirmek üzere şu ana kadar yapılan bütün teşebbüsler, mümkün olan her türlü ihtimamın da gösterilmesine rağmen tam bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Neticede meydana getirilen şey, sadece canlı hücrenin temel yapısını teşkil eden DNA`dır.
Bu ise hayatın özü ve fakat hayatın bizatihi kendisi değildir. Hayat olayı bugün bile bilimsel olarak izah edilemeyen bir mucizedir. Bu noktada yaratılışın ancak Yaratıcı`nın iradesi, emri ve tasvirinin bir sonucu olduğunu söylemekten öte bir şey yapılamaz.
Bir de hayat, sadece bir şekilde değil, sayısız farklı şekillerde bulunur. İnsanoğlu şu ana kadar yeryüzünde aşağı-yukarı bir milyon hayvan ve iki yüz bin bitki türü keşfetmiş bulunuyor. Bunların tümü, yapısı ve özel karakterleri bakımından, son derece açık ve kesin olarak birbirinden tamamen farklıdır. Ayrıca sahip oldukları farklı yapılarını, bilinen ilk zamandan beri öyle ısrarla sürdürmektedirler ki, hiçbir Darwinci buna, bir olan tanrının yaratıcı planının bir neticesi olduğu şeklindeki itiraf dışında herhangi bir aklî izah getiremez. Bir türün yapısı ve şeklini değiştiren ve başka bir türün yapı ve özelliklerini ona kazandırmış olan bir bağ, şu ana kadar keşfedilmemiştir. Var olan hiçbir türün hiçbir mensubu, kendi türünden farklı özellikler taşımaz. Gözden kaçan bir bağın keşfine dair zaman zaman uydurulan ve yaygarası koparılan hikâyeyi, bizzat olayların kendileri yalanlıyor. Dolayısıyla kaçınılmaz gerçek şudur ki, bu yaratma işini yapan, sayısız farklı şekilleri ile hayatı ihsan eden hakîmâne düzenleyici yaratma eylemini planlayıcı, üstün ve musavvir bir varlık vardır.
Yukarıda verilen malumat, yaratılışın başlangıcı hakkındadır. Şimdi biz, mahlûkatın birbirinden üremesi, Allah`ın onları birbirinden yaratması üzerinde biraz düşünelim. Halik, her çeşit hayvan ve bitki türünün yapısı ve düzeninde mükemmel bir mekanizmayı yerleştirmiştir. Hayvan ve bitki türleri bu özellikleriyle tamamen kendi türünün yapı, şekil ve karakterine sahip fertlerini sonsuz bir akış ile üretmeye devam ederler. Türlerin hayatiyetini sürdürmesini ve üremelerini sağlamak için gerekli olan bu element, her canlı ve bitki hücrelerinin bir parçasında ayrı ayrı mevcuttur. (Bu harika görevi üstlenen genler, son derece güçlü mikroskopla ancak görülebilir.) Modern genetik bilimcilerin bu konudaki gözlemleri, önümüze harika gerçekler sunuyor. Bunlara göre, her bitkiye sadece kendi türünü üretme yeteneği lütfedilmiştir. Öyle ki, her nesil kendi türünün tüm farklı özelliklerine sahip olur. Özel yapıları bakımından her türün fertleri, diğer bütün fertlerden ayrılır, farklı olur. Türlerin bekası için gerekli olan bu unsur ve üreticilik, bütün canlı ve bitkilerin her hücresinde ayrı ayrı vardır. Harikalara vesile olan bu genler ancak çok güçlü mikroskoplarla görülebilir. Bu ufacık harika mühendis, bitkinin gelişmesini özellikle de kendi farklı türü istikametinde olmasını temin eder. Dünyanın her yanında, buğday tanesinden elde edilenin yine buğday tanesi olması bundandır. Nitekim dünyanın hiçbir yerinde ve ikliminde bir buğday tohumunun cinsinden bir tane bile olsa arpa elde edildiği görülmemiştir. Hayvan ve insan türleri için de aynı şey söz konusudur.
Türlerin hiçbiri bir defada yaratılmış değildir. Aksine büyüklüğü tasavvur edilemeyecek kadar büyük bir üretim fabrikası her yerde çalışmakta ve aynı türün sayısız fertleri arasından bazılarını varlık âlemine çıkarmaktadır. Canlı dediğimiz varlıkların en küçük parçasının bir bölümünde yer alan ve kendi türünün tüm farklı yapısını ve kalıtım özelliklerini de beraberinde taşıyan mikroskobik geni bir kimse düşürür ve sonra da son derece hassas, aynı zamanda kompleks psikolojik sistem ve her türün her bir ferdinin, aynı türün bir ferdini meydana getiren üretici genin geçtiği çok derin ve girift sürecine bakacak olursa, böyle mükemmel ve dakik bir nizamın kendi kendine (tesadüfen) olabileceğini ve daha sonra çalışmaya devam ederek çeşitli türlerin milyarlarca fertlerini kendiliğinden üretebileceğini bir an bile kabul edemez. Bu mükemmel nizamın, sadece başlangıçta değil, aynı zamanda bu sistemin muntazam ve daimî çalışması için de Hakîm, Ebedî ve bu tezgâhlardaki işleri gözeten ve sevk eden Kayyûm bir Müdebbir`e ihtiyacı vardır.
Bu gerçekler, şirk inancını yıktığı gibi, ateistlerin Tanrı’yı inkâr etmekte hareket noktası olarak kabul ettikleri temelleri de yok eder. Melek, cin, peygamber veya bir velinin, Allah`ın bu işinde dahli olduğuna ancak aptal bir insan inanabilir. Fakat biraz vicdan sahibi ve tarafsız hiçbir kimse, temelinde tümüyle hikmet ve intizam bulunan bu kocaman yaratma ve üretme fabrikasının sadece bir tesadüf eseri olarak çalışmaya başladığını ve o andan itibaren aynı şekilde otomatik olarak çalışmakta olduğunu asla söyleyemez.
Bu kısa cümlenin gelişigüzel incelenmesinden, kişi, beslenme için gerekli gıda maddelerinin tedariki meselesinin pek basit bir iş olmadığını anlayabilir. Yerküremiz üstünde milyonlarca hayvan ve bitki türü vardır. Her tür milyonlarca ferdi ihtiva eder ve bunların çeşitli gıda maddelerine ihtiyacı vardır. Halik ve Rezzak, hiçbir türün mensubunun gıdasız kalmayacağı beslenme imkânlarını bol ve kolayca ulaşılabilir şekilde ayarlamıştır. Böylece can taşıyan hiç bir varlık gıdasız kalmaz. Sonra bu sistem içinde birleşip birlikte çalışan, yer ve gökteki koordineli faaliyetler, çeşitli ve sayısızdır. Isı, ışık, hava, su ve yeryüzündeki maddeler arasında gerekli koordinasyon ve uyum olmadıkça, gıda maddelerinin bir teki dahi üretilemez.
Hakîm bir yaratıcının hakîmâne bir plan ve programı olmaksızın, fevkalade mükemmel olan bu sistemin sadece bir tesadüf eseri olarak meydana geldiğini bir kimse düşünebilir ve kabul edebilir mi? Yine bir insan, bu sistemin işleyişinde cin, melek veya bir velinin elinin bulunduğunu tahayyül edebilir mi?” (Mevdudi; Tefhimü’l-Kur’an)

Rabbimiz, mukayese isteğini başka ayetlerde de dile getirmiştir:

Nahl 17: Öyleyse yaratan (Allah), yaratmayan (putlar) gibi olur mu? Hâlâ düşünmeyecek misiniz?

Zümer 9: Ya da o, gece saatlerinde kalkan, secde ederek, kıyam durarak, daima ahireti hesaba katan ve Rabbinin rahmetini uman kimse mi? De ki: “Hiç bilen kimseler ve bilmeyen kimseler eşit olur mu?” Kesinlikle sadece temiz akıl sahibi olanlar öğüt alırlar.

Zümer 22: Peki, Allah kimin göğsünü İslâm’a açarsa, o zaman o, Rabbinden bir ışık üzerinde olmaz mı? Öyleyse Allah’ı anmaya karşı kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun. İşte onlardır, açık seçik sapıklık içindekiler.

Ra’d 33: Peki, kazandığı şeyler ile birlikte her bir nefsin [kişinin] üzerinde ayakta duran O kişi kimdir? Onlar ise Allah’a ortaklar kıldılar. De ki: “Onları isimlendirin! Yoksa siz O’na yeryüzünde bilmediği bir şey mi haber vereceksiniz? Yoksa sözden açık olanı mı? Aslında şu, küfre sapmış olan kişilere plânları güzel gösterildi de Yol’dan saptırıldılar. Allah kimi saptırırsa, artık onun için yol gösteren kimse yoktur.

62. ayette Rabbimiz, kendi zatı hakkında haber vermekte ve kendisine dua etmesi hâlinde bunalmış olanın duasını kabul edeceğini taahhüt etmektedir. Çünkü bunalmış, zorda kalmış bir kimsenin Allah’a sığınması “ihlâs”ın bir neticesidir ve kal*binin O’ndan başka her şeyle ilişkisini kopardığının bir belirtisidir.
Rabbimiz rahmeti gereği sıkıntıda olanı sıkıntıdan kurtarmaktadır. Ama insan, genel karakteri ve fıtrî özelliği itibariyle nankör olduğu için rahata erdiğinde Rabbini hemen unutuvermektedir:

Hud 9, 10: Ve eğer insana, tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra da onu kendisinden çekip alsak, kuşkusuz o umutsuzdur, çok nankördür.
Ve eğer, kendisine dokunan mutsuzluktan sonra, ona mutluluğu tattırsak, elbette, “Kötülükler benden gitti” der. Ve kuşkusuz o, şımarıktır, böbürlenen biridir.

Tövbe 75, 76: Ve onlardan, “Eğer Allah lütfundan bize verirse, mutlaka bağışta bulunacağız ve kesinlikle iyilerden olacağız” diye Allah’a söz verenler vardır. Sonra, ne zaman ki Allah onlara lütfundan verir, onda cimrilik ederler ve yüz çevirerek geri dururlar.

Yunus 22, 23: O, size karada ve denizde yolculuk ettirendir. Gemilerde bulunduğunuzda gemiler içindekileri tatlı bir rüzgârla götürür, (yolcular) neşelendiklerinde şiddetli bir fırtına gelip çatar, dalgalar her mekândan gelir. Ve onlar, çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca, dini Allah için arındırarak O’na yalvarırlar: “Bizi bundan kurtarırsan, hiç kuşkusuz, şükredenlerden oluruz.”
Sonra O, onları kurtarınca, bir de bakarsın ki, yeryüzünde haksız yere azgınlık ederler. Ey insanlar! Gerçekten, şimdiki hayatın geçici yararları için azgınlığınız, bizzat kendi zararınızadır! Sonra dönüşünüz Bizedir. Yaptıklarınızı size bildireceğiz.

Nahl 53, 54: Ve iyilik olarak sahip olduğunuz ne varsa, işte Allah’tandır. Sonra size bir zarar dokunduğunda, hemen yalnız O’na sığınırsınız. Sonra, zararı sizden giderince, sizden bir grup, Rabblerine şirk koşarlar.

Lokman 31, 32: Ayetlerini size göstermek için, geminin denizde, Allah’ın nimetiyle kayıp gittiğini görmedin mi? İşte gerçekten bunda, tüm çok sabırlı ve çok şükreden için ayetler vardır.
Ve gölgeler gibi bir dalga onları kapladığında, O’nun için dini arındırarak Allah’a yalvarırlar. Ama ne zaman ki karaya çıkararak kurtardı, onlardan bir kısmı muktesıttır. Ve ayetlerimizi ancak, tam hain ve tam nankör bile bile inkâr eder.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla