Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25. April 2009, 10:36 PM   #3
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Sonra insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendinde bulunan ile sevinip böbürlendi. (Mü’minun/53)

18 - Sonra da seni Emir’den [kendine özgü işten] apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Artık sen ona uy, bilmeyen kimselerin hevâlarına uyma.
19- Şüphesiz onlar, Allah karşısında sana hiçbir şeyce yarar sağlayamazlar. Ve şüphesiz zalimlerin bazısı bazısının Yakınlarıdırlar, Allah ise Takvalı davrananların Velîsidir/Yakınıdır.”
20 - Bu [Kur'an], insanlar için basiretler [kalbi idrakler], kesin inanan toplum için bir yol gösterme ve rahmettir.

Bu ayetlerde Resulullah’a da bir yol haritası verildiği; artık sadece ona uyması, bilgisizlere uymaması gerektiği bildirilerek eğer müşriklerin aklına uyarak sapar, onların hatırı için Allah'ın dininde bir değişiklik yapmaya yeltenirse, müşriklerin kendisini kurtaramayacakları, onların yalnızca birbirlerinin velileri oldukları, Allah’ın ise muttakilerin velisi olduğu bildirilmiştir. Daha sonra da Kur’an’a işaret edilerek onun insanlar için mutluluk kaynağı, rahmet ve kılavuz olduğu vurgulanmıştır.
Tek doğru yol Allah’ın gösterdiği yoldur. Başka yollar ise insanı uçuruma götüren yollardır:

Ant olsun ki Biz Musa'yı da ayetlerimizle ve apaçık bir belge ile Firavun ve ileri gelenlerine gönderdik [elçi yaptık]. Ama onlar Firavun'un emrine uydular. Hâlbuki Firavun'un emri reşit [aklı çalıştıran, doğruya ulaştıran] değildir. (Hud/96, 97)

Sonra sana: “Hanif olan ve müşriklerden olmayan İbrahim’in milletine tabi ol” diye vahyettik. (Nahl/123)

20. ayette “Bu [Kur'an], insanları için basiretler [kalbî idrakler], kesin inanan toplum için bir yol gösterme ve rahmettir” buyrulmuştur. Kur’an, hak ve batıl arasındaki farkı bildirmektedir. Fakat onun aydınlığından, kılavuz ve rahmet oluşundan ancak kesin inanan toplumlar istifade ederler.

Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, göğüslerdekine şifa, inananlara bir kılavuz ve bir rahmet gelmiştir. (Yunus/57)

Ve Biz Kur’an’dan, inananlar için şifa ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz. Ve [bu], sadece zalimlerin yıkımını artırıyor. (İsra/82)

21 – Yoksa kötülükleri işleyen o kimseler, kendilerini, hayatlarında ve ölümlerinde, iman eden ve salihatı işleyen kimseler gibi kılacağımızı mı zannettiler? Ne kötü hüküm veriyorlar!

Rabbimiz inatçı müşriklere yukarıdaki soruyu yönelterek onlara “Eğer böyle düşünüyorlarsa yanlış düşünüyorlar. İnanmayan ve kötü işler yapanlar hesapsız, sorgusuz ve cezasız kalmayacaklardır” mesajını vermektedir.

Yoksa iman eden ve de sâlihâtı işleyenleri Biz, o yeryüzündeki bozguncular gibi mi kılarız? Yoksa o takvâ sahiplerini azgın günahkârlar gibi mi kılarız? (Sad/28)

(O kâfirler), kendilerine zulmetmiş kimseler olarak, meleklerin, vefat ettirdikleri kimselerdir. Artık teslimiyeti bırakırlar: "Biz, hiç bir kötülükten yapmıyorduk." Bilakis, Şüphesiz Allah sizin yapmakta olduklarınızı çok iyi bilendir.
“O halde içinde sürekli kalanlar olarak cehennemin kapılarına girin!” denir. İşte, büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!
Ve takvalı davranmış kimselere: "Rabbiniz ne indirdi?" denilince onlar: “Hayır” derler. Bu dünyada güzelleştirenlere-iyileştirenlere iyilik-gzellik vardır. Ahiret yurdu ise kesinlikle daha hayırlıdır. Ve takvalı davrananların yurdu ne güzeldir!
Adn cennetleri! Onlar oraya girecekler. Onun altından ırmaklar akar. Orada onlar için diledikleri şeyler vardır. Allah, takva sahiplerini işte böyle karşılıklandırır.
(Takva sahipleri) o kimselerdir ki, melekler, onları hoş ve rahat ettirerek vefat ettirirler. “Selam size, yapmış olduğunuz işlerin karşılığı olarak girin cennete...” derler. (Nahl/28- 32)

Yüzler vardır o gün, pırıl pırıl.
Gülen, müjdeleyen.
Ve yüzler vardır o gün, üzerlerinde toz-toprak.
Tozu-toprağı da bir is bürümüştür.
İşte bunlar, evet bunlardır küfre sapanlar, kötülüğe batanlar. (Abese/38- 42)

Yüzler var ki o gün apaydınlıktır.
Rabblerine nazar edicidirler.
Ve yüzler de var ki o gün asıktırlar. (Kıyamet/22- 24)

Ya artık, Müslümanları günahkârlar gibi yapar mıyız? (Kalem/35)

Cehennem ashabı ve cennet ashabı eşit olmaz. Cennet ashabı kurtulanların ta kendileridir. (Haşr/20)



Bu konu, hatırlanacağı üzere, Fussılet suresinde de yer almıştı.

Ve eğer kendisine dokunan sıkıntıdan sonra, kendisine tarafımızdan bir rahmet tattırsak, hiç kuşkusuz “Bu benim hakkımdır. Ve Saat’ın geleceğini sanmıyorum. Ve eğer Rabbime döndürülürsem, O’nun katında hiç şüphesiz, benim için en güzeli vardır” der. Bu nedenle inkâr eden kimselere, yaptıklarını kesin bildireceğiz ve onlara, kesinlikle kaba bir cezadan tattıracağız. (Fussılet/50)

Ben Saat’in kopacağını da zannetmiyorum. Velevki Rabbime geri götürürdüm, kesinlikle orada bundan daha iyi bir sonuç bulurum." (Kehf/36)

Sonra da onun soyunu süzülmüş bir özden, değersiz bir sudan kılmıştır [yaratmıştır].
Evet, iman etmiş ve salihatı işlemiş kimseler; artık yaptıklarına karşılık bir ağırlanma olarak me'vâ [barınak] cennetleri yalnızca kendileri içindir.
Ve fasıklara/yoldan çıkanlara gelince, onların varacağı yer, Ateş olacaktır. Her çıkmak istediklerinde oraya yeniden çevrilecekler ve onlara, “yalanlayıp durduğunuz Ateş’in azabını tadın” denilecektir. Hiç kuşkusuz, onlara büyük cezanın astından en yakın cezadan tattıracağız; belki dönerler? (Secde/18- 21)

Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit yaşamda ve şahitlerin kalktığı [şahitlik edecekleri] günde [kıyamette] kesinlikle yardım ederiz.
O gün zalimlere özür dilemeleri fayda vermez. Ve onlara lanet vardır, yurdun en kötüsü de onlar içindir. (Mü’min/51, 52)

Ya artık, Müslümanları günahkârlar gibi yapar mıyız?
Neyiniz var, nasıl hükmediyorsunuz? (Kalem/35, 36)

Bu ayetin inişi ile ilgili olarak Esbab-ı Nüzul nakillerinde şu olay anlatılır:

"Bu ayet Ali, Hamza ve Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh ile müşriklerden Utbe, Şeybe ve Velîd b. Utbe gibi üç kişi hakkında nazil olmuştur. Zira bu üç müşrik, adı geçen müminlere "Vallahi, siz hiçbir hak ve hakikat üzere değilsiniz. Sizin söylediğiniz hak olsa bile, dünyada bizim durumumuz nasıl sizden üstün ve ileri ise, ahirette de ileri olacaktır" dediler.” (Razi; el Mefatihu’l Gayb)


22 – Ve Allah, gökleri ve yeryüzünü gerçek ile ve de her kişiyi yaptığı ile karşılıklandırmak için yarattı. Ve onlar zulmedilmezler.

Bu ayette Rabbimiz gökleri ve yeryüzünü niçin yarattığına bir daha dikkat çekmiştir. Allah bu dünyayı bir eğlence olsun diye yaratmamıştır. Aksine evrenin yaratılışının büyük bir amacı vardır. Bu amaçla insanlar için belli imkânlar sağlanmış ve tasarrufları altına verilmiştir. Bunun sonucu olarak iyilik yapanlar amellerinin karşılığını alacaklar, zalimler de zulümlerinin cezasını çekeceklerdir. Herkes ne yapmışsa yaptığının karşılığını eksiksiz olarak görecektir. Kimse kesinlikle haksızlığa uğramayacaktır.

O, Güneş’i bir aydınlık, Ay’ı bir ışık yapan ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye, Ay’a menziller ayarlayandır. Allah bunu ancak gerçek ile yaratmıştır. O, bilecek olan bir kavim için ayetleri detaylandırır. (Yunus/5)

Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette aklıselim sahipleri için ibret verici deliller vardır.
O kişiler ki ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederler: “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen noksanlıklardan münezzehsin. Artık bizi ateşin azabından koru! Rabbimiz! Şüphesiz Sen, kimi ateşe girdirirsen artık onu kesinlikle rezil etmişsindir. Zalimler için yardımcılardan hiç kimse de yoktur".Rabb’imiz! Şüphesiz ki biz, “Rabb’inize inanın!” diye çağıran bir nidacıyı duyduk ve hemen inandık. Rabb’imiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi Ebrar [İyiler/yardımseverler] ile birlikte vefat ettir. Rabbimiz! Ve bize, elçilerin üzerine vaad ettiğin şeylerii ver, kıyamet günü bizi rezil etme. Şüphesiz Sen verdiğin sözden dönmezsin." (Al-i Imran/190, 194)

23- Peki, sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağı ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz?”

Bu ayette Rabbimiz, başta Resulullah olmak üzere tüm insanlara seslenerek çevrelerindeki kendi kuruntularına tapan, aymaz, kalbi mühürlü insan örneklerine bakmalarını istemekte, dolayısıyla artık Allah’ın hidayet etmeyeceği bu kimselerden olmadıkları için de hallerine şükretmeleri gerektiği mesajını vermektedir.
Ayette “kendi hevasını ilah edinen” ifadesiyle “Bir kimsenin nefsinin her istediğini yapması ve yaptığı işin Allah indinde haram mı, helal mi olduğunu dikkate almadan davranması” kast olunmaktadır. Böyle bir insan, Allah emretmiş bile olsa, eğer nefsi istemiyorsa o işi yapmaz. Bu, hevaya kayıtsız şartsız teslimiyettir. Bir başka kişiye, kuruma, ideolojiye kayıtsız şartsız teslim olmak nasıl onları ilah edinmek ise, nefse de kayıtsız şatsız itaat onu ilah edinmektir, apaçık şirktir.
Hevaya, tutkulara uymak, Kur’an’da sürekli yerilmiş bir davranıştır:

Ve eğer Biz dileseydik onu o âyetlerle yüceltirdik, ama o alçaklığa saplandı kaldı ve tutkusuna uydu. Artık onun durumu, üstüne varsan da dilini sarkıtıp soluyan, kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumuna benzer. İşte bu, âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumudur. O nedenle sen tefekkür etsinler [iyice düşünsünler] diye bu kıssayı iyice anlat. (A’raf/176)

Ve kendini, sabah akşam rablerinin rızasını isteyerek O’na [Rablerine] yalvaran kişiler ile beraber sabırlı kıl. Basit hayatın süsünü isteyerek onlardan gözlerini de ayırma. Ve de kalbini, Bizim zikrimizden gafil kıldığımız, hevasına uymuş ve de işi aşırılık olan kimseye uyma. (Kehf/28)

Fakat Bilakis zulmetmiş kimseler, bilgisizce hevalarına uydular. Peki Allah'ın şaşırttığını kim yola getirebilir? Onlar için yardımcılardan da yoktur. (Rum/29)

Buna rağmen eğer sana cevap vermezlerse, bil ki onlar, yalnızca heveslerine uymaktadırlar. Allah’tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık/ şaşkın [aşağı] kim olabilir? Kesinlikle Allah zalim kavme yol göstermez. (Kasas/50)

Ey Dâvûd! Gerçekten Biz seni yeryüzünde bir halife kıldık [yaptık]. O hâlde insanlar arasında hakk ile hüküm ver [hakk aracılığıyla zulüm ve kargaşayı engelleyip adaleti sağla]. Hevâya [keyfe, arzuya] uyma. O takdirde seni Allah'ın yolundan saptırır. Muhakkak Allah yolundan sapanlar; hesap gününü umursamadıklarından kendileri için çok şiddetli bir azap vardır. (Sad/26)

Ayrıca Necm suresinde Resulullah’ın hevasından konuşmadığı, yani Kur’an’ın kendi çıkarları doğrultusunda onun tarafından uydurulmadığı bildirilmiştir.

O, hevasından da konuşmuyor.
O, kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir. (Necm/3, 4)

Kur’an’da “hevasına uyanlar” şiddetle kınandığı gibi, hevasından uzak olanlar da övülmüştür:

Rabbinin makamından korkan ve nefsini hevadan meneden kimseye gelince; artık, hiç şüphesiz cennet, barınağın ta kendisidir. (Naziat/40, 41)

24 – Yine onlar, “Hayat, ancak bu dünya hayatımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak dehr [geçen uzun zaman] helak eder” dediler. Hâlbuki onların buna dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar, sadece zan yürütüyorlar.

Ahiretle tehdit edildiklerinde kasıtlı ola*rak Peygamber’e “ölmüş babalarımızı geri getir, eğer söylediklerinde ve korkuttuklarında doğru isen” diyen muannit inkârcılar, ahiret yaşamının gerçekliğine inanmamalarını kendilerince şöyle temellendiriyorlardı: “Hayat, ancak bu dünya hayatımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak dehr [geçen uzun zaman] helak eder.” Yani “Yaşamak ve ölmek tabiatın gereğidir, zamana bağlı olarak gerçekleşen bir durumdur. Bizim yaşamamız veya ölmemiz de zaman ve kâinatın karakteri ile ilgilidir. Bi*zi helak eden faktör, gece ve gündüzlerin gelip gitmesinden başka bir şey değildir, burada herhangi bir gücün ve iradesinin rolü yoktur” demekteydiler. Böyle demelerindeki maksat, hem Allah’ı, hem de öldükten sonra dirilmeyi ve kıyameti inkâr etmektir.
Bunlara Rabbimiz tarafından “Hâlbuki onların buna dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar, sadece zan yürütüyorlar” denilerek cevap verilmiştir. Yani, bu hayatın sonunda başkaca bir hayatın olmadığına dair, onların elinde hiçbir ilmi dayanakları yoktur:

Hâlbuki onların bu konuda hiçbir bilgisi yoktur. Onlar yalnızca zanna uyuyorlar. Zan [Sanı] ise “Hakk”tan hiçbir şey kazandırmaz. (Necm/28)
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla