Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25. April 2009, 10:08 PM   #3
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Arş'ı Taşıyan Melekler:
Birinci Kısım: Arş'ın taşıyıcısı olan melekler... Cenâb-ı Hak, Kıyamette, Arş'ı taşıyanların sekiz melek olduğunu bildirmiştir. Binaenaleyh, "Şu anda Arş'ı taşıyan melekler, Kıyamet gününde onu taşıyacak olan meleklerdir" denilmesi mümkündür. Arş'ı taşıyanların, meleklerin en kıymetlileri ve en büyüklerinden olduklarında ise şüphe yoktur. Keşşaf sahibi şunu rivayet etmiştir: "Arş'ı taşıyan o meleklerin ayakları, yedi kat yerin altında olup başları da Arş'ın üzerindedir. Bunlar, gözkapaklarını hiç kaldırmaksızın, huşu ve hudû içindedirler. Hz. Peygamber (s.a.s)'in de "Rabbinizin azameti hususunda düşünmeyin! Fakat siz, Rabbinizin yarattığı melekler hakkında düşünün. Çünkü meleklerden, kendisine İsrafil adı verilen bir yaratık vardır ki, Arş'ın köşelerinden birisi onun omuzları üzerinde olup, onun iki ayağı yedi kat yerin altında, başı da yedi kat gökleri delip geçmiştir. Ama buna rağmen o, Allah'ın azameti karşısında âdeta küçük bir kuş olacak denli küçülür buyurduğu rivayet edilmiştir. “ الوضعel Vaz’u” kelimesinin küçük kuş anlamına geldiği söylenmiştir. Rivayet olunduğuna göre, Allah Teâlâ, bütün meleklere, onların diğer meleklerden üstün olduğunu belirtmek için, Arş'ı taşıyan meleklere, sabah akşam bol bol selâm vermelerini emretmiştir. Yine, Allah'ın, Arş'ı, yeşil bir cevherden yarattığı; onun iki sütunu arasının, hızlı uçan kuşlara nispetle seksen bin yıllık bir mesafe olduğu da söylenmiştir. Yine, Arş'ın etrafında, Cenâb-ı Hakk'a tehlil ve tekbirde bulunarak [Lâ İlahe illallah; Allahu Ekber diyerek] tavaf eden yetmiş bin saf meleğin; bunların arkasında da, ayakta oldukları halde, ellerini öncekilerin omuzlarına koymuş olan tehlîl ve tekbir getirerek seslerini yükselten ve nihayet bunların arkasında da, sağ ellerini sol elleri üzerine koymuş, yüz bin saf meleğin bulunduğu; onlardan herbirinin de, diğerinin yaptığı tesbihten başka bir tesbihle tesbihatta bulunduğu ileri sürülmüştür. Bu haberleri Keşşaftan naklettim.
İkinci Kısım: Cenâb-ı Hakk'ın bu ayette zikrettiği meleklerin ikinci kısmı ise, Cenâb-ı Hakk'ın "bir de onun etrafında bulunanlar" ayetinin ifade ettiği husustur. Oldukça açık ve zahir olan şudur ki, bunlardan murad edilen, Cenâb-ı Hakk'ın, "Melekleri görürsün ki, Rablerine hamd ile teşbih ederek Arş'ın etrafını kuşatmışlardır (Zümer/75)” ayetinde zikrettiğidir. Ben derim ki: Akıl, Arş'ı taşıyan melekler ile Arş'ın etrafını kuşatmış olan meleklerin, meleklerin en üstünleri olduğuna delâlet eder. Bu böyledir, çünkü ruhların ruhlara nispeti, bedenlerin bedenlere nispeti gibidir. Arş, maddî-cismanî varlıkların en kıymetlisi ve üstünü olunca, Arş'ın tedbir ve idaresiyle ilgilenen ruhların da, bedenleri yöneten ruhlardan daha faziletli ve üstün olması gerekir. Yine burada, Arş'ın cismini taşıyan başka ruhlar da var gibidir. Sonra ise, Arş'ın cismini istilâ etmiş olan bu kâhir ve ezici ruhlardan, aynı cinsten olmak üzere, başka ruhlar meydana gelir. Bunlar da, Arş'ın etraf ve kenarlarına tutunmuşlardır. Cenâb-ı Hakk'ın, "Melekleri görürsün ki, ... Arş'ın etrafını kuşatmışlardır (Zümer/75)” hitabıyla da bunlara işaret edilmektedir. Kısaca, gerek yakînî delillerle, gerekse gerçek ve sadık mükaşefe yoluyla şu hakikat açık ve aşikâr olmuştur: Bedenler âlemi, ruhlar âlemine nispet edilemez. Binâenaleyh, müşahede ettiğin her şey, bedenler âleminin, farklı farklı mertebelerinde olarak, şu maddî görme gözüyledir. O halde senin bunu, ruhlar âleminin farklı farklı mertebelerinde olarak, basîret gözüyle müşahede etmen gerekir. (Razi; el Mefatihu’l Gayb)

ARŞIN DIŞ KENARINDAN OLAN KİMSELER

7. ayette bu sanatsal ifadeyle tanıtılan kimseler, “ulülelbab [akıllı, bilinçli]” olma niteliğine ulaşmış müminlerdir. Bunlar arşın sahibi tarafından elçi olarak gönderilmedikleri halde müminler için istiğfarda bulunmakta, dua etmektedirler. Bunu iman borcu olarak yapmaktadırlar:

Ve onlardan [peygamber dönemindeki inananlardan] sonra gelip: "Rabbimiz, bizi ve iman ile bizi öne geçmiş kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde iman etmiş kimseler için kin kılma! Rabbimiz! Şüphesiz Sen Raûf’sun, Rahîm’sin!" (Haşr/10)

Şüphesiz Benim kullarımdan bir gurup: “Rabbimiz! Biz iman ettik; artık bizi bağışla, bize merhamet et, sen, merhametlilerin en iyisisin” diyorlar. (Müminun/109)

Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette aklıselim sahipleri için ibret verici deliller vardır.
O kişiler ki ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederler: “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen noksanlıklardan münezzehsin. Artık bizi ateşin azabından koru! Rabbimiz! Şüphesiz Sen, kimi ateşe girdirirsen artık onu kesinlikle rezil etmişsindir. Zalimler için yardımcılardan hiç kimse de yoktur." Rabb’imiz! Şüphesiz ki biz, “Rabb’inize inanın!” diye çağıran bir nidacıyı duyduk ve hemen inandık. Rabb’imiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi Ebrar [İyiler/yardımseverler] ile birlikte vefat ettir. Rabbimiz! Ve bize, elçilerin üzerine vaat ettiğin şeyleri ver, kıyamet günü bizi rezil etme. Şüphesiz Sen verdiğin sözden dönmezsin." (Al-i Imran/190- 194)

10 – Şüphesiz o küfretmiş olan kimseler ünlenilirler: “Elbette Allah'ın buğzu, kendinize buğzunuzdan daha büyüktür. Zira siz imana davet olunurdunuz da küfreder dururdunuz.”
11 – Onlar [Kâfirler] dediler ki: “Rabbimiz! Sen bizi iki kerre öldürdün, iki kere dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkışa bir yol var mı?”
12 – İşte bu, şu sebeptendir: Siz, “bir ve tek” olarak Allah'a davet edildiğiniz zaman inkâr ettiniz. O'na ortak koşulunca da inandınız. Artık hüküm, o çok yüce ve çok büyük Allah'ındır.

Bu ayet gurubunda, 4. ayette konu edilen “Allah’ın ayetleri hakkında mücadele edenler”in [müşriklerin] ahirette yaşayacakları bir sahne canlandırılmaktadır.
Bir ses onlara:
— “Elbette Allah'ın buğzu, kendinize buğzunuzdan daha büyüktür. Zira siz imana davet olunurdunuz da küfreder dururdunuz” diye seslenmektedir.
Onlar da, günahlarını ve başlarına gelen o azabı hak ettiklerini itiraf ederek:
— “Rabbimiz! Sen bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkışa bir yol var mı?” diyerek yapamadıkları şeyleri telafi etmek üzere yeniden dünyaya dönmeyi istediklerini ifade etmektedirler.
Bu talepleri kabul edilmemekte ve onlara:
— “İşte bu, şu sebeptendir: Siz, ‘bir ve tek’ olarak Allah'a davet edildiğiniz zaman inkâr ettiniz. O'na ortak koşulunca da inandınız. Artık hüküm, o çok yüce ve çok büyük Allah'ındır” diye karşılık verilmektedir.
Bilindiği üzere, Allah’ın ayetlerini bile bile inkâr eden ve onlar hakkında herhangi bir bilgi ve belgeye dayanmadan mücadele eden o kâfirler, dünyadaki yaşamlarındayken öldükten sonra dirilmeyi kabul etmiyorlardı. Ahirette ise ölümü ve dirilmeyi bizzat yaşamış olduklarından, artık öldükten sonra dirilmeyi kabul etmek, buna inanmak onlar için herhangi bir bahane bulunamayacak bir gerçeklik haline gelmiştir. Onun için itiraf etmek suretiyle “Rabbimiz! Sen bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkışa bir yol var mı?” diye sormaktadırlar.
Aslında bu sorularına kısaca “var” veya” yok” diye cevap verilmesi gerekirken Rabbimiz, onlara cehennemden çıkmalarının imkânsız olduğuna da delalet eden gerekçeli bir cevap vermektedir. Bu cevapla hem çıkışlarının olmayacağı, hem de neden çıkamayacakları kendilerine bildirilmiş olmaktadır.
Kâfirlerin çıkışının olmayacağı birçok ayette yer almıştır:

Ve onlar seslenirler: “Ey Malik! Rabbin bizim aleyhimize gerçekleştirsin [işimizi bitirsin].” O [Malik]: “Şüphesiz siz böyle kalacaksınız” dedi. (Zuhruf/77)

Onlar, toplu olarak Allah için ortaya çıktılar. Sonra da zayıf olan kişiler, büyüklük taslayan kişilere: " Şüphesiz bizler, sizlere uyan kimseler idik. Peki şimdi siz, Allah'ın azabından bir şeyi bizden savar mısınız?" dediler. Onlar: "Allah, bize kılavuz olsaydı biz kesinlikle size kılavuz olurduk. Bizler sızlansak ya da sabretsek birdir. Bizim için kaçacak herhangi bir yer yoktur” dediler.
Ve iş bitince şeytan onlara, “Şüphesiz ki Allah size gerçek va’dı vaat etti, ben de size vaat ettim, hemen de caydım. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ancak ben sizi çağırdım, siz de icabet ettiniz. O nedenle beni kınamayın, nefsinizi [kendinizi] kınayın! Ben sizi kurtaramam, siz de benim kurtarıcım değilsiniz! Ben, önceden beni Allah’a ortak koşmanızı da kabul etmemiştim.” dedi. Kesinlikle zalimler için acı bir azap vardır! (İbrahim/21, 22)

Ve onlar, orada feryat ederler: “Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapmış olduklarımızdan başka düzgün amel yapalım.” -Sizi, düşünecek olanın düşüneceği kadar ömürlendirmedik mi? Size uyarıcı da gelmişti. O hâlde tadın! Artık zalimler için bir yardımcı da yoktur.- (Fatır/37)

Ve ansızın azap gelmeden, kişinin, “Allah’ın yanında, yaptığım ölçüsüzlüklerden dolayı yazık bana! Doğrusu ben alay edenlerdendim” demesinden yahut “Allah bana doğru yolu gösterseydi, her halde ben müttakilerden olurdum” demesinden veya azabı gördüğü zaman, “Bana bir geri dönüş olsaydı da ben de o iyilik-güzellik üretenlerden olsaydım” demesinden önce Rabbinizden size indirilenin en güzelini izleyin.” (Zümer/55- 58)

Ve Allah her kimi saptırırsa artık bundan sonra onun için hiçbir Veliy yoktur. Ve sen, azabı gördüklerinde zalimlerin: “Geri dönüş yerine bir yol var mıdır?” dediklerini görürsün.
Ve sen, onları aşağılıktan dolayı başları öne eğilmiş, göz ucuyla gizli gizli etrafa bakarlarken ona [ateşe] sunulduklarını göreceksin. İman etmiş kimseler de: “Şüphesiz zarara uğrayanlar, kendilerini ve ehillerini [ailelerini, yakınlarını] kıyamet günü zarara uğratmış olan kimselerdir.” dediler. Gözünüzü açın! Şüphesiz zalimler devamlı bir azap içerisindedirler. (Şura/44, 45)

Suçluları, Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Ey Rabbimiz! Gördük ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de salih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz” derlerken bir görsen! (Secde/12)

Ve onların, ateşin üzerinde durduruldukları zaman: “Ah, ne olurdu dünyaya döndürülseydik, Rabbimizin âyetlerini yalanlamasaydık ve müminlerden olsaydık!” deyiverdiklerini bir görsen!
Aksine, işin aslı daha önce gizleyip durdukları açığa çıktı. Geri çevrilselerdi, yine men edildikleri şeye mutlaka dönmüşlerdi. Evet, onlar gerçekten yalancıdırlar. (En’am/27, 28)

Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha aynısını yaparsak işte o zaman gerçekten biz zalimleriz.
O [Allah] dedi ki: “Alçaldıkça alçalın orada! Bana konuşmayın da. (Mü'minun/107, 108)

11. ayette kâfirlerin “Rabbimiz! Sen bizi iki kerre öldürdün, iki kere dirilttin” dedikleri nakledilmektedir. Bu ifade geçmişte farklı şekillerde yorumlanmıştır. Kimisi “Bunlar önce babalarının sulplerinde ölü idiler. Sonra Allah onları diriltti, sonra dünyada kaçınılmaz olan ölüm ile onları öldürdü. Sonra ahiret hayatı için onları diriltti. İşte iki hayat ve iki ölüm bunlardır”; kimisi de “Kabirde de dirildiler, sonra öldürülüp tekrar mahşerde diriltildiler” demiştir. Bu yorumlarla ortaya bir de “kabir hayatı” denen bir hayat çıkarılmıştır.
Bu ayeti iyi anlayabilmemiz için önce şu ayetlere dikkat edilmelidir.

Siz Allah'ı nasıl inkâr edersiniz? Oysa siz ölüler idiniz de sizlere O hayat verdi. Sonra O, sizleri öldürecek, sonra canlandıracaktır. Sonra da kendisine döndürüleceksiniz. (Bakara/28)

O, hanginizin amelce daha iyi-güzel olduğunu sınamak için ölümü ve hayatı yarattı. O, Azîz’dir, Gafûr’dur. (Mülk/2)

Dikkat edilirse, Allah’ın önce ölümü yarattığı, sonra da hayatı yarattığı bildirilmektedir. İlk ölüm, insanın ilk “toprak [cansız madde]” hali olup, ikinci ölüm bu dünyadaki ölümüdür. İlk dirilme insanın dünyaya gelmesi, ikinci dirilme de ahiretteki “ba’s” [yeniden dirilme] halidir. Bunlar, iki ölüm ve iki hayattır. Kâfirler, her şeyi açıkça görünce, bizzat yaşayınca ve de karşılarında azabı açıkça görünce, merhamet di*leme ve Allah'ın rızasına tevessül yoluyla böyle yalvarmaktadırlar.

13 – O [Allah], size âyetlerini gösteren, sizin için gökten bir rızık indirendir. Ve ancak, gönülden yönelenler öğüt alırlar.
14- Öyleyse, inkârcılar hoşlanmasa da dini sadece kendisine arındırarak [ait kılarak] Allah’a dua edin.
15- O, dereceleri yükseltendir, Arş’ın sahibidir: O, buluşma günü hakkında uyarmak için kendi emrinden/ kendi işinden olan ruhu [vahyi] kullarından dilediğine ilka eder [bırakır].

Müşrikleri tehdit ettikten sonra, Rabbimiz, bu ayet gurubunda birkaç sıfatını ön plana çıkararak bir takım gerçekleri açıklamaktadır. Buna göre, Allah:
* Ayetler gösterendir
* Rızk indirendir
* Dereceleri yükseltendir.
Rabbimiz insanlar arasındaki fiziksel, zihinsel ve ekonomik dereceleri de yükseltendir. Bununla insanların birbirlerine göre değişik açılardan fazlalıklı yaratıldığı gerçeği vurgulanmaktadır. Çünkü insanların gerek zihinsel, gerek ekonomik, gerekse sosyal bakımlardan birbirlerine göre eksikli veya fazlalıklı yaratılması Rabbimizin bir sünnetidir ve dünyadaki düzenin sağlığı açısındandır. Bu konu hakkındaki detay En’âm suresinin tahlilinde (Tebyinü’l-Kur’an; c: 5, s: 368-369) verilmiştir.
* Arşın sahibidir.
Bu ifade Allah’ın mutlak yönetim gücünü elinde tuttuğunu belirtmektedir. Rabbimiz bunu çok farklı şekillerde onlarca ayette açıklamıştır.
* Buluşma günü için vahiy indirendir.

Kur’an’da geçen “ruh” sözcüklerinin “vahy” demek olduğu, daha evvel Kadr suresinin tahlilinde (Tebyinü’l Kur’an; c.1. s.482- 490) detaylı olarak verilmişti. Rabbimiz burada çok önemli bir konuya dikkat çekmektedir. Kendi emrinden olan yani bizzat Kendi işi olan ruh [vahy] indirmeyi dilediği kimseye yapmaktadır. Yani peygamber olarak göndereceği kimseyi kendisi seçmekte, bu konuya kimseyi müdahale ettirmemektedir. Bunu bir başka ayetinde daha açıklamaktadır:

Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit hayatta [dünya hayatında] onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. (Zuhruf/32)

Konumuz olan ayet grubunda Rabbimiz bu sıfatlarını zikrederek insanlardan sadece kendisine kulluk etmelerini, bir takım nesnelere kulluktan uzak durmalarını istemektedir.

14. ayette “Öyleyse, inkarcılar hoşlanmasa da dini sadece kendisine ait kılarak Allah’a dua edin” buyrulmaktadır. Ayetteki “inkârcılar hoşlanmasa da” ifadesinden, dini Allah’a has kılarken bir kesimin buna karşı koyacakları anlaşılmaktadır.

Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Hâlbuki Allah, sadece, kâfirler hoş görmeseler de Kendi nurunu tamamlamaya dayatıyor. (Tevbe/32)

“Dinin Allah’a has kılınması” konusu, bu sure indiği dönemlerde Kur’an’ın üzerinde sıkça durduğu bir konudur. Hatırlanacağı üzere bundan evvelki surede bu konuda vurgu üzerine vurgu yapılmıştı:

Şüphesiz ki Biz bu kitabı sana gerçekle indirdik. Öyleyse Dini sadece O’nun için arındırarak Allah’a kulluk et.
Dikkatli olun, halis din sadece Allah’a aittir. O’nun astlarından bir takım veliler edinenler: “Onlar [Allah’ın astlarından edindiğimiz veliler] bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz.” [diyorlar]. Şüphesiz kendilerinin ihtilaf edip durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez. (Zümer/2- 3).

De ki: “Ben kesinlikle dini yalnızca kendisine arındırarak Allah’a kulluk etmekle emrolundum. Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir verildi.
De ki: “Şüphesiz Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabından korkarım.
De ki, “Dinimi yalnız kendisine arındırarak Allah’a kulluk ediyorum. Buna rağmen siz O’nun astlarından dilediğinize kulluk yapınız. De ki: “Şüphesiz asıl kaybedenler, kıyamet gününde kendilerini ve ehillerini [ailelerini ve yakınlarını] kayba uğratanlardır.” Dikkatli olun, işte bu, apaçık bir kayıbın ta kendisidir. Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar vardır. -İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor: “Ey kullarım! Bana takvalı davranın.- (Zümer/11- 16)

16 - O gün [buluşma günü], onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. –‘Bugün mülk kimindir?’, Sadece tek ve kahhar olan Allah'ındır!’-
17 - Bugün her kişi kazandığı ile karşılıklandırılacaktır. Bugün zulüm diye bir şey yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir.

Bu ayetlerde, 15. ayette uyarısı yapılan “buluşma günü” açıklanmaktadır. Buluşma günü, “herkesin meydana çıkarıldığı, hiç kimsenin bir şeyinin Allah’a gizli kalmadığı, herkesin yaptıklarıyla karşılıklandırıldığı ve haksızlık diye bir şeyin olmadığı gün”dür. Görülüyor ki, “Buluşma Günü” diye adlandırılan gün, bazı farklı nitelikleriyle ortaya konan “Kıyamet Günü”dür.

NEDEN BULUŞMA GÜNÜ?

Kıyamet gününün neden “buluşma günü” olarak nitelendiği şu gerekçelerle açıklanabilir:
* O gün herkes Rabbiyle buluşur.

De ki: “Ben ancak sizin gibi bir beşerim. Bana ilâhınızın ancak bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa salih ameli işlesin ve Rabbine kullukta hiç kimseyi ortak etmesin.” (Kehf/110)

O’na kavuşacakları gün onların selamlamaları “selâm”dır. O [Allah] da onlar için cömertçe bir ödül hazırlamıştır. (Ahzab/44)

O gün yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek. Gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. (İbrahim/48)

* O gün herkes dünyada işlediği amelleriyle buluşur.

O gün her nefis/kişi, ne hayır işlemişse onları önünde hazır bulur. Yaptığı kötülükleri de. İster ki kendisi ile onun [yaptığı kötülükler] arasında uzak bir mesafe bulunsun. Allah, sizi kendisinden çekindirir. Şüphesiz ki Allah, kullarına çok şefkatlidir. (Al-i Imran/30)

* O gün herkes birbiriyle buluşur, yüzleşir. Onlarca ayette belirtildiği gibi, tapınılan sahte ilahlar ile onlara tapan akılsızlar bir araya, karşı karşıya getirilirler.

Ayetteki “Kendilerinden hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz” ifadesi, insanların tüm eylem ve davranışlarının orada ortaya konup teşhir edileceği anlamındadır. Allah’tan hiçbir şeyin gizli kalmayacağının vurgulanmasının nedeni, akıllı geçinen nice insanın gaybde yaptıklarından Allah’ın haberinin olmadığını sanmaları, en azından tüm gizli suç ve günahları Allah’ın eksiksiz bildiği konusunda yeterli bilinçte olmamalarıdır.

Siz, işitme, görme duyularınız ve derileriniz aleyhinize şahitlik eder diye gizlenmiyordunuz. Velâkin yapmakta olduklarınızdan birçoğunu Allah’ın bilmeyeceğine inandınız. (Fussılet/22)

O gün yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek. Gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. (İbrahim/48)

Onlar, insanlardan gizlenmek isterler de Allah'tan gizlenmek istemezler. Halbu ki O [Allah], onlar O’nun sözden razı olmadığı şeyleri gece kurarlarken kendileriyle beraberdir. Ve Allah, onların yaptıklarını kuşatıcıdır. (Nisa/108)

Ya da onlar, “Allah’a karşı yalan uydurdu” mu diyorlar. İşte eğer Allah dilerse senin de kalbini mühürler; batılı yok eder ve sözleriyle hakkı gerçekleştirir. Şüphesiz ki O, göğüslerde bulunan şeyleri çok iyi bilendir.
Ve O, kullarının tövbesini kabul eder, kötülüklerden affeder ve sizin işlemekte olduğunuz şeyleri bilir. (Şura/24, 25)

O gün siz arz olunursunuz, sizden hiçbir gizli, gizli kalmayacak. (Hakka/18)

İşte o gün yerküre tüm haberlerini; Rabbin kendisine vahyettiklerini bir bir söyler. (Zilzâl/4, 5)

Şüphe yok ki O, bütün sırların meydana çıkarıldığı gün onun geri döndürülmesine güç yetirendir. (Tarık/8, 9)

Hâlâ o [insan], kabirlerde olanların dışa atıldığı [ölülerin diriltildiği], göğüslerde olanların derlenip toparlandığı zaman, hiç şüphesiz o gün, Rabblerinin onlara gerçekten haber verici olduğunu bilmez mi? (Âdiyât/9- 11)

Ayette parantez cümlesi olarak yer alan “Bugün mülk kimindir? Sadece tek ve kahhar olan Allah'ındır!” ifadesi, Allah’ın dünyada verdiği nimetler sayesinde şımararak benlikleri kabaran, kendilerini kral, otorite, hükümdar sanan müşriklere karşı bir ilahi tokat mahiyetindedir. Onlar yüzlerine vurulan bu ilahi tokatla rezil rüsva olmaktadırlar.
Konumuz olan 16. ayetle ilgili olarak Mevdudî tarihten şöyle bir anekdot nakletmektedir:

Samanî hanedanından bir hükümdar olan Nasır b. Ahmed [H. 301'den 331'e kadar], Nişabur'u fethettikten sonra meclisin toplanmasını emretti ve tahtına çıktıktan sonra, Kur'an okunarak toplantının açılmasını istedi. Salih bir şahıs öne çıktı ve Kur'an'ın yukarıda sözü edilen bölümünü okudu. Nasır bu ayeti işitince dehşetle irkildi ve titremeye başladı. Hemen tahttan indi ve tacını başından çıkarıp "Ey Allah'ım! Hükümranlık bana değil sana aittir" diyerek secdeye kapandı. (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)

18 – Yaklaşan gün hakkında da onları uyar! O zaman kalpler yutkunarak gırtlaklara dayanmıştır. Zalimler için ne sıcak biri vardır ne de itaat edilecek bir şefaatçi.

Rabbimiz yaklaşmakta olan ölüm/kıyamet gününün bazı korkunç ve dehşetli niteliklerini ön plana çıkararak elçisinden o zalim müşrikleri, özellikle de bu surenin 4- 6. ayetlerinde konu edilen kimseleri uyarmasını istemektedir. 15. ayette “ التّلاق telak [buluşma]” günü ile uyarı yapılmıştı. Bu ayette ise aynı uyarı “Yaklaşan Gün” ifadesiyle yapılmaktadır. O ölüm gününde kimsenin sözü geçmez, korkudan insanın yüreği ağzına gelir, kimse kimseye yardım edemez.
Ayetteki “yaklaşan gün” ifadesini hem ölüm hem de kıyamet günü olarak anlayabiliriz. Kıyametin saatini Rabbimiz kendi ilminde tutup kimseye bildirmemiştir. Buna karşılık o günün daima çok yakın olduğundan bahsetmiş, insanlara “bir saniye bile kaybetmeden kendinize gelin” diye ihtar etmiştir.

Yaklaşacak olan yaklaştı.
Onu Allah'ın astlarından kaldıracak yok. (Necm/57, 58)

İnsanlar için hesap yaklaştı. Onlar ise aldırmazlık içinde, yüz çeviricidirler. (Enbiya/1)

Ve gerçek vaat yaklaştığı zaman o küfretmiş olan kişilerin gözleri dönüverir: “Eyvah bizlere! Kesinlikle biz bundan gaflet içindeydik, aslında biz zalim kimseler idik." (Enbiya/97)

O saat yaklaştı. Ve ay yarıldı/ay yarılacak/ay doğdu [her şey açığa çıkarıldı]. (Kamer/1)

Ayetteki “O zaman kalpler yutkunarak gırtlaklara dayanmıştır” ifadesi, sıkıntı ve bunalımı ifade eden bir deyimdir. Yoksa gerçekten kalpler kopup ağza gelmez.
Bu ifadeyi pekiştiren birçok ayet vardır:

Hani onlar, üst tarafınızdan ve sizden daha aşağıdan size gelmişlerdi. Ve hani gözler kaymıştı, yürekler gırtlaklara ulaşmıştı. Ve siz Allah hakkında zan yaptıkça zan yapıyordunuz. (Ahzab/10)

Ancak o boğaza gelip dayandığı zaman ve o zaman siz nazar edip duruyorsunuzdur [onun karşısında bulunuyorsunuz]. (Vakıa/83, 84)

Ve yüzler de var ki o gün asıktırlar.
Zannederler ki kendilerine belkıran yapılır.
Hayır… Hayır… Köprücük kemiklerine dayandığı zaman,
ve “Kim tedavi edicidir! [Çare bulan kimdir!]” denildiği [zaman],
ve o [can çekişen kişi] bunun o ayrılık anı olduğunu anladığı [zaman],
ve bacak bacağa dolaştığı [zaman],
işte o gün sevk [sürülüp götürülmek], sadece Rabbinedir. (Kıyamet/24- 30)

Ayetin son cümlesindeki “zalimler” ifadesi ile kastedilenler ise müşriklerdir.

19 – O [Allah], gözlerin hainliğini ve göğüslerin gizlediğini bilir.
20 – Ve Allah hakkı gerçekleştirir. Onların O'nun astlarından yalvardıkları kimseler hiçbir şeyi gerçekleştiremezler. Şüphesiz Allah, en iyi işitenin, en iyi görenin ta kendisidir.

Ölüm ve sonrasında gerçekleşecek olan olaylarla uyarı yapıldıktan sonra Rabbimiz bu iki ayette de gözlerin hainliğini ve akıllarda tasarlanmış ama dışa vurulmamış olanları da bildiğini bildirerek uyarısına devam etmektedir. O’ndan herhangi bir şeyi saklamanın, O’ndan kaçmanın, saklanmanın imkânı yoktur. Öyleyse bu gerçeği göz ardı etmeden hareket etmelidir.
Ayetteki “gözlerin hainliği” ifadesi dikkat çekicidir. İnsanlar açısından en kapalı suç, gözle yapılan suçtur. Öyle ki, bu suçlar başkaları tarafından teşhis ve tespit edilemezler. Allah ise bunları da bilmektedir. Bunları bilen, el ve ayak gibi organlardan ortaya çıkan kusurları, ihanetleri zaten bilir.
“Gözlerin hainliği” ifadesini müşriklerin Resulullah ve müminlere olan kinli ve ihanet içeren bakışları olarak da anlamak mümkündür.

O küfredenler o zikri/Kur'an'ı işittikleri zaman az daha seni gözleriyle gerçekten kaydıracaklardı/devireceklerdi ve "O şüphesiz bir delidir" diyorlardı.
Allah insanların dış organlarıyla yaptıkları her şeyi bildiği gibi akıllarından geçenleri de; planladıklarını da bilir. (Kalem/51)

Ve and olsun insanı Biz yarattık. Nefsinin kendisine neler fısıldadığını da biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha yakınız. (Kaf/16)

Allah’ın göğüslerde olanları da bildiğini ifade eden onlarca ayet mevcuttur.
Müşriklerin Allah’ın astlarından dua edip durdukları varlıklar ise herhangi bir şeyi gerçekleştiremezler. Bu hususu bildiren çok sayıda ayet vardır.
20. ayet Rabbimizin “ السّميعSemî’” ve “ البصيرBasîr” sıfatı ile bitmektedir. Burada sanki insanlara “Allah, sizin veli edindiğiniz ilahlar gibi kör ve sağır değildir. Dolayısıyla bir kimseyi yargılarken O'ndan bazı ayrıntılar gizli kalmaz” şeklinde bir mesaj verilmektedir.

21 – Onlar yeryüzünde gezmediler mi ki kendilerinden önceki kişilerin sonları nasıl olmuş görsünler. Onlar, yeryüzünde kuvvetçe ve eserce kendilerinden daha çetin idiler. Yine de Allah onları günahları sebebiyle alıverdi. Ve kendileri içini Allah'tan koruyan biri olmadı.
22 – İşte bu, şu sebepledir: kendilerine elçileri apaçık delillerle geliyorlardı da onlar inkâr ettiler. Bunun üzerine Allah da kendilerini alıverdi. Şüphesiz O, güçlüdür, cezalandırması çok çetindir.

Bu ayetlerde müşrikler, gelip geçtikleri yerlerde gördükleri eski uygarlıkların kalıntılarından ibret almaya davet edilmektedir. Akıllı insan, tarihi olgulardan ibret alandır. Çünkü geçmiş kâfirler, şimdiki kâfirlerden daha kuvvetli ve yeryüzünde daha tesirli idiler.
21. ayetin başlangıcındaki “Onlar yeryüzünde gezmediler mi?” sorusubir “istifham-ı inkari” olup “bunları görüp duruyorlar da niçin ibret almıyorlar?” demektir.

Meskenlerinde gezip durdukları şu kendilerinden önce yok ettiğimiz bunca nesiller, onlar için kılavuz olmadı mı? Şüphesiz ki bunda akıl sahibi olanlar için nice deliller vardır. (Ta Ha/128)

Yeryüzünde dolaşmadılar mı ki onların, kendisiyle akledecekleri kalpleri ve kendisiyle işitecekleri kulakları olsun. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur. (Hacc/46)
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla