Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 01:34 AM   #3
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

25. Ayet:

O [Firavun], yanı başında bulunanlara “İşitmiyor musunuz?” dedi.

Bu ayet, kavmi tarafından “tek yüce rabb” olarak kabul edilen Firavun’un alaycı üslûbunu yansıtmaktadır. Firavun, bu alaycı üslubuyla Musa peygamberin “Âlemlerin Rabbi” ifadesine şaştığını ve yanında hazır bulunan ileri gelenlerin de bu ifadeye şaşırdıklarını açığa vurmaları gerektiğini ima etmektedir.

26. Ayet:

O [Musa]: “O, sizin Rabbiniz ve daha önceki atalarınızın da Rabbidir” dedi.

Firavun’un alaycı bir üslûp ile çevresindeki kurmaylarından destek alma girişiminde bulunmasına karşılık, Musa peygamber de âdeta Firavun’un bu gününü de geçmişini de tanımadığını, onun hem atalarının hem de kendisinin şimdiye kadar hep yanlış üzerinde geldiklerini açıklamaktadır.
Musa peygamberin 24. ayette geçen “O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbidir” şeklindeki ifadesini bu ayetle bağdaştırarak buradaki sözlerini “Hadi Allah’ı çevreden tanımıyorsunuz, peki kendi varlığınızdan da mı tanımıyorsunuz? Her tarafınız O’nun imzasını taşıyor” anlamında değerlendirmek de mümkündür. Bu takdirde Musa peygamber, ilâhlık ve rabblık konusunda sadece Firavun’un değil, çevresinde bulunanların da yanılgı içinde olduğunu bir kez daha haykırmış olmaktadır.

27–31. Ayetler:

O [Firavun]: “Size gönderilen bu elçiniz kesinlikle mecnundur” dedi.
O [Musa]: “Şayet aklınızı kullansanız, O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir” dedi.
O [Firavun]: “Benden başka ilâh edinirsen, ant olsun ki seni zindana kapatılmışlardan kılarım!” dedi.
O [Musa]: “Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?” dedi.
O [Firavun]: “Haydi hemen getir onu, eğer doğrulardan isen” dedi.

Bu ayet grubundaki konuşmalardan anlaşıldığına göre; Firavun, alaycı üslûpla yaklaştığı Musa peygamberin korkusuzca ve ciddiyetle uyarılarına devam etmesi karşısında onun deli olduğunu ileri sürmüş, ondan “size gelen elçi” şeklinde bahsederek onun elçiliğini kendi üstüne almadığını ifade etmiştir.
Bunun üzerine Musa peygamber onları akılsız davranmakla itham etmiş, eğer akıllarını kullanırlarsa Allah’ın her şeyin Rabbi olduğunu anlayıp O’nu tanıyabileceklerini söylemiştir. Firavun’un bu açık uyarı karşısında öfkelendiği anlaşılmaktadır. Öyle ki, bütün zorbaların her zaman başvurduğu yöntemi uygulamaya geçmiş ve pervasızca tehditler savurmuştur. Musa peygamber bu tehditlere kulak asmayıp tebliğini sürdürmüş ve bu sayede onlara mucize gösterme fırsatı elde etmiştir.

Firavun’un ilâhlığı

A’raf/127 ve Ta Ha/49–55’in tahlillerinde de belirttiğimiz gibi, Firavun Allah’ı ve melekleri inkâr etmemekte, aksine Allah’ı göklerin hâkimi olarak kabul etmektedir:

Zühruf 51–53: Ve Firavun kavmine seslendi ki: “Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz? Yahut ben, nerede ise meramını anlatamayan, şu zavallı kişiden daha hayırlı değil miyim? Onun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli değil miydi?”
Mümin 28–35: Ve Firavun ailesinden imanını saklayan bir adam; “Bir adamı, ‘Rabbim Allah’ dediği için öldürecek misiniz? Hâlbuki o kesinlikle size Rabbinizden delillerle gelmiştir. Ve eğer o bir yalancı ise bir bakarsın ki onun yalanı kendi aleyhine oluvermiştir. Ve eğer doğru ise size yaptığı tehditlerin bir kısmı başınıza gelir. Şüphe yok ki Allah aşırı giden bir yalancıya kılavuz olmaz. Ey kavmim! Yeryüzünde açığa çıkmış olarak bugün mülk [yönetim] sizindir. Dünyada yüze çıkmış bulunuyorsunuz. Peki, eğer gelecek olursa Allah’ın hışmından bizi kim kurtarır?” dedi.
Firavun: “Ben size görüşümden başkasını göstermiyorum ve ben sadece size, doğru yola kılavuzluk ediyorum” dedi.
O iman etmiş olan kimse de: “Ey kavmim! Şüphesiz ben sizin hakkınızda Ahzab’ın günü gibi; Nuh Kavmi’nin, Ad’ın, Semud’un ve daha sonrakilerin maceraları gibi korkuyorum. Ve Allah, kulları için bir zulüm istemez. Ey kavmim! Şüphesiz ben size gelecek o çağrışma gününden; arkanıza dönüp kaçacağınız günden korkuyorum. Sizin için Allah’tan koruyan biri yoktur. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur.” dedi.
Ve ant olsun ki bundan önce size Yusuf delillerle gelmişti. O zaman da onun size getirdiği şeylerde şüphe edip durmuştunuz. Nihayet vefat ettiğinde de “Bundan sonra Allah asla elçi göndermez” dediniz. Allah aşırı giden, şüpheci olan kişileri işte böyle saptırır. O kişiler, kendilerine gelmiş bir güç olmaksızın, Allah’ın ayetleri hakkında mücadele ederler. [Bu durum] Allah katında ve iman edenler yanında buğuz olarak büyüktür. İşte Allah, her böbürlenen zorbanın kalbi üzerine damga basar.

Yukarıdaki ayetlerin delâletiyle, Firavun’un konumuz olan 29. ayetteki sözlerinden, onun kendisini Allah yerine koyduğu anlamını çıkarmak mümkün değildir. Kendisini insanların hâkimi [rabbi] olarak görmekte ve bu görüşünü de kendisinin Güneş Tanrısının insan şeklindeki sureti olduğu iddiasına dayandırmakta olduğu için Firavun’un bu sözleri, yeryüzünde kendisinden başka kimsenin emirler veremeyeceği ve kendi hükümranlığına müdahaleye kalkışamayacağı anlamına gelmektedir. Diğer taraftan, Firavun’un “ilâh” sözcüğü ile kast ettiğini İslâmiyet’teki “Allah” kavramı ile bağdaştırmak doğru bir yaklaşım değildir. Çünkü Nass suresinin tahlilinde de belirttiğimiz gibi, İslâmiyet’in saf tevhit akidesine göre; her şeyi yoktan var eden ve ibadet edilecek yegâne varlık olduğu kabul edilen “Allah” ile diğer dinlerdeki “ilâh” kavramı arasında tartışmaya yer bırakmayacak nitelikte büyük farklar vardır. Diğer dinlerdeki ilâhlar, bu dinlere mensup insanların korkuları, ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmişlerdir ve varlıklarının sebebi olan korkuların, ihtiyaçların ortadan kalkması durumunda, bu ilâhların hiçbir fonksiyonları kalmaz. Ayrıca, insanla birlikte var olan ve onlarla birlikte yok olan bu ilâhların “hüküm koyma” özellikleri de yoktur. Bu sebeple, kendilerine dualar edilen, tapınılan, kurbanlar ve hediyeler sunulan bu ilâhların yasal ve siyasal alanda hükmetme yetkilerinin bulunduğu, dünyevî işlerde istediklerini emretme hakkına sahip oldukları ve buyruklarına teslim olunması gerektiği beşerî dinler tarafından asla kabul edilmemiştir. Bu beşerî dinler, kendilerinin koydukları kanunlara, çizdikleri politikalara karışma hakkını hiçbir ilâha tanımamışlar, yeryüzündeki mutlak otoritenin her zaman sadece kendilerine ait olduğunu savunmuşlardır. Zaten Allah’ın elçileri ve onların izleyicileri ile dünyevî hükümdarlar ve yönetimler [beşerî dinler] arasındaki çatışmanın asıl sebebi de bundan kaynaklanmaktadır.
Firavun’un sözleri bu temel gerçekler dikkate alınarak değerlendirildiğinde, sorunun sadece basit bir tapınma ve takdim sorunu olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Bütün ilâhları terk ederek sadece âlemlerin Rabbi olan Allah’ı bu haklara sahip gören Musa peygamber, eğer Firavun’dan sadece Allah’a inanıp O’na ibadet etmesini isteseydi muhtemelen Firavun da kendisini saldırıya uğramış hissetmeyecek ve Musa peygamberi pek fazla rahatsız etmeyecekti. Olsa olsa atalarının inancını bırakmayı reddetmek suretiyle tepkisini gösterecek ve Musa peygamberi kendi bilginleriyle tartışmaya çağıracaktı. Fakat Musa peygamberin kendisini “Âlemlerin Rabbi”nin elçisi olarak tanıtması ve bu üstün otorite adına Firavun’dan buyruğa itaat etmesini istemesi, Firavun’un kendini ikinci derecede bir hükümdar hissetmesine yol açmış ve Firavun siyasal alanda yeni bir otoritenin ortaya çıkmasına izin vermek istememiştir.
Bu aşamada Musa peygamberin “Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?” sözleriyle köşeye sıkışan Firavun’un artık “Haydi hemen getir onu, eğer doğrulardan isen” diyerek Musa peygamberin getirdiğini göstermesini kabul etmekten başka çaresi kalmamıştır. Firavun`un bu cevabı, onun eski ve günümüz müşriklerinden hiçbir farkının olmadığını göstermektedir. Çünkü Kur’an’dan öğrendiğimize göre, Nuh peygamberin kavminden Mekkeli müşriklere kadar tüm kâfirler aynı yolu izlemişlerdir.

32, 33. Ayetler:

Bunun üzerine o [Musa] asasını bırakıverdi; bir de bakmışsın ki o [asa], apaçık bir ejderhadır.
Elini de çekti çıkardı; bir de bakmışsın ki o [eli], bakanlara bembeyazdır.

Musa peygamber, Firavun ile yaptığı konuşmada ortaya çıkan fırsatı kaçırmamış, Allah’ın kendisine verdiği ve “Asa Mucizesi” ile “Beyaz El Mucizesi” diye meşhurlaşmış iki mucizeyi sergilemiştir. (Tebyînü’l-Kur’an; c:3, s:575-578)
34–42. Ayetler:

O [Firavun], yanı başındaki ileri gelenlere; “Şüphesiz bu, kesinlikle çok bilgili bir sihirbazdır! Sizi sihriyle yeryüzünüzden çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?” dedi.
Onlar [ileri gelenler] dediler ki: “Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere de toplayıcılar gönder. Bütün büyük ve çok bilgili sihirbazları sana getirsinler.”
Böylece, sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktinde bir araya getirildi.
İnsanlara da “Siz toplanıyor musunuz?” denildi.
-“Bizim sihirbazlara uymamız için kendilerinin galip gelenler olması lazım!”-
Sihirbazlar geldiklerinde Firavun’a: “Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret var mı?” dediler.
O [Firavun]: “Evet, o takdirde siz, hiç şüphe yok ki, yakınlardan olacaksınız” dedi.

Musa peygamberin iki büyük ve apaçık mucize göstermesinden sonra bu ayet grubunda, Firavun ve ileri gelenlerin Musa peygambere karşı yaptıkları plânlar anlatılmaktadır. Anlaşıldığına göre daha önce fütursuzca “Benden başka ilâh edinirsen, ant olsun ki seni zindana kapatılmışlardan kılarım!” diye meydan okuyan, kendini ilâh, rabb kabul eden Firavun, mucizeleri ve halkın bilgiçlerinin bu mucizelere iman edişini gördükten sonra başına gelecekleri tahmin etmiş ve dehşete düşmüştür. Bu şaşkınlık anında temsil ettiği makamı unutup Musa peygamberin sihir gücü ile halkını oradan götürmeyi plânladığını söylemiş ve akılların kabul etmeyeceği ölçüde saçmalamıştır. Çünkü ülkesinde usta sihir örnekleri sergileyen pek çok sihirbaz bulunan Firavun, bütün sihirbazların yalnızca mükâfat ve ücret için sihirbazlık yaptıklarını gayet iyi bilmesine rağmen, sihirbaz olarak ilân ettiği Musa peygamberin sihir gücü ile siyasî bir devrim yapacağını ileri sürmüştür.

BELLİ GÜN, TAYİN EDİLEN VAKİT

38. ayette geçen “belli günün tayin edilen vaktinde” ifadesinin Mısırlıların ulusal bayram günü olan “ziynet günü” ve “kuşluk vakti” anlamına geldiği Ta Ha suresinde açıklanmıştır:

Ta Ha 59: [Musa] “Sizinle buluşma zamanı, süs [tören, şenlik] günü ve insanların toplanacağı kuşluk vaktidir” dedi.

Yapılan plâna göre; Musa peygamber ile ülkenin sihirbazları arasındaki müsabakayı büyük bir kalabalığın seyretmesini sağlamak için her tarafa çığırtkanlar gönderilecek, müsabakada da bir asanın yılana dönüşmesinde herhangi bir olağanüstülük olmadığı, bunun ülkedeki tüm sihirbazlar tarafından yapılabildiği herkese açıkça gösterilecekti. Böylece Musa peygamberin sarayda gösterdiği ve muhtemelen halka da yayılmış olan mucizenin haberinden halkın etkilenmemesi sağlanmış olacaktı.
Musa peygamberin gösterdiği mucizeler dolayısıyla Firavun’un ne büyük bir endişe içinde olduğunu kanıtlayan bir diğer gösterge de, Firavun’un sihirbazlara Musa peygamberi alt etmeleri hâlinde çok büyük bir şeref anlamına gelen “yakınlar” payesi vereceğini vaat etmesidir.

43–48. Ayetler:

Musa onlara “Atın, ne atacaksanız!” dedi.
Bunun üzerine onlar, iplerini ve değneklerini attılar ve “Firavun’un gücü hakkı için şüphesiz elbette bizler galip olanlarız” dediler.
Sonra Musa asasını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuyor!
Sonra sihirbazlar secde edenler olarak bırakıldılar:
“Biz iman ettik âlemlerin Rabbine; Musa ve Harun`un Rabbine” dediler.

Bu ayetlerde kısaca anlatılan müsabaka, A’râf ve Ta Ha surelerinde aşağıdaki gibi nakledilmişti:

A’râf 118–122: Böylece hakk yerini buldu ve onların [Firavun ve ileri gelenlerin] bütün yaptıkları batıl oldu [boşa gitti].
[Firavun ve ileri gelenler] Artık orada mağlûp olmuşlar ve küçük düşmüşler olarak geri döndüler.
Sihirbazlar ise secde edenler olarak bırakıldılar. “Âlemlerin Rabbine; Musa’nın ve Harun’un Rabbine iman ettik” dediler.

Ta Ha 65–70: Onlar [Sihirbazlar]: “Ey Musa! Ya sen atacaksın veyahut ilk atan kişiler biz olalım” dediler.
O [Musa]: “Bilakis, siz atın.” dedi. Bir de ne görürsün! Onların ipleri ve değnekleri, yaptıkları sihirden ötürü kendisine koştuklarını hayal ettirdi.
Bu yüzden Musa, içinde bir korku hissetti.
Biz: “Korkma, şüphesiz sen; en üstün olan sensin, sağ elindekini de bırak, o, onların yaptıklarını yutacak. Şüphesiz onların yaptıkları ancak bir büyücü tuzağıdır. Büyücü ise, her nereye giderse gitsin iflâh olmaz” dedik.
Sonunda bütün sihirbazlar “Musa ile Harun’un Rabbine iman ettik” demek suretiyle boyunlarını kösmüş olarak bırakıldılar.

Görüldüğü gibi, müsabakaya Firavun’un gücüne sığınarak, yemin ederek başlayan ve kendilerine çok güvenen sihirbazlar, Musa peygamberin mucizeleri karşısında kendi düzmece sihirlerinin hiçbir değeri olmadığını anlamışlar ve müsabakadan mağlûp çıktıklarını hemen kabul etmişlerdir. Çünkü onlar sıradan göz bağcılar değil, sihir [gözbağcılık, illüzyon] bilgisinin zirvesine çıkmış ve bu bilgi ile varılacak son noktayı çok iyi bilen kimselerdir. Nitekim Musa peygamberin gösterdiği mucizelerin sihri aştığını anlamışlar ve akıllarını kullanarak imana gelmişlerdir. Böylece Rabbimizin Ta Ha suresinin 46. ve bu surenin 15. ayetlerinde Musa ve Harun peygamberlere verdiği “sizi koruyacağım, sizinle beraberim” vaadi yerine gelmiş olmaktadır. Yüce Allah, elçilerini her zaman koruduğunu ve hakkı üstün kıldığını başka ayetlerde de bildirmiştir:

İsra 81: Ve de ki: “Hakk geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl yok olup gider.”

Enbiya 18: Bilakis Biz hakkı batılın başına çarparız da onun beynini parçalar. Bir de bakarsın o [batıl] yok olup gitmiştir. Ve Allah`a yakıştırdığınız vasıflardan dolayı size yazıklar olsun!

Mücadele 21: Allah; “Elbette Ben ve elçilerim galip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah Kaviyy’dir, Aziz’dir.

44. ayetteki “Bunun üzerine onlar, iplerini ve değneklerini attılar” ifadesinden, sihirbazların kullandıkları malzemenin ip ve sopa olduğu anlaşılmaktadır. Muhtemelen ip ve sopa görünümlü nesnelerin içini cıva veya benzer bir madde ile doldurmuş olan sihirbazlar, bu nesnelerin hareketini açık alanda kuşluk vakti güneş ısısının yardımıyla sağlamış olmalıdırlar. Bu şekilde kendi kendine hareket eden nesneler ise seyredenlerce yılan olarak algılanmıştır.

49–51. Ayetler:

O [Firavun] dedi ki: “Ben size izin vermeden O’na iman mı ettiniz? Şüphesiz ki o elbette size sihri öğreten büyüğünüzdür! Peki, yakında bileceksiniz! Ant olsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama / art arda kestireceğim ve kesinlikle hepinizi astıracağım!”
Onlar [sihirbazlar]: “Zararı yok, şüphesiz biz Rabbimize dönenleriz. Biz müminlerin ilkleri olduğumuzdan dolayı, Rabbimizin bize mağfiret edeceğini umuyoruz” dediler.

Bu ayetlerde, müsabakadan yenik çıkan sihirbazların imana gelmeleri üzerine Firavun’un onlara nasıl tehditler savurduğu, artık birer inanmış kişi olan eski sihirbazların ise Firavun’un bu tehditlerini hiç umursamadıkları anlatılmaktadır. Daha evvel A’râf ve Ta Ha surelerinde de belirttiğimiz gibi, Firavun’un bu inanmış kişilere [eski sihirbazlara] neler yaptığı Kur’an’da açıklanmamıştır. Rivayetler Firavun’un tehditlerini hemen yerine getirdiği yönündedir.
Müsabakadan sonraki olaylar burada kesilmiş ve 52. ayetten itibaren kıssanın Musa peygamberin yeni görevi ile ilgili olan bölümüne geçilmiştir. Bu arada olan bitenlerin bir kısmı A’râf, bir kısmı Yunus, bir kısmı Mümin, bir kısmı da Zühruf suresinde yer almaktadır:

A’râf 127–135: Firavun kavminden ileri gelenler de: “Seni ve senin ilâhlarını / seni ilâh edinmeyi terk etsinler de yeryüzünde fesat çıkarsınlar diye mi Musa’yı ve kavmini serbest bırakacaksın?” dediler. (Firavun da) Dedi ki: “Onların oğullarını öldüreceğiz, kızlarını sağ bırakacağız ve biz onlar üzerinde kahredicileriz [ezici bir güce sahibiz].”
Musa, kavmine dedi ki: “Allah’ın yardımını isteyin ve sabır edin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar. Akıbet [mutlu son] de muttakiler içindir.”
(Kavmi de) Dediler ki: “Sen bize gelmeden önce de eziyet gördük, sen geldikten sonra da.” [Musa] Dedi ki: “Umulur ki, Rabbiniz düşmanlarınızı helâk edecek ve sizi yeryüzünde halife kılacaktır [onların yerine koyacaktır]. Böylece de sizin nasıl davranacağınıza bakacaktır.”
Ve ant olsun ki Biz, Firavun sülâlesini, senelerle kuraklıklarla / senelerce kıtlık ve ürün noksanlığı ile yakaladık; ki belki düşünüp öğüt alırlar!
Sonra kendilerine iyilik geldiği zaman; “İşte bu bize aittir” dediler. Eğer kendilerine bir kötülük gelirse, Musa ile yanındakilerin uğursuzluğu olarak kabul ederler. İyi bilin ki, onların uğursuzluğu Allah katındadır. Velâkin onların çoğu bilmezler.
Ve onlar [Firavun’un kavmi]; “Sen bizi kendisiyle büyülemek için her ne mucize getirirsen getir, biz de sana inananlar değiliz” dediler.
Biz de ayrı ayrı ayrılmış [belirli aralıklarla] ayetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri, haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular kavmi oldular.
Ve ne zaman ki, bu azap üzerlerine çöktü, dediler ki: “Ey Musa! Sana olan ahdi nedeniyle bizim için Rabbine dua et, eğer sen bizden bu cezayı kaldırırsan sana kesinlikle iman edeceğiz. Ve kesinlikle İsrailoğullarını seninle birlikte göndereceğiz.”
Ne zaman ki, ulaşacakları belli bir süreye kadar onlardan cezayı kaldırdık, derhal sözlerinden cayıveriyorlar.

Yunus 83–89: Sonra Firavun ve adamlarının kendilerini ateşe atacağı korkusundan dolayı Musa’ya kendi kavminden bir soydan başka kimse iman etmedi. Ve şüphesiz Firavun yeryüzünde çok üstün idi ve o kesinlikle haddi aşanlardandı.
Ve Musa: “Ey kavmim! Siz Allah`a iman ettinizse, sadece O’na teslim olan Müslümanlardan oldunuzsa, artık sadece O’na tevekkül edin!” dedi.
Onlar da: “Biz Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz, bizi o zalim kavim için fitne kılma ve bizi rahmetinle o kâfirler kavminden kurtar!” dediler.
Ve Biz Musa ile kardeşine “Kavminiz için Mısır’da birtakım evler hazırlayın ve evlerinizi kıble kılın ve salâtı ikame edin ve müminlere müjde verin” diye vahyettik.
Ve Musa: “Rabbimiz! Şüphesiz Sen Firavun’a ve ileri gelenlerine basit hayatta ziynet ve mallar verdin. -Rabbimiz! Senin yolundan saptırsınlar diye- Rabbimiz! Onların mallarını sil süpür ve kalplerine sıkıntı düşür. Çünkü onlar o acıklı azabı görmedikçe iman etmeyecekler” dedi.
O [Allah]; “Her ikinizin de duası kesinlikle kabul olundu. Öyleyse ikiniz doğru yolda devam edin. Ve bilmeyen kişilerin yolunu sakın izlemeyin.” dedi.

Mümin 23–46: Ant olsun, Musa’yı Firavun’a, Haman’a ve Karun’a ayetlerimizle ve açık bir delil ile elçi olarak gönderdik. Onlar da “Bu bir sihirbaz, büyük bir yalancıdır” dediler.
Böylece o, katımızdan kendilerine bir hakk ile geldiği zaman, “Onunla birlikte iman etmiş olanların erkek çocuklarını öldürün; kadınlarını ise sağ bırakın” dediler. Ancak kâfirlerin düzeni, boşa çıkmakta olandan başkası değildir.
Ve Firavun: “Bırakın beni, öldüreyim Musa’yı, o da Rabbini çağırsın. Şüphesiz ben onun, sizin dininizi değiştirmesinden veyahut yeryüzünde kargaşa çıkarmasından korkuyorum” dedi.
Musa da “Kesinlikle ben hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim Rabbim ve sizin Rabbinize sığınırım” dedi.
Ve Firavun ailesinden imanını saklayan bir adam: “Bir adamı ‘Rabbim Allah’ dediği için öldürecek misiniz? Hâlbuki o kesinlikle size Rabbinizden delillerle gelmiştir. Ve eğer o bir yalancı ise bir bakarsın ki onun yalanı kendi aleyhine oluvermiştir. Ve eğer doğru ise size yaptığı tehditlerin bir kısmı başınıza gelir. Şüphe yok ki Allah aşırı giden bir yalancıya kılavuz olmaz.
Ey kavmim! Yeryüzünde açığa çıkmış olarak bugün mülk [yönetim] sizindir. Dünyada yüze çıkmış bulunuyorsunuz. Peki, eğer gelecek olursa Allah’ın hışmından bizi kim kurtarır?” dedi. Firavun: “Ben size görüşümden başkasını göstermiyorum ve ben sadece size, doğru yola kılavuzluk ediyorum” dedi.
O iman etmiş olan kimse de: “Ey kavmim! Şüphesiz ben sizin hakkınızda Ahzab’ın günü gibi; Nuh Kavmi’nin, Ad’ın, Semud’un ve daha sonrakilerin maceraları gibi korkuyorum. Ve Allah, kulları için bir zulüm istemez. Ey kavmim! Şüphesiz ben size gelecek o çağrışma gününden; arkanıza dönüp kaçacağınız günden korkuyorum. Sizin için Allah’tan koruyan biri yoktur. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur” dedi.
Ve ant olsun ki bundan önce size Yusuf delillerle gelmişti. O zaman da onun size getirdiği şeylerde şüphe edip durmuştunuz. Nihayet vefat ettiğinde de “Bundan sonra Allah asla elçi göndermez” dediniz. Allah aşırı giden, şüpheci olan kişileri işte böyle saptırır.
O kişiler, kendilerine gelmiş bir güç olmaksızın, Allah’ın ayetleri hakkında mücadele ederler. (Bu durum,) Allah katında ve iman edenler yanında buğuz olarak büyüktür. İşte Allah, her böbürlenen zorbanın kalbi üzerine damga basar.
Ve Firavun: “Ey Haman! Sebeplere; göklerin sebeplerine ulaşmam için bana bir kule yap da Musa’nın ilâhına muttali olayım [Musa’nın ilâhının ne olduğunu anlayayım]. Ve şüphesiz ben onun yalancı olduğuna kaniyim” dedi. İşte böylece Firavun’a amelinin kötülüğü süslü gösterildi de yoldan çıkarıldı. Ve Firavun düzeni yalnızca boşu boşunadır.
O iman etmiş olan kimse dedi ki: “Ey kavmim! Bana uyun ki size reşadın [akıllı olmanın] yoluna kılavuzluk edeyim. Ey kavmim! Bu bayağı hayat ancak geçici bir kazanımdır. Ahiret ise kesinlikle durulacak yurdun ta kendisidir.”
-Her kim bir kötülük yaparsa, ona ancak yaptığının bir misli ile ceza verilir. Ve erkek veya kadın, her kim mümin olarak salihi [düzeltmeye yönelik iş] işlerse, işte onlar orada hesapsızca rızklanmak üzere cennete girerler.-
Ve: “Ey kavmim! Bana ne oluyor ki, siz beni ateşe davet ediyorken ben sizi kurtuluşa davet ediyorum! Siz beni Allah’ı inkâr etmeye ve benim için hiç bilgi olmayan şeyleri O’na ortak koşmaya davet ediyorsunuz. Ben ise sizi Aziz [o çok güçlü] ve Gaffar’a [çok bağışlayıcı olan Allah’a] davet ediyorum. Hiç inkâr edilemez ki, gerçekten sizin beni kendisine davet ettiğiniz şey dünya ve ahirette kendisine bir çağrı olmayan şeydir. Ve şüphesiz dönüşümüz Allah’adır. Ve şüphesiz haddi aşanlar, cehennem ashabının ta kendileridir. Siz benim sizin için söylediklerimi yakında anacaksınız. Ve ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını en iyi görendir” [dedi.]
Sonra Allah onu [o mümini], onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun’un ehlini [yakınlarını] ise, azabın kötüsü; ateş kuşattı. Onlar, sabah akşam [daima] ona [ateşe] arz olunurlar. Kıyamet kopacağı gün ise: “Firavun’un ehlini [yakınlarını] azabın en şiddetlisine sokun!”

Zühruf 46–56: Ve hiç kuşkusuz Biz Musa’yı ayetlerimizle Firavun’a ve onun ileri gelenlerine elçi göndermiştik. O zaman o; “Gerçekten ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim” demişti.
Sonra Musa mucizelerimizi onlara getirince onlar hemen onlara [mucizelere] gülüverdiler.
Ve Bizim onlara gösterdiğimiz her bir mucize kardeşinden [önceki mucizeden] daha büyüktür. Belki doğru yola dönerler diye Biz onları azapla yakaladık.
Onlar da: “Ey sihirbaz! Sende olan ahdi hürmetine bizim için Rabbine dua et. Şüphesiz biz kesinlikle doğru yola gireceğiz” dediler.
Fakat ne zaman ki azabı kendilerinden kaldırdık, o zaman onlar sözlerinden dönüverirler.
Ve Firavun kavmine seslendi ki: “Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?
Yahut ben, nerede ise meramını anlatamayan, şu zavallı kişiden daha hayırlı değil miyim?
Onun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar halinde melekler gelmeli değil miydi?”
Firavun kendi kavmini hafife aldı. Onlar da ona itaat ettiler. Gerçekten onlar fasık bir kavimdi.
Nihayet bizi gazaplandırdıkları zaman onlardan intikam aldık [cezalandırarak adaleti sağladık]. Hepsini suda boğduk.
Onları sonradan gelecekler için geçmiş ve örnek kıldık.

52. Ayet:

Ve Biz, Musa’ya: “Kullarımı geceleyin yola çıkar, Şüphesiz siz takip edilenlersiniz” diye vahyettik.

52–68. ayetlerde anlatılan olaylar, Tevrat’ın “Çıkış” bölümünde de Kur’an’daki gerçeklere uygun olarak yer almaktadır.
Bu ayette, Musa peygambere, takip edilecekleri için gece yola çıkmalarının vahyedilmiş olduğu bildirilmektedir. Bundaki amaç, İsrailoğullarının Firavun ile ordusunun onlara yetişemeyeceği kadar bir uzaklığa varmalarını sağlamaktır.

53–56. Ayetler:

Derken Firavun da şehirlere toplayıcıları gönderdi: “Şüphesiz bunlar, sayıları azar azar, bölük pörçük bir topluluktur. Ve onlar bizim için elbette öfkelidirler. Biz ise, elbette hazırlıklı, tedbirli bekleyen bir cemaatiz.”

Bu ayetlerde, İsrailoğullarının Musa peygamber önderliğinde Mısır’dan ayrılma hazırlıklarına karşılık, bu hareketi engelleyebilmek için çevreden güç toplamak suretiyle kendine göre tedbir alan Firavun’un sözleri yer almaktadır.
Tarihten öğrenildiğine göre, İsrailoğulları Mısır’da tek bir kentte toplu olarak değil, çoğunlukla Memfis ile Ramises arasındaki Goşen denilen bölgede olmak üzere çeşitli yerleşim alanlarında yaşamaktaydılar. Nitekim Firavun’un İsrailoğulları hakkında, onların “bölük pörçük bir topluluk” olduklarına dair sözleri de bu tarihî bilgileri teyit etmektedir.
İsrailoğullarının o günkü sayısı hakkında sağlam bir bilgi mevcut olmamasına rağmen birçok eserde rivayetlere dayanılarak altı yüz bin kişi oldukları, aralarında yirmi yaşın altında ve altmış yaşın üstünde kimsenin bulunmadığı ileri sürülmüştür. A’râf ve Ta Ha surelerinde de belirttiğimiz gibi Rabbimiz, Firavun’un ağzından sayılarını değil onların küçük guruplara ayrılmış gruplar olduğunu nakletmiştir.

57–59. Ayetler:

Sonunda Biz, onları [Firavun ve kavmini] bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve şerefli makamdan çıkardık. İşte böyle! Ve sonra onlara İsrailoğullarını mirasçı yaptık.

Bu ayet grubu, bir parantez içi ifade olup, Firavun ve toplumunun ileri gelenlerinin akıbetlerine dikkat çekmektedir. Bu ifadelerden anlaşıldığına göre, onlar, yüce makamları, bahçeleri, nehirleri, malları, rızkları, hükümranlığı ve dünyanın bolluk içindeki mekânlarını terk etmişler, her şeyden mahrum bırakılmışlar, sanki nimetler denizinden çıkıp cehenneme girmişlerdir.

A’râf 137: O zaafa uğratılagelmiş olan kavmi de bereketlendirdiğimiz yerin doğularına, batılarına [her tarafına] mirasçı yaptık. Ve böylece Rabbinin, İsrail oğullarına olan o pek güzel sözü, sabırları yüzünden tamam oldu [yerine geldi]. Biz de Firavun ile kavminin yapa geldikleri sanat eserlerini ve yükseltmekte oldukları şeyleri yerle bir ettik.

Kasas 5, 6: Biz ise istiyoruz ki, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları mirasçılar yapalım.
Ve onları yeryüzünde sağlamca yerleştirelim, Firavun, Haman ve bu ikisinin askerlerine, onlardan çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim.

Buradaki anlatıma göre “mirasçı [vâris] kılmak” ifadesi mecazî anlamdadır ve Allah’ın zulme uğrayanları, ezilenleri beklemedikleri kadar çok onura, nimete, feraha, genişliğe kavuşturduğunu dile getiren deyimsel bir ifadedir.

60–62. Ayetler:

Sonra onlar [Firavun ve adamları] güneş doğarken onların ardına düştüler.
İki topluluk birbirini görünce, Musa’nın ashabı: “Şüphesiz biz, kesinlikle kıstırıldık” dediler.
O [Musa]: “Hayır... Hayır... Şüphesiz Rabbim benimledir, bana yol gösterecektir” dedi.

Anlaşıldığına göre, İsrailoğulları Musa peygamber önderliğinde Mısır’dan ayrılmış, Firavun da askerleriyle onları takip etmektedir.
Peşlerindeki askerleri gören ve panikleyen İsrailoğulları, Musa peygambere karşı güvenlerini kaybettiklerini belirten yakışıksız sözler sarf etmekte, Musa peygamber ise Yüce Allah’tan daha önce aldığı güvenceyi aktararak onları teskin etmektedir. Hatırlanacak olursa, Rabbimizin bu güvencesi yukarıda 15. ayette ve Ta Ha suresinde de bildirilmiş idi:

Şuara 15–17: O [Allah]: “Hayır… Hayır… Haydi, ikiniz ayetlerimizle gidin. Şüphesiz ki, Biz sizinle beraberiz, işitenleriz. Haydi, ikiniz Firavun’a gidin de ‘Biz kesinlikle, İsrailoğullarını bizimle beraber gönderesin diye’ âlemlerin Rabbinin elçisiyiz deyin” dedi.

Ta Ha 46: O [Allah]: “Korkmayınız, şüphesiz Ben ikinizle beraberim, işitirim ve görürüm.

63–66. Ayetler:

Sonra Musa’ya “Vur asan ile denize” diye vahyettik, sonra o [deniz] yarıldı da, her parça ulular ulusu bir dağ gibi oluverdi,
ötekilerini de oraya yaklaştırdık.
Ve Musa ve beraberindekilerin hepsini kurtardık,
sonra da ötekileri suda boğduk.

İsrailoğulları, peşlerindeki Firavun ordusunun görüş mesafesi kadar yaklaşması sebebiyle kendilerini kıstırılmış hissettikleri bir anda, tam sıkışmış durumda iken Musa peygambere vahy gelmiş ve nasıl kurtulacakları bildirilmiştir. Böylece İsrailoğulları kurtulmuş, onları takip edenler ise suda boğulmuşlardır.
63. ayette geçen “ طودtavd” sözcüğü “yüksek dağ” demektir. (Lisanü’l-Arab, c.5, s. 658, tvd mad. El-Müfredat, tvd mad.) Dolayısıyla, “ طود tavd” sözcüğü “ عظيم azıym” sıfatı ile tamlama oluşturunca, sözcüğün içinde yer aldığı ibare “her parça ulular ulusu bir dağ gibi oluverdi” anlamına gelir. Bu ifadeden anlaşıldığına göre, Musa peygamber asasıyla denize vurunca, deniz o doğrultuda ikiye ayrılmış ve binlerce kişiden oluşan İsrailoğulları kervanı, denizin koca birer dağ görünümünde iki su kütlesi şeklinde ayrılması sonucunda denizin dibinde açılan yoldan karşı kıyıya geçmiştir. Bu durumda olayın fırtınanın etkisiyle meydana geldiğini söylemek veya olayı med-cezir gibi sıradan tabiat olayları ile açıklamaya çalışmak ya da bazılarının yaptığı gibi ayetteki “ اضربidrıb [vur]” sözcüğünü “ اتّخذittehız [edin]” anlamına hamletmek mümkün değildir. Çünkü ne kadar güçlü olursa olsun, denizin yarılarak suların yüksek dağlar şeklinde iki yana yığılmasına ve bu şekilde uzun süre kalmasına ne bir fırtına ne de med-cezir gibi bir tabiat olayı yol açabilir. Zaten ayetin açık ifadesi, olayın öncesinde bir vahyin söz konusu olduğunu bildirmektedir. Yani, ayetteki “ فانفلقfenfelaka” ve “ فكان fekane” sözcüklerinde yer alan “fa-i takibiyye”lerin de gösterdiği gibi, buradaki olaylar birbiri ardına gerçekleşmiş; önce Musa peygambere vahy gelmiş, vahye uyan Musa peygamberin asasını denize vurması sonucunda da mucize gerçekleşmiştir.
Diğer taraftan, Ta Ha suresi’nin 77. ayetinde Rabbimiz Musa peygambere “Ve ant olsun ki, Musa’ya: ‘Yetişilmekten korkmayarak ve haşyet duymadan kullarımı geceleyin yürüt de onlara denizde kuru bir yol aç’ diye vahyettik” şeklinde emir verdiğini bildirmektedir. Bu ayetten Musa peygamberin asasını denize vurmasıyla yalnızca suların ikiye ayrılıp büyük dağlar gibi iki yana yığılmakla kalmadığı, aynı zamanda üzerinde yürümeye elverişli çamursuz kuru bir yolun da açıldığı anlaşılmaktadır.
Duhan suresinin 24. ayetinde de, kavmiyle birlikte denizi geçtikten sonra Musa peygambere “denizi açık bırakması” emrinin verildiği bildirilmektedir:

Duhan 23, 24: Kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz izlenenlersiniz. Karşıya geçince denizi olduğu gibi açık bırak. Şüphesiz onlar suda boğulmuş bir ordudur.

Bu ayetin ifadesinden de İsrailoğullarının geçişi tamamlandıktan sonra Musa peygamberin bir hareketiyle denizin tekrar eski hâline geleceği, fakat Firavun ve ordusunun boğulması için bu hareketinin yasaklandığı anlaşılmaktadır.
Sonuç olarak, 63. ayette anlatılanlar açık bir mucizedir ve bunların sıradan tabiat olayları ile izah edilmesi mümkün değildir.

Bu ayet grubunda anlatılanlar Tevrat’ta aşağıdaki gibi geçmektedir:
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla