Tekil Mesaj gösterimi
Alt 2. September 2012, 11:41 AM   #3
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

SINIFLI TOPLUMLARDA BULUNMAYAN MUTLAK ADALET NEDİR?

Adaletli olmanın ilk olmazsa olmazı kötülük yapmamaktır. Biz burada kötülüğü hak dinin ''sosyo ekonomi politiğine'' göre değerlendireceğiz. Mesela, yaşamın sosyal ve ekonomik alanları düzenlenirken ''itidal'' ölçü alınmazsa kötülük her an mümkündür. Kötülük yapmamanın birinci şartı da kendi rızkını toplarken başkalarının rızıklarını küçülttüğünün, mahrum ve mağdur ettiğinin farkında olup, ihtiyaç fazlasını elinde tutmamak gerektiğini, ''itidalin'' adalet ve merhametin olmazsa olmazı olduğunu bilip o yönde hareket etmek gerektiğini anlamak gerekir.

İhtiyaç fazlasını vermek bir ''iyilik yapma'' değil, kişinin güçlü ve fazladan imkânlara sahip olmasından dolayı başklalarının haklarının ihlâli ile zimmetine kul hakkı geçtiğinin bilincinde olmaktır. İşin inceliği de buradadır. Kul hakkını iade etmek iyilik değildir, adalet gereğidir, olması gerekendir.

İyilik ancak, kişinin kendi ihtiyacını ihmal ederek, başkasını kendisine tercih ettiğinde başlar. İnsanların çoğu infakın adaletin gereği olarak yapılması gerektiğini görmez, değerlendiremez; ''ihsan'' zanneder. Oysa kazanırken diğer insanları, hızı ve gücü nedeniyle ekonomik yönden geride bıraktığı ve diğer insanları beklenen faydalanmalardan mahrum ettiği için, öne geçmekle elde ettiği fazlalığı, beklentisi olanlara vermesi gerektiği kendisine anlatılmamıştır. Çok az yani cimrice zekâtı vermesi bile ona göre fedakârlıktır. Oysa haramdan kurtulana kadar vermek, vereni sadece kul haklarından temizler. Çünkü ihtiyaç fazlası kul hakkıdır ve insana haramdır. İysâr yapılırsa(kendi hakkından verilirse) budur nefsin cimriliğini yenmek ve rahmet alanına kadar yükselmek.

Yani ''İtidal'' üzere yaşamak bir merhamet ve iyilik gereği değil, ondan önce yerine getirilmesi gereken bir adalet şartıdır. Bunu bilmeyenler ise, adaleti yerine getirmeden rahmete soyunup ''hayır yapma''ya kalkışırlar. Adaletsiz kazanç haram, sahibi ise zalimdir.

Zulüm gölge etme ile ilgilidir. Cesameti ve azameti ile büyük olup başkalarını ışıktan mahrum edip gölgede bırakmak bir zulümdür. Ekonomik büyüklüğü ile diğerleri aleyhine büyüme, yaşama hakkı bırakmamak da zulümdür. Öyle ise, Hami-mahmi (koruyan-korunan) sistemi içinde bulunmayı adil saymak biraz zordur. Bu sistemin esası “Hamele” kavramı ile izah edilebilir. Yani bazı işleri birilerinin üzerine alıp efendi “Rabbi” konumuna geçmesi, bunun karşılığında diğerlerini “TERKİYE ALMASI “ olarak ifade edilebilir. (Dizginler elinde olan bir suvarinin yayayı yayalıktan kurtarıp iyilik yapmak için eyerin arkasına-terkiye alması, esasında yayayı yayalıktan kurtarmak değildir. Çünkü dizginler süvaridedir ve terkide olan da onun gittiği yöne gitmek mecburiyetindedir , yani onun iradesine tabidir. Buna ''terkide adalet'' denilir)

Buna karşın “Ey Mele(para babası) gölge etme başka ihsan istemem” diye anlayıp tanımlayan adalet anlayış ve düşüncesi eskidir; ama bu eski, doğru bir adalet tanımını içerir. Meleler ise zenginleşirken birçok insanı mahrum, mağdur etmişlerdir. Onların az bir şeyi geri iade etmeleri zalimliklerini örtmez. İhtiyaç fazlalarını tamamen vermeleri ancak mağduriyeti giderebilir.

Acaba, bu iki ana ayrışmada adaleti doğru anlayanlar hangileridir. Terkiye binilerek melenin adaletine sığınmak mı; yoksa yükün iki tarafının denkleşmesi mi daha uygundur? Şeraitin kavramsal anlamının eşitlik ve denklik olduğunu bilen ve bunu içine sindiren kibirsizler için ''denklik'' adalettir. Ama buna kavramlardan bakalım.

1-İKİ KİŞİ VEYA GURUP ARASINDA EŞİTLİK SÖZKONUSU OLDUĞUNDA.

Adaletli olmanın bu durumdaki işlevi ''insaf'' olarak anılır. Mânâsı ise yarı-yarıya bölmektir. Buna misal selam ona Musa’nın Mısri'den Medyan'a geldiğinde üretim sahası sahibine ''yarı'cı'' durmasıdır.

Buradaki ''nısf-yarı yarıya'', güçlünün insafına bırakmak değildir. Yarı yarıya taksim edilme şartını anlatır. Tek bir yardımcı çalıştıran kimse ''meydana getirilen'' değerin yarısını bedel olarak alır. Bu ücreti, yine maişetinin altında olamaz. Sınıflı toplumlarda-medeni olamamış toplumlarda adalet budur.(Feodalizm, liberalizm gibi ilkel toplumlarda uygulanacak adalet türü budur). Bu ilkeler çalıştıranın keyfine ve terimsel insafına bırakılamaz; kavramsal insaf(Yarı-yarıya) koşulu mevzuatta yer alır. Bunun için hadislerde “bir işçi veya bir hizmetli” şartından bahsedilmiştir. Çünkü Arap toplumu daha aşiret ve feodalizmden medeniyete geçip, emirlikler ve monarşi yerine demokrasiyi kuramamış ve üretim biçimini değiştirememiştir. Maalesef İslam alemi hala aşiret yapısında ve üretim biçimi hala ilkeldir.

Burada adalet ancak çalıştırana bir işçi çalıştırmak ve onun işinin veya ürüne kattığı değerin yarısı değil,''DEĞİŞİM DEĞERİ''nin yarısının ona ödenmesiyle adalet sağlanır. Çalışanın eline geçimliğin üzerinde bir miktar geçmişse ayrıca geçimlik seviyesine düşene kadar işsiz ve aşsızlara infak eder. Keza çalıştıran için de bu geçerlidir. Eğer üretim biçimi tarımsa, tabiî ki geçimliği haricinde bir de ertesi senenin tohumluğu da infak(Zekat) dışıdır.

Bir şeyi diğer şeye eşitlemek doğruluktur. Adalet'ten de eşitliği, denkliği anlamak gerekir. Bunlar ikili ilişkilere kâfi gelmemekle beraber buna eşitlik anlamına gelen''Eşşereu-Ettevaru'' açısından toplumsal adalet için kâfi görmenin hatalara sebep olacağını bilmek gerekir. Çünkü sömürülen ve sömüreni bir arada tutup, sınıf farkını kaldırmadan, kâğıt üzerinde eşit sayarak siyasi bir söylev geliştirmek yeterli değildir. Çünkü hakların kullanılır hale gelmesi için, imkân gereklidir.

Takati yerinde olanlar bu hakları kullanır. Olmayan yine mağdur olur. Herkese mülkiyet özgürlüğü var deseniz, fiiliyatta bu ne işe yarar ki? Varsıl bunu fiilen kullanır, yoksul ise kullanamaz. Seyahat özgürlüğü var deseniz ne çıkar. Asgari ücretle çalışan insan değil seyahat etmek, iş yerinden evine bile yaya gelmese aç kalır. İşte Mahfede(yük hayvanının iki tarafında bulunan yüklerin yerleştirildiği odacıklar, ve bu odacıklara yüklenenlerin) denk olmak ve birlikte binmek aslında adil dense de zulümdür. Demek ki, şeyle şeyi ölçüp tartmak yerine bütün toplumsal sosyo ekonomi politik ilişkileri ölçmeye mahsus ''objektif bir terazi taşıyla-ölçü birimiyle(Vezin)'' ölçmek daha emin ve objektif ölçüdür.

Çünkü Kuran “Mizan” indirdik demekle kalmamış, ''vezin de'' indirdik demiştir. Alim ve hatta sıradan mümin acaba bu vezin nedir, ne kastedilmiştir diye sorması gerekir. Bu vezin İtidal=Kavam=Geçimlik olarak verildiğini her basiret sahibi görüp tanıyacaktır. Çünkü “kâme” fiilinin diyalektik alanı içinde bulunan “Kavâm” kelimesi indirilen vezindir. Zalimler bu adalet tanımlarından hiç birisine uymazlar. Onların adalet kavramını dahi kullanmayıp, Ze’amet kavramından türettikleri “Za’ven” terimini kullanırlar. İşte bu feodalist ve liberalist benciller burada tanımlanan adalet derecelerinden hiç birisine hak vermezler.

Elbette ki, iki tarafın teraziye karşılıklı oturtup denkleştirilmesi ''mizana vurmak''tır. Ama bu eylem toplumsal sorunu çözüp toplumu sorunsuz hale getirmeye yetmez.

Bu denkleştirmede, güçlüyü mü zayıfın seviyesine getirecek kadar yontup incelterek denk getireceğiz, yoksa zayıfa mı ekler yaparak/ ağırlıklar ilave ederek güçlü ve zengin yaparak mı teraziyi denkleştireceğiz? İşte denkliği sağlamak için bir ''objektif vezin'' bulup bunu bir kefeye yerleştireceğiz, diğer kefeye de herkesi teker teker koyup, kişileri bu objektif ölçüye eşitleyeceğiz. Buna da “vezne göre mizan kullanmak veya mizana getirmek” diyeceğiz.

Yukarıdaki anlamları biraz açalım. Yukarıda varılan, ''aynı mahfede denk olmak'' halinin adalet mi? zulüm mü? sorusunun cevabı olan, adildir hükmü, yanlıştır. Çünkü bir mahfede birlikte bulunmak ve istikrar için mizanı terk etmek adil değildir. Adalette esas olan terazi kefelerinin buradaki ağırlıkların eşit olması iledir. Şöyle ki, bir tahtıravalli düşünelim. Bir dayanma noktası vardır. Burada, iki ayrı ağırlıktaki insanı denk getirmek mümkündür. Yük kolları mesafesi/uzunluğu/dayanak noktasının yeri ile oynayarak çok hafif biri ile ağır birini denkleştirebilirsiniz. Eşit olan Terazi kefelerinde bunu yapmak mümkün değildir. Çünkü iki kefe de merkeze aynı uzaklıkta asılmış veya kola oturtulmuştur. Bunu mizana getirmenin tek yolu kefelere eşit ağırlıkta iki şey koymakla sağlanır. Yani adalet konusunda yapılacak düzeltme Mutlak eşitliktir. Bunun dışındaki zorlamalı tesviyedir. Taraflardan birisi ya korkutularak, ya kandırılarak, yada hile yapılıp yanıltılarak, yada muhtaç bırakılıp, mecbur edilerek dengeye getirilir. Bu adalet ve istikrar değil, ancak asayiştir. Demek ki kefeler ve onlardaki ağırlıkların mizanda olmasıdır adalet. Bu tanıma göre Adalet eşitlikten başka bir şey değildir.

Şimdi yine yanlış olan hatırlatılarak sıradaki kavram bize eğri olanı tekrarlıyor. Yani eşitliği değil, hakkı değil, asayişi gözetilip hakkın hassas terazide tartılmasına aldırış edilmediği zulüm sistemini. Şöyle ki;''denkleştirmek'',''bir şey ile dekleşmek''

Buna iki açıdan bakabiliriz.

Birincisi, insanların kibri. Başkasıyla kendisini eşitleyecek kadar iman kalplerine yerleşmemiş kibirliler tevazudan kaçarlar. İçlerindeki hasedi atamamışlardır. Artık onun imânı şekilden ibarettir. Dua etmeyi belki terk etmemiştir ama adaletten “sapmakla”, artık hak olan şeraitin(Eşşereu) üzerinde değildir. Ya atalarının şeraitine dönmüş zalim olmuştur. Ya da Allah’a iftiralarla dolu bir mevzuatı şeriat yapmıştır. Çünkü bencilliği yenememiş, ihsanı ret etmiştir. Sınıflı toplumu “adil” bulmuş ve zulüm eder hale gelmiştir.....

Diğeri, vezin kullanmadığı ve bu konuda dini bilgi ve kavram bilgisi yeterli olmadığı için “iki şeyi” denkleştirmeye karşı olmasa da, nasıl yapacağını bilmediği için zorunlu olarak feodalizm ve liberalizme çakılıp kalarak işin içinden çıkamamaktadır. Çünkü Allah, çokluk halinde eşitliğin sağlanmasında insanlar şaşıp kalmasın diye “KAVÂM” üzere olmayı vezin yapmıştır; yani terazinin objektif ölçü konulan bölümüne bunu(kavam'ı) koyup, bunun aşılmaması üzerine herkesin tartılıp mizana getirilmesini koymuştur. Ama bunu açıklamayan alimlerin Peygambere varis olamayacaklarını toplum idrak edecek seviyede değildir. Onların yolunu Resullerin sünneti zannetmektedir. Bunun için de İtidalin bu alandaki anlamının “kavam” olduğunun bilinmesi “veznin” bilinmesidir. Bu alanda uygulaması en kolay olan ve farz ve vacibin kavramsal anlamında da olan maişetle(geçimlikle) yetinmeyi en kolay yoldan(Yesir) sağlayacak olan "kolektivizme" insanları davet etmek yerine, aksine insanları bu amacın yerine getirilmesini kolaylaştıracak "muttakiler kolektivizmine" ve "sosyalizme" düşman ederek haktan saptırdıkları gibi, hakkı da dalalete sevk ederler.


2-İKİDEN ZİYADE İNSAN VE KESİMLER ARASINDAKİ EŞİTLİĞİ SAĞLAMAK VE HAKKI YERİNE GETİRMEK KAVAMI VEZİN YAPMAK.

Yukarıda Musa misalinde gördüğümüz gibi iki kişi ve iki kesim arasındaki adalet üretilenin veya başka bir hak ve alacağın eşit olarak ikiye bölünmesi şeklindeydi. Yani küçük sanatkâr ile yardımcısı veya ağa ile ona yarıcı duran aile yarı-yarıya kazancı bölüyordu. Patronun veya ağanın ranttan yarım gibi büyük hisse almasına gerekçe bulunabiliyordu. Çünkü yarıcı duran masraflar ve ham maddeye veya tohumluğa karışmıyordu. Üretim sahası ve araçlarda onun değildi. Yine paylaşım sonunda kendisinde geçimlik dışı bir fazla varsa, ayrıca bunu da olduğu gibi infak ediyordu. İşte asgari ücret uygulamasında nasıl bir hile varsa, burada da çok düşük bir zekâtla(Fidye ile) bu sorumluluktan sıyrılma hilesi uygulandı. Kamuya infak edilmek üzere verilmesi gereken kavam(itidal) dışının hepsi şeriatken, bundan dalalet edilerek, ihtiyaç fazlası zimmet ve mülkiyette tutularak, bunu servet ve sermayeye katmaya geçildi. Tarafsız bakıldığında bu hal bütün ümmetlerin misaklarını mülk ihtirası uğruna bozdukları esefle tespit edilir. Yani Hak-Din'in adalet anlayışında bu iki hal dışında adalet anlamına gelen bir üçüncü hal yoktur.

İslam 658 yılından sonra mülk devlete geçerek Eşitliği kavramsal anlamında taşıyan hak şeraite sırt çevirdi. Kılık kıyafet yönetmelikleri(Sakal sarık v.s) ve bozuk düzende SUÇA TAHRİK OLMAYI ÖNLEMEDEN şiddetli cezalarla faşist bir uygulamaya şeriat denilerek Allah ve hak dine iftiralarla dolu gayrı-dini şeyler asayiş adına dayatıldı. Bu kesimden dinimizi kurtarmadan insanların dünyada zilletten, ahirette hüsrandan kurtulması çok zordur. Bu ise Atavist(Ataların yanlış doğru her şeyini taklit etmeyi aklın ve vahinin gereklerinden çok üstün tutup inatlaşmak) anlayıştan kurtulmak için ilmi ve aklın makulleri olan marufu okuyup araştırma tembeli bu ümmet çoğunluğuna kabul ettirmek çok zordur. Allah hepimizin yar ve yardımcısı olsun.

Medine medeniyetine geçecek kadar olgunlaşmış insana hak dinin kastettiği adalet aşağıdakidir. Çünkü kıyamete kadar geçecek zamanda tarım ve sanayi ağırlıklı dönemde adalet iki kişi arasında denge üzerine olması yeterli değildir. Bir “vezin” üzere adalet çok taraflı ve toplumsal ilişkilerde kullanılmalıdır. Çünkü şeraitin kavramsal anlamında da bu vardır. Bu ''vezin"e hem idealist felsefede ve hem de sadece hak dinde “itidal” denilir.

''İtidal'' konusunda elbette ki çokça eserler yazılmıştır. Ama itidal ağızda dolma tüfek gibi başkalarından öğrenilecek bir kavram değildir. İtidal tefekkürle idrak edilecek bir alandadır. İtidal gibi çok önemli bir kavramın en yazık edildiği yanlış algı ise, onun vasatla karıştırılmasıdır. İtidal hem özümlenmesi ve erdemli olmanın bir niteliği olarak sübjektif yönü olan bir içselliktir. Hem de objektif olup bir ölçüye bağlanmış keyfiliğe bırakılmamış bir “ölçüsü” olandır. İçsel itidale ölçülü olma derken, objektifliğine de somut bir vezne bağlılık diyebiliriz. Bunu vasat diye anlayıp geçmek ise kavramı ziyan etmektir. Çünkü, vasat bize iki şeyi bildirir. Birisi “ortada olmayı” ve iki taraf veya iki şey arasında bir hakem veya uzlaştırıcı gibi bulunmayı, hem de iyilik ve kötülüğün ortasında bulunmayı anlatır. Bu hal ise “ne iyi ve ne de kötü olmak” olmayanı anlatması açısından itidalle eş anlamlı değildir. Mesela “vezir”lerin oluşum mantığı “aradaki kişi” anlamıyla kavramlaşandır. Kral gibi halktan kopuk ve halkla doğrudan teması olmayan kurumla, halkın arasında duran, iş ve temasların sağlandığı makam ve göreve isim olmuştur. Mabeyincilik de öyledir.

Yine siz ümmetler içinden çıkartılmış “vâsıt” bir ümmetsiniz ayeti bu “vâsıt” durumu anlatır. Bu ise, asla ne iyi ve ne kötü anlamına gelmez. Anlam böyle olsaydı, diğer milletlere maruf olanı emredip, münkerden kaçınma görevi verilir miydi. Kendi muhtaçken himmete, başkalarına nasıl himmet edecektir. İyilik ve kötülüğün bütün ilmine sahip olacak, içeride itidal üzere eşitlikçi bir sosyo ekonomik sistemi kurarak farz ve gereklılığın kavramsal ve ekonomik kurumlaşmasını yerine getirip gerçek adalet üzere adil düzeni kuran bir barış adası oluşturacak ki, dini ve akli olanı başkalarına da tavsiye etmeye hakkı olsun. Vasat ve vasıt kavramının analizi asıl konu başlığımız olmadığı için, itidalin ne olmadığının bilinmesi açısından değinmemiz gerektiği için değinmek zorundaydık.

İtidalin sınıflı sistemlerde adaletli olmak, olduğu yerden ayrılarak ''orta''ya gelmek ve bunu devamlı ihmal etmeden yapmak, ''vasat''la ilişkilidir. Yani yukarı seviyedekinin devamlı vererek, aşağıdakinin de devamlı alarak(Çünkü gelir kaynakları verenin elindedir) mutlaka orta yere gelip eşitlenmelerini ifade etmek anlamında vasat deyimiyle bir ilişkisi vardır. Biz bunu bileşik kaplara benzettik; bir kaba konan su otomatik olarak diğerlerine de geçerek su sevisi hepsinde aynı oranda yükselir. İnfak bu amaçla emredilmiştir. Bunu sağlamayan vermeye, onun için biz hak manada zekat demedik. Çünkü verilen miktar, alanı ''kavam'' seviyesine yükseltmez, vereni de her seferinde küçültüp toplumun ortalama seviyesine düşürmediği için itidal içermez. Yani hak dinin eşitliği sağlamayı ifade eden şeriat(Eşşereu) türevine uymadığı için şeraitin terkidir. Çünkü hak dinin adalet dediği şey verme-alma sonunda orta yerde buluşup eşitlenmektir. İtidal böyle bir ”orta yerde olmayı, ortaya gelmeyi” ifade ederek vasat kavramından farklılık gösterir. Yani içsel açıdan vasat olmak değil, alış ve verişlerle ''mizan''a gelip, yükün iki tarafının her artmadan hemen sonra artanı vererek iki tarafın da eşitlenmesidir. Yukarıdaki aşağıya, aşağıdaki de yukarı çekilerek eşitlenmesinin ifadesidir “orta yere gelmek”. Bu inerek veya yukarı çekilerek dikey bir hareket anlamındadır. Buna adalet, yükün iki tarafının birbirine denk olması denir.

Hak din kafalar karışmasın diye buna ayrıca hangi konum üzere eşitlik açıklığını getirerek bu anlamdaki itidalin “kâme” kavramından oluşmuş türevini hatırlatarak “kavam” üzere olmayı vezin yaparak cevabını vermiştir.

Bu konuları daha önce bir biçimde bazı yönleriyle dile getirdiğimiz ve “kavam''ın anlamları arasında “itidal” eş anlamlısının bulunduğunu “veznin” ise yine bu kavramın sözlük anlamı içinde bulunan ”geçimlik=maişet üzere eşitlenmek” anlamını da vermiştik. İşte bütün mesele budur. Hak teala, fakirlikte eşitliği dilememiş, herkesin aşırı zenginliğinin mümkün olamayacağını da ilmen bildiği için, bir ''vezin''-objektif ölçü getirmiş ve buna ''kavam'' demiştir. İtidalin eşitlik anlamına gelen Allahın şeraitten kasdettiği sosyo ekonomi politik anlamı, mânâsı budur. Yukarda iki kişi arasındaki ilişkide nısfeti gördük. Bir çalıştıran ve bir çalışanla sınırlı sosyo ekonomi politikte yeterli oluyordu. Buna eşya ile eşyayı teraziye koyarak “vezin”( tartı taşı) kullanmadan tartmaya benzetebiliriz. Soğanla sarımsağın tartıda denkleştirilmesine bunu benzetebiliriz. Ama toplumsal ilişkiler giriftleştiği, bir tarafta işveren, diğer tarafta onlarca işçinin bulunduğu bir üretim tarzında müşterek ve objektif bir ölçünün bulunması gerekir. Taraflar ne kadar çok ve ilişkiler girift olsa da, dengeyi sağlamak için daha başka bir ölçü ile tartmamız gerekir. İşte buna ''vezin'' denilir. Terazi taşlarıyla ölçmek olarak isim koyalım ki anlaşılır olsun. Hak din buna “Adalet” ve bunu kullana da “ADİL” ismini vermiştir.

İşte toplumsal işler ve ilişkilerde ne fakirlik ve ne de zenginlikte eşitlik iddiası gibi saçma fikirden uzak olarak “kavam” denilen ve herkes için geçerli bir terazi taşına göre eşitliği emretmiştir. İşte zulüm içermeyen ve insan haklarının necis/pis kokusundan insanı temizleyen bu ölçüyü emretmiş, müşrik ve münafıklar bunu unutturarak putperestlerin sistemi olan Aristokrasi, oligarşi, liberalist mülk perestlerin eşitlik içermeyen adalet anlayışını ölçü yaparak, anlamı, şeriat(Eşşereu) anlamını, tersine çevirmişlerdir.

HANGİ AYLAYIŞ VE UYGULAMAYI TERK ETMELİ:

Bu bölümde önce terk edilen adalet anlayışını ortaya koyalım ki, böylece hak şeraitten sapıp liberalizm ve benzerleri rekabet ve düşmanlık sebebi olan yola girenlerin hatalarını mukayese etme imkânımız olsun.

Yukarıda söylediğimiz gibi itidal kavramının sosyo ekonomik anlamı ''kavam''dır. Onun da tek anlamı vardır. O da; Bir insanın geçimliği olan miktardır. İşte Allah, “mizanı ve vezni indirdim” derken, "denk olmanız" emredildi(Mizan). Bu afakî değildir, “size kavam üzere eşitlenmeyi emrettim” demiştir. Burada ''vezin'' olarak ''kavam'' ifadesi gösterilmiştir.

İşte vezin belli olmazsa bunun uygulanması müşküldür. Ama din bilginleri bunu açıkça ortaya koymadıklarından, insanlar tâğutun yolu olan ve hasedle beslenen sınıflı toplumlara devam ettikleri halde kendilerini hak şeriat içinde saymak gibi bir paradoksu asırlardır sürdürmüşlerdir. Ama hakka dönmek her zamandan daha elzem olmuştur. Çünkü deccal(Finans kapital) gemi azıya almıştır. Daha da vahimi, Deccalleşmak ve deccalı hakem yapma dalaletini destekleyen ikiyüzlü politikacıların yanıltmasıyla kendi şeraitlerinin özünü kendileri bitirmektedir. Kılık kıyafet kavgasından daha önemli olan hak dinin hak olan sosyo ekonomi politiğinin yerleşmesi mücadelesi herhalde daha mühim bir konudur. Herkesin basiretle yeniden düşünmesi gerekir.

Adalet bize, hakların nasıl bir terazide tartılması gerektiğini yukarıda açıkladı. Bu terazi Tahtı-revanla aynı kökten yapılan Tahtı-ravalli gibi olmayacak. Yani ağırlık merkezini istediğimiz yere kaydırıp ağırlıklar farklı da olsa mizan bize denklik çizgisini göstermeyecek. Terazinin kefeleri eşit ve bir hizada demek, tartı aleti boşken dengede olacak demektir. Tartacağanız ağırlıklar eşit değilse bu terazi asla dengede durmaz. Bu birinci şartımız. İkinci şarta gerek vardır. Bu şart ise tartılacak şey peynir değil ki ağır gelenden kesip hafif gelen kefeye koyalım. Tartılacak şey farklı iki insanı terazide eşit hale getirmek için sosyo ekonomik konumlarını denkleştirmek gerekir. İkisi ortası diye bir şeyin uygulamada kesinlik arz etmediği ortadadır. Elimizde bir sabit ölçü olacak ve ikisini de ayrı ayrı bununla tartacağız. Bu ölçü ile eşitlendiği zaman tekrar ikisini kontrol etmek için teraziye çıkardığımızda bu denetimin işidir Mizan. Yapılan işlemin doğruluğunun denetlenmesine mizan denilir. İtidal belirsiz bir ölçü değil, eşitliği sağlamak için tartılacak iki şey haricinde bir üçüncü şey ve mihenk'in adıdır; yani ''kavam''dır mizana ölçü yapılacak olan.

Mesele tartma ve tartı olduğuna göre, “Orta, iki hal ortası” demenin bir mantığı yoktur. Şöyle ki. Bu eksik mânâlandırmaya göre sınıflı bir toplumda bir eşitleme/denkleştirme yapacağız. Farz edelim ki toplumun yarısı elli milyarlık adamlar, yarısı da bir milyarlık adamlar. Burada orta olmak deyince iki gurubun servet toplamının mı ortalaması alınacak? Böyle bir şey olur mu? Buradaki İtidal, tartı taşının kendisidir. Bu da din kavramları arasında tanımlanmış olup, Kavam anlamına gelmektir. Kavam da bir insanın geçimliğidir. Herkes bu ağırlık seviyesine getirilecektir. Yukarıdaki aşağı alınacak, aşağıdaki yukarı çekilecek, böylece herkes "kavam seviyesi"nde birleşecektir. Kimse de kimseye, “Herkese refah” gibi ekonomi ilmince mümkün olmayan bir vaatle istismar edemeyecektir. Doğrusu ve bilimseli olanı, itidal'de (Kavam'da) eşitliktir: herkesin ''terazi taşı=vezin=kavam''a denk ağırlıkta olmasıdır.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.
İlhami Çetin'den derlenme)

Konu galipyetkin tarafından (13. March 2017 Saat 11:23 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Barış (15. August 2013), dost1 (25. June 2014)