Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 01:37 AM   #6
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

121, 122. Ayetler:

Şüphesiz ki bunda kesinlikle bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman ediciler değillerdi.
Ve şüphesiz ki Rabbin, kesinlikle Aziz [mutlak galip] ve Rahîm’in [engin merhamet sahibinin] ta kendisidir.

Yine bu ayetlerle Mekkelilere ve tüm zamanların insanlarına bir gönderme yapılarak akıllarını başlarına almayanlar tehdit edilmekte, inananlara ve inanacaklara umut verilmektedir.
Bu ayetler indiğinde, peygamberimiz ile Mekkeli kâfirler arasında aynı şeyler yaşanıyor, peygamberimizden çevresindeki Bilal, Ammar, Süheyb gibiköle ve fakir kişileri kovması isteniyordu. Ancak bu konuda Rabbimizin özel ihtarı söz konusu idi:

En’âm 52, 53: Ve Allah’ın rızasını dileyerek sabah akşam Rabblerine dua eden kimseleri kovma. Onların hesabından sana hiçbir şey [sorumluluk] yoktur, senin hesabından da onlara hiçbir şey yoktur. Ki onları kovup da zalimlerden olasın!
Ve Biz, “Allah, aramızdan bunlara mı iyilikte bulundu” desinler diye, onlardan bazısını bazısı ile fitnelendirdik. Allah, şükredenleri daha iyi bilen değil midir?

Abese 5–12: O, kendisini her türlü ihtiyacın üstünde görene gelince,
sen ona yöneliveriyorsun onun arınmamasından sana bir sorumluluk olmadığı hâlde!
Amma! Koşarak sana gelen var ya;
haşyet duyarak,
sense ondan zevklenerek eğlenip oyalanıyorsun.
Hayır… Hayır… Hiç de öyle değil! O, bir düşündürücüdür.
Dileyen onu düşünüp öğüt alır;

123. Ayet:

Ad, gönderilmişleri [elçileri, mesajları] yalanladı.

Bu suredeki önemli haberlerin, çarpıcı bilgilerin dördüncüsü, Ad kavmi ile onlara elçi olarak gönderilen Hud peygambere ait haberlerdir. Hud peygamber ile kavmi arasında geçen bu olaylar da peygamberimiz ile Mekkeli müşrikler arasındaki olaylara benzemektedir. Bu sebeple, Mekkeli müşriklerden bu kıssadan ibret alarak akıllarını başlarına toplamaları istenmektedir.
Ad kavmi hakkında daha önceki surelerin tahlilinde ayrıntılı bilgi verilmiş olduğundan, (Tebyînü’l-Kur’an; c:1, s:222-223) ilgili ayetlerden birkaçını vererek kısa bir hatırlatma ile yetiniyoruz:

Fecr 6–14: Ad kavmine, sütunların sahibi İrem’e -ki beldeler içinde bir benzeri yaratılmamıştı-, vadilerde kayaları kesen Semud kavmine, o kazıkların sahibi Firavun’a Rabbinin ne yaptığını görmedin mi? Onlar ki, o ülkelerde azıtmışlardı. Dolayısıyla da oralarda bozgunculuğu çoğaltmışlardı. Onun için de Rabbin üzerlerine azap kamçısı yağdırdı. Şüphesiz ki Rabbin gözetlemektedir.

A’râf 67–70: (Hud da): “Ey kavmim! Bende sefahet [akıl hafifliği; cahillik] yok, velâkin ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin gönderilerini tebliğ ediyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm. Sizi uyarması için içinizden bir adam üzerine Rabbinizden, size bir zikir [öğüt / kitap] gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki O sizi, Nuh kavminden sonra, halifeler yaptı ve yaratılışta boy pos itibariyle sizi artırdı. Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki, kurtuluşa erdirilesiniz.” dedi.
(Onlar da) Dediler ki: “Demek sen tek Allah’a kulluk edelim ve atalarımızın kulluk ettiklerini bırakalım diye mi bize geldin? Eğer doğrulardan isen bizi tehdit ettiğin şeyi bize getir!”

Fussilet; 15: Ad’a gelince onlar yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve “Güçce bizden daha çetin kim vardır?” dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah’ın güçce kendilerinden daha çetin olduğunu görmediler mi? Ve onlar bizim ayetlerimizi bile bile inkâr ediyorlardı.

Hud; 59, 60: Ve işte bu, Rabblerinin ayetlerine kafa tutan, O’nun elçilerine isyan eden ve her inatçı zorbanın emrine uyan Ad’dır. Bu dünyada ve kıyamet günü arkalarına lânet takıldı. Haberiniz olsun! Ad, Rabblerini inkâr ettiler. Haberiniz olsun! Hud’un kavmi olan Ad’a uzaklık verildi.

124–135. Ayetler:

Hani kardeşleri Hud onlara demişti ki: “Siz takvalı davranmaz mısınız? Şüphesiz ki ben, sizin için güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’a takvalı davranın ve bana itaat edin. Ve buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrim âlemlerin Rabbi üzerinedir. Her yüksek tepeye, alâmet bir bina kurarak mı eğleniyorsunuz? Sonsuzlaşmanız için / sanki sonsuzlaşacakmışsınız gibi sanayi üreten yerler [fabrikalar / kaleler] mi edinirsiniz? Yakaladığınız vakit de zorbaca mı yakaladınız? Artık Allah’a takvalı davranın ve bana itaat edin. Size o bildiğiniz şeyleri verene; davarlar, oğullar, cennetler [bağlar, bahçeler], pınarlar verene takvalı davranın. Şüphesiz ki ben sizin hakkınızda büyük bir günün azabından korkuyorum.”
Onlar dediler ki: “Sen, öğüt versen de yahut öğüt verenlerden olmasan da bizim için aynıdır. Bu, sadece öncekilerin hayat tarzlarıdır. Ve biz azaba uğratılacaklar değiliz.”

128–130. ayetlerdeki “Her yüksek tepeye alâmet bir bina kurarak mı eğleniyorsunuz? Sonsuzlaşmanız için / sanki sonsuzlaşacakmışsınız gibi sanayi üreten yerler [fabrikalar / kaleler] mi edinirsiniz?” ifadesi, çağımızdaki gökdelenleri, şehir girişlerinde yol kenarlarına sıralanmış plazaları akla getirmektedir. Bu, çağımızdaki toplumlar ile Ad kavmi arasındaki yaşam tarzı benzerliklerini hatırlatmaktadır. Gerçekten de, şehirlerin yüksek tepeleri üzerine inşa edilen gösterişli binalar, Ad kavmindekiler gibi sırf servet ve güç gösterimini sergileyen yapılardır. Mimaride bir trend hâline gelmiş olan bu gösterişçi tarz, insanlığın bencil kazançlar uğruna kapıldığı tekasür hastalığının bir sonucudur. (Tebyînü’l-Kur’an; c:1, s:294-295) İstifçiliğin ve göz boyamaya yönelik gereksiz israfın göstergeleri olan bu ihtişamlı yapılara harcanan paralarla sürekli değer üretecek yatırımlar yapmak ve pek çok kişiye iş imkânı sağlamak mümkündür. Eğer akıllar başlara toplanmazsa, Ad kavminin akıbeti, aynı davranışları gösteren günümüz toplumları için de kaçınılmaz olacaktır.
129. ayette geçen “ لعلّكمlealleküm” sözcüğü Ubeyy mushafında “ كأنّكم keenneküm” şeklindedir. (Razi, el-Mefatihu’l-Gayb;Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an) Bu birleşik sözcük Arapçada “sanki siz” anlamında kullanılmaktadır. Bu nedenle, ayet için yaptığımız mealde her iki okunuşun anlamını da vermiş bulunuyoruz.
Hud peygambere karşı gösterilen tepkilerin anlatıldığı 136–138. ayetler, tüm zamanların müşriklerinin birbirlerinden pek farklı olmadığını göstermektedir. Hatırlanacak olursa, Mekkeli müşrikler de peygamberimize benzer tepkiler vermişlerdi:

Furkan 4, 5: Ve inkâr etmiş olanlar “Bu [Kur’an], onun [Muhammed’in] uydurduğu yalandan başka bir şey değildir. Ona başka bir topluluk da bunun için yardım etmiştir” dediler. Böylece onlar kesinlikle haksızlık ettiler ve asılsız bir iddia getirdiler.
Ve “O [Kur’an], yazılı hâle getirilmiş öncekilerin masallarıdır; şimdi de o, sabah akşam [sürekli] kendisine okunmaktadır” dediler.

Nahl 24: Ve onlara “Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman, onlar “Öncekilerin efsanelerini” dediler.

139, 140. Ayetler:

Bunun üzerine onu yalanladılar da Biz kendilerini helâk ettik. Şüphesiz ki bunda kesinlikle mutlak bir ayet vardır, ama onların çoğu iman ediciler değillerdi.
Ve şüphesiz ki Rabbin, kesinlikle Aziz [mutlak galip] ve Rahîm’in [engin merhamet sahibinin] ta kendisidir.

Bu kez Hud peygamber ile Ad kavmi arasında geçenler anlatıldıktan sonra Mekkelilere ve tüm zamanların insanlarına yine kıssadan ders çıkarmaları hatırlatılmakta, daha evvel de yapıldığı gibi inatçılar ceza ile tehdit edilirken inançlılara da rahmet müjdesi verilmektedir.

141. Ayet:

Semud gönderilmişleri [elçileri, mesajları] yalanladı.

Bu surede anlatılan önemli haberlerin ve çarpıcı bilgilerin beşincisi, Semud kavmine ait olanlardır. Tarihte yer almış önemli kavimlerden birisi olan Semud kavmi, kıssaları yukarıda nakledilmiş olan Nuh kavmi ve Ad kavmi gibi, kendilerine içlerinden seçilmiş bir elçi vasıtasıyla gönderilen mesajları yalanlamış ve elçilik müessesini toptan inkâr etmiş bir kavimdir.
Nuh ve Ad kavminde olduğu gibi, Semud kavmindeki elçi-kavim ilişkileri de peygamberimiz ile Mekkeliler arasındaki ilişkilere benzemektedir. Salih peygamber ile kavmi arasındaki ilişkilerin dile getirildiği Semud kavmine ait kıssa 159. ayete kadar devam etmekte ve daha evvelki surelerde yer almayan bazı bilgiler kıssanın bu suredeki anlatımında verilmektedir. Bu karşılaştırmanın yapılmasını sağlamak ve konunun daha iyi anlaşılmasını temin etmek için, A’râf suresinin ilgili ayetlerini ve o ayetlerle ilgili tahlilimizi burada tekrar sunuyoruz:

A’râf; 73–79: [Ant olsun ki] Semud’a da kardeşleri Salih’i [elçi olarak gönderdik]. O dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil [kanıt] geldi. İşte şu, Allah’ın dişi devesi, sizin için bir ayettir; bırakın onu Allah’ın yeryüzünde yesin, sakın ona kötülükle dokunmayın, yoksa sizi acıklı bir azap yakalayıverir. Ve düşünün ki Ad’dan sonra sizi halifeler yaptı. Ve yeryüzünde sizi yerleştirdi: Onun düzlüklerinden saraylar yapıyorsunuz, dağlarından evler yontuyorsunuz. Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayın ve yeryüzünde fesatçılar olarak taşkınlık yapmayın.”
Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, içlerinden zayıf görünen inanmış kimselere dediler ki: “Siz, Salih’in, gerçekten Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçi olduğunu biliyor musunuz?” [Onlar da] “Kesinlikle biz onunla gönderilene inananlarız [inanıyoruz]!” dediler.
O büyüklük taslayan kimseler; “Biz, sizin inandığınızı kesinlikle inkâr edenleriz [ediyoruz]!” dediler.
Hemencecik de o dişi deveyi ayaklarından kesip öldürdüler ve büyüklenerek Rabblerinin buyruğundan dışarı çıktılar ve “Ey Salih! Eğer hakikaten gönderilen elçilerden isen, bizi tehdit ettiğini getir bize!” dediler.
Bunun üzerine hemen onları, şiddetli sarsıntı yakalayıverdi de yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
[Salih de] O zaman onlara sırt çevirdi ve “Ey kavmim! Ant olsun ki ben size Rabbimin gönderilerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim, fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz” dedi.

Semud kavminin bahsi şimdiye kadar Fecr, Necm, Şems, Büruc, Kaf, Kamer ve Sad surelerinde geçmiş ve bu surelerin tahlillerinde bu kavim hakkında ayrıntılı bilgiler verilmişti. (Tebyînü’l-Kur’an; c:1, s:224-226) Bu nedenle, burada daha önce verilenlerden farklı noktalar üzerinde durulacaktır.
Kur’an’ın diğer surelerinde verilen bilgilerden anlaşıldığına göre, Semud kavmi büyük bir medeniyettir ve kalabalık bir halktır. Kıssada geçen “deve” de bize göre hakikat manada değil, mecaz manada düşünülmelidir. (Tebyînü’l-Kur’an; c:2, s:514-519) Zaten söz konusu deve ayette “Allah’ın devesi” olarak nitelenmiştir. Şems suresinin tahlilinde açıkladığımız gibi, devenin Allah’a izafe edilişi, onu kimsenin sahiplenemeyeceğini ifade eder. Bu ifade tıpkı “Allah’ın evi [Beytüllah]” gibi devenin kimseye ait olmadığını, tüm insanlara, kamuya ait olduğunu gösterir.A’raf/74. ayetin sonundaki “Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayın ve yeryüzünde fesatçılar olarak taşkınlık yapmayın” ifadesinden, Ad kavminden sonra o bölgede bir düzen kurulduğu anlaşılmaktadır. Yapılan ihtar da o düzenin bozulmaması ve kargaşa çıkarılmaması içindir. Bize göre burada, bir düzenin [adaletin] olmadığı yerde kargaşanın kaçınılmaz olduğu ve mülkün [yönetimin, devletin] temelinin adalet olduğu vurgulanmaktadır.
A’raf/78. ayetteki “diz üstü çökekaldılar” diye çevirdiğimiz “casimin” sözcüğü “hiç hareket etmeden, hiç bir şey hissetmeden diz üstü oturanlar” anlamında olup Semudluların perişan hâlde oluşlarını, zavallılıklarını ifade etmektedir.
A’raf/79. ayetteki “[Salih de] O zaman onlara sırt çevirdi” ifadesinden, Salih peygamberin bu olaydan [devenin katledilmesinden] sonra Semudluların yanlarına uğramadığı ve onlara yardımcı olmadığı veya onlarla hiç muhatap olmadığı ve oradan ayrılıp uzaklaştığı anlaşılmaktadır.
Yine Salih peygamberin A’raf/79. ayette geçen “Ey kavmim! Ant olsun ki ben size Rabbimin gönderilerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim, fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz” ifadesi, Nuh peygamberin kıssasında olduğu gibi, peygamberlerin değişmez görevlerinin “tebliğ” ve “nasihat” olduğunu göstermektedir. Buradan açıkça anlaşılmaktadır ki, değişmez görevleri dışında peygamberlere Yüce Allah tarafından ayrıca bir “teşri [yasama]” görevi ve yetkisi verilmemiştir.
Salih peygamber ile Semud kavminin kıssası, İsrailoğulları veya Uzakdoğu kıssalarından olmayıp bir Arap kıssasıdır. Bize göre, Arapların bu kıssayı iyi bilmeleri ve aralarında sıkça anlatmaları sebebiyle Rabbimiz bu kıssaya Kur’an’da birçok kez yer vermiştir.



142–157. Ayetler:

Hani kardeşleri Salih onlara demişti ki: “Takvalı davranmaz mısınız? Şüphesiz ki, ben sizin için güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’a takvalı davranın ve bana itaat edin. Ben sizden hiçbir ücret istemiyorum da. Benim ücretim, ancak âlemlerin Rabbi üzerinedir. Siz burada; bahçelerde, pınarlarda ve ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalıkların arasında güven içinde bırakılacak mısınız? Ve siz dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz. Artık Allah’a takvalı davranın ve bana itaat edin. Ve yeryüzünde bozgunculuk yapıp ıslah etmeyen o aşırı gidenlerin emrine uymayın.”
Onlar dediler ki: “Sen, kesinlikle büyülenmişlerdensin! Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir ayet getir.”
O [Salih]; “İşte bu dişi devedir, onun bir su içme hakkı vardır, belli bir günün içme hakkı da sizindir, ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi büyük bir günün azabı yakalayıverir” dedi.
Buna rağmen onlar deveyi inciklerini kesip öldürdüler de pişman olanlar olarak sabahladılar.

Kıssada geçen “dişi deve” ifadesi ile ilgili olarak Şems suresinde yaptığımız açıklamaların tekrar okunmasında yarar görüyoruz. (Tebyînü’l-Kur’an; c:2, s:514-519)
Söz konusu deve için ayette “ ناقةاللّه Allah`ın devesi” ifadesi kullanılmıştır. Devenin Allah`a izafe edilişi, üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken bir husustur. Burada konu edilen, devenin Allah tarafından yaratılması veya devenin Allah`ın varlık ve birliğine kanıt olması değildir. Zaten evrendeki her şeyin yaratıcısı Allah`tır ve zerreden küreye canlı-cansız her yaratık Allah`ın varlığına ve birliğine kanıttır.
Ayetteki "en-Nakah" ifadesi, o güne göre toplumun fakirlerinin, yetimlerinin, miskinlerinin, kısaca ihtiyacı olan herkesin, ortak ve serbestçe sütünden, gücünden ve yavrusundan istifade edeceği, kamu malı, beş yaşında güçlü bir dişi devedir. Günümüzde ise bu deyim hayır kurumlarına, sosyal yardım vakıflarına, sosyal güvenlik kuruluşlarına karşılık gelmektedir.
Aç, fakir insanların bu kurum [ النّاقةen nakah] sayesinde açlıktan, sefaletten, kula kulluktan kurtulmaları, o günkü Semud kavmi ileri gelenlerinin hoşuna gitmemiştir. Çünkü kendilerine kulluk edenlerin kulluktan kurtulması, kendilerini bütün ihtiyaçların üzerinde gören bu tağutların işine gelmemiştir.

158, 159. Ayetler:

Bunun üzerine onları azap yakalayıverdi. Doğrusu bunda, büyük bir ders vardır; ama onların çoğu iman etmediler.
Ve şüphesiz ki Rabbin, kesinlikle Aziz [mutlak galip] ve Rahîm’in [engin merhametlinin] ta kendisidir.

Semud kavmi ile ilgili kıssanın ardından bu kavmin acıklı akıbeti bildirilmiş ve yine inkârcılara bir tehdit, inanan ve inanacaklara da umut ve mutluluk mesajı verilmiştir.

160. Ayet:

Lut’un kavmi gönderilmişleri [elçileri, mesajları] yalanladı.

Bu surede verilen önemli haberlerin, çarpıcı bilgilerin altıncısı, Lut peygamber ile kavmi arasında yaşanan olaylara ilişkindir. Lut kavmi de kendilerine gelen elçi ve mesajları yalanlamışlar, elçilik müessesini reddetmişler ve bu yüzden de cezalandırılmışlardır.
173. ayete kadar devam eden kıssanın buradaki anlatımı daha evvelki anlatımlara atıfta bulunarak başlamıştır ve öncekilerden farklı olarak elçinin elçiliği karşılığında hiçbir ücret istemeyişi gibi yeni bilgiler içermektedir.

161–173. Ayetler:

Hani kardeşleri Lut onlara demişti ki: “Siz takvalı davranmaz mısınız? Şüphesiz ki, ben sizin için güvenilir bir elçiyim. Gelin artık, Allah’a takvalı davranın ve bana itaat edin. Ve buna karşılık ben sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak âlemlerin Rabbi üzerinedir. Rabbinizin sizler için yarattığı eşleri bırakarak âlemler içinden erkeklere mi gidiyorsunuz. İşin aslı siz haddi aşan bir kavimsiniz.”
Onlar: “Ey Lut! Vazgeçmezsen, kesinlikle, çıkarılanlardan olacaksın” dediler.
O [Lut]: “Şüphesiz ben, sizin işiniz için buğzedenlerdenim” dedi.
-Rabbim! Beni ve ailemi onların yapageldiklerinden kurtar!-
Bunun üzerine Biz de onu ve ailesinin -geride kalanların içindeki zavallı karı hariç- tamamını kurtardık, sonra da geridekilerin hepsini helâk ettik.
Ve üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki! Bak işte uyarılanların yağmuru ne kötüdür!

Lut kavminin sadece homoseksüellik yüzünden helâk edildiği yönünde toplumlarda yanlış ve yaygın bir kanaat vardır. Lut kavminin helâk sebebinin sadece homoseksüellik olduğu sanılmamalıdır. Bu kavmin temel suçu “şirk ve peygamberi tanımamak”tır.Bu, hem 81. ayetteki“Aslında siz sınırı aşan bir kavimsiniz” ifadesinden, hem homoseksüelliğin cezasının “helâk edilmek” olmamasından, hem de Şuara suresinin 160. ayetinden anlaşılmaktadır:

Şuara 160: Lut’un kavmi peygamberleri yalanladı.

HOMOSEKSÜELLİĞİN CEZASI


Homoseksüelliğin cezası üzerinde bilginler ihtilâf etmişler; kimi uçurumdan atalım, kimi diri diri gömelim, kimi taşlayarak öldürelim, kimi de zinadaki gibi yüz sopa vuralım cinsinden değişik cezalar öngörmüşlerdir.
Hâlbuki Rabbimiz, homoseksüelliğin cezasını Kur’an’da bildirmiştir:

Nisa 16: Sizlerden fuhuş yapanların [eşcinsel ilişkide bulunan erkeklerin] her ikisine eziyet edin. Eğer tövbe ederler de ıslah olurlarsa artık onlardan vazgeçin. Şüphesiz Allah, tövbeleri kabul edendir, esirgeyendir.

Görüldüğü gibi bu suça öngörülen ceza, faillere el ve dil ile yapılacak eziyettir. Eziyetin niteliği belirtilmediği için ceza şeklinin günün koşullarına göre kamu tarafından ayarlanması söz konusudur. Ayetten anlaşılan, bu çirkin davranışın toplumlardan silinmesi görevinin kamuya ait olduğudur. Dolayısıyla bu aşırılığın ortadan kaldırılması için gerekli çabayı devletler göstermeli, fizikî yapılarında anormallik olanlar tedavi edilmeli, değişik zevkler peşinde olup tutkularının esiri olarak bu işi yapanlar ise cezalandırılmalıdır.
173. ayette Lut kavmi üzerine yağdırılan yağmura dikkat çekilmiş ama bu konuda başka bilgi verilmemiştir. Aslında bu yağmur su yağmuru değil, taş yağmurudur. Kur’an’ın başka yerlerinde verilen ayrıntılara göre, Lut peygamber gecenin son saatlerinde ehliyle birlikte memleketinden ayrılınca, şafak vakti korkunç bir patlama ve şiddetli bir deprem olmuş, bu kötü kavmin tüm evlerinin altı üstüne getirildikten sonra, volkanik patlama ve rüzgârın etkisiyle pişmiş çamurdan oluşan taşlar yağmur gibi kentin üzerine inmiştir.
Lut kavminin yaşadığı bölge ile ilgili olarak Tevrat’ı, antik Yunan ve Latin yazılarını ve modern jeolojik araştırmalar ile arkeolojik gözlemleri değerlendiren Mevdudi, bu konuda şunları aktarmaktadır:

“Ölü Deniz`in doğusunda ve güneyinde uzanan çöllük ve boş topraklarda bulunan yüzlerce harabe, burasının geçmişte bir zamanlar müreffeh ve sık nüfuslu bir bölge olduğunu göstermektedir. Arkeologlar, bu bölgenin yaşadığı refah döneminin İ.Ö. 2300-1900 yılları arasında geçtiğini tahmin ediyorlar. Tarihçilere göre İbrahim İ.Ö. 2000 yıllarında yaşamıştır. O halde, arkeolojik deliller bu bölgenin Hz. İbrahim ve yeğeni Lut (as) zamanında helâke uğradığını teyid etmektedir.
Bölgenin en kalabalık ve verimli yöresi, Kitabı Mukaddes`te anıldığına göre "Sidim Deresi" idi: "Ve Lut gözlerini kaldırdı ve bütün Erden Havzası`nın Sodom ve Gomorra`yı Rabb helâk etmeden evvel Rabb`in bahçesi gibi, Tsoara giderken Mısır diyarı gibi, her yerde suyu bol olduğunu gördü." (Tekvin: 13/10). Günümüz bilginleri, bu havzanın şimdi Ölü Deniz`in altında bulunduğu görüşündedirler ve bu görüşü sağlam arkeolojik deliller desteklemektedir: Eski zamanlarda Ölü Deniz bugünkü kadar güneye uzanmıyordu. Bugünkü Ürdün şehirlerinden el-Kerek`in batısında ve tam karşısında el-Lisan adında küçük bir yarımada vardır. Burası eskiden Ölü Deniz`in ucuydu. Bunun güneyinde kalan ve şimdi deniz sularının altında bulunan yöre, Hz. Lut`un (as) kavminin ünlü şehirleri Sodom, Gomore, Edmah, Zeboyim, Zoar`ın yer aldığı "Sidim Deresi" denilen verimli bir vadiydi. İ.Ö. 2000 yıllarında bu vadi, şiddetli bir depremin etkisiyle çöktü ve deniz sularının altında kaldı. Bugün bile burası Deniz`in en sığ parçasıdır. Romalılar zamanında daha da sığdı ve batı sahilindeki el-Lisan`a yürünerek geçilebiliyordu. Güney kıyılarında, hâlâ su altındaki ormanlar görülebilmekte ve aynı şekilde su altında binaların bulunması ihtimali de kuvvetli görülmektedir.
Kitabı Mukaddes ile eski Yunan ve Latin yazılarına göre, yöre petrol çukurları ve asfalt bakımından da zengin olup şurada burada alev almayan gaz vardı. Jeolojik gözlemlerden, şiddetli deprem şokuyla petrol, asfalt ve gazların yüzeye fırlayıp alev aldığı ve tüm yörenin bir bomba gibi infilak ettiği anlaşılmaktadır. Kitabı Mukaddes`te, Hz. İbrahim`in (as) haberi alınca Hibran`dan felakete uğrayan vadiye gittiği ve "yerin dumanının ocak dumanı gibi çıktığını" (Tekvin: 19/28) gördüğü anlatılmaktadır.” (Mevdudi; Tefhimü’l-Kur’an)

174, 175. Ayetler:

Şüphesiz ki bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman ediciler değillerdi.
Ve şüphesiz ki Rabbin, kesinlikle Aziz [mutlak galip] ve Rahîm’in [merhamet sahibinin] ta kendisidir.

Bu ayetlerde yine o günün Mekkelilerine ve tüm zamanların insanlarına özel bir mesaj verilmektedir.

176. Ayet:

Eyke ashabı gönderilmişleri [elçileri, mesajları] yalanladı.

Önemli haberlerin, çarpıcı bilgilerin yedincisi, Eyke ashabı ve Şuayb peygamber hakkında olup bu bilgiler 189. ayete kadar sürmektedir. A’râf suresinin 86. ayetinde “Medyen ashabı” olarak anılmış olan Şuayb peygamberin elçi olarak görevlendirildiği toplum, bu surede “Eyke ashabı” olarak anılmaktadır. Bu durum her iki ismin de aynı kavmi işaret ettiğini göstermektedir.

177–189. Ayetler

Hani Şuayb onlara demişti ki: “Siz takvalı davranmayacak mısınız? Şüphesiz ki ben sizin için güvenilir bir elçiyim. Bu nedenle Allah’a takvalı davranın ve bana itaat edin. Buna karşılık ben sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim ecrim yalnız âlemlerin Rabbi üzerinedir. Ölçeği tam ölçün ve hak yiyenlerden olmayın. Ve doğru terazi ile tartın. Halkın eşyalarını değerinden düşürmeyin ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Ve O, sizi ve sizden önceki nesilleri yaratan kişiye [Allah’a] takvalı davranın.”
Onlar, “Sen, kesinlikle büyülenmişlerden birisin. Sen de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsin. Biz senin kesinlikle yalancılardan biri olduğundan eminiz. Şayet doğrulardan isen, üstümüze gökten bir parça düşürüver” dediler.
O [Şuayb], “Rabbim, yaptıklarınızı en iyi bilendir” dedi.
Bunun üzerine onu yalanladılar da kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. Şüphesiz o büyük bir günün azabı idi.

Ayetlerde bildirildiğine göre Şuayb peygamberin kavminden istedikleri şunlardı:
* Ölçeği tam ölçün!
* Doğru terazi ile tartın!
* İnsanların hakkından hiçbir şeyi kısmayın! [Bu madde, beşeri dinlerdeki ücret ve geçim standartlarındaki hakları ortaya koymaktadır. Kimsenin geçim sıkıntısı çekmemesi istenmektedir.]
* Yeryüzünde fesatçılar olarak bozgunculuk etmeyin!
* Sizi ve evvelki ümmetleri yaratandan korkun!

Kavminin Şuayb peygambere verdiği cevap, zaten inançları da birbirine benzeyen Semud kavminin Salih peygambere verdiği cevap ile aynıdır. Hatırlanacak olursa, Semud kavminin elçileri Salih peygambere cevapları şu olmuştu:“Sen, kesinlikle büyülenmişlerdensin! Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir ayet getir.”
Müşrik toplumlardan olan Mekkelilerin de kendilerine yapılan çağrıya gösterdikleri tepki yukarıdakilerden farklı değildir:

İsra 90–93: Ve “Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar hâlinde üzerimize düşürmelisin yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı yahut göğe yükselmelisin. Ancak, senin yükselişine, okuyacağımız bir kitabı bize indirmene kadar, asla inanmayız” dediler. Sen de ki: “Rabbim noksanlıklardan münezzehtir. Ben beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki?”

Enfal 32: Bir vakit de; “Ey Allah’ım, eğer bu Senin katından gelmiş bir hakk / gerçek ise, hiç durma, üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver” demişlerdi.

Kıssanın diğer surelerindeki anlatımlarında bazı farklı bilgiler de verilmiştir:

A’râf 88, 89: Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: “Ey Şuayb! Ya seni ve seninle beraber inananları kentimizden muhakkak çıkarırız, ya da bizim milletimize dönersiniz!” [Şuayb de] Dedi ki: “İstemesek de mi! Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin milletinize dönersek, kesinlikle Allah’a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah’ın dilemesi durumu ayrı. Ona geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz ilmi ile her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah’a güvenip dayandık.” -Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında hakk ile hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırlısısın!-

Hud 94: Ve ne zaman ki, emrimiz geldi, Şuayb’i ve onunla birlikte inanmış olan kişileri tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ve o zalim kişileri korkunç bir gürültü yakaladı da yurtlarında çöküp kaldılar.

Hud 87: Onlar dediler ki: “Ey Şuayb, atalarımızın taptıklarını veya mallarımızda dilediğimizi yapmayı terk etmeyi sana senin salâtın mı emrediyor? Şüphesiz sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir adamsın.”





Yüz seksen dokuzuncu ayette geçen “Gölge Günü Azabı” ifadesi dikkat çekicidir. Ayette geçen “gölge günü azabı” ile ilgili olarak klasik eserlerde bir hayli nakil yer almıştır. Bu bilgiler söylenti ve tahminlere dayanmaktadır. Konuyu iyi anlayabilmek için bunlara göz atmakta yarar vardır:

Rivayet olunduğuna göre, Cenâb-ı Hak onlara yedi gün hep rüzgâr estirdi ve onlara kum, toz-toprak musallat etti ve nefeslerini ne bir gölgenin ne bir suyun fayda veremeyeceği şekilde tuttu [kesti]. Böylece onlar çöle çıkmaya mecbur oldular. Allah onları, serinliğini ve tatlı rüzgârını hissettikleri bir bulutla gölgeledi. Hepsi o bulutun altına toplandılar. Bulut onlara öyle bir ateş yağdırdı ki, yanıp gittiler. Rivayet olunduğuna göre, Şuayb [a.s], Ashab-ı Medyen ve Ashab-ı Eyke denen iki ümmete oeygamber olarak gönderilmiştir. Bunlardan Medyenliler Cebrail [a.s]`in bir nârasıyla, Eykelller de "O gölgeli-bulutlu günün azabıyla" helak oldular. (Razi; el-Mefatihu’l-Gayb)

Derken onu yalanladılar. Bunun üzerine onları “yevmu`z-zulle azabı” ge*lip yakaladı." İbn Abbas dedi ki: Çok şiddetli bir sıcak oldu. Yüce Allah da bir bulut gönderdi, altında gölgelenmek üzere ona doğru kaçtılar. Gölgenin altında toplandıktan sonra onların üzerine bir çığlık koptu ve hep helâk ol*dular.
Bir diğer açıklamaya göre; Yüce Allah bu bulutu başlarının üzerinde tut*tu. Sıcaktan adeta alev saçıyordu. Sonunda helak olup öldüler. O gün dün*yada görülmüş en büyük günlerden bir gün idi.
Denildiğine göre; yüce Allah onların üzerine çok sıcak bir rüzgâr gönder*di, Ağaçların gölgelerine çekildiler. Yüce Allah, ağaçlığı tutuşturdu ve hep*si de yandılar.
Yine İbn Abbas ve başkalarından rivayete göre, Yüce Allah, üzerlerine ce*hennem kapılarından bir kapı açtı, üzerlerine son derece şiddetli bir sıcak gönderdi. Nefes alamaz oldular, evlerine girdiler, gölgenin onlara bir fayda*sı olmadı, suyun da bir faydası olmadı. Sıcaktan piştiler, sıcaktan kaçmak için ovaya çıktılar. Yüce Allah üzerlerine bir bulut gönderdi ve bu bulut onları gölgelendirdi. Orada bir miktar serinlik, rahatlık ve hoş rüzgâr buldular, Bi*ri diğerini çağırmaya başladı, hepsi o bulut altında toplanınca yüce Allah, o bulutu alevle tutuşturdu. Altlarından yer sarsıldı, kavrulan çekirgelerin yan*dığı gibi yandılar ve küle döndüler. İşte Yüce Allah`ın "... yurtlarında diz üs*tü çöküp kaldılar. Sanki orada kalmamışlardı" (Hud, 11/67) buyruğu ile "Bunun üzerine onları yevmu`z-zulle azabı gelip yakaladı. Gerçekten o bü*yük bir günün azabı idi" buyruğunda anlatılan budur.
Yine denildiğine göre; Yüce Allah yedi gün süreyle onları rüzgarsız bırak*tı. Üzerlerine sıcağı musallat etti, nefes alamaz oldular. Ne bir gölgenin, ne bir suyun onlara faydası oldu. O bakımdan serinlemek maksadıyla dehlizle*re giriyorlardı, fakat oranın dışardan daha sıcak olduğunu görüyorlardı. Ni*hayet çöle kaçtıiar. Bir bulut onları gölgelendirdi. İşte “ez-zullet” budur. Al*tında bir serinlik ve bir esinti buldular. Üzerlerine ateş yağdırdı ve yandılar.
Yezid el-Cüreyrî dedi ki: Yüce Allah, geceli gündüzlü yedi gün onlara sı*cağı musallat kıldı. Daha sonra uzaklardaki bir dağı yükseltti. Bir adam oraya vardı, altında nehirler, pınarlar, ağaçlar ve soğuk su olduğunu gördü. Hepsi o dağın altında toplandılar. Dağ üzerlerine düştü. İşte "ez-zulle" de*nilen budur. (Kurtubi, el Camiu li Ahkami’l-Kur’an; Zemahşeri, el-Keşşaf)

Bize göre “Gölge Günü Azabı”nı A’raf ve Hud surelerinde bu kavmin helakini anlatan ayetlerden anlamak mümkündür.

A’raf 91, 92: Bunun üzerine o müthiş sarsıntı onları yakalayıverdi, yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. Şuayb’ı yalanlayanlar, sanki orada hiç oturmamış / zenginlik sürmemiş gibi oldular. Şuayb’ı yalanlayanlar var ya, işte ziyana uğrayanlar, kendileri oldular.

Hud 94: Ve ne zaman ki emrimiz geldi, Şuayb’i ve onunla birlikte inanmış olan kişileri, tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ve o zalim kişileri korkunç bir gürültü yakaladı da yurtlarında çöküp kaldılar.

Bu ayetlerden anlaşıldığına göre, ya bir yanardağın harekete geçmesiyle lavlar püs*kürmüş ve yerden kalkan taş toprak büyük bir toz tabakası halinde yükselip bulutumsu bir gölge meydana getirmiştir, ya da müthiş bir depremden önce ortalığı ke*sif bir sis tabakası kaplamış ve deprem ile birlikte büyük bir toz bulu*tu oluşmuştur.


190, 191. Ayetler:

Şüphesiz bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman ediciler değillerdi.
Ve şüphesiz Rabbin, kesinlikle Aziz [Mutlak üstün olan] ve Rahîm’in [engin merhametli olanın] ta kendisidir.

Şuayb peygamber ve kavmi de insanlar için bir ibret tablosudur. Dünyada Şuayb peygamberin kavmi gibi yaşayan toplumlar da helâk olacaklardır. İman eden ve salihatı işleyen, kötülere karşı duranlar ise Allah’ın rahmetine nail olacaklardır.




KISSALAR ÜZERİNE GENEL BİR YORUM


Anlatılan kıssalarda peygamberlerin tümünün kendi kavimlerine hep aynı sözü söyledikleri görülmektedir: “Ben sizden herhangi bir ücret istemiyorum, benim ecrim yalnız âlemlerin Rabbi üzerinedir.”
Elçilerin yaptıkları görev karşılığında herhangi bir ücret istememeleri, onların elçiliğinin gerçek bir kanıtıdır. Zira elçiler görevlerini sadece hiçbir çıkar gözetmeden yapmakla kalmamakta, bunun da ötesinde, rahat hayatlarını bırakarak bütün işlerini terk etmekte; adlarının deliye, yalancıya, sihirbaza çıkmasına göğüs germekte; inanmayan yakınlarıyla ilişkilerinin kopmasını göze almakta ve üstüne üstlük bir sürü işkenceye de katlanmak zorunda kalmaktadırlar. Gerçek elçi olmayan birinin geçici çıkarları uğruna bütün bunları göze alması mümkün değildir. Tam aksine, gerçek elçi olmadığı hâlde bu yolla hükümdar ve önder olmak için hareket eden bir kişi, toplumun hoşuna gitmek için onların geleneklerini, önyargılarını kabullenir ve bunlardan yararlanma yoluna gider.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla