Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 01:59 AM   #11
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

ÜÇÜNCÜ HUSUS: KUR’AN`DA LÂNET EDİLEN AĞAÇ

Esbab-ı Nüzul kayıtlarında “Lânetli Ağaç” hakkında şu nakil yer almaktadır:

Yüce Allah Kur`an-ı Kerim`de Zakkum ağacını anlatınca Ebu Cehil şöyle dedi: “Ey Kureyş topluluğu! Muhammed sizi zakkum ağacıyla korku*tuyor. Siz bilmiyor musunuz ki, ateş ağacı yakar. Halbuki Muhammed ate*şin ağaç bitirdiğini iddia ediyor. Siz zakkumun ne olduğunu biliyor musu*nuz? O hurma ve kaymak. Ey Cariye bize hurma ve kaymak getir." Cariye onları getirdi. Ebu Cehil: "Muhammed`in sizi korkuttuğu bu zakkumu yiyin!" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah şu âyeti indirdi. Kur`an`da lanetlenen ağacı, insanları sınamak için meydana getirdik. Biz onları korkuturuz da, bu onların azgınlığını ar*tırmaktan başka bir şey yapmaz. (Razi, el-Mefatihu’l-Gayb;Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an)

Klâsik kaynaklar bu konuda da rivayetlere yönelmiştir:

Birinci Görüş: Ekserisi bunun Hak Teâlâ`nın "Şüphesiz o zakkum ağacı günaha düşkün olanın yemeğidir" [Duhan, 43-44] ayetinde bahsettiği zakkum ağacıdır. Bu ağacın zikredilmesindeki imtihan şu iki açıdan olabilir:
1- Ebu Cehil şöyle demişti: "Arkadaşınız [Muhammed], cehennem ateşinin, "Onun yakıtı taşlar ve insanlardır" [Bakara, 24] diyerek, taşları bile yaktığını iddia ediyor, sonra kalkıp o cehennemin içinde bir ağacın yeşerdiğini söylüyor. Halbuki ateş, ağacı yer, yakar, bitirir. Öyle ise o cehennemde nasıl o ağaç yeşerebilir?"
2- İbn`z-Zibe`râ şöyle der: Bizim bildiğimize göre zakkum, hurma veya kaymak demektir. Bir şeyi lokmalamak hakkında da, tezakkamû derler. İşte onlar cehennemde bir ağacın olmasına şaştıkları için, Allah Teâlâ "Hakikaten biz o [zakkum ağacını] zalimler için bir fitne yaptık" [Saffat, 63] ayetini indirmiştir.

Mervan`ın Soyu Hakkında

İkinci Görüş: İbn Abbas şöyle der: "Burada bahsedilen ağaç ile, Ümeyyeoğulları, yani Hakem b. Ebi`l-As’oğullan [soyu] kastedilmiştir. Çünkü Hz. Peygamber [s.a.s] rüyasında, minberini Mervan`ın oğullarının birbirinden devraldıklarını görmüştü. O, bu rüyasını Hz. Ebu Bekir ile Ömer`e evinde onlarla baş başa iken anlatmıştı. Birbirlerinden ayrıldıklarında, Hz. Peygamber [s.a.s] Hakem b. Ebi`l-As`ın rüyasını aynen anlattığını duydu ve buna çok sinirlendi. Bu sırrını Hz. Ömer [r.a]`in ifşa ettiği ithamında bulundu. Sonra da Hakem`in kendilerini gizlice dinlediği ortaya çıktı. Bunun üzerine Hz. Peygamber [s.a.s], onu sürdü." Vahidî şöyle der: "Bu hadise Medine`de cereyan etmiştir, sûre ise Mekki`dir. Binâenaleyh böyle bir tefsir, ancak bu ayetin Medenî olduğunu söylemekle mümkündür. Ama hiç kimse bu ayetin Medine`de nazil olduğunu söylememiştir." Bu görüşü, Hz. Aişe [r.a]`nin Mervan`a, "Allah, sen babanın [Hakem`in] sulbünde iken, babana lanet etti. Sen de, Allah`ın lanet ettiği kimsenin bir parçasısın" demiş olması da te`kid eder.
Üçüncü Görüş: Kur`ân`da lanet edilen bu ağaç ile Yahudiler kastedilmiştir Çünkü Cenâb-ı Hak, "Benî İsrail`den kâfir olanlar lanetlendi" (Maide/78) buyurmuştur. Buna göre şayet birisi, "Müşrikler, Hz. Peygamber [s.a.s]`den kesin ve kuvvetli mucizeler getirmesini isteyince, Allah Teâlâ da: "Onların getirilmesinde size bir fayda yok. Çünkü eğer onlar gösterilir de siz iman etmezseniz, kökünüzü kazıyacak bir azap indiririm" diye cevap vermiştir. Halbuki bu doğru değildir. Bu sözün, insanlar için bir fitne olan o rüyanın ve ağacın zikredilmesi ile ilgisi nedir?" derse, deriz ki: İfadenin manası şöyledir: Sanki, "onlar bu mucizeleri isteyip, sonra da sen o mucizeleri göstermeyince, bunların gösterilmeyişi, senin nübüvvet iddianda doğru olmadığın hususunda onlar için bir şüphe olmuştur." Fakat bu şüphe, senin işini zayıflatmaz ve durumunun zayıflamasına sebep olmaz. Baksana, rüyadan bahsedilmesi, o kâfirlerin kalplerine büyük bir şüphe düşmesine sebep oldu. Fakat o kuvvetli şüphe bile, senin risaletin hususunda bir zayıflığa ve senin etrafında ehl-i hakkın toplanmasında bir gevşemeye yol açmadı. İşte aynen bunun gibi, mucizelerin gösterilmemesi sebebiyle meydana gelen bu şüphe de, senin durumunda bir gevşemeye ve senin risaletin hususunda bir zayıflığa sebep olmaz. (Razi, el-Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an)

Bize göre ise; lânetli ağaç “uzak durulması, dışlanması gereken ağaç” anlamında olup bu ifade ile “altın, mal” kastedilmiştir. Çünkü Sad suresinde söylediğimiz gibi, (Tebyinü’l-Kuran; c: 2, s: 444) “lânet” sözcüğü “kovmak, iyilik ve faydadan mahrum bırakmak, ailenin veya sülâlenin bir ferdinin dışlanması” demektir. Âdem’e “Bu ağaca yaklaşmayın” emrinin verildiği A’raf/19’da geçen “şecer [ağaç]” sözcüğü de, ayetin tahlilinde detaylı olarak açıkladığımız gibi, “altın, mal, mülk” anlamına gelmektedir. (Tebyinü’l-Kuran; c: 2, s: 534)
Nitekim Rabbimiz de Kur’an’da defalarca bunun insanlar için bir fitne olduğunu ve ondan uzak durulmasını, müptelâsı olunmamasını emretmiştir:

Ve biliniz ki, mallarınız ve evlâtlarınız kesinlikle fitnedir. Kesinlikle de Allah katında çok büyük ecir vardır. (Enfal/28)

Kesinlikle mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir fitnedir. Allah ise, büyük ecir kendi katında olandır. (Teğabun/15)

İşte insana bir sıkıntı dokunuverince Bize yalvarır, sonra kendisine tarafımızdan bir nimet bahşettiğimiz zaman da; “O, bana bir bilgi üzerine verildi” der. Aslında o [verilen nimetler], bir fitnedir. Velâkin onların çoğu bilmezler. (Zümer/49)

Sonuç: Konumuz olan 60. ayetteki lânetli ağacın Duhan/43, 44’te sözü edilen Zakkum ağacı ile herhangi bir ilgisi yoktur.

61 – Ve hani Biz bir vakit meleklere "Âdem`e secde edin" demiştik de İblis`ten başka hepsi secde etmişlerdi. O "Ben bir çamur olarak [madde olarak] yarattığın kimseye mi secde ederim?" demişti.
62 – O [İblis] dedi ki: "Şu benden üstün kıldığın şu kişiyi gördün mü? Yemin ederim ki, eğer beni kıyamet gününe kadar ertelersen, pek azı hariç, onun zürriyetini kendi buyruğum altına alacağım."
63 - 65 – O [Allah] dedi ki: "Git! Sonra onlardan kim sana uyarsa, bilin ki, şüphesiz ki, cezanız yeterli bir ceza olarak cehennemdir. Onlardan gücünü yetirdiklerini sesinle sars. Ve atlılarınla ve yayalarınla onların üzerine yaygara kopar! Mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol! Ve onlara vaatlerde bulun.” -Ve şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez.- Şüphesiz ki, Benim kullarım; senin için onlar aleyhine hiçbir güç yoktur.” -Vekil olarak da Rabbin yeter.-

Bu ayet grubunda, Sad, A’raf ve Ta Ha surelerindeki gibi, insanın var edilişine yine Âdem ve İblis motifleriyle yaklaşılmıştır. Bu yaklaşımın ayrıntıları Sad ve A’raf surelerinde verilmiş olmakla birlikte, nakledilen olay her surede bazı ek bilgilerle zenginleştirilmiş ve dikkatler ayrı noktalara çekilmiştir. Meselâ burada diğer surelerdeki anlatımlardan farklı olarak 53. ayette “Kullarıma söyle de en güzel olanı söylesinler. Şüphesiz şeytan aralarına fesat sokar. Şüphesiz şeytan, insan için apaçık bir düşmandır” şeklinde yapılan uyarı, 64. ayetteki “Onlardan gücünü yetirdiklerini sesinle sars. Ve atlılarınla ve yayalarınla onların üzerine yaygara kopar! Mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol! Ve onlara vaatlerde bulun!” ifadesiyle örneklendirilmiştir. Bu ayette İblis, bir bölgeyi atlılar ve yayalarla basan, belirli şeylerin çalınmasını, talan edilmesini emreden bir soyguncuya, yağmacıya benzetilmiştir. Bu benzetmede geçen “şeytanın atlıları ve yayaları” ifadesi diğer surelerdeki anlatımlarda yoktur. Bu ifadede şeytana nispet edilen atlılar ve yayalar, sayılamayacak kadar çok yol ve yöntemle şeytanın yaptığı işleri yapan “şeytan yandaşları”nı, yani tuzağa düşüp şeytanlaşmış insanları temsil etmektedir.
İblis’in dürtülerinden etkilenerek onun tuzağına düşmüş, azmış, azdırılmış insanların bu hâllerini, günlük hayatta akla ilk gelenin hiç düşünmeden yapıldığı ve sonunda kaçınılmaz olarak zarara uğranıldığı davranışlarda görmek mümkündür.

İBLİS’İN ORTAKLIĞI

İblis’in mallarda ve çocuklarda insanlara ortak olması için hiçbir çaba göstermesine gerek yoktur. Kişiler, bilinçsizlikleri sebebiyle İblis’e hizmet ederek onu kendilerine ortak ederler. Meselâ kendi mallarını kendi yararlarına kullandıkları kadar, İblis’in amacı doğrultusunda da harcamak suretiyle, İblis’i kendi mallarına ortak etmiş olurlar. Aynı şekilde, çocuklarının sadece büyütülmesi ile ilgilenip rüşde ermeleri konusunda duyarsız davranan bilinçsiz kişiler, çocuklarının cahil kalmalarına sebebiyet vermiş olmaları hasebiyle onlar üzerindeki yetiştirme haklarını da İblis’le paylaşmış olurlar. Doğru yolda eğitilmemiş bir çocuğun babası artık yarı yarıya İblis’tir ve bu çocuğun İblis’in amacı doğrultusunda bir fasık, bir zalim veya bir müşrik olması kaçınılmazdır.

Allah ona [şeytana] lânet etti. Ve o; “Elbette Senin kullarından belirli bir pay alacağım, onları mutlaka saptıracağım, onları boş kuruntulara sokacağım, ve onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, onlara emredeceğim de Allah’ın yaratışını bozacaklar.” dedi. Ve her kim Allah’ın astından şeytanı veliy edinirse, şüphesiz o, apaçık bir ziyan ile ziyana uğrar. (Nisa/118, 119)

Allah Bahriye`den Saibe`den Vasiyle’den ve Ham`dan hiç birini [meşru] kılmamıştır. Ancak inkâr edenler, Allah`a karşı yalan düzüp-uyduruyorlar. Onların çoğu akıl erdirmez. (Maide/103)

[İblis] “Öyle ise izzet ve şerefine yemin ederim ki, ben onların hepsini mutlaka azdıracağım, ancak içlerinden arıtılmış kulların müstesna” dedi. (Sad/82, 83)

Ve onlar, O’nun [Allah`ın] yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan Allah`a bir hisse kıldılar da kendi sapık inançlarına göre, “Bu, Allah için; şu da ortaklarımız içindir” dediler. İşte ortakları için olan şey [hisse] Allah`a ulaşmaz, Allah için olan şey ortaklarına ulaşır. Verdikleri hüküm ne kötüdür! (En’am/136)

Şeytan, sizi fakirlikle korkutur ve size aşırılığı [çirkin-hayâsızlığı] emreder. Allah ise, size kendisinden bağışlama ve bol ihsan vadeder. Ve Allah Vâsi’dir [ilmi ve rahmeti sonsuz geniş olandır], en iyi bilendir. (Bakara/268)


Ve yoksulluk kaygısıyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları ve sizi Biz rızklandırırız/ besleriz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır. (İsra/31)

62. ve 63. ayetlerde aktarılan İblis’e ait ifadeler, azdırma yetkisi ve gücünün ona bizzat Allah tarafından verildiğini, onun sırf bu iş için yaratıldığını göstermektedir. İblis’in her halükarda kendi işlevini yerine getireceğini kasem [yemin] ile vurgulaması, Allah’ın kendisine verdiği görevi yine Allah’tan aldığı güç ve destek ile yerine getireceğine dair Allah’a verilen bir söz mahiyetindedir. Yoksa bir çok yerde açıklandığı gibi, İblis’in bu sözleri Allah’a isyan anlamına gelmez. Bu sözlerin Allah’a bir karşı çıkış olarak değerlendirilmesi, İblis’i Allah’a rakip olarak görmeyi ve insanların çoğunun doğru yoldan çıkması sebebiyle de onun Allah’a karşı galip geldiğini kabul etmeyi gerektirir.

İBLİS, ARITILMIŞ KULLARI AZDIRAMAYACAKTIR

Rabbimiz, 65. ayetteki “Şüphesiz ki Benim kullarım; senin için onlar aleyhine hiçbir güç yoktur” sözleriyle İblis’e tanıdığı yetkiye bir sınırlama getirmiş ve “muhleslerin” [arıtılmış, arı duru hâle getirilmiş kimselerin] İblis’in dürtülerinden etkilenmeyeceğini açıklamıştır.
Arıtılmanın fitne ve belâlandırma yöntemiyle yapıldığı ve kimlerin sabırları sayesinde “muhles” oldukları da yine Kur’an’dan öğrenilmekedir:

İbrahim Peygamber hakkında:

Ve hani Rabbi İbrahim’i, bir takım kelimeler ile belâlandırmış [sınamış, arıtmış], o, onları tam olarak yerine getirince [Rabbi ona], “Ben seni insanlara imam [önder] yapacağım” demişti. O da “Zürriyetimden de [yap!]” dedi. [Rabbi ona] “Benim ahdim zalimlere nail olmaz!” dedi. (Bakara/124)

Davud Peygamber hakkında:

…Ve Davud, Bizim kendisini fitnelendirdiğimizi[arı duru, has hâle getirdiğimizi]iyice anladı. … (Sad/24)

Süleyman Peygamber hakkında:

Ant olsun ki Biz Süleyman’ı dafitneye düşürmüştük [çeşitli badirelerden geçirerek saflaştırmıştık, olgunlaştırmıştık].Ve tahtının üzerine bir ceset bırakmıştık.
Sonra o, döndü; “Rabbim! Beni koru [maddî ve manevî pislik bulaştırma] ve bana, benden sonra hiç kimseye yaraşmayan bir mülk ihsan et! Şüphesiz ki Sen, bol bol ihsan edensin” dedi. (Sad/34, 35)

Eyyub Peygamber hakkında:

Kulumuz Eyyub’u da hatırla! Bir zaman o, Rabbine nida etmişti:“Meşakkat ve acı ile bana şeytan dokundu.” (Sad/41)

İbrahim, İshak ve Yakup Peygamberler hakkında:

Güç ve basiret sahibi kullarımız İbrahim’i, İshak’ı ve Yakub’u da hatırla!
Şüphesiz Biz onları Yurt düşüncesi saflığıyla saflaştırdık [arı duru hâle getirdik]. (Sad/45, 46)

Musa peygamber Hakkında:

Hani kız kardeşin yürüyordu da, “Sizi onun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi!” diyordu. Böylece gözü aydın olsun da kederlenmesin diye seni annene geri döndürdük. Hem sen, bir adam öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve seni çeşitli fitnelerle fitnelendirdik. Sonra da yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir karara göre geldin, ey Musa! (Ta Ha/40)

Ve Kitap’ta Musa’yı da an/ hatırlat. Şüphesiz o arıtılmıştı, bir elçi ve peygamber idi. (Meryem/51)

Yusuf Peygamber hakkında:

Ve ant olsun o [hanım], ona niyeti kurmuştu. Eğer o [Yusuf] Rabbinin burhanını görmese idi ona [kadına] niyeti kurmuştu. Ondan fuhşu ve fenalığı uzak tutalım diye böyledir. Çünkü o, Bizim arıtılmış kullarımızdandı. (Yusuf/24)

Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, peygamberlerin tümü de Allah’ın takdir ettiği fitnelerden geçerek eğitilmişler, saflaştırılıp olgunlaştırılmışlardır. Çünkü onların sabır ve sebat konusunda iyi, dayanıklı duruma gelmeleri, davet görevlerinde duygusal olmamaları, hevalarına uymamaları, hakktan sapmamaları, kısacası görevlerinde başarılı olmaları gerekmektedir. Peygamberimizle ilgili fitneler zinciri ise o daha doğmadan dünyaya babadan yetim olarak gelmesiyle başlamıştır. Küçük yaşta annesini de kaybederek öksüzlük acısı ikiye katlanmış, önce dedesinin sonra da amcasının himayesinde kalarak çocukluğunu ve gençliğini başka evlerde geçirmiş, evlenene kadar yoksulluk çekmiş, çocuklarının genç yaşlarda ölmelerinin acısını tatmış, müşriklerin sözlü ve fiilî tacizlerine uğramıştır. Peygamberimizin maruz kaldığı fitneler Kur’an’da ve tarih kitaplarında yer alan daha niceleriyle hayatının sonuna kadar devam etmiştir.
Rabbimizin insanlar için uygun görüp uyguladığı bu sistem, bir buğday tohumunun “nimet” hâline gelme süreci ile büyük benzerlik göstermektedir. Ekim ile toprağın içine hapsedilen buğday tohumu, toprağın içinde çatlar ve toprağı delerek dışarıya doğru hareket eder. Toprağın üzerine çıktığı zaman ise yağmurla, soğukla karşılaşır, kızgın güneşin altında sararıp olgunlaşır. Fakat bu olgunluk yeterli değildir; orakla beli kesilir, harmanda dövülür, değirmende ezilip öğütülür. Bu da yetmez, fırında ateşe atılır. Bir buğday tohumu bile ancak bunca aşamalardan geçtikten sonra sofralarda “nimet” olarak yerini alır.
Ancak yukarıda örnek verdiğimiz ayetlere bakarak Rabbimizin Kur’an’da belirttiği peygamberlerden başka hiç kimsenin “muhles” olamayacağı yönünde bir kanaate varılmamalıdır. Fitnelenen, belâlar ve musibetler ile sınanmalara sabreden, arınma-durulma sürecinin gerektirdiği gönül eğitimini ihmal etmeyen, akletme ve tefekkür etme düzeyinde kendini iyi yetiştiren herkes “muhles” olup İblis’ten etkilenmeyebilir.


66 – Sizin Rabbiniz, kendi lütfundan nasip arayasınız diye, sizin için denizde gemileri yürüten zattır. Şüphesiz ki O, size çok merhametlidir.

Bu ayette Rabbimizin insanlara tanıdığı kolaylıklara değinilerek suyun yaratılış amaçlarından biri açıklanmakta, bu yapılırken de dolaylı olarak suyun kaldırma kuvvetine işaret edilmektedir. Ayetin sonunda ise Rabbimizin bu kuralları rahmeti gereği koyduğu ve bundan her alanda faydalanılabileceği mesajı verilmektedir.

67 - Ve denizde size bir zarar dokunduğunda, o yalvardığınız kişiler kaybolup giderler. O, müstesna [kaybolmaz]. Sonra O, sizi karaya çıkararak kurtarınca, yüz dönersiniz. Ve insan, çok nankördür!
68 – O’nun sizi kara tarafından yerin dibine geçirmesinden yahut üzerinize bir kasırga göndermesinden güvende misiniz? Sonra kendinize bir Vekil de bulamazsınız.
69 – Ya da sizi tekrar oraya [denize] döndürüp de üzerinize kasırgalar göndermesinden ve böylece ettiğiniz nankörlük sebebiyle sizi boğmasından güvende misiniz? Sonra bu yaptığımıza karşı, bizim aleyhimize size yardım edecek bir koruyucu bulamazsınız.

Bu ayetlerde, insanların felâkete uğradıkları zaman bütün sahte ilâhları terk edip sadece Allah’a yalvardıkları, fakat güç durumdan kurtulunca yine şirklerine döndükleri belirtilmekte, böylece insan karakterinin genel bir özelliği olan nankörlüğü sergilenmektedir. A’raf suresinin tahlilinde genişçe yer verdiğimiz bu konu Kur’an’da pek çok ayette dile getirilmiştir:

Ve eğer insana, tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra da onu kendisinden çekip alsak, kuşkusuz o umutsuzdur, çok nankördür.
Ve eğer, kendisine dokunan mutsuzluktan sonra, ona mutluluğu tattırsak, elbette, “Kötülükler benden gitti.” der. Ve kuşkusuz o, şımarıktır, böbürlenen biridir. (Hud/9, 10)

Ve onlardan, “Eğer Allah lütfundan bize verirse, mutlaka bağışta bulunacağız ve kesinlikle iyilerden olacağız.” diye Allah’a söz verenler vardır.
Sonra, ne zaman ki Allah, onlara lütfundan verir, onda cimrilik ederler ve yüz çevirerek geri dururlar. (Tövbe/75, 76)

O, size karada ve denizde yolculuk ettirendir. Gemilerde bulunduğunuzda gemiler içindekileri tatlı bir rüzgârla götürür, [yolcular] neşelendiklerinde şiddetli bir fırtına gelip çatar, dalgalar her mekândan gelir. Ve onlar, çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca, dini Allah için arındırarak O’na yalvarırlar: “Bizi bundan kurtarırsan, hiç kuşkusuz, şükredenlerden oluruz.”
Sonra O, onları kurtarınca, bir de bakarsın ki, yeryüzünde haksız yere azgınlık ederler. Ey insanlar! Gerçekten, şimdiki hayatın geçici yararları için azgınlığınız, bizzat kendi zararınızadır! Sonra dönüşünüz Bizedir. Yaptıklarınızı size bildireceğiz. (Yunus/22, 23)

Ve iyilik olarak sahip olduğunuz ne varsa, işte Allah’tandır. Sonra size bir zarar dokunduğunda, hemen yalnız O’na sığınırsınız.
Sonra, zararı sizden giderince, sizden bir grup, Rabblerine şirk koşarlar. (Nahl/53, 54)

Ayetlerini size göstermek için, geminin denizde, Allah’ın nimetiyle kayıp gittiğini görmedin mi? İşte gerçekten bunda, tüm çok sabırlı ve çok şükreden için, ayetler vardır.
Ve gölgeler gibi bir dalga onları kapladığında, O’nun için dini arındırarak Allah’a yalvarırlar. Ama ne zaman ki karaya çıkararak kurtardı, onlardan bir kısmı muktesıttır. Ve ayetlerimizi ancak, tam hain ve tam nankör bile bile inkâr eder. (Lokman/31, 32)

Ve insanlara bir sıkıntı dokununca, Rabblerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra, onlara kendinden bir rahmet tattırınca, bir de bakarsın ki, içlerinden bir grup, Rabblerine şirk koşarlar. (Rum/33)

İşte gemiye bindiklerinde, dini yalnız O’na özgü kılarak Allah’a yalvarırlar. Sonra ne zaman ki onları karaya çıkarıp kurtardı, bir de bakarsın ki onlar, şirk koşuyorlar. (Ankebut/65)

Ve denizde size bir zarar dokunduğunda, yalvardıklarınız kaybolup giderler. O, kaybolmaz.Sonra O, sizi karaya çıkararak kurtarınca, yüz dönersiniz. Ve insan, çok nankördür! (İsra/67)

70 – Ve ant olsun ki Biz, insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık ve karada, denizde taşıtlara yükledik ve temiz-hoş yiyeceklerden onları rızklandırdık. Ve onları yarattıklarımızın birçoğundan oldukça fazlalıklı kıldık.

Bu ayette Rabbimiz, Âdemoğullarına pek çok ikramda bulunduğunu ve onu kerim kıldığını beyan etmektedir.

İNSANIN KERİMLİĞİ

Rabbimizin insana verdiği şan ve şeref, Kur’an’da, meleklerin Âdem’e secde edişini konu alan pasajlarda açıkça ifade edilmiştir:

Hani Rabbin bir zaman meleklere; “Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer yaratıcıyım. Onu tesviye edip, ruhumdan kendisine üflediğim zaman derhal ona secdeye kapanın.” demişti.
Bunun üzerine meleklerin tümü hep birlikte secde ettiler, İblis etmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden [görmezden gelenlerden] oldu.
[Allah] “Ey İblis! O Benim iki elimle/ kudretimle yarattığıma secde etmene ne engel oldu? Büyüklendin mi? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?” buyurdu. (Sad/71-75)

Ve bir zaman Rabbin, meleklere; “Ben yeryüzünde bir halîfe kılacağım [yapacağım].” demişti. “Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi kılacaksın [yapacaksın]? Oysa biz, Seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz.” demişlerdi. “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri çok iyi bilirim” dedi. (Bakara/30)

Allah’ın göklerde ve yeryüzünde de ne varsa hepsini, sizin için boyun eğdirdiğini görmediniz mi? Ve O [Allah], gizli ve açık olarak nimetlerini üzerinize yaymıştır. İnsanlardan kimi de var ki, bilgisiz, kılavuzsuz ve aydınlatıcı bir kitapsız Allah hakkında mücadele ediyor [tartışıyor]. (Lokman/20)

Yaratılışındaki biçimsel mükemmellik de insanın kerimliğinin bir başka yönüdür:

Gerçekten Biz insanı en güzel biçimde yarattık, sonra iman edenler ve salihatı işleyenler hariç -çünkü onlar için kesintisiz bir ödül var- onu alçakların en alçağına döndürdük. (Tîn/ 4-6)

O [Allah] gökleri ve yeri hakk ile yarattı ve sizi biçimlendirdi. –Biçimlerinizi de ne güzel yaptı!- Ve dönüş yalnızca O’nadır. (Teğabün/3)

Sonra nutfeyi bir alaka [embrion] yarattık, derken o alakayı bir mudga [bir çiğnem et parçası hâlinde] yarattık, derken o mudgayı bir takım kemik yarattık, derken o kemiklere bir et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratık olarak inşa ettik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah, ne cömerttir! (Müminun/14)

Allah`ın boyasına!!! Boyaca Allah’tan daha güzel olan kimdir? -İşte biz sadece O`na ibadet edenleriz.- (Bakara/138)

Aslında Allah’ın insana verdiği değerin en büyük göstergesi, onu tevhide yöneltip kendi astlarından kimseye kul etmemek istemesi, yani ona doğru yolu göstermesi, gerçekleri öğretmesidir:

Oku! En üstün olan senin Rabbin ise kalemle öğretendir; insana bilmediğini öğretti. (Alak/3-5)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla