Konu: Hicr sûresi
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 20. July 2012, 01:52 AM   #1
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.014
Tesekkür: 3.566
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart Hicr sûresi

MEKKE DÖNEMİ

Necm: 196

1Elif/1, Lâm/20, Râ/200.218 Bunlar, Kitab'ın ve apaçık/açıklayıcı bir Kur’ân'ın âyetleridir.
2Zaman zaman kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kişiler, ‘Keşke Müslüman olsaydık!’ temennisinde bulunacaklar.
12Böylece Biz Kur’ân'ı, suçluların kalplerine sokarız.219
3Bırak onları yesinler, yararlansınlar ve boş umut onları oyalasın. Ama onlar yakında bileceklerdir.
4Ve Biz hiçbir memleketi bilinen bir kitabı olmaksızın değişime/ yıkıma uğratmadık.
5Hiçbir ümmet, süre sonunun önüne geçemez ve geciktiremezler.
6,7Ve onlar; “Ey kendisine Öğüt/Kur’ân indirilen kişi! Şüphesiz sen gizli güçlerce desteklenen/deli birisin. Eğer doğrulardan isen, bize melekler ile gelmeliydin” dediler.
8Biz o doğal güçleri, ancak hak ile indiririz. O vakit de onlar süre tanınanlardan olmazlar.
9Hiç kuşkusuz Biz, o Öğüt'ü/ Kur’ân'ı Biz indirdik, Biz. Ve kesinlikle Biz, onun için koruyucularız.220
10Ve andolsun ki Biz, senden önce geçmiş topluluklara da elçiler gönderdik.
11Ve onlara herhangi bir elçi gelmeye görsün, kesinlikle onunla alay ederlerdi.
13Onlar indirilen kitaba/gönderilen elçiye inanmazlar, oysa ki evvelkiler ile ilgili yasamız/uygulamamız geçmiştir, size bildirilmiştir.
14,15Ve Biz, onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak da onlar oradan yukarı yükselseler bile, kesinlikle “Gözlerimiz döndürüldü/bulandırıldı. Aslında biz büyülenmiş bir topluluğuz” diyeceklerdir.
(54/15, Hicr/1-15)


Necm: 197

16Andolsun, Biz, gökte birtakım burçlar oluşturduk ve bakanlar için onu süsledik.
17,18Ve uzayı, az da olsa vahye kulak veren, kendilerini alev sütunu takip edenler/roketlerle uzaya gidenler hariç tüm düşünce yetilerinden koruduk.221
19Yeryüzünü de yaydık ve oraya sabit kazıklar/dağlar yerleştirdik. Ve yeryüzünde ölçülmüş her şeyden bitkiler bitirdik.
20Ve yeryüzünde sizin için ve sizin rızıklandırmadığınız kimseler için geçim yollarını yaptık/ Ve yeryüzünde sizin için birtakım geçim yolları ve sizin rızıklandırmadığınız kimseler yaptık.
21Ve her şeyin hazineleri yalnız Bizim yanımızdadır. Ve Biz, onu ancak belli bir ölçü ile indiririz.
22Ve Biz, rüzgârları aşılayıcılar olarak gönderdik de gökten bir su indirip sizi onunla suladık.
Suyu hazinelerde tutanlar/ biriktirenler de siz değilsiniz.
23Ve yalnızca Biz, elbette diriltiriz ve Biz öldürürüz! Ve Biz, son sahip olacaklarız.
24Ve andolsun ki Biz, sizlerden öne geçmek isteyenleri bilmişizdir ve andolsun ki Biz, geri kalmak isteyenleri de bilmişizdir.
25Ve şüphesiz senin Rabbin, onları toplayacak olanın ta kendisidir. Şüphesiz O, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır, en iyi bilendir.
(54/15, Hicr/16-25)


Necm: 198

26,27Ve andolsun ki Biz, insanı; görünen, bilinen varlıkları çınlayan kilden, işlenebilen çamurdan/hâlden hâle giren bir maddeden oluşturduk. Ve cânnı; görünmez varlıkları222 da daha önce, en ince delikten bile geçebilen yakıcı bir esintinin ateşinden/engel tanımayan enerjiden
oluşturmuştuk.
(54/15, Hicr/26-27)


Necm: 199

28,29Ve bir zamanlar Rabbin evrendeki güçlere, “Ben, kuru balçıktan, şekil verilmiş/işlenebilen bir çamurdan bir beşer oluşturacağım. Ben, ona biçim verdiğimde ve onu bilgilendirdiğimde,223 siz hemen onun için teslimiyet gösterenler olarak yere kapanın” demişti.
30,31Bunun üzerine İblis/düşünce yetisi hariç, meleklerin/evrendeki güçlerin hepsi topluca boyun eğip teslimiyet gösterdiler. O, boyun eğip teslimiyet gösterenler ile beraber olmaya kaşrı çıkıp yapmadı.
32Allah dedi ki: “Ey İblis! Ne oluyor sana da, boyun eğip teslimiyet gösterenlerle olmuyorsun?”
33İblis cevap olarak; “Kuru balçıktan, şekil verilmiş/işlenebilen bir çamurdan oluşturduğun bir beşere boyun eğip teslimiyet göstermem için oluşturulmadım” dedi.
34,35Allah, “Öyle ise oradan çık! Sen, artık kesinlikle kovulmuş, mahvolmuş birisin ve kesinlikle Din gününe kadar dışlanma sadece senin üzerindedir” dedi.
36İblis, “Rabbim! Öyle ise onların yeniden dirilecekleri güne kadar beni karşında tut/bana süre tanı!” dedi.
37,38Allah, “Öyleyse sen kesinlikle bilinen vaktin gününe kadar karşıda tutulanlardansın/ süre tanınanlardansın” dedi.
39,40İblis dedi ki: “Rabbim! Sen beni, insanları azdırmam için yarattığın nedenle kesinlikle ben de yeryüzünde, her şeyi onlara süsleyeceğim ve arıtılmış kulların hariç onların hepsini kesinlikle azdıracağım!”
41-44Allah dedi ki: “İşte bu Benim üzerime aldığım dosdoğru bir yoldur. Sana uyan azgınlardan başka, kullarımın üzerinde hiçbir zorlayıcı gücün yoktur. Şüphesiz ki onların hepsine vaat edilen yer de cehennemdir. Onun için yedi kapı vardır. O kapıların her biri için onlardan bir
parça ayrılmıştır.”224
(54/15, Hicr/28-44)


Necm: 200

45,46Şüphesiz ki Allah'ın koruması altına giren kişiler, cennetlerde ve pınarlardadır: “Selâmetle güven içinde oraya girin!”
47Ve Biz Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin göğüslerindeki kinleri çıkarıp attık. Onlar kardeşler hâlinde yüz yüze sedirlere otururlar.
48Cennette kendilerine hiçbir yorgunluk dokunmaz. Onlar oradan çıkarılacak da değildirler.
(54/15, Hicr/45-48)


Necm: 201

49,50Kullarıma, hiç şüphesiz Benim çok bağışlayıcı ve pek merhamet edicinin ta kendisi olduğumu, Benim azabımın da, çok acıklı bir azabın ta kendisi olduğunu önemle haber ver!
51Ve kullarıma, İbrâhîm'in misafirlerinden haber ver.225
52Hani İbrâhîm'in misafirleri, İbrâhîm'in yanına girdiler de, “Selâm!” demişlerdi. İbrâhîm, “Şüphesiz biz sizden korkanlarız” demişti.
53İbrâhîm'in misafirleri, “Korkma! Şüphesiz biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz” dediler.
54İbrâhîm dedi ki: “Bana ihtiyarlık gelmişken mi beni müjdeliyorsunuz? Peki neye dayanarak beni müjdeliyorsunuz?”
55İbrâhîm'in misafirleri, “Seni gerçekle müjdeliyoruz. Ümidini kesenlerden olma!” dediler.
56İbrâhîm dedi ki: “Rabbimin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?”
57İbrâhîm, “Ey gönderilmiş elçiler! İşiniz nedir?” dedi.
58-60Elçiler: “Şüphesiz biz suçlu bir topluma gönderildik. Ancak Lût ailesi müstesnadır.” – Şüphesiz Biz, Lût'un karısı hariç onların hepsini kesinlikle kurtaracağız. Biz ayarladık. Şüphesiz o, kesinlikle geride kalanlardan/ gözü arkada olanlardandır.–
61,62Sonra elçiler, Lût'un ailesine gelince, Lût; “Doğrusu siz alışılmadık, kimliği belli olmayan bir toplumsunuz” dedi.
63-65Elçiler dediler ki: “Tam tersine biz sana onların kuşku duyup durduğu şeyi getirdik. Ve sana gerçeği getirdik ve biz elbette doğru olanlarız. Hemen gecenin bir bölümünde aileni yola çıkar, sen de arkalarından izle. Ve sizden hiç kimse oyalanmasın/ geride bırakılanları düşünmesin, emrolunduğunuz yere doğru geçin gidin.”
66Ve Biz, Lût'a emri gerçekleştirdik: “Şüphesiz sabaha çıkarken şunların arkaları kesilmiş olacaktır.”
67Ve şehir halkı, sevinerek geldiler.
68,69Lût, “Şüphesiz bunlar benim misafirlerimdir, o nedenle beni rüsva etmeyin ve Allah'ın koruması altına girin ve beni aşağılamayın!” dedi.
70Onlar, “Biz seni âlemlerden; çevreyle ilişkilerden alıkoymamış mıydık?” dediler.
71Lût, “İşte bunlar, benim kızlarım!226 Eğer yapıcılarsanız...” dedi.
72Sen ömründe bunlar gibi şehvet çılgınlığı içinde bocalayıp duran rezilleri hiç görmedin.–
73Güneş doğarken o korkunç çığlık onları yakalayıverdi.
74Böylece Biz, onların üstünü altı yaptık ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.
75Şüphesiz bunda, izden, imzadan anlayanlar; düşünen keskin anlayışlılar için kesinlikle alâmetler/göstergeler vardır.
76Ve şüphesiz Lût toplumunun bulunduğu şehir harabesi, kesinlikle bir yol üzerinde durmaktadır.
77Şüphesiz ki, bunda iman edenler için kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır.
78,79Eyke ashâbı227 da kesinlikle şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselerdi de Biz kendilerinden intikam aldık/yakalayıp cezalandırmak sûretiyle adaleti yerine getirdik. İkisi de; Eyke ve Lût toplumu açık bir yol üzerindedir.
80Andolsun ki Hicr ashâbı da elçileri yalanladılar.
81Ve Biz, onlara âyetlerimizi/alâmetlerimizi/göstergelerimizi vermiştik de onlar, onlardan yüz çeviriyorlardı. 82Ve onlar, dağlardan emniyetli emniyetli evler yontuyorlardı.
83,84Derken onları da sabahleyin korkunç bir çığlık yakalayıverdi. Böylece kazanmakta oldukları şeyler, kendilerinden hiçbir şeyi savmadı.
(54/15, Hicr/49-84)


Necm: 202

85Ve Biz gökleri, yeryüzünü ve aralarındaki şeyleri ancak hak/gerçek ile oluşturduk ve elbette ki, o kıyâmet, kesinlikle kopacaktır. Şimdi sen aldırış etme ve güzel muamele et.
86Şüphesiz Rabbin hakkıyla oluşturandır ve iyi bilendir.
87Andolsun ki Biz sana katmerli katmerli nice nimetleri ve büyük Kur’ân'ı verdik.
88,89Sakın onlardan bazı kimselere verip de kendilerini onunla yararlandırdığımız şeylere; mal ve servete heveslenip gözlerini dikme. Onlar hakkında üzülme de... Sen kanatlarını mü’minler için indir. Ve: “Şüphesiz ben, apaçık bir uyarıcının ta kendisiyim” de.228
94-96Şimdi sen emrolunmakta olduğun şeyleri açıkça bildir ve ortak koşanlardan mesafelen.
Şüphesiz ki Biz, Allah ile birlikte başkasını ilâh edinen şu alay eden kimselere karşı sana yeteriz. Artık onlar yakında bileceklerdir.
97Andolsun, Biz biliyoruz ki, kesinlikle onların söylediklerine senin göğsün daralıyor.
98,99O hâlde sana “yakîn/kesin bilgi” gelmesi için Rabbinin övgüsü ile birlikte noksan sıfatlardan arındır, boyun eğip teslimiyet gösterenlerden ol ve Rabbine kulluk et!229
(54/15, Hicr/85-89, 94-99)


Dip not:

218 Kur’ân'da birçok sûrenin “kesik, bağlantısız harfler” ile başladığı görülür. Çeşitli kimselerce bu harflerin müteşâbih, bir şifre, bir sözcüğün kısaltılmış şekli, bazı sözcüklerin ilk harfi veya son harfi olduğu gibi görüşler ileri sürülür. Bize göre bu harfler, “elâ” [dikkat, gözünüzü açın] sözcüğü gibi bir uyarı işaretidir ve telefon konuşmalarındaki “alo!” ünlemi gibi dikkati, okunacak âyetlere çekmektedir. Ayrıca Kur’ân'ın matematiksel yapısındaki olmazsa olmaz unsurlardan birisidir. Ayrıca bu harfler, sayısal bir değer de ifade ediyor olabilirler. Zira Kur’ân indiği dönemde Araplar arasında rakamlar henüz icat edilmemişti, rakam yerine harfler kullanılmaktaydı. Rakam yerine harf kullanılması, “Ebced” hesabı olarak bilinir. Biz kesik harflerin yanında sayısal değerlerini de gösterdik. Sayısal değerler ile neyin kastedilmiş olabileceği noktasında da henüz bir kanaatimiz oluşmamıştır. “Ebced” hesabının, Kur’ân'ın indiği dönemlerde rakam yerine kullanılmış olmasından başka, herhangi bir nitelik ve özelliği yoktur.
Bu kesik harflerle ilgili henüz doyurucu bir çalışma yapılmamış olup mevcut eserlerde de eskilerin aktarımlarından başka bir bilgi bulunmamaktadır. Bu meselenin tam aydınlığa kavuşması da, –diğer birçok mesele gibi– dürüst, samimî ve gönüllü Kur’ân erlerini beklemektedir.

219 Resmi Mushaf'taki 12. âyet, burada tertip edilmiştir.

220 Âyetten açıkça anlaşıldığı üzere Kur’an’ın korunmasını Rabbimiz üzerine almıştır, koruyacaktır, bozdurtmayacaktır. Ne var ki, Rabbimiz Kur’an’ı, müdahale etmek isteyenlerin ellerini, ayaklarını kırarak, gözlerini kör ederek, canlarını alarak ya da Kur’an’ı şifreli çelik kasalara saklayarak korumaz. Rabbimizin, Kur’an’ı koruması, şu şekilde gerçekleşmektedir:
Lafzı, nazmı ve içeriği itibariyle bir mucize olan Kur’ân, Arabiyyen [en mükemmel ifadeler ve dilbilgisi kurallarına uygun] olarak indirilmiştir. Bu sebeple herhangi bir eksiltme, arttırma veya değiştirme olsa –deyim yerindeyse– hemen sırıtıvermektedir:
A) Müslümanlar, daha başlangıçta Kur’ân'ın kitaplaşmasını gerçekleştirmişler; öyle ki en eski yazma nüshalar ile bugünkü baskılar aynıdır.
B) İlk günden itibaren pek çok insan, lafızlarındaki armonik özellik nedeniyle Kur’ân'ı kolayca ezberlemiş; böylece tarihin her döneminde binlerce hafız mevcut olmuş, bundan dolayı da Kur’ân'ın tahrif edilme veya nüshalarının kaybolma riski hiç doğmamıştır.
C) İnmeye başlamasıyla birlikte Kur’ân'ın eğitim ve öğretimi de başlamıştır. Diğer dinlerdekinin aksine ruhban sınıfının olmadığı İslâm'da, eğitim ve öğretim, köylü-kentli herkese yönelik olmuş; çok sayıdaki nüshasıyla Kur’ân her Müslüman'ın evine girmiş, herkes tarafından okunup öğrenilmiştir. Böylece yaygın bir öğretim sağlanmış, kötü niyetli kişilerin tahrif çabaları sonuçsuz kalmıştır.
D) Kur’ân'ın inmeye başladığı Milâdî 610 yılı, diğer dinlerin ortaya çıkış zamanlarına nisbetle tarihin aydınlık bir dönemi olup olaylar kayda geçirilmeye başlanmıştır. Nitekim bazı tarihçiler, Mûsâ ve Îsâ'nın (a.s) yaşadığını kabul etmezken, Peygamberimiz hakkında hiçbir tereddüt yoktur. Dolayısıyla Peygamberimizin tek mucizesi olan Kur’ân da, tereddüde yer vermeyen kayıtlarla günümüze gelmiştir.
E) İslâm, Mûsâ ve İsâ (a.s) zamanındaki gibi mağdur, mazlum, zavallı, garip azınlıklar arasında değil, zengin, hâkim, özgür kentlerde doğmuş ve yöneten güçlü toplumların dini olmuştur.

221 Âyetteki ifadelerin lafzî anlamı, Ve göğü taşlanan bütün şeytanlardan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı eden şeytan hariç, onu apaçık bir alev sütunu takip eder şeklindedir. Biz Mealde âyetlerin te’vîlli anlamlarını gösterdik. Ayrıntılı açıklama için bkz. Tebyînu'l-Kur’ân.

222 Cin ve ins sözcükleri Kur’ân'da ilk kez burada geçtiğinden bu sözcüklerle ilgili kısaca bilgi vermek istiyoruz: Cin, halk kültüründe “insan gibi yiyip içen, üreyen, inanan, bazen ehil insanlarca işçi gibi çalıştırılan, olağanüstü güç ve bilgilere sahip, insanları çarpan, istediklerine zarar veren, erdirici, yüksek değerler ilham eden gizli destekçi güç, görünmeyen yaratık” olarak bilinmekte; bu nedenle de Kur’ân yanlış anlaşılmaktadır. Cin sözcüğü, aslında “örtülü varlık; insanın beş duyusuyla kavrayamadığı, algılamaya kapalı, mevcudiyeti kesin olan varlık veya güç” demektir. Bu sözcüğün karşıt anlamlısı ins [insan] de; “beş duyu ile hissedilebilen, bilinen, görünen, tanıdık, ilişki kurulabilen, kaybolmayan, sürekli ortada duran” demektir. Aşina olduğumuz şu sözcükler de cin sözcüğünün türevlerindendir: Cennet [toprağı ağaç yapraklarıyla saklanmış yer], cinnet [aklı, fikri saklanmak, delirmek], cenin (–ana karnında saklandığı için bu adı almıştır–), cünnet [savaşta kullanılan kalkan (–kişiyi oktan mızraktan sakladığı için bu ad verilmiştir–)].
Kur’ân'da cin sözcüğünün; “mikroorganizmalar, elektrik, mıknatıs, ışın, radyasyon, ajan/casus, yabancı, kimliği belirsiz kimse” anlamlarında kullandığını göreceğiz. Bir de Kur’ân'da ins ve cin sözcüklerinin beraber kullanıldığını görürüz. Bu iki zıt anlamlı sözcük birlikte kullanıldığında, sözcüklerin anlamı farklılaşmakta, başkalaşmakta ve zenginleşmektedir.
Zıt anlamlı iki sözcükten, daha kapsamlı bir anlam çıkarmak her dilde var olan bir uygulamadır. Örneğin: Gece-gündüz, yaş-kuru, canlı-cansız, kedi-köpek, sabah-akşam, yer-gök, iyi-kötü, acı-tatlı, sağ-sol, ileri-geri, aşağı-yukarı, en-boy, ak-kara, irili- ufaklı, dünya-âhiret gibi zıt anlamlı sözcüklerin beraber deyimsel kullanımında, kalıbın anlamı, sözcüklerin özel anlamlarından farklılaşmakta ve zenginleşmektedir.
Anlamlarının birbirlerine zıt olduğunu gördüğümüz ins ve cin sözcükleri, birlikte bir kalıp hâlinde kullanıldıklarınd a, “gördüğünüz- görmediğiniz, bildiğiniz-bilmediğiniz, tanıdığınız-tanımadığınız, yani herkes ve her şey” anlamına gelmektedir. Bunun Kur’ân pek çok örneği bulunmaktadır.

223 Rûhun üfürülmesi/üflenmesi ifadesi, “Allah'ın insanı bilgilendirmesi, ona vahiy göndermesi, az bir bilgi vermesi; bilgi koklatması” anlamına gelmektedir. Burada, Hicr/29 ve Secde/9'da yaratılmış insanın bilgilenme; ilk vahyi alma; ilk elçi gönderme aşaması konu edilmektedir. Ayrıntılı bilgi Tebyînu'l-Kur’ân'da verilmiştir.

224 Aynı konu Sâd/71-85'de (66. necmde) de geçmiştir.

225 Aynı konuya Hûd/69-83'de (191. necmde) de değinilmiştir.

226 78. âyette geçen kızlarım ve 79. âyette geçen senin kızların ifadeleri, Lût'un (a.s) kendi kızları anlamında değil, “toplumun kadınları” anlamında alınmalıdır. Çünkü Lût'un kendi sulbünden olan kızlarının sayıca kavmin büt ün erkekleri ile denkleşmesi mümkün değildir. Böyle bir denkleşmeden ise, kızlarım ifadesi ile, kavmin bütün kadınlarının kastedilmesi hâlinde söz edilebilir. Lût, kavminin bütün kadınlarını kendi kızları olarak görüyor olmalı ki, âyette bu şekilde bir ifade kullanılmıştır. Aynı şekilde, kavmin erkeklerinin Lût'a verdikleri, sen, senin kızlarında bizim için herhangi bir hak olmadığını bildin cevabının da, “senin kızlarına, yani kadınlara ihtiyacımız yok, onlara cinsel arzu duymuyor, meyletmiyoruz, onları istemiyor ve sevmiyoruz, onlarda gözümüz yok” şeklinde anlaşılması gerekir.

227 Ashâb-ı Eyke, “Kızıldeniz sahillerindeki Medyen kentinde yaşayan toplum”dur. Eyke, “ağaçlık, ağaçları birbirine sarmaş- dolaş olmuş bir orman” demektir. Bu toplum, iklimi son derece güzel, verimli bir arazî üzerinde yaşıyorlardı.

228 Resmi Mushaf: Hicr/90-93. âyetleri, Şu‘arâ/3-6. âyetleri ile beraber tertip edildiğinden burada yer verilmemiştir.

229 İbâdet sözcüğü, dilimize fonetik olarak Arapça orijinaliyle girmesine rağmen kök anlamı olan “kulluk, kölelik etme” konusundaki insanın tarz ve tavrıyla ilgili asıl anlamını büyük oranda kaybetmiş ve sadece birtakım ritüel, ayin ve davranışlar için kullanılan bir kavram hâline dönüşmüştür. A-be-de kök fiilinin mastarı olan ibâdet sözcüğü, “kulluk yapmak, kölelik etmek” anlamına gelir. Bu anlamlar bir insanın kayıtsız şartsız teslim olmasını, itaat etmesini, boyun eğmesini ifade eder. Dinî terim olarak ibâdet ise; “kulun sahibine/yaratanına karşı, sahibi/yaratanı tarafından verilen görevleri kayıtsız şartsız kabullenip yerine getirmesi”dir. Her şeyin yaratıcısı olan Allah, kulları için belirlediği davranış ve yaşam tarzını kullarına çeşitli şekillerde bildirmiş ve en son olarak bütün bu bildirileri Kur’ân'da toplamıştır. Bu gerçekler ışığında ibâdet, Allah tarafından bir talimatname [Kur’ân] ile kullara bildirilen görevlerin kullar tarafından kayıtsız şartsız itaat edilerek ve teslimiyet gösterilerek [boyun eğilerek] yerine getirilmesidir. Öyleyse ibâdet, halk arasında yaygınlaştığı gibi sadece üç-beş ameli yapmaktan ibaret değildir. İbâdet, “Allah'ın kulluk talimatnamesinde vermiş olduğu görevlerin tümünü yapmak, hepsini uygulamak”tır.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Bilgi (22. December 2012)