Tekil Mesaj gösterimi
Alt 7. February 2009, 02:17 AM   #3
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

Yöneticinin gördüklerinin ve sonraki gelişmelerin Kitab-ı Mukaddes’teki anlatımı ise şöyledir:

Yusuf Firavun`un Düşünü Yorumluyor

1 Tam iki yıl sonra Firavun bir düş gördü: Nil Irmağı`nın kıyısında duruyordu.
2 Irmaktan güzel ve semiz yedi inek çıktı. Sazlar arasında otlamaya başladılar.
3 Sonra, yedi çirkin ve cılız inek çıktı. Irmağın kıyısında, öbür ineklerin yanında durdular.
4 Çirkin ve cılız inekler, güzel ve semiz yedi ineği yiyince, Firavun uyandı.
5 Yine uykuya daldı, bu kez başka bir düş gördü: Bir sapta yedi güzel ve dolgun başak bitti.
6 Sonra, cılız ve doğu rüzgarıyla kavrulmuş yedi başak daha bitti.
7 Cılız başaklar, yedi güzel ve dolgun başağı yuttular. Firavun uyandı ve düş gördüğünü anladı.
8 Sabah uyandığında kaygılıydı. Bütün Mısırlı büyücüleri, bilgeleri çağırttı. Onlara gördüğü düşleri anlattı. Ama hiçbiri Firavun`un düşlerini yorumlayamadı.
9 Bu arada baş saki Firavun`a, "Bugün suçumu itiraf etmeliyim" dedi,
10 "Bana ve fırıncıbaşı kullarına öfkelenince bizi zindana, muhafız birliği komutanının evine kapattın.
11 Bir gece ikimiz de düş gördük. Düşlerimiz farklı anlamlar taşıyordu.
12 Orada, bizimle birlikte muhafız birliği komutanının kölesi İbrani bir genç vardı. Gördüğümüz düşleri ona anlattık. Bize bir bir yorumladı.
13 Her şey onun yorumladığı gibi çıktı: Ben görevime döndüm, fırıncıbaşı ise asıldı."
14 Firavun Yusuf`u çağırttı. Hemen onu zindandan çıkardılar. Yusuf tıraş olup giysilerini değiştirdikten sonra Firavun`un huzuruna çıktı.
15 Firavun Yusuf`a, "Bir düş gördüm" dedi, "Ama kimse yorumlayamadı. Duyduğun her düşü yorumlayabildiğini işittim."
16 Yusuf, "Ben yorumlayamam" dedi, "Firavun`a en uygun yorumu Tanrı yapacaktır."
17 Firavun Yusuf`a anlatmaya başladı: "Düşümde bir ırmak kıyısında duruyordum.
18 Irmaktan semiz ve güzel yedi inek çıktı. Sazlar arasında otlamaya başladılar.
19 Sonra arık, çirkin, cılız yedi inek daha çıktı. Mısır`da onlar kadar çirkin inek görmedim.
20 Cılız ve çirkin inekler ilk çıkan yedi semiz ineği yedi.
21 Ama kötü görünüşleri değişmedi. Sanki bir şey yememiş gibi görünüyorlardı. Sonra uyandım.
22 "Bir de düşümde bir sapta dolgun ve güzel yedi başak bittiğini gördüm.
23 Sonra solgun, cılız, doğu rüzgarının kavurduğu yedi başak daha bitti.
24 Cılız başaklar yedi güzel başağı yuttular. Büyücülere bunu anlattım. Ama hiçbiri yorumlayamadı."
25 Yusuf, "Efendim, iki düşün de aynı anlamı taşıyor" dedi, "Tanrı ne yapacağını sana bildirmiş.
26 Yedi güzel inek yedi yıl demektir. Yedi güzel başak da yedi yıldır. Aynı anlama geliyor.
27 Daha sonra çıkan yedi cılız, çirkin inek ve doğu rüzgarının kavurduğu yedi solgun başak ise yedi yıl kıtlık olacağı anlamına gelir.
28 "Söylediğim gibi, Tanrı ne yapacağını sana göstermiş.
29 Mısır`da yedi yıl bolluk olacak.
30 Sonra yedi yıl öyle bir kıtlık olacak ki, bolluk yılları hiç anımsanmayacak. Çünkü kıtlık ülkeyi kasıp kavuracak.
31 Ardından gelen kıtlık bolluğu unutturacak, çünkü çok şiddetli olacak.
32 Bu konuda iki kez düş görmenin anlamı, Tanrı`nın kesin kararını verdiğini ve en kısa zamanda uygulayacağını gösteriyor.
33 "Şimdi Firavun`un akıllı, bilgili bir adam bulup onu Mısır`ın başına getirmesi gerekir.
34 Ülke çapında adamlar görevlendirmeli, bunlar yedi bolluk yılı boyunca ürünlerin beşte birini toplamalı.
35 Gelecek verimli yılların bütün yiyeceğini toplasınlar ve Firavun`un yönetimi altında kentlerde depolayıp korusunlar.
36 Bu yiyecek, gelecek yedi kıtlık yılı boyunca, Mısır`da ihtiyat olarak kullanılacak ve ülke kıtlıktan kırılmayacak."

Yusuf Mısır`ın Yöneticisi Oluyor

37 Bu öneri Firavun`a ve görevlilerine iyi göründü.
38 Firavun görevlilerine, "Bu adam gibi Tanrı Ruhu`na sahip birini bulabilir miyiz?" diye sordu.
39 Sonra Yusuf`a, "Madem ki Tanrı sana bütün bunları açıkladı, senden daha akıllı ve bilgili bir adam yoktur" dedi,
40 "Sarayımın yönetimini sana vereceğim. Bütün halkım buyruklarına uyacak. Tahttan ötürü yalnız ben senin üzerinde olacağım.
41 Seni bütün Mısır`a yönetici atıyorum."
42 Sonra mührünü parmağından çıkarıp Yusuf`un parmağına taktı. Ona ince ketenden giysi giydirdi. Boynuna altın zincir taktı.
43 Kendi yardımcısının arabasına bindirdi. Yusuf`un önünde, "Yol açın!" diye bağırdılar. Böylece Firavun ona bütün Mısır`ın yönetimini verdi.
44 Firavun Yusuf`a, "Firavun benim" dedi, "Ama Mısır`da senden izinsiz kimse elini ayağını oynatmayacak."
45 Yusuf`un adını Safnat-Paneah koydu. On Kenti`nin kâhini Potifera`nın kızı Asenat`ı da ona karı olarak verdi. Yusuf ülkeyi boydan boya dolaştı.
46 Yusuf Firavun`un hizmetine girdiğinde otuz yaşındaydı. Firavun`un huzurundan ayrıldıktan sonra bütün Mısır`ı dolaştı.
47 Yedi bolluk yılı boyunca toprak çok ürün verdi.
48 Yusuf Mısır`da yedi yıl içinde yetişen bütün ürünleri toplayıp kentlerde depoladı. Her kente o kentin çevresindeki tarlalarda yetişen ürünleri koydu.
49 Denizin kumu kadar çok buğday depoladı; öyle ki, ölçmekten vazgeçti. Çünkü buğday ölçülemeyecek kadar çoktu.
50 Kıtlık yılları başlamadan, On Kenti`nin kâhini Potifera`nın kızı Asenat Yusuf`a iki oğlan doğurdu.
51 Yusuf ilk oğlunun adını Manaşşe koydu. "Tanrı bana bütün acılarımı ve babamın ailesini unutturdu" dedi.
52 "Tanrı sıkıntı çektiğim ülkede beni verimli kıldı" diyerek ikinci oğlunun adını Efrayim koydu.
53 Mısır`da yedi bolluk yılı sona erdi.
54 Yusuf`un söylemiş olduğu gibi yedi kıtlık yılı baş gösterdi. Bütün ülkelerde kıtlık vardı. Ama Mısır`ın her yanında yiyecek bulunuyordu.
55 Mısırlılar aç kalınca, yiyecek için Firavun`a yakardılar. Firavun onlara, "Yusuf`a gidin" dedi, "O size ne derse öyle yapın."
56 Kıtlık bütün ülkeyi sarınca, Yusuf depoları açıp Mısırlılar`a buğday satmaya başladı. Çünkü kıtlık Mısır`ı boydan boya kavuruyordu.
57 Bütün ülkelerden insanlar da buğday satın almak için Mısır`a, Yusuf`a geliyordu. Çünkü kıtlık bütün dünyayı sarmıştı ve şiddetliydi. (Tekvin; 41. Bab)

45 – Ve o ikiden kurtulmuş olan kişi nice ümmetten [önderli toplumdan] sonra anarak dedi ki: “Ben size onun [o görüntünün] tevilini haber veririm, hemen beni gönderin.”
46 – “Yusuf! Ey doğru sözlü! Bize, insanlara dönmem ve onların öğrenmesi için ‘Yedi semiz ineği, yedi cılız inek yiyor. Ve yedi yeşil başakla diğer yedi kuru başak’ hakkında fetva ver.”
47 - 49 – O [Yusuf] dedi ki: “Yedi sene âdet üzere ekin ekeceksiniz, sonra da biçtiklerinizi yiyeceğiniz miktar hariç başağında bırakınız. Sonra onun arkasından zorlu yedi [yedi kurak sene] gelecek, önceki biriktirdiklerinizin biraz saklayacağınızdan başkasını yiyecek. Sonra da onun arkasından bir sene gelecek ki, insanlar onda yağmura kavuşacak ve onda sıkıp sağacaklar.”

Bu ayetlerde, hükümdarın gördüğü ve çevresindekilerin tevil edemediği görüntü ve o görüntü hakkında Yusuf peygamberin yaptığı tevil bildirilmektedir.
45. ayette geçen “nice ümmetten sonra” ifadesinden anlaşıldığına göre, Yusuf peygamberin kurtulmuş olan zindan arkadaşı, tevil için gelen birçok sözde kâhinin işin içinden çıkamaması üzerine hükümdara Yusuf peygamberden bahsetmiş ve bu karmakarışık görüntü hakkında ondan tevil öğrenip gelmesi için izin istemiştir.

50 – Ve o hükümdar; “Onu bana getirin” dedi. Sonra ne zaman ki elçi ona [Yusuf’a] geldi, o [Yusuf] ona dedi ki: “Efendine geri dön de ona sor bakalım, o ellerini kesen kadınların zoru ne imiş? Hiç şüphe yok ki, Rabbim, onların oyunlarını çok iyi bilir.”
Yusuf peygamberin yapmış olduğu tevili duyan hükümdar, onu saraya getirmek için adam yollamış, ancak Yusuf peygamber zindandan çıkmayı reddederek hükümdardan kendisinin haksız yere zindana atılmasına sebep olan kadınların sorgulanmasını, gerçeğin ortaya çıkarılmasını istemiştir.

51 - O [hükümdar]; “Yusuf`un nefsinden murat almaya kalktığınız zaman durum ne idi?” dedi. Onlar [kadınlar]; “Hâşâ, Allah için, biz onun aleyhinde hiçbir fenalık bilmedik” dediler. Aziz’in karısı da “Şimdi hak ve hakikat olduğu gibi ortaya çıktı. Onun nefsinden ben murat almak istedim. O ise şeksiz şüphesiz doğrulardandır” dedi.
52 - -İşte bu, onun[Yusufu’un], gaybde [tenhada] benim ona hainlik etmediğimi ve kesinlikle Allah’ın hainlerin hilesine kılavuz olmadığını bilmesi içindir.-
53 – Ve ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Şüphesiz ki nefis, şiddetle kötülüğü emredendir. Ancak Rabbimin esirgediği kimse müstesnadır. Şüphesiz ki, Rabbim çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.
54 – Ve hükümdar “Onu bana getirin, kendime tahsis edeyim” dedi. Sonra onunla konuşunca da: “Şüphesiz sen bugün yanımızda gerçekten önemli bir mevki sahibisin, güvenilir birisin” dedi.
55 - O [Yusuf] dedi ki: “Beni yeryüzünün hazineleri üzerine kıl [getir]! Şüphesiz ben iyi koruyan, çok iyi bilenim.”

Bu ayetlerde, Yusuf peygamberin talebi üzerine Aziz’in karısı ile birlikte diğer iftiracı kadınların hükümdar huzurundaki bir mahkemede sorgulanması, temsili bir anlatımla canlandırılmıştır.
Hükümdarın “Yusuf`un nefsinden murat almaya kalktığınız zaman durum ne idi?” şeklindeki sorusu, o olay esnasında Yusuf’un kışkırtıcı ya da cesaret verici bir davranışta bulunup bulunmadığını anlamaya yöneliktir. Kadınlar doğruyu söyleyip Yusuf’u aklayınca, Yusuf peygamber zindandan çıkartılarak saraya getirilir. Hükümdarın kendisine çok güvendiğini söylemesi üzerine, Yusuf da ondan ülkenin hazine işlerine atanmasını ister. Yusuf peygamberin kendinden emin olarak söylediği “Beni yeryüzünün hazineleri üzerine kıl [getir]. Şüphesiz ben iyi koruyan, çok iyi bilenim” sözleri, onun yedi yıl sonra baş göstereceğini bildiği kıtlık döneminde ne yapacağını iyi düşünüp planladığını göstermektedir.
51. ayette geçen “nefs” sözcüğü ile ilgili detay Leyl ve Kıyamet surelerinde verildiği için, sözcüğün burada tekrar açıklanmasına gerek duyulmamıştır.
Mevdudi, Yusuf peygamberin ülke yönetimine gelmesi ve bu görevdeki etkinliği hakkında yapmış olduğu tespitleri şöyle dile getirmiştir:

Talmud`a göre, "İbrani, kendisini bilge ve uzman bir kimse olarak isbat etmişti"; ayrıca Talmud, Hz. Yusuf`un (a.s) şöyle dediğini nakleder: "Şu kesin ki, benden daha temayüz etmiş biri daha yok: Nihayet ben Allah`ın tüm bilgileri öğrettiği biriyim.” Daha sonraki ayetlerde bu talebinin kabul edildiğini ve Yusuf’un da üstlendiği görevi hakkıyla yerine getirdiği görülecektir. (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)

Öylesine ki, kral ve maiyyeti Hz. Yusuf`u (a.s) yaklaşmakta olan felaketten ülkeyi kurtaran yegane şahıs olarak ilan etmiştir.. Yusuf`un (a.s) artık ülkenin tüm kaynaklarının kendi ellerine, kendi tasarrufuna bırakılması gerektiğini önermesinde ve kralın bu teklifin acilen yürürlüğe konmasını kabul etmesinde şaşılacak bir taraf olmayacaktır.
İlk soru şudur: Hz. Yusuf`un (a.s) krala yaptığı teklif bir memuriyet için miydi? Daha önceki açıklama notlarının ışığında vuzuha kavuşmuş olmalıdır ki, mesele, hedefine varmasını sağlayacak bir fırsat anını kollayan hırslı bir kişinin başvurusu yahut bir ricası olmadığı gibi, kralın kendi huzurunda dile getirilen bu teklifi kabul edişi de, -meselenin öncesi yokmuş gibi- aniden olmamıştır
Karşılaştırmalı Kitab-ı Mukaddes ve Mısır tarihi üzerine çalışan modern araştırmacılar, Hyksos kralı Apophis`in, Hz. Yusuf`un (a.s) çağdaşı olan kral olduğu görüşünü paylaşmaktadırlar.
O devirde Memphis Mısır`ın başkentiydi. Bu kente ait kalıntılara Kahire`nin güneyinde 14 mil mesafedeki Nil kıyısında rastlanmaktadır. Hz. Yusuf (a.s) buraya getirildiğinde 17-18 yaşlarındaydı.
Aziz`in yanında iki-üç yıl, zindandaysa sekiz-dokuz yıl kaldı; Mısır`a yönetici olduğunda otuz yaşındaydı ve iktidarda seksen yıl tekbaşına kaldı. İktidarının dokuzuncu ve onuncu yılında babası Yakub`a (a.s) kendisi ve tüm aile fertlerinin Filistin`den Mısır`a gelmeleri için haber yolladı. Kitab-ı Mukaddes`e göre onları Hz. Musa`nın (a.s) yaşadığı Goshen bölgesine yerleştirmiştir. Yine Kitab-ı Mukaddes`e göre Hz. Yusuf (a.s) ölmeden önce akrabalarından şu yemini almıştı: "Bu ülkeden atalarınızın ülkesine döndüğünüzde kemiklerimi alıp beraberinizde götüreceksiniz." Sonra öldü. Öldüğünde yüz on yaşındaydı. Akrabaları da kendisini mumyaladılar. Her ne kadar Kur`an`da anlatılan Yusuf kıssası Kitab-ı Mukaddes ve Talmud`la ayrıntılara indikçe farklılaşıyorsa da, üçü de temel öğelerde ittifak halindedirler. Biz de bu farklılıkları gerektiği yer ve zamanda açıklayıcı notlarımızla izaha çalışacağız.
Firavun ile Hz. Musa`nın ilişkilerinin tersine Hz. Yûsuf ile o dönemin Mısır kralı arasında olumlu bir ilişki vardı. Hz.Yûsuf, Maliye Bakanlığı yapacak kadar devlet kademesinde ilerlemişti. (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)

Kur`an`ı kavramada tecrübesi olmayan kimseleri bu ayette geçen "Hazâinu’l-Arz" deyimi ve daha sonra geçen tahıl dağıtım işi yanıltmış; bu yanılgıyla sözkonusu memuriyetin bugünün "Hazine Müsteşarı", "Kıtlık Dönemi Danışmanı" yahut "Maliye Bakanı" türünden bir memuriyet olduğu sonucuna varmışlardır. Aslında Yusuf’un (a.s) memuriyeti bunlardan hiçbiri değildi, zira Kur`an, Kitab-ı Mukaddes ve Talmud`a göre Hz. Yusuf`a (a.s) tüm iktidar tevdi edilmiş ve bir yöneticinin tüm imtiyazı verilmiştir. Tahta oturmasının (Yusuf/l00) ve kendisine melik denmesinin (Yusuf/72) sebebi budur. Bizzat Hz. Yusuf (a.s) Allah`a kendisine melikliği bahşettiği için şükretmiştir (Yusuf/l00). Herşeyden öte, bizzat Allah bu olaya tanıktır; mealen: "Böylece Yusuf`a ülkede iktidar verdik. Artık ülkenin her yanına istediği gibi tasarruf etme hakkına sahip olmuştu" (Yusuf/56). Kitab-ı Mukaddes`e baktığımızda şunları okuyoruz: "Ve Firavun Yusuf`a dedi: " Evimi mekânın bileceksin ve halkın senin emrinle yönetilecek. Ben yalnız tahtta senden büyük olacağım. Bak, tüm Mısır ülkesini yönetmeye seni tayin ediyorum. Senden habersiz Mısır ülkesinde hiç kimse ne parmağını kıpırdatabilecek ne de adım atabilecektir. Ve Yusuf`a Zaphnath-paaneah [Dünya Koruyucusu] adını verdi" (Tekvin, 4l: 40-45). Talmud`a göre ise olay şöyledir: “Ağabeyleri Mısır`dan babaları Hz. Yakub`a (a.s) döndüğünde Hz. Yusuf (a.s) hakkında kendisine şunları söylediler: Mısır meliki, halkı üzerinde öylesine egemen ki ondan üstünü yok. Herkes onun emriyle giriyor, onun emriyle çıkıyor ülkeye. Yöneten onun emirleri... Efendisi Firavun`un nefesini harcamasına gerek bile yok."
…….
Allame Zemahşeri`nin görüşü, Keşşaf tefsirinde 55. ayete getirdiği yorumda verilmiştir. Şöyle diyor: "Yusuf Aleyhisselam ülkenin kaynaklarını benim tasarrufuma verin şeklindeki teklifinde bulunduğu zaman niyeti Allah`ın hükümlerini yürürlükte kılmak, hak ve adaleti tesis etmek ve tüm rasüller gibi görevini icra etmek üzere iktidar fırsatı kollamaktı. Yoksa tahta geçmeyi, saltanat sevdası için yahut dünyevi arzularını ve hırslarını tatmin için istememişti. Böylece bir talepte bulundu; çünkü bu işi icra edebilecek bir başkasının bulunmadığını gayet iyi biliyordu. Ve İnsanların işleri hususunda tasarrufta bulunmak, Hz. Yûsuf`a vacip idi. Binâenaleyh, onun, hangi biçimde olursa olsun, bu işe teşebbüste bulunması caiz di. Biz, şu sebeplerden dolayı, insanların işleri hususunda tasarrufta bulunması, çalışması vâcibtir dedik. (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)

56 - Ve işte Biz böylece Yusuf için o yerde iktidar [ülke yönetimi] verdik. Neresinde isterse orada konaklardı. Biz rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz. Ve iyilik edenlerin mükâfatını zayi etmeyiz.
57 – Ve iman eden ve takva sahibi olan kişiler için elbette ahiret mükâfatı daha hayırlıdır.

Bu ayetlerde Rabbimiz, Yusuf peygambere iktidar nimeti verdiğini, onu dilediği gibi hareket eden bir yönetici yaptığını, tüm muhsinlere Yusuf peygambere verilenler gibi mutlaka ödüller vereceğini, ama ahiretteki ödüllerin dünyadakilerden daha değerli olduğunu bildirmekte ve böylece tüm kullarını muhsinleşmeye özendirmektedir.
Kıssada ayrıca hükümdarın Yusuf peygamberdeki doğruluk, dürüstlük, güvenilirlik özelliklerinin belirtilerini görüp ona güvendiğinin vurgulanmasıyla böylesi bir ahlakın sahibine fayda verdiği gösterilmiş ve herkes böyle bir ahlaka sarılmaya teşvik edilmiş olmaktadır.

58 - Yusuf’un kardeşleri geldiler de onun yanına girdiler. O, onları hemen tanıdı, onlar ise onu tanıyamamışlardı.
59, 60 - Ne zaman ki onların teçhizatlarını hazırladı, “Babanızdan olan kardeşinizi bana getirin. Görüyorsunuz ya, ben ölçeği tam ölçüyorum ve ben konuk ağırlayanların en iyisiyim. Siz eğer onu bana getirmezseniz, bir daha size hiç kile yok, yanıma da yaklaşmayın” dedi.
61 – Onlar: “Onu babasından istemeye çalışacağız ve şüphesiz biz kesinlikle yapanlarız” dediler.
62 – Ve o [Yusuf], memurlarına: “Ailelerinin yanına dönünce farkına varmaları için ve yine gelmeleri için sermayelerini yüklerinin içine koyuverin” dedi.

Bu ayetlerde, Yusuf peygamberin ailesiyle olan ilişkilerinin yöneticilik dönemindeki başlangıcı çok kısa ve özlü bir biçimde anlatılmıştır.
Anlaşıldığına göre, hükümdarın gördüğü görüntüler, Yusuf peygamberin tevili doğrultusunda gerçekleşmiş ve bölgede kıtlık baş göstermiştir. Ancak Mısır ülkesi Yusuf peygamberin aldığı tedbirler sayesinde bu kıtlıktan etkilenmediği gibi, çevredeki ülkelere de yardım etmektedir. Yakub peygamberin, oğullarını Mısır’a zahire, erzak temini için yollaması bunu göstermektedir.
Kendisini tanımayan kardeşlerini hemen tanıyan Yusuf peygamber, kardeşleriyle bir hayli sohbet etmiş olmalı ki, onlardan babası ve küçük kardeşiyle ilgili gerekli bilgileri almış ve bir dahaki sefere erzak almaya gelirken küçük kardeşlerini de yanlarında getirmelerini istemiştir. Yusuf peygamber, tekrar gelmelerini sağlamak için kardeşlerine verdiği erzakın içine ödedikleri sermayelerini de geri koydurmuş, küçük kardeşinin getirilmesini sağlama almak için de bir dahaki sefere küçük kardeşlerini getirmezlerse kendilerine erzak verilmeyeceği uyarısında bulunmuştur.
Kıssanın bu bölümündeki olayların anlatımı Kitab-ı Mukaddes’te şöyledir:

Yusuf`un Kardeşleri Mısır`a Gidiyor

1 Yakup, Mısır`da buğday olduğunu öğrenince, oğullarına, "Neden birbirinize bakıp duruyorsunuz?" dedi,
2 "Mısır`da buğday olduğunu duydum. Gidin, satın alın ki, yaşayalım, yoksa öleceğiz."
3 Böylece Yusuf`un on kardeşi buğday almak için Mısır`a gittiler.
4 Ama Yakup Yusuf`un kardeşi Benyamin`i onlarla birlikte göndermedi, çünkü oğlunun başına bir şey gelmesinden korkuyordu.
5 Buğday satın almaya gelenler arasında İsrail`in oğulları da vardı. Çünkü Kenan ülkesinde de kıtlık hüküm sürüyordu.
6 Yusuf ülkenin yöneticisiydi, herkese o buğday satıyordu. Kardeşleri gelip onun önünde yere kapandılar.
7 Yusuf kardeşlerini görünce tanıdı. Ama onlara yabancı gibi davranarak sert konuştu: "Nereden geliyorsunuz?" "Kenan ülkesinden" diye yanıtladılar, "Yiyecek satın almaya geldik."
8 Yusuf kardeşlerini tanıdıysa da kardeşleri onu tanımadılar.
9 Yusuf gördüğü onlarla ilgili düşleri anımsayarak, "Siz casussunuz" dedi, "Ülkenin zayıf noktalarını öğrenmeye geldiniz."
10 "Aman, efendim" diye karşılık verdiler, "Biz kulların yalnızca yiyecek satın almaya geldik.
11 Hepimiz aynı babanın çocuklarıyız. Biz kulların dürüst insanlarız, casus değiliz."
12 Yusuf, "Hayır!" dedi, "Siz ülkenin zayıf noktalarını öğrenmeye geldiniz."
13 Kardeşleri, "Biz kulların on iki kardeşiz" dediler, "Hepimiz Kenan ülkesinde yaşayan aynı babanın çocuklarıyız. En küçüğümüz babamızın yanında kaldı, biri de kayboldu."
14 Yusuf, "Söylediğim gibi" dedi, "Casussunuz siz.
15 Sizi sınayacağım. Firavun`un başına ant içerim. Küçük kardeşiniz de gelmedikçe, buradan ayrılamazsınız.
16 Aranızdan birini gönderin, kardeşinizi getirsin. Geri kalanlarınız göz altına alınacak. Anlattıklarınız doğru mu, değil mi, sizi sınayacağız. Değilse, Firavun`un başına ant içerim ki casussunuz."
17 Üç gün onları gözaltında tuttu.
18 Üçüncü gün onlara, "Bir koşulla canınızı bağışlarım" dedi, "Ben Tanrı`dan korkarım.
19 Dürüst olduğunuzu kanıtlamak için, içinizden biri gözaltında tutulduğunuz evde kalsın, ötekiler gidip aç kalan ailenize buğday götürsün.
20 Sonra küçük kardeşinizi bana getirin. Böylece anlattıklarınızın doğru olup olmadığı ortaya çıkar. Ölümden kurtulursunuz." Kabul ettiler.
21 Birbirlerine, "Besbelli kardeşimize yaptığımızın cezasını çekiyoruz" dediler, "Bize yalvardığında nasıl sıkıntı çektiğini gördük, ama dinlemedik. Bu sıkıntı onun için başımıza geldi."
22 Ruben, "Sizi uyarmadım mı?" dedi, "Çocuğa zarar vermeyin diye. Ama dinlemediniz. İşte şimdi kanının hesabı soruluyor."
23 Yusuf`un konuştuklarını anladığını farketmediler, çünkü onunla çevirmen aracılığıyla konuşuyorlardı.
24 Yusuf kardeşlerinden ayrılıp ağlamaya başladı. Sonra dönüp onlarla konuştu. Aralarından Şimon`u alarak ötekilerin gözleri önünde bağladı.
25 Sonra torbalarına buğday doldurulmasını, paralarının torbalarına geri konulmasını ve yol için kendilerine azık verilmesini buyurdu. Bunlar yapıldıktan sonra,
26 buğdaylarını eşeklerine yükleyip oradan ayrıldılar.
27 Konakladıkları yerde içlerinden biri eşeğine yem vermek için torbasını açınca parasını gördü. Para torbanın ağzına konmuştu.
28 Kardeşlerine, "Paramı geri vermişler" diye seslendi, "İşte torbamda!" Yürekleri yerinden oynadı. Titreyerek birbirlerine, "Tanrı`nın bize bu yaptığı nedir?" dediler.
29 Kenan ülkesine, babaları Yakup`un yanına varınca, başlarına gelenleri ona anlattılar:
30 "Mısır`ın yöneticisi bizimle sert konuştu. Bize casusmuşuz gibi davrandı.
31 Ona, `Biz dürüst insanlarız` dedik, `Casus değiliz.
32 Hepimiz aynı babanın çocuklarıyız. On iki kardeşiz; biri kayboldu, en küçüğü de Kenan ülkesinde, babamızın yanında.`
33 "Ülkenin yöneticisi bize, `Dürüst olduğunuzu şöyle anlayabilirim` dedi, `Kardeşlerinizden birini yanımda bırakın, buğdayı alın, aç kalan ailelerinize götürün.
34 Küçük kardeşinizi de bana getirin. O zaman casus olmadığınızı, dürüst insanlar olduğunuzu anlar, kardeşinizi size geri veririm. Ülkede ticaret yapabilirsiniz.`"
35 Torbalarını boşaltınca, hepsi para kesesini torbasında buldu. Para keselerini görünce, hem kendileri hem babaları korkuya kapıldı.
36 Yakup, "Beni çocuklarımdan yoksun bırakıyorsunuz" dedi, "Yusuf yok, Şimon yok. Şimdi de Benyamin`i götürmek istiyorsunuz. Sıkıntıyı çeken hep benim."
37 Ruben babasına, "Benyamin`i geri getirmezsem, iki oğlumu öldür" dedi, "Sen onu bana teslim et, ben sana geri getireceğim."
38 Ama Yakup, "Oğlumu sizinle göndermeyeceğim" dedi, "Çünkü kardeşi öldü, yalnız o kaldı. Yolda ona bir zarar gelirse, bu acıyla ak saçlı başımı ölüler diyarına götürürsünüz." (Tekvin; 42. Bab)

Mısır`a İkinci Yolculuk

1 Kenan ülkesinde kıtlık şiddetlenmişti.
2 Mısır`dan getirilen buğday tükenince Yakup, oğullarına, "Yine gidin, bize biraz yiyecek alın" dedi.
3 Yahuda, "Adam bizi sıkı sıkı uyardı" diye karşılık verdi, "`Kardeşiniz sizinle birlikte gelmezse, yüzümü göremezsiniz` dedi.
4 Kardeşimizi bizimle gönderirsen, gider sana yiyecek alırız.
5 Göndermezsen gitmeyiz. Çünkü o adam bize, `Kardeşinizi birlikte getirmezseniz, yüzümü göremezsiniz` dedi."
6 İsrail, "Niçin adama bir kardeşiniz daha olduğunu söyleyerek bana bu kötülüğü yaptınız?" dedi.
7 Şöyle yanıtladılar: "Adam bize, `Babanız hâlâ yaşıyor mu? Başka kardeşiniz var mı?` diye sordu. Bizimle ve akrabalarımızla ilgili öyle sorular sordu ki, biz de yanıt vermek zorunda kaldık. Kardeşinizi getirin diyeceğini nereden bilebilirdik?"
8 Yahuda, babası İsrail`e, "Çocuğu benimle gönder, gidelim" dedi, "Sen de, biz de, yavrularımız da ölmez, yaşarız.
9 Ona ben kefil oluyorum. Beni sorumlu say. Eğer onu geri getirmez, önüne çıkarmazsam, ömrümce sana karşı suçlu sayılayım.
10 Çünkü gecikmeseydik, şimdiye dek iki kez gidip gelmiş olurduk."
11 Bunun üzerine İsrail, "Öyleyse gidin" dedi, "Yalnız, torbalarınıza bu ülkenin en iyi ürünlerinden biraz pelesenk, biraz bal, kitre, laden, fıstık, badem koyun. Mısır`ın yöneticisine armağan olarak götürün.
12 Yanınıza iki kat para alın. Torbalarınızın ağzına konan parayı geri götürün. Belki bir yanlışlık olmuştur.
13 Kardeşinizi alıp gidin, o adamın yanına dönün.
14 Her Şeye Gücü Yeten Tanrı, adamın yüreğine size karşı merhamet koysun da, adam öbür kardeşinizle Benyamin`i size geri versin. Bana gelince, çocuklarımdan yoksun kalacaksam kalayım."
15 Böylece kardeşler yanlarına armağanlar, iki kat para ve Benyamin`i alarak hemen Mısır`a gidip Yusuf`un huzuruna çıktılar.
16 Yusuf Benyamin`i yanlarında görünce, kâhyasına, "Bu adamları eve götür" dedi, "Bir hayvan kesip hazırla. Çünkü öğleyin benimle birlikte yemek yiyecekler."
17 Kâhya Yusuf`un buyurduğu gibi onları Yusuf`un evine götürdü.
18 Ne var ki kardeşleri Yusuf`un evine götürüldükleri için korktular. "İlk gelişimizde torbalarımıza konan para yüzünden götürülüyoruz galiba!" dediler, "Bize saldırıp egemen olmak, bizi köle edip eşeklerimizi almak istiyor."
19 Yusuf`un kâhyasına yaklaşıp evin kapısında onunla konuştular:
20 "Aman, efendim!" dediler, "Buraya ilk kez yiyecek satın almaya gelmiştik.
21 Konakladığımız yerde torbalarımızı açınca, bir de baktık ki, paramız eksiksiz olarak torbalarımızın ağzına konmuş. Onu size geri getirdik.
22 Ayrıca yeniden yiyecek almak için yanımıza başka para da aldık. Paraları torbalarımıza kimin koyduğunu bilmiyoruz."
23 Kâhya, "Merak etmeyin" dedi, "Korkmanıza gerek yok. Parayı Tanrınız, babanızın Tanrısı torbalarınıza koydurmuş. Ben paranızı aldım." Sonra Şimon`u onlara getirdi.
24 Kâhya onları Yusuf`un evine götürüp ayaklarını yıkamaları için su getirdi, eşeklerine yem verdi.
25 Kardeşler öğlene, Yusuf`un geleceği saate kadar armağanlarını hazırladılar. Çünkü orada yemek yiyeceklerini duymuşlardı.
26 Yusuf eve gelince, getirdikleri armağanları kendisine sunup önünde yere kapandılar.
27 Yusuf hatırlarını sorduktan sonra, "Bana sözünü ettiğiniz yaşlı babanız iyi mi?" dedi, "Hâlâ yaşıyor mu?"
28 Kardeşleri, "Babamız kulun iyi" diye yanıtladılar, "Hâlâ yaşıyor." Sonra saygıyla eğilip yere kapandılar.
29 Yusuf göz gezdirirken kendisiyle aynı anadan olan kardeşi Benyamin`i gördü. "Bana sözünü ettiğiniz küçük kardeşiniz bu mu?" dedi, "Tanrı sana lütfetsin, oğlum."
30 Sonra hemen oradan ayrıldı, çünkü kardeşini görünce yüreği sızlamıştı. Ağlayacak bir yer aradı. Odasına girip orada ağladı.
31 Yüzünü yıkadıktan sonra dışarı çıktı. Kendisini toparlayarak, "Yemeği getirin" dedi.
32 Yusuf`a ayrı, kardeşlerine ayrı, Yusuf`la yemek yiyen Mısırlılar`a ayrı hizmet edildi. Çünkü Mısırlılar İbraniler`le birlikte yemek yemez, bunu iğrenç sayarlardı.
33 Kardeşleri Yusuf`un önünde büyükten küçüğe doğru yaş sırasına göre oturdular. Şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar.
34 Yusuf`un masasından onlara yemek dağıtıldı. Benyamin`in payı ötekilerden beş kat fazlaydı. İçtiler, birlikte hoş vakit geçirdiler. (Tekvin; 43. Bab)

63 – Böylece, babalarına döndükleri vakit; “Ey babamız! Bizden ölçek men edildi [bize zahire verilmeyecek]. Onun için bu kere kardeşimizi bizimle gönder ki, ölçek alabilelim. Ve biz onu kesinlikle koruyacağız” dediler.
64 – O [babaları] dedi ki: “Ben onu size emanet eder miyim? Bundan önce kardeşini emanet ettiğimde olan gibi olması başka! İşte Allah en hayırlı koruyandır. Ve O, merhamet edenlerin en merhametlisidir."
65 – Ve yüklerini açtıkları zaman sermayelerini kendilerine geri verilmiş olarak buldular. Dediler ki: “Ey babamız! Daha ne isteriz? İşte, sermayelerimiz bize iade edilmiş. Bununla ailemize zahire alır getiririz, kardeşimizi de koruruz, üstelik bir deve yükü daha fazla zahire alırız. Bu [aldığımız], çok kolay [pek az] bir ölçektir.”
66 - O [babaları] dedi ki: “Etrafınız kuşatılmadıkça [hepiniz çaresiz kalmadıkça] onu bana mutlaka getireceğinize dair Allah`tan bir taahhüt vermedikçe, onu, kesinlikle sizinle göndermem.” Onlar, ona [babalarına] teminatlarını verince, o [babaları]; “Bu söylediklerimize Allah vekildir” dedi.
67 - Ve dedi ki: “Ey yavrularım! Bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben, Allah’tan hiçbir şeyi sizden gideremem. Hüküm yalnızca Allah’ındır. Ben sadece ona tevekkül ettim. Artık tevekkül edenler de sadece O’na tevekkül etmelidirler.”

Bu ayetlerde, Yusuf peygamberin kardeşlerinin, küçük kardeşin Mısır’a gönderilmesi konusunda babalarını razı etmeleri ve bu süreçte aralarında geçen konuşmalar nakledilmektedir.
Bu konuşmada Yakub peygamber, küçük kardeşlerini çok iyi kollayıp gözeteceklerine dair oğullarından söz aldıktan sonra, onlara yabancı bir ülkede gereksiz yere dikkatleri üzerlerine çekmemeleri ve böylece beklenmedik entrikalara kurban gitmemeleri için nasihatte bulunmuştur. Yakub peygamberin bu tembihleri aslında sadece psikolojik olarak rahatlatan, en azından manevi destek veren tedbirlerdir. Çünkü ne türlü tedbir alınırsa alınsın, insanların başlarına Allah’tan geleceklerin önüne geçilmesi mümkün değildir. Nitekim Yakub peygamber de bu bilinçte olduğunu, işin sonucunu Allah’a bırakarak göstermiştir.
İmanlı insanların Allah’ı tanıyıp takdir etmelerinin bir sonucu olan “tevekkül” kavramı daha evvel detaylı olarak açıklandığı için (Tebyinü’l Kur’an, c.3, s.391) burada sadece “tevekkül” sözcüğünün tanımını tekrarlamayı yeterli görüyoruz.

TEVEKKÜL

“Vekil” sözcüğünün Kur’an’daki anlamına göre “tevekkül”, “kişinin aczini ortaya koyarak ‘Vekil’ olan Allah’ı kendisine vekil tutması, yani inanç olarak varlığını ve varlığının devamını rızk, terbiye ve koruma bakımından Allah’a bırakması, her türlü sonucun kendisi için en iyisi olacağını kabullenmesi ve sonuca razı olması” demektir. Diğer bir ifadeyle “tevekkül”, kişinin “azim”den [her türlü hazırlığı yapıp kesin karar verdikten] sonra sonucu “Vekil”e [varlığı ayakta tutan, sürdüren, koruyan ve rızk veren Allah’a] bırakmasıdır.
Yukarıdaki tanımlardan anlaşılacağı gibi, imanın bir yansıması olan “tevekkül”ü “insanın her türlü hazırlığı yaptıktan sonra sonucu Allah’a bırakıp Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi ‘Görelim Mevlâ neyler, neylerse güzel eyler!’ diyebilmesi” olarak açıklamak da mümkündür. Çünkü üzerine düşeni yaptıktan sonra sonucu Allah’a bırakan kişi bilir ki, gerçek Vekil’e dayanan her işin sonucu kendisi için daha hayırlı olur. Dolayısıyla, dertlenmeye, bunalıma girmeye, gelecekten endişe duymaya gerek yoktur. İşin sonucu ilk bakışta aleyhte görünse bile, mütevekkil kişi sonucun kendi lehine olabileceğini düşünür ve sonuçtan olumsuz etkilenmez. Lehine sonuçlanmış gibi görünen bir iş için de bu sonucun aslında kendisi için kötü olabileceğini düşünür ve şımarmaz.

68 – Ve ne zaman ki, şehre vardılar, o zaman babalarının kendilerine emrettiği şekilde girdiler. Bu, onlar hakkında, Allah’tan hiçbir şeyi önleyemezdi, bu sadece Yakub’un içinden geçirdiği bir isteğin gerçekleşmesi oldu. Ve şüphesiz o, ona öğrettiğimiz için ilim sahibiydi. Velâkin insanların çoğu bilmezler.

Bu ayette, evlatların Mısır’a babalarının tembih ettiği şekilde girmelerine rağmen bu davranışlarının olacakları önleyemeyeceği belirtilerek Yakub peygamberin gösterdiği tevekkülün ne kadar isabetli olduğu teyit edilmiştir. Yakup peygamber bu tevekkülü hislerinin yol göstermesiyle değil, Allah’ın kendisine öğrettiği ilim sebebiyle yapmıştır.
Yakub peygamberin 67. ayetteki “Ben, Allah’tan hiçbir şeyi sizden gideremem” şeklindeki sözleri, kendisinin, evlatlarını olası tehlikelerden koruma içgüdüsüyle yaptığı tembihin sadece bir temenniden ibaret olduğunun bilincinde olduğunu göstermektedir. Bu tür temenniler içgüdüsel olarak pek çok insan tarafından söylenmektedir. Ne var ki, konumuz olan ayetin açık ifadesinden kolayca anlaşıldığı gibi, “hükm”ün daima Allah’a ait olmasından dolayı bu tür temenniler Allah’ın planında hiçbir değişikliğe yol açamazlar.
Ayetin sonunda yer alan “Ve şüphesiz o, ona öğrettiğimiz için ilim sahibiydi” ifadesi, Yakub peygamberin vahye muhatap olmuş, bilge bir kişi olduğunu göstermektedir. Nitekim bu husus surede Yakub peygambere ait dikkat çekici özellikleri içeren şu ayetlerde de ortaya konmuştur:

O [babası]: “Yavrucuğum! Gördüğünü [vizyonunu] kardeşlerine anlatma. Sonra sana bir tuzak kurarlar. Şüphesiz şeytan insan için apaçık bir düşmanıdır. Ve işte böyle, Rabbin seni seçecek ve sana olayların tevilinden bilgiler öğretecek. Bundan önceki iki atana; İbrahim’e ve İshak’a tamamladığı gibi, nimetini sana ve Yakup soyuna tamamlayacaktır. Şüphesiz ki, Rabbin Alim’dir, Hakim’dir” dedi. (Yusuf/5, 6)

Bir de gömleğinin üzerinde yalandan bir kan getirdiler. O [babaları] dedi ki: “Bilakis, nefisleriniz aldatıp size bir iş yaptırtmış. -Artık güzel bir sabır!- Bu anlattıklarınıza karşılık yardımına sığınılacak olan ancak Allah`tır.” (Yusuf/18)

O [babaları] dedi ki: “Ben onu size emanet eder miyim? Bundan önce kardeşini emanet ettiğimde olan gibi olması başka! İşte Allah en hayırlı koruyandır. Ve O, merhamet edenlerin en merhametlisidir." (Yusuf/64)

O [babaları] dedi ki: “Etrafınız kuşatılmadıkça [hepiniz çaresiz kalmadıkça] onu bana mutlaka getireceğinize dair Allah`tan bir taahhüt vermedikçe, onu, kesinlikle sizinle göndermem.” Onlar, ona [babalarına] teminatlarını verince, o [babaları]; “Bu söylediklerimize Allah vekildir” dedi. (Yusuf/66)

Ve dedi ki: “Ey yavrularım! Bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben, Allah’tan hiçbir şeyi sizden gideremem. Hüküm yalnızca Allah’ındır. Ben sadece ona tevekkül ettim. Artık tevekkül edenler de sadece O’na tevekkül etmelidirler.” (Yusuf/67)

69 – Ve Yusuf’un yanına girdikleri vakit, o, kardeşini yanına aldı: “Şüphesiz ben, senin kardeşinin ta kendisiyim! İşte bundan dolayı onların yapmış olduklarına üzülme!”
70 - Sonra o [Yusuf] onlara cihazlarını hazırlayınca, su kabını kardeşinin yükünün içine koydu. Sonra bir müezzin seslendi: “Hey kervan! Şüphesiz siz kesinlikle hırsızsınız!”
71 – Onlar [kafile] onlara dönerek “Ne kaybettiniz?” dediler.
72 - Onlar [görevliler] dediler ki: “Hükümdarın su kabını kaybettik ve onu getirene bir yük zahire var. Ben de buna kefilim.”
73 – Onlar [kafile]; “Allah`a yemin ederiz ki, kati surette, siz de bildiniz ki, biz yeryüzünde [burada] fesat çıkarmak için gelmedik. Biz hırsızlar da değiliz” dediler.
74 - Onlar [görevliler]; “Eğer yalancılar iseniz, onun [hırsızlık edenin] cezası nedir?” dediler.
75 - Onlar [kafile] dediler ki: “Onun cezası, kimin yükünde çıkarsa, işte o, onun cezasıdır [o, köle olarak alıkonulur]. Biz zalimlere işte böyle ceza veririz.”
76 - Bunun üzerine o [Yusuf], kardeşinin kabından önce onların kaplarını aramaya başladı. Sonra onu [su kabını] kardeşinin kabının içinden çıkardı. İşte Yusuf’a Biz böyle bir oyun öğrettik. Melikin dininde [ülkenin yasalarında], kardeşini alıkoymasına imkân yoktu. -Ancak Allah dilerse o başka. Biz dilediğimiz kişileri derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde bir daha iyi bilen vardır.-
77 – Onlar [kafile] dediler ki: “Eğer o çalmışsa, ant olsun daha önce bunun kardeşi de çalmıştı.” O vakit Yusuf bunu kendi içine attı ve onlara bunu hiç belli etmedi; “Siz çok fena bir mevkidesiniz, nitelediğiniz şeyi Allah en iyi bilendir” dedi.
78 - Onlar dediler ki: “Ey Aziz! Şüphesiz ki, bunun çok yaşlı bir babası var. Onun için onun yerine bizim birimizi al. Şüphesiz biz seni iyilik edenlerden görüyoruz.”
79 – O [Yusuf] dedi ki: “Eşyamızı yanında bulduğumuzdan başkasını yakalamamışken Allah’a sığınırız. Şüphesiz biz öyle yaparsak kesinlikle zalimler oluruz.”
80, 82 – Artık ne zaman ki ondan ümit kestiler, o zaman fısıldaşarak bir yana çekildiler. Büyükleri dedi ki: "Babanızın sizden Allah adına ahit aldığını ve daha önce Yusuf konusunda aşırı gittiğinizi bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya Allah hakkımda bir hüküm verinceye kadar ben artık arzdan [buradan] ayrılmam. Ve O [Allah], hüküm verenlerin en hayırlısıdır. Siz dönün de babanıza deyin ki: Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık yaptı. Biz de ancak bildiğimize şahitlik ettik. Ve biz gaybın bekçileri değiliz. Hem içinde bulunduğumuz kente ve içlerinde geldiğimiz kervana sor. Ve şüphesiz ki, biz kesinlikle doğru kimseleriz.”

Bu ayetlerde, küçük kardeşini geri göndermemek için Yusuf peygamberin Allah’ın kendisine öğrettiği planı aşama aşama uygulaması nakledilmiştir. Bu plana göre Yusuf peygamber küçük kardeşini yanında alıkoymuş, kardeşlerden en büyüğü de babalarına verdikleri söz gereği, küçük kardeşe sahip çıkmak için Mısır’da kalmayı kararlaştırmıştır.
Kardeşlerin 75. ayetteki “Onun cezası, kimin yükünde çıkarsa, işte o, onun cezasıdır” şeklindeki sözleri, esas olarak cezanın ferdiliğini ifade etmekle beraber, hırsızlık suçu işleyen kişinin tutuklanıp köle yapılacağı anlamını da içermektedir. “Kölelik ve İslam” başlıklı yazımızda da belirttiğimiz gibi, (Tebyinü’l Kur’an; c.2, s.167-180) eski hukuklarda insanların köle yapılmasının sebeplerinden bir tanesi de hırsızlıktır. Yani kardeşler bu sözlerle hem kendi ülkelerinin hukukuna göre suçun ve cezanın ferdi olduğunu ve bu sebeple bütün kardeşlerin cezalandırılamayacağını, hem de hırsızlık suçunun kendi toplumlarında özgürlüğün kısıtlanması şeklinde cezalandırıldığını ifade etmiş olmaktadırlar. İşin özünde ise, Yüce Allah, onların bu sözleri aracılığı ile insanlara bir hukuk dersi vermektedir.

KARDEŞLERİN BAĞLI OLDUĞU ŞERİATTA HIRSIZLIĞIN CEZASI

76. ayetin bildirdiğine göre, Mısır yasaları çerçevesinde kardeşini alıkoymaya imkân bulamayan Yusuf peygamber, Allah’ın öğrettiği oyun gereği, kardeşlerine kendi ülkelerindeki yasaların hırsızlığa verdiği cezayı sormuştur. Kardeşleri de ceza olarak hırsızın alıkonulduğu cevabını vermişlerdir. Yusuf peygamber küçük kardeşini ancak bu ceza şeklinin ortaya konulması üzerine yanında alıkoyabilmiştir. Yusuf peygamberin bu konuda babasının nasıl bir uygulama yaptığını bilmesi, onun yanından küçük yaşta ayrılması sebebiyle mümkün değildir. Dolayısıyla Yusuf peygamberin bu soruyu sorması, Allah’ın verdiği ilham veya vahy sayesinde olmuştur. Bunun da anlamı şudur: Yusuf peygamber küçük kardeşini Allah’ın yardımıyla alıkoyabilmiştir.
Yusuf peygamberin Allah’ın öğrettiği oyun ile kardeşini alıkoyması olayından anlaşılmaktadır ki, doğru amaçlara ulaşmak için yasalara aykırı olmayan ve herhangi bir zulme sebebiyet vermeyen meşru çareler arayıp bulmak caizdir.
76. ayetteki “Melikin dininde [ülkenin yasalarında], kardeşini alıkoymasına imkân yoktu” ifadesine gelince: Bazı kaynaklarda belirtildiğine göre, "Kralın hırsızla ilgili kanunu, kişinin dövülmesi ve çaldığının iki mislini ödemeye mecbur tutulması" şeklinde idi.
Bu konuda Razi şunları söylemiştir:

İbn Abbas (r.a.) şöyle demiştir. "Onlar o zamanlar, her hırsızı, hırsızlığı sebebiyle köle sayıyorlardı. Onların şeriatinde hırsızın köle sayılması bizim şeriatimizde, ellerin kesilmesinin farz olması yerine geçiyordu ..." Ayetin manası, "Bu cürmün cezâsı, çalınan mal; yükünün içinde bulunan kimsenin kendisidir. Yani, "o şahsın kendisi o cürmün cezasıdır. Yani, onun köle edinilmesi, o cürmün cezasıdır" şeklindedir. (Razi; el-Mefatihu’l-Gayb)


76. ayetin sonunda Rabbimiz ayrıca parantez içi bir cümleyle insanlara şımarmamaları için ihtarda bulunmakta, her şeyin kendi kontrolünde olduğunu ve dilediğini derecelerle yükselttiğini bildirmektedir. Buradaki “derecelerle yükseltme” tabiri öncelikle Yusuf peygamber ile alakalı*dır ve ona verilen nimetlere işaret etmektedir. Çünkü Yusuf peygamberin hem kendi kardeşlerine hem de diğer insanların birçoğuna derecelerle üstün kılındığı önceki ayetlerde de bildirilmiştir:

Ve onu satın alan Mısırlı kişi karısına; “Bunun yerini şerefli tut. Bize faydalı olabilir, ya da onu evlat ediniriz.” dedi. Ve Biz Yusuf`u böylece yeryüzünde yerleştirdik. Ona olayların tevilini de öğrettik. Ve Allah emrinde galiptir. Fakat insanların çoğu bilmezler. (Yusuf/21)

Ve o [Yusuf], tam erginlik çağına gelince, kendisine ilim ve hüküm verdik. Ve işte Biz, güzelleştirenleri böyle karşılıklandırırız. (Yusuf/22)

Ve ant olsun o [hanım], ona niyeti kurmuştu. Eğer o [Yusuf] Rabbinin burhanını görmese idi ona [kadına] niyeti kurmuştu. Ondan fuhşu ve fenalığı uzak tutalım diye böyledir. Şüphesiz o, Bizim arıtılmış kullarımızdandı. (Yusuf/24)

Ve işte Biz böylece Yusuf için o yerde iktidar [ülke yönetimi] verdik. Neresinde isterse orada konaklardı. Biz rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz. Ve iyilik edenlerin mükâfatını zayi etmeyiz. (Yusuf/56)

Bunun üzerine o [Yusuf], kardeşinin kabından önce onların kaplarını aramaya başladı. Sonra onu [su kabını] kardeşinin kabının içinden çıkardı. İşte Yusuf’a Biz böyle bir oyun öğrettik. Melikin dininde [ülkenin yasalarında], kardeşini alıkoymasına imkân yoktu. —Ancak Allah dilerse o başka. Biz dilediğimiz kişileri derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde bir daha iyi bilen vardır.- (Yusuf/76)

Allah’ın bir kimseyi derecelerle yükseltmeyi dilemesi için o kimsenin buna layık olması gerekmektedir:

Kendisine ayetlerimizi verdiğimiz sonra da onlardan sıyrılıp çıkan, derken şeytanın peşine taktığı, böylece de azgınlardan oluveren o kişinin ciddi haberini onlara oku [anlat].
Ve eğer Biz dileseydik onu o ayetlerle yüceltirdik, ama o alçaklığa saplandı kaldı ve tutkusuna uydu. Artık onun durumu, üstüne varsan da dilini sarkıtıp soluyan, kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumuna benzer. İşte bu, ayetlerimizi yalanlayan kavmin durumudur. O nedenle sen tefekkür etsinler [iyice düşünsünler] diye bu kıssayı iyice anlat.
Ayetlerimizi yalanlayıp, sırf kendilerine zulmeden o kavmin durumu ne kötüdür!
Allah kime yol gösterirse, işte o doğru yolu bulandır. Kimi de saptırırsa, işte onlar zarara uğrayanların ta kendileridir. (A’raf/175-178)

Rabbimizin 76. ayetin parantez içi cümlesinde yer alan “Ve her bilgi sahibinin üstünde bir ‘daha iyi bilen’ vardır” ifadesine, hem Allah ile insan arasındaki hem de kullar arasındaki ilişki açılarından bakılabilir. Allah ile kul arasındaki ilişki açısından bakıldığında, anlam “Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen Allah vardır” şeklinde olur; kullar arasındaki ilişki açısından bakıldığında ise aynı ifadeden “Her bilenin üstünde daha iyi bilen bir insan vardır” anlamı çıkar.
Ancak hangi açıdan bakılırsa bakılsın, bu ifadenin mesajı şudur: Hiçbir insan kendisini “en bilgin” olarak görmemelidir.

77. ayette kardeşlerinin Yusuf peygambere de hırsızlık isnat ettikleri görülmektedir. Fakat Kur’an’da Yusuf peygamberin hırsızlık yaptığına dair hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Bu durumda bu ithamın ya iftira olarak değerlendirilmesi ya da “Yakub peygamberin Yusuf’u çok sevdiği, kardeşlerinin de bu yüzden onu kıskandığı” bilgisinden hareket edilerek “kardeşleri Yusuf’u babalarının sevgisini çalmakla suçladılar” şeklinde anlaşılması gerekir.
Yusuf peygamber, kardeşlerinin bu ithamına karşılık onlara “Siz çok fena bir mevkidesiniz, nitelediğiniz şeyi Allah en iyi bilendir” demiştir. Yusuf peygamber bu sözleri küçük kardeşlerinin hırsızlık yapabileceğine inandıklarından dolayı onların fena bir mevkie düştüklerini ifade etmek için söylemiş olabileceği gibi, kendisine “hırsız” diyerek iftira etmiş oldukları için de söylemiş olabilir.
79. ayette Yusuf peygamberin “hırsız” sözcüğü yerine “malımızı bulduğumuz kimse” tabirini kullanmış olması çok anlamlıdır. Çünkü Yusuf peygamber kardeşinin hırsız olmadığını bilmektedir ve bundan dolayı da hukuki bir hüküm ifade eden bu sözcük yerine sadece durumu anlatan ve kardeşi hakkında bir hüküm ifade etmeyen bu tabiri kullanmıştır. Buna “tevriye sanatı” denmektedir. Tevriye, “biri yakın olup sözden ilk anda anlaşılan ve fakat kastedilmeyen, diğeri de uzak olmak üzere iki manası bulunan bir lafzı zikredip bir nükteden dolayı uzak manasını kastederek o lafzı bu manada kullanma” şeklinde icra edilir. (es-Sekkaki, Miftahu’l-Ulum; ayrıca tüm “Belağat” kitapları)
Yusuf peygambere kardeşleri tarafından isnat edilen hırsızlık konusunda bir hayli nakil söz konusudur. Bunlar tahminden öte olmayan şeyler olmasına rağmen bilinmesinde ibreti âlem için yarar görüyoruz:

Saîd b. Cübeyr şöyle demiştir: "Onun ana tarafından dedesi putperest idi. Bundan dolayı Hz. Yûsuf`un annesi, babasının putlara tapmayı böylece bırakacağı için Yûsuf`a o putları çalıp kırmasını emretmişti. Yûsuf (a.s.) da bu işi yapmıştı, bahsedilen hırsızlık budur.
O, babasının sofrasından yiyecek çalıp fakirlere vermişti. Babasının bir kuzusunu çalıp fakirlere verdiği de söylendiği gibi, aynı şekilde bir tavuğu çalıp fakirlere verdiği de söylenmiştir.
Hz. Yûsuf (a.s.)`un halası, onu çok severdi. Bundan dolayı onu yanında tutmak istiyordu. Halasının yanında [evinde], Hz. İshak (a.s.)`dan kalma bir kuşak vardı ve onlar o kuşağı teberrüken [bereketini umarak] muhafaza ediyorlardı. Halası o kuşağı Hz. Yûsuf`un beline bağladı ve onun o kuşağı çaldığını söyledi. Onların kanunlarına göre de hırsızlık yapanın köle edinilmesi gerekiyordu. İşte böylece O, Yûsuf`u kendi yanında koyabilmişti.
Hz. Yûsuf`un kardeşleri, hırsızlığı sırf iftira ederek ona isnad ettiler. Çünkü kardeşleri, o hâdise üzerinden uzun bir müddet geçmesine rağmen, Yûsuf`a karşı öfke ile dopdolu idi. İşte bu hadise hased edenin kalbinin, kesinlikle o hased ve kinden temizlenemeyeceğini gösterir. ( Razi; el-Mefatihu’l-Gayb)


İlim adamları Hz. Yûsuf a nisbet ettikleri hırsızlığın ne olduğu hususunda farklı görüşlere sahihtirler. Mücahid ve başkalarından rivayet edildiğine gö*re-, Hz. İshak`ın kızı olan Hz. Yûsuf’un halası yaşça Hz. Ya`kub`dan büyüktü. Daha yaşlı olmasından ötürü Hz. İshak`ın kemeri ona geçmişti, çünkü yaş bü*yüklüğüne göre mirasçı oluyorlardı. Bu ise şeriatımızda hükmü nesh olunmuş şeylerdendir. Yine onların şeriatına göre hırsızlık yapan köleleştirilirdi. Hz. Yû*sufun halası ise [annesinin vefatından sonra] onu alıp büyütmüş ve onu aşı*rı derecede sevmişti. Hz. Yûsuf büyüyüp gelişince Hz. Ya`kub, kızkardeşine “Ba*na Yûsuf’u teslim et, gözümün önünden bir an dahi kaybolmasına tahammül edemiyorum” dediyse de halası ondan ayrılmak istemedi. Kardeşi Ya`kub`a “Onu bir kaç gün daha yanımda bırak, göreyim” dedi. Hz. Ya`kub yanından çıkıp gidince, Hz. İshak`ın kemerini alıp onu Hz. Yûsuf’a elbiselerinin altından bağladı. Sonra da: “Ben İshak`ın kemerini kaybettim, onu kimin aldığına, ki*min ele geçirdiğine bir bakınız!” dedi. Bu kemer araştırıldı, sonra da: “Evde bu*lunanların üzerini açın!” dedi. Herkesin üzeri açılınca, kemerin Hz. Yûsuf ile birlikte olduğu görüldü; bu sefer şöyle dedi: “Allah`a yemin ederim, o artık be*nim kölemdir. Ben ona dilediğimi yapacağım. Daha sonra Hz. Ya`kub ona gel*di, ona durumu bildirince, Hz. Ya`kub da şöyle dedi: “Sen bilirsin, eğer böy*le bir şey yaptıysa, o senin kölen olarak sana teslim edilecektir.” Halası, vefat edinceye kadar Hz. Yûsuf u yanında tuttu. İşte kardeşleri: "Eğer o çalmış bulunuyorsa onun daha evvel bir kardeşi de çalmıştı" sözleri ile bu hususa işa*ret ederek ayıpladılar. İşte Hz. Yûsuf da buradan su kabını -halasının yaptı*ğı şekilde- kardeşinin yükü arasına koymayı öğrenmişti.
Said b. Cübeyr der ki: Hayır, halası ona anne tarafından dedesine ait bir putu çalmasını emretmişti. O da sözü geçen o putu çalıp, kırmış ve yola at*mıştı. Onların bu tutumları bir münkeri değiştirmek idi. Kardeşleri ise onu hırsızlık yapmakla nitelediler ve bu işten dolayı onu ayıpladılar. Katâde de böyle demiştir.
ez-Zeccâc`ın kitabında nakledildiğine göre çaldığı bu put altından idi.
Atiyye el-Avfî der ki: Hz. Yûsuf kardeşleriyle birlikte yemekte bulundu*ğu bir sırada bir parça et gördü ve onu sakladı. Bundan dolayı onu ayıpla*dılar.
Şöyle de açıklanmıştır: Hz. Yûsuf sofradaki yemeklerden yoksullara ver*mek üzere bir şeyler alırdı. Bunu da İbn İsa nakletmektedir. Bir diğer açık*lamaya göre kardeşleri Hz. Yûsuf a nisbet ettikleri şeyde yalan söylemişler*di. Bu açıklamayı da el-Hasen yapmıştır. (Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an)

83 – O [babaları] dedi ki: “Aksine, nefisleriniz sizi aldatıp bir işe sürüklemiş. Artık güzel bir sabır! Umarım ki Allah onları [üçünü; Yusuf’u, küçük kardeşini ve büyük kardeşini] birden bana getirir. Şüphesiz O, en iyi bilenin, hikmet sahibi olanın ta kendisidir.”
84 - Ve O [Yakup], onlardan yüz çevirdi. Ve “Vah Yusuf’la olan hasretim vah!” dedi. Ve üzüntüden iki gözü bembeyaz oldu [sararıp soldu, derbederleşti]. Artık o [Yakup], yutkundukça yutkunan [derdini içinde tutan] biri idi.
85 - Dediler ki: “Allah’a yemin olsun ki, sen Yusuf`u anıp duruyorsun. Sonunda eriyip gideceksin yahut helak olanlardan olacaksın.”
86, 87 – O [Yakup] dedi ki: “Ben, içimi doldurup taşan özlemimi, kederimi Allah’a şikâyet ediyorum. Ve ben Allah tarafından sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum. Ey oğullarım, gidin de Yusuf’u ve kardeşini araştırın. Allah’ın vereceği ferahlıktan ümit kesmeyin; kesinlikle kâfirler kavminden başkası Allah’ın vereceği ferahlıktan ümit kesmez.”

Bu ayetlerde bildirildiğine göre, Mısır’da olanların haberini alan ve oğullarına inanmayan Yakub peygamber önce oğlu Yusuf’a duyduğu hasretle perişan bir hâle gelmiş, sonra da düştüğü durum sebebiyle oğullarının sitem etmesi üzerine içindekileri Allah’a havale edip oğullarından Yusuf ve küçük kardeşini aramalarını istemiştir.
Dikkat edilirse, Yakub peygamber, olanları öğrendiğinde daha önce “Yusuf’u kurt yedi” haberine gösterdiği tepkinin aynısını göstermiş, oğullarına inanmadığını aynı sözlerle tekrarlamış ve kendisi için de “sabr-ı cemil” talebinde bulunmuştur. “Sabr-ı cemîl”, ümidin yitirilmediği, nefret doğurmayan, kin içermeyen, umut dolu sabır demektir. Yakub peygamber, her şeye rağmen evlatlarına nefret duymayacağı, onlara hiçbir şey olmamış gibi davranmasını sağlayacak böyle bir sabır talebinde bulunmuştur. Nitekim 87. ayette Yakub peygamber bu sabr-ı cemil sayesinde kin ve buğz gütmeden çocuklarına “Ey oğullarım!” diye nezaket ve şefkatle hitap etmiştir.
Diğer taraftan, Yakub peygamberin “gidin de Yusuf’u ve kardeşini araştırın” demesi, onun Yusuf’un yaşadığından emin olduğunu göstermektedir. Klasik kaynaklarda Yakub peygamberin Yusuf’un yaşadığından emin olmasının sebebi hakkında değişik açıklamalar yapılmıştır:
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla