Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10. May 2012, 01:30 AM   #1
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart Firavun (ve Musa Peygamber)

Firavun.

“Firavun” ismi Kur’an’da tam 74 kez geçer.
70’li yılların muhafazakâr dergilerinin başlık altında
geçen ifadesiyle; dinî, millî, ilmî, siyasî, iktisadî ve
ictimaî bir “kenz” (biriktirme) ve “temerküz”
(merkezileştirme) karakteri olarak betimlenir.
Bütün zamanlara ve mekanlara taşınabilsin diye mümkün
mertebe yer ve mekan isimlerinden arındırılarak
anlatılır.
Kitab’ın en güncel, en yaşayan karakterlerinden
birisidir.
Hatta baş karakteridir bile diyebiliriz.
***
Yaygın dini zihne göre Firavun “iman etmemenin” tipik
karakteridir. Çünkü Musa ona hakâik-i imaniyeyi (iman
hakikatlerini) götürmüş ve fakat o imana yanaşmamıştır.
Ömrü boyunca imana gelmemiş, en son boğulurken “son
dakika imanı” izhar etmişse de kabul edilmemiştir.
Demek ki nasıl ki her binanın bir mimarı var, şu kainat
mucizesinin da bir yüce mimarı var ve Firavun onu “kalp
ile tasdik” etmiyor, bunun için de “imansız” giderek
azabı hak ediyor.
Buradan bakılınca mesele “inandın-inanmadın” meselesi
oluyor.
Acaba öyle mi?
***
Kur’an’da geçen Musa-Firavun diyaloglarına baktığımızda
bir “inandın-inanmadın” tartışması yapılmadığını
görüyoruz.
Çünkü Firavun, Musa’nın getirdiği ayetlerin ‘Göklerin ve
Yerin Rabbin’den geldiğini çok iyi “bilmektedir” (İsra;
102). Üstelik de halkı doğru yola (sebilu’r-reşâd)
ilettiği iddiasındadır (Mu’min, 29). Yani Firavun için
mesele “iman etmek” değil; bu işin “kendisinden izin
alınmadan” yapılmaya kalkışılmasıdır (Araf; 123).
O zaten kendi tanrısına iman etmektir. İman etmesi mi var
adam “Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi/gözü” olduğunu iddia
ediyor. Firavunluk eski çağların aynı zamanda çok esaslı
bir “dinî” kurumu…
Peki, o zaman mesele nedir?
Mesele hangi Tanrı, hangi din meselesidir.
Musa’nın tanrısı “Mülk Allah’ındır” diyor. Firavun ise
tanrısı Ra adına “Mısır mülkü benim” diyor. Amon
tapınağının rahipleri de “Evet, öyle efendimiz” diye
fetva döşeniyor…
Klasik zihin Mekke’de “salât eden” Ebu Cehil’de
göremediğini “Tanrı’nın yeryüzündeki gözü/oğlu” olan
Firavun’da da göremiyor.
Yani ortada “iki din” olduğunu, her iki tarafında Allah,
din, iman iddiasında bulunduğunu ve fakat birbirinin
dinini (yolunu, söylemini, taleplerini, yaşantısını)
reddettiklerini, arada şiddetli bir “mülk, kenz”
tartışması olduğunu anlayamıyor.
Bunun, bütün zamanların mülk, kenz ve temerküz karakteri
olarak ele alınan Firavun için de geçerli olduğunu,
esasında Firavun’un Mekke’deki Ebu Cehil, Ebu Leheb ve
Velid bin Muğire’ye çok benzediği için sıklıkla örnek
verildiğini fark edemiyor.
Şu halde “Firavun” kimdir?
Nelere sahiptir?
Nasıl yönetmektedir?
Ne şekilde davranmaktadır?
İtiraz edeni ne ile itham etmektedir?
Buradan aynı şeylere sahip olanların, aynı tarzda
yönetenlerin, aynı şekilde davrananların ve aynı şekilde
itham edenlerin de genetiğini çıkarmış olacağız.
Demek ki Firavunluğun itikat/iman kategorisinde değil;
sahip olma, yönetme, hükmetme, ekonomi-politik duruş ve
siyasal davranış kategorisinde yaşayan bir kuramsallık
olarak ele alınması gerekiyor.
***
Önce Firavun’un sahip olduğu şeyler nelerdi onlarla
başlayalım.
[Firavun kavmine seslenerek dedi ki: “Ey kavmim! Mısır
mülkü benim değil mi? Şu nehirler de benim altımdan
akıyor (değil mi?) Hâlâ görmüyor musunuz?"] (Zuhruf; 51).
[Ey kavmim! Bugün yeryüzüne egemen kimseler olarak mülk
sizindir.] (Mu’min; 29).
Demek ki Firavun o kimsedir ki kendisini ülkenin mutlak
sahibi olarak görür. Öyle ki tüm ülke onun mülküdür.
Mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Dilediğini ihya
eder, dilediğini ifna eder. İstediğine verir,
istediğinden geri alır. Demek ki Firavunluk bir ülkede
“mülkün” ele geçirilmesi ile başlıyor.
Peki, bu mülkten maksat nedir?
[Firavun ‘Onları bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden
ve itibarlı makamlardan uzaklaştırdığımız için böyleler.’
diyordu.] (Şuara; 57-58)…
[Mûsâ, şöyle dedi: “Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun’a
ve onun ileri gelenlerine, dünya hayatında nice zinet ve
mallar verdin.] (Yunus; 88)
Demek ki Firavun’un sahibi olmakla övündüğü “Mısır mülkü”
ayette geçtiği gibi ırmaklar (enhâr), bahçeler (cennât),
pınarlar (uyûn), hazineler/servetler (kunûz) ve itibarlı
makamlar (meqâm kerîm) idi.
Bunların bütün zamanlar için anlamı bir
ülkenin/yeryüzünün yeraltı ve yerüstü kaynaklarını yani
tüm zenginliklerini, en itibarlı makamlarını (köşe
başlarını, stratejik noktalarını) ele geçirmek ve geri
kalan herkesi bundan mahrum bırakıp muhtaç duruma
düşürerek kendinde “kenz” ve “temerküz” etmektir.
İşte Firavunluğun başlangıç noktası budur.
Bunun içindir ki güç bir kişide veya gurupta kenze
(birikmeye) ve temerküze (merkezîleşmeye) başladı mı
Firavunluk iklimine girilmiş demektir.
Bundan sonra Firavun kenzin ve temerküzün tabiatında
olanı yapar yani hegemonyaya yönelir. Kur’an buna
taşmak/haddi aşmak (tuğyân), bunu yapana da taşan/haddini
aşan (tâğût) der: [Firavun’a git, çünkü o tuğyân
etti/tâğût oldu.] (Naziat; 17).
Bu noktada “Lehu’l-Mülk” (Mülk Allah’ındır) ne demek
anlaşılıyor olmalı…
Mülkü kenz ve temerküz eder işte böyle yoldan çıkar
Firavun.
***
Madem bunlara sahip olmakla Firavunluk iklimine
giriliyor, bakalım bundan sonra Firavun nasıl davranıyor,
edip eyliyor.
[Firavun yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve ora
halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor,
oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu.
Şüphesiz o, fesat çıkaranlardandı.] (Kasas; 4)
Demek ki Firavun, sahip olduğu mülk (bahçe, pınar,
servet, makam) ile büyüklük taslamaya (istikbar) başlar.
Halkı ezer, sınıflara ayırır, erkeklerine kurbanlık koyun
muamelesi yapar, kadınlarını hayasızlığa zorlar.
Sahip olduğu mülkü korumak ve kollamak için halkı baskı
altında tutmak, göz açtırmamak, takip etmek, fişlemek,
dinlemek, bölmek, parçalamak, halkın bir kısmını dili,
ırkı, dini, mezhebi nedeniyle diğer kısmına karşı
kışkırtmak, birini tutup diğerine vurmak, sınıf,
hiyerarşi, kast yaratmak… Bunların hepsi “ezmek ve
sınıflara ayırmak” olup tipik
Firavun davranışlarıdır…
İtiraz edeni ve başkaldıranı biçmek, öldürmek, fail-i
meçhullere kurban etmek, ağır hapislerde süründürmek,
genç fidanları dar ağaçlarında sallandırmak, bir kuşağı
yok etmek, kendi evlatlarını kıyıma uğratmak, ret, inkar,
asimilasyon politikaları uygulamak, kimlikleri ve
kişilikleri yok saymak, babaları kredi kartı kölesi
haline getirmek… Bunların hepsi “oğullarını boğazlamak”
olup tipik Firavun davranışlarıdır…
Anaları ağlatmak, nişanlıları sızlatmak, geride dul ve
yetimler bırakmak, 12 saat çalıştırmak, asgari ücretle
çalışan kadınları sellere kaptırmak, karnındın sıpayı
sırtından sopayı eksik etmemek, hayasızlığa zorlamak,
beyaz kadın tacirlerine, uyuşturucu kaçakçılarına zebun
etmek, güvencesiz çalıştırmak, ırgat gibi koşturmak,
bedenini kullanmak, ruhunu kirletmek… Bunların hepsi
“kadınlarını sağ bırakmak” olup tipik Firavun
davranışlarıdır…
Ayrıca “oğullarını/erkeklerini boğazlamak” şu anlama da
gelir: Firavun eril çıkışları boğazlar, öldürür. Yani
erkekçe dik duruşları sevmez. Başkaldıranı, itiraz edeni,
muhalif olanı boğazlar. Bu durumda “kadınlarını sağ
bırakmak” da şu demek olur: Dişil davranışlara ses
çıkarmaz, hayat hakkı tanır, yaşatır. Yanaşmaları,
sokulmaları, suyuna gitmeleri sağ bırakır hatta
ödüllendirir…
Keza oturduğu yerden para kazanmak, emeğe, alınterine el
koymak, başkasının sırtından zengin olmak, arsa, tarla,
ihale, yatırım adı altında oraya buraya sahip olmaya
kalkmak, insanların barınma ihtiyaçlarını kullanarak 30
yıl vadeyle ev taksidine bağlamak, sonra bir gecede kiriz
çıkarıp hepsini geri almak, sıcak para adı altında
ülkeyle para sokup insanları iliklerine kadar faizle
sömürmek, yılda 56 milyar dolar faiz hortumu ile
insanların kanını emmek… Bunların hepsi “fesat çıkarmak”
olup Firavun-Karun ikilisinin banka-borsa-tahvil üç kağıt
fasadına denir. Kur’an’da fesat sanıldığının aksine sahip
olmak (mülk) yani ele geçirmek ile ilgilidir…
Halkını sınıflara ayırır, yaşatır, öldürür, zebun eder
işte böyle yürütür mülkünü Firavun.
***
Firavun bunları yaparken hep dini diyaneti kullanır.
[Firavun, ‘Ey ileri gelenler! Sizin benden başka bir
ilâhınız olduğunu bilmiyorum. Ey Hâmân! Benim için bir
ateş yakıp tuğla pişir de bana bir kule yap! Belki
Mûsâ’nın ilâhına çıkar bakarım (!)] (Kasas; 38)
Görüldüğü gibi Firavun kendine “ilah” diyor. Sahip olduğu
mülk (bahçe, pınar, servet, makam) ile büyüklük taslıyor
ve yıkılmaz bir güce sahip olduğunu düşünüyor.
Demek ki, esasında, Kur’an’ın “ilah” dediği gökte uyduruk
tanrılar veya yerde cansız, tahtadan taştan putlar
değildir. Kur’an’ın “ilah” dediği mülkü ele geçirmiş,
kenz ve temerküz sahibi içimizden birileri yani
insanlardır.
Bunlar mülkü (bahçe, pınar, servet, makam) ele geçirir,
kenz ve temerküz eder, tabiatı icabı da hegemonyaya
(tuğyan) yönelirler. Bununla halkı ezer, sınıflara
ayırır, oğullarını boğazlar, kadınlarını sağ bırakır ve
fasat çıkarırlar. İşte buna Kur’an ilahlaşmak diyor.
Bu noktada “Lailahe illallah” (Allah’tan başka ilah
yoktur) ne demek anlaşılıyor olmalı…
Sonra Firavun, Hâmân (din adamı) ile de halka kumpas
kurar. Ondan Musa’nın itiraz ve isyanı karşısında halkı
afyonlayacağı bir uyuşturucu ister. “Bana ateş yak, tuğla
pişir, kule yap” der. Bununla Musa’nın tanrısına
çıkacaktır. Yani Musa’nın tanrısından aldığı şeylerin bir
benzerini getirecektir. Ancak bir farkla ki onda
Tanrı’nın Firavun’un yanında olduğu, Firavun’a (ulu’l-
emre) itaatin farz olduğu, Musa’nın isyankar, ihtilalci
ve servet düşmanı olduğu yazılı olacaktır. Çünkü Musa’ya
karşı koymanın en etkili yolu onun konuştuğu kaynaktan
(Allah, din) konuşmaktır. Hâmân’ın ateş yakması, tuğla
pişirmesi ve kule yapması bu demektir…
Din adamına fetvayı verdirtir, halkı işte böyle uyuşturur
Firavun.
***
Firavun muti kullarına bol rızık dağıtır, ödül verir.
[Sihirbazlar Firavun’a geldi ve ‘Eğer yenersek ödül var
mı?” dediler. Firavun, “Evet, en yakınlarımdan
olacaksınız.’ dedi.] (Araf; 113-114)
Görüldüğü gibi Firavun “sihirbazları” ile de halka kumpas
kurar.
Sihirbazlarına (göz boyacılarına, yandaşlarına,
şaklabalanlarına) muhalefete karşı başarılı olurlarsa
ödül vadeder. Bu ödül ise onları en yakınlarından
yapmaktır. Yani yükselmeleri, kariyer yapmaları, iyi para
kazanmaları, yönetimin gözdesi haline gelmeleri, en iyi
makamlara yükselmeleri, birinci halka içinde yer
almaları, majestelerinin uçağına binebilmeleri vs.dir.
Bunun karşılığı olarak iyi göz boyamaları, yeni numaralar
icat etmeleri, toz pempe tablolar çizmeleri, her şeyi iyi
gidiyor göstermeleri, muhalefet edene iyi vurmaları,
deşifre etmeleri, andıçlamaları, çok iyi teoriler
yazmaları, kalemlerini, köşelerini, ekranlarını çok iyi
kullanmaları yani asalarını yılana çevirebilme başarısını
çok iyi göstermeleri gerekir.
Sihirbazına tasmayı takar, işte böyle kendisi için
havlatır Firavun.
***
Firavun için önemli olan bir şeyin yapılması değil;
yapılırken “kendisinden izin alınması”dır.
[Firavun dedi ki: ‘Ben size izin vermeden ona iman
ettiniz ha! Bu açıkça, kendi ülkemde halkı benden
koparmak için kurulmuş bir tuzaktır. Göreceksiniz!]
(Araf; 123).
Görüldüğü gibi Firavun otoriter olduğu gibi totaliterdir
de. Her şey için ondan izin alınmalıdır. Kuşlar bile
uçarken ondan izin almalıdır. Memlekete komünizm lazımsa
onu da o getirecektir. Ondan habersiz bir şey düşünmeye,
bir karar almaya, bir eylem planlamaya gerek yoktur. Her
şeyi zamanı geldiğinde o düşenecek ve yapacaktır. Bize
düşen dinlemek, itaat etmek, gözlerimizi Firavun’dan
ayırmadan, o ne yöne esiyorsa o yönde hizalanmaktır.
Zatını aleme çok lazım sanır, işte böyle herkesi kör,
sağır ve dilsiz eder Firavun.
***
Ve gün olur asra bedel bir “uyarıcı, elçi” Firavun’un
karşısına dikilir. Firavun ve âvanesinin ithamları
sıradan mı sıradan, klasik mi klasiktir:
[Firavun dedi: ‘Seni biz küçük bir çocuk olarak alıp
aramızda büyütmedik mi? (Şuara; 18)… Firavun’un kavminden
zenginlikten şımarmış ileri gelenler dedi ki: ‘Bu adam
usta bir sihirbazdır. Sizi yerinizden çıkarmak istiyor.
(Araf; 109-110)… Firavun ‘Bu size gönderilen elçiniz
mecnundur” dedi] (Şuara; 27)… Bu iki sihirbaz,
sihirleriyle sizi yerinizden etmek ve rejiminizi yıkmak
istiyor.] (Taha; 63).
İtiraz, isyan ve uyarı önce görmemezlikten gelinir. (Musa
Mısır’a geldiğinde iki yıl saraydan randevu
verilmemişti). Derin bir sessizlik ve kale almama
pozlarına bürünülür…
Sonra başa kakma, ardından alay…
Ve ithamlar başlar: Sihirbaz, mecnun, yalancı…
“Sihirbaz” yalanları ortaya çıkaran, sahtekarlığı deşifre
eden manasındadır. Elçilerin sihirbazlıkla suçlanması,
şapkadan tavşan çıkardıkları için değildir. Firavun ve
kavmin zenginlikten şımarmış ileri gelenleri (mele-i-
mütref), halkın “kendilerinden izin almadan” nasıl olup
da bu “saçma sapan” sözlere rağbet ettiğini anlayamaz ve
büyülenmiş/kandırılmış görürler. Kurdukları yalan dolan
düzenini deşifre ettikleri, sahtekarlıklarını ortaya
döktükleri için de elçileri sihirbazlıkla suçlarlar.
“Mecnun” ise delice sözler söyleyen, aklı başında
konuşmayan, “reel-politiğe” uygun olmayan, akıntıya kürek
çeken, uygulanabilirliği olmayan laflar edip duran,
Firavunu kızdıracak, majestelerini rahatsız edecek sözler
eden manasındadır.
Ayette geçen “Yerinizden sizi çıkarırlar/çıkaracaklar”
(yuhricâkum min arzıkum) tabiri “Sizi koltuğunuzdan
edecekler, iktidarınızı elinizden alacaklar, buralardan
sürüp çıkaracaklar, devirecekler” manasına geliyor. Keza
“Örnek/üstün yolunuzu giderirler/giderecekler” (yezhebâ
bitarîgatikumu’l-müslâ) tabiri de “Kurduğunuz herkese
örnek ve üstün yolunuzu/sisteminizi/rejiminizi
giderecekler, yıkıp çökertecekler” manasındadır. “Müsla”
kelimesi örnek, üstün, ideal anlamına geliyor. Put,
heykel (temâsil) kelimesi de bu köktenden. Bu durumda
“Putlarınızı yıkacaklar, heykellerinizi devirecekler”
manasını da zımnen içerir…
İtirazı hiç sevmez, muhalefetten nefret eder, isyan
karşısında panikler ve işte böyle itham eder Firavun.
***
Tanıyın bunları.
Dinî, millî, ilmî, siyasî, iktisadî ve ictimaî “kenz” ve
“temerküzün” olduğu yerde görülür.
Yeri, zamanı, mekanı, dini, mezhebi, ırkı, milliyeti
yoktur.
Kitab’ın en güncel, en yaşayan karakterlerinden
birisidir.
Kur’an’da tam 74 kez geçer.

R.İhsan ELİAÇIK''

Saygılarımla
Galip Yetkin.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 4 Kisi:
ahmet karapınar (10. May 2012), dost1 (10. May 2012), hiiic (11. May 2012), Miralay (10. May 2012)