Konu: Maide Suresi
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 9. August 2010, 12:06 AM   #6
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

TANRI'DAN UZAKLAŞMANIN CEZASI

“Ama Beni dinlemez, bütün bu buyrukları yerine getirmezseniz, cezalandırılacaksınız. Kurallarımı çiğner, ilkelerimden nefret eder, buyruklarıma karşı çıkar, antlaşmamı bozarsanız, sizi şöyle cezalandıracağım: Üzerinize dehşet salacağım. Verem ve sıtma gözlerinizin ferini söndürecek, canınızı kemirecek. Boşa tohum ekeceksiniz, çünkü ürünlerinizi düşmanlarınız yiyecek. Size öfkeyle bakacağım. Düşmanlarınız sizi bozguna uğratacak. Sizden nefret edenler sizi yönetecek. Kovalayan yokken bile kaçacaksınız. Bütün bunlara karşın Beni dinlemezseniz, günahlarınıza karşılık cezanızı yedi kat artıracağım. İnatçı gururunuzu kıracağım. Gök demir, yer bakır olacak. Gücünüz tükenecek. Topraklarınız ürün, ağaçlarınız meyve vermeyecek. Eğer karşı çıkmaya devam eder, Beni dinlemek istemezseniz, günahlarınıza karşılık cezanızı yedi kat artıracağım. Üzerinize yabanıl hayvanlar göndereceğim. Çocuklarınızı öldürecek, hayvanlarınızı yok edecekler. Sayınız azalacak, yollarınız ıssız kalacak. Bununla da yola gelmez, Bana karşı çıkmaya devam ederseniz, Ben de size karşı çıkacağım, günahlarınıza karşılık sizi yedi kez cezalandıracağım. Bozduğunuz antlaşmamın öcünü almak için başınıza savaş getireceğim. Kentlerinize çekildiğinizde aranıza öldürücü hastalık salacağım. Düşman eline düşeceksiniz. Ekmeğinizi kestiğim zaman, on kadın ekmeğinizi bir fırında pişirecek. Ekmeğiniz azar azar, tartıyla verilecek. Yiyecek ama doymayacaksınız. Bütün bunlardan sonra yine Beni dinlemez, Bana karşı çıkarsanız, bu kez Ben de öfkeyle size karşı çıkacağım ve günahlarınıza karşılık sizi yedi kat cezalandıracağım. Açlıktan çocuklarınızın etini yiyeceksiniz. Tapınma yerlerinizi yıkacak, buhur sunaklarınızı yok edeceğim. Cesetlerinizi devrilen putların üzerine serecek, sizden nefret edeceğim. Kentlerinizi viraneye çevirecek, tapınaklarınızı yıkacağım. Beni hoşnut etmek için sunduğunuz kokuları duymayacağım. Ülkenizi viran edeceğim, oraya yerleşen düşmanlarınız bile şaşkına dönecek. Sizi öbür ulusların arasına dağıtacak, kılıcımla peşinize düşeceğim. Ülkeniz viran olacak, kentleriniz harabeye dönecek. Siz düşmanlarınızın ülkesinde yaşarken, ülke ıssız kaldığı yıllar boyunca Şabatlar'ın sevincini yaşayacak. Ancak o zaman dinlenip Şabatları'nın tadına varacak. Üzerinde yaşadığınız Şabat yıllarında görmediği rahatı ıssız kaldığı yıllarda görecek. Düşman ülkelerinde sağ kalanlarınızın yüreğine öyle bir korku düşüreceğim ki, rüzgârın sürüklediği yaprakların sesinden bile kaçacaklar. Savaştan kaçarcasına kaçacaklar. Peşlerinde kovalayan olmadığı hâlde düşecekler. Kovalayan yokken savaştan kaçarcasına birbirlerinin üzerine yıkılacaklar. Düşmanlarınızın karşısında ayakta duramayacaksınız. Öbür ulusların arasında yok olacaksınız. Düşman ülkeler sizi yutacak. Artakalanlarınız gerek kendi, gerekse atalarının suçlarından ötürü düşman ülkelerde eriyip gidecekler. Ama işledikleri suçları, atalarının suçlarını, Bana karşı geldiklerini, ihanet ettiklerini itiraf eder (bu yüzden onlara karşı çıkıp kendilerini düşman ülkelerine sürmüştüm), inadı bırakıp alçakgönüllü olur, suçlarının bedelini öderlerse, Ben de Ya‘kûb'la, İshâk'la, İbrâhîm'le yaptığım antlaşmayı ve onlara söz verdiğim ülkeyi anımsayacağım. Ülke önce ıssız bırakılacak ve ıssız kaldığı sürece Şabatlar'ın tadına varacak. Onlar da işledikleri suçların bedelini ödeyecekler; çünkü ilkelerimi reddettiler, kurallarımdan nefret ettiler. Bütün bunlara karşın, düşman ülkelerindeyken yine de onları reddetmeyecek, onlardan nefret etmeyeceğim. Böylece hepsini yok etmeyecek, kendileriyle yaptığım antlaşmayı bozmayacağım. Çünkü Ben onların Tanrısı Rabbim. Tanrıları olmak için öbür ulusların önünde Mısır'dan çıkardığım atalarıyla yaptığım antlaşmayı onlar için anımsayacağım. Rabb Benim.” Rabbin Sina Dağı'nda Mûsâ aracılığıyla Kendisiyle İsrâîl halkı arasına koyduğu kurallar, ilkeler, yasalar bunlardır.[26]

“Eğer Tanrınız Rabbin sözünü iyice dinler ve bugün size ilettiğim bütün buyruklarına uyarsanız, Tanrınız Rabb sizi yeryüzündeki bütün uluslardan üstün kılacaktır. Tanrınız Rabbin sözünü dinlerseniz, şu bereketler üzerinize gelecek ve sizinle olacak: Kentte de, tarlada da kutsanacaksınız. Rahminizin meyvesi kutsanacak. Toprağınızın ürünü, hayvanlarınızın dölü –sığırlarınızın buzağıları, sürülerinizin kuzuları– bereketli olacak. Sepetiniz ve hamur tekneniz bereketli olacak. İçeri girdiğinizde de, dışarı çıktığınızda da kutsanacaksınız. Rabb size saldıran düşmanlarınızı önünüzde bozguna uğratacak. Onlar size bir yoldan saldıracak, ama önünüzden yedi yoldan kaçacaklar. Rabbin buyruğuyla ambarlarınız dolu olacak. El attığınız her işte Rabb sizi kutsayacak. Tanrınız Rabb size vereceği ülkede sizi kutsayacak. Tanrınız Rabbin buyruklarına uyar, O'nun yollarında yürürseniz, Rabb size içtiği and uyarınca sizi Kendisi için kutsal bir halk olarak koruyacaktır. Yeryüzündeki bütün uluslar Rabbe ait olduğunuzu görecek, sizden korkacaklar. Rabb atalarınıza and içerek size söz verdiği ülkede bolluk içinde yaşamanızı sağlayacak: Rahminizin meyvesi kutsanacak; hayvanlarınızın yavruları, toprağınızın ürünü verimli olacak. Rabb ülkenize yağmuru zamanında yağdırmak ve bütün emeğinizi verimli kılmak için göklerdeki zengin hazinesini açacak. Birçok ulusa ödünç vereceksiniz; siz ödünç almayacaksınız. Rabb sizi kuyruk değil, baş yapacak. Eğer bugün size ilettiğim Tanrınız Rabbin buyruklarını dinler, onlara iyice uyarsanız, altta değil, her zaman üstte olacaksınız. Bugün size ilettiğim buyrukların dışına çıkmayacak, başka ilâhların ardınca gitmeyecek, onlara tapmayacaksınız.”[27]

LANETLER

“Ama Tanrınız Rabbin sözünü dinlemez, bugün size ilettiğim buyrukların, kuralların hepsine uymazsanız, şu lanetler üzerinize gelecek ve size ulaşacak: Kentte de, tarlada da lanetli olacaksınız. Sepetiniz ve hamur tekneniz lanetli olacak. Rahminizin meyvesi, toprağınızın ürünü, sığırlarınızın buzağıları, sürülerinizin kuzuları lanetli olacak. İçeri girdiğinizde lanetli olacaksınız; dışarı çıktığınızda da lanetli olacaksınız. Rabbe sırt çevirmekle yaptığınız kötülükler yüzünden el attığınız her işte O sizi lanete uğratacak, şaşkına çevirecek, paylayacak. Sonunda üzerinize yıkım gelecek ve çabucak yok olacaksınız. Rabb, mülk edinmek için gideceğiniz ülkede sizi yok edinceye dek, salgın hastalıkla cezalandıracak. Veremle, sıtmayla, iltihapla, yakıcı sıcaklıkla, kuraklıkla, sam yeliyle, küfle cezalandıracak. Siz yok oluncaya dek bunlar sizi kovalayacak. Başınızın üstündeki gök tunç, ayağınızın altındaki yer demir olacak. Rabb siz yok oluncaya dek gökten yağmur yerine, ülkenize toz ve kum yağdıracak. Rabb sizi düşmanlarınızın önünde bozguna uğratacak. Onlara bir yoldan saldıracak, ama önlerinden yedi yoldan kaçacaksınız. Yeryüzündeki bütün uluslar için dehşet verici bir örnek olacaksınız. Ölüleriniz gökteki bütün kuşlara ve yabanıl hayvanlara yem olacak; onları korkutup kaçıran kimse olmayacak. Rabb sizi iyileşemeyeceğiniz Mısır çıbanıyla, urlarla, kaşıntıyla, uyuzla vuracak. Rabb sizi delilikle, körlükle, şaşkınlıkla cezalandıracak. Öğle vakti körlerin karanlıkta el yordamıyla yürüdüğü gibi yürüyeceksiniz. Yaptığınız her şeyde başarısız olacak, sürekli sıkıştırılacak, yağmalanacaksınız. Sizi kurtaran olmayacak. Bir kızla nişanlanacaksınız, ama başka biri onunla yatacak. Ev yapacak ama içinde oturmayacaksınız. Bağ dikecek ama üzümünü toplamayacaksınız. Öküzünüz gözünüzün önünde kesilecek ama etini yemeyeceksiniz. Eşeğiniz zorla sizden alınacak, geri getirilmeyecek. Davarlarınız düşmanlarınıza verilecek. Sizi kurtaran olmayacak. Oğullarınız, kızlarınız gözlerinizin önünde başka bir ulusa verilecek. Her gün onları gözlemekten gözlerinizin gücü tükenecek. Elinizden bir şey gelmeyecek. Tanımadığınız bir halk toprağınızın ürününü ve bütün emeğinizi yiyecek. Sürekli sıkıştırılacak, ezileceksiniz. Gözlerinizle gördükleriniz sizi çıldırtacak. Rabb dizlerinizi, bacaklarınızı tepeden tırnağa iyileşmeyen ağrılı çıbanlarla vuracak. Rabb sizi ve başınıza atayacağınız kralı sizin de atalarınızın da bilmediği bir ulusa sürecek. Orada ağaçtan, taştan yapılmış başka ilâhlara tapacaksınız. Rabbin sizi süreceği bütün uluslar başınıza gelenlerden dehşete düşecek; sizi aşağılayacak, sizinle eğlenecekler. Çok tohum ekecek, ama az toplayacaksınız. Çünkü ürününüzü çekirge yiyecek. Bağlar dikecek, bakımını yapacak, ama şarap içmeyecek, üzüm toplamayacaksınız. Onları kurt yiyecek. Ülkenizin her yerinde zeytinlikleriniz olacak, ama zeytinyağı sürünmeyeceksiniz. Zeytin ağaçlarınız ürününü yere dökecek. Oğullarınız, kızlarınız olacak, ama sizinle kalmayacaklar, sürgüne gönderilecekler. Bütün ağaçlarınızı, toprağınızın ürününü çekirgeler yiyecek. Aranızdaki yabancılar yükseldikçe yükselecek, sizse alçaldıkça alçalacaksınız. O sana ödünç verecek, ama sen ona ödünç vermeyeceksin. O baş, sen kuyruk olacaksın. Bütün bu lanetler başınıza yağacak. Yok oluncaya dek sizi kovalayacak ve size erişecek. Çünkü Tanrınız Rabbin sözünü dinlemediniz, size verdiği buyrukları, kuralları yerine getirmediniz. Bu lanetler siz ve soyunuz için sonsuza dek bir belirti, şaşılası bir olay olarak kalacak. Madem bolluk zamanında Tanrınız Rabbe sevinçle, hoşnutlukla kulluk etmediniz, Rabbin üzerinize göndereceği düşmanlara kölelik edeceksiniz. Aç, susuz, çıplak kalacaksınız; her şeye gereksinim duyacaksınız. Rabb sizi yok edinceye dek boynunuza demir boyunduruk vuracak. Rabb uzaktan, dünyanın öbür ucundan bir ulusu –dilini bilmediğiniz bir ulusu– birden çullanan bir kartal gibi başınıza getirecek. Yaşlılara saygı, küçüklere sevgi beslemeyen acımasız bir ulusu. Siz yok oluncaya dek hayvanlarınızın yavrularını, toprağınızın ürününü yiyip bitirecekler. Size ne tahıl, ne şarap, ne zeytinyağı, ne sığırlarınızın buzağılarını, ne de sürülerinizin kuzularını bırakacaklar; ta ki, siz ortadan kalkıncaya dek. Güvendiğiniz yüksek, dayanıklı surlar yerle bir oluncaya dek ülkenizdeki bütün kentlerde sizi kuşatacaklar. Tanrınız Rabbin size verdiği ülkedeki bütün kentleri kuşatacaklar. Kuşatma sırasında düşmanınızın vereceği sıkıntıdan rahminizin meyvesini, Tanrınız Rabbin size verdiği oğulların, kızların etini yiyeceksiniz. Aranızdaki en yumuşak, en duyarlı adam bile öz kardeşine, sevdiği karısına, sağ kalan çocuklarına acımayacak; yediği çocuklarının etini onların hiç biriyle paylaşmayacak. Çünkü düşmanın kuşatma sırasında sizi sıkıştırması yüzünden kentlerinizde hiç yiyecek kalmayacak. Aranızda en yumuşak, en duyarlı kadın –yumuşaklığından ve duyarlılığından ayağının tabanını yere basmak istemeyen kadın– bile sevdiği kocasından, öz oğlundan, kızından, plasentayı ve doğuracağı çocukları esirgeyecek. Çünkü kuşatma sırasında düşmanın kentlerinizde size vereceği sıkıntıdan, yokluktan onları gizlice yiyecek. Bu kitapta yazılı yasanın bütün sözlerine uymaz, Tanrınız Yahve'nin yüce ve heybetli adından korkmazsanız, Rabb sizi ve soyunuzu korkunç belâlarla, büyük ve sürekli belâlarla, ağır, iyileşmez hastalıklarla vuracak. Sizi ürküten Mısır'ın bütün hastalıklarını yeniden başınıza getirecek; size yapışacaklar. Siz yok oluncaya dek Rabb bu Yasa Kitabı'nda yazılmamış her türlü hastalığı ve belayı da başınıza getirecek. Gökteki yıldızlar kadar çok olan sizler, sayıca az bırakılacaksınız. Çünkü Tanrınız Rabbin sözüne kulak vermediniz. Size iyilik yapmak, sizi çoğaltmak Rabbi nasıl sevindirdiyse, sizi yıkmak ve yok etmek de öyle sevindirecektir. Mülk edinmek için gideceğiniz ülkeden sökülüp atılacaksınız. Rabb sizi dünyanın bir ucundan öbür ucuna, bütün halklar arasına dağıtacak. Orada sizin de atalarınızın da tanımadığı, ağaçtan ve taştan yapılmış başka ilâhlara tapacaksınız. Bu uluslar arasında ne esenliğiniz ne de dinlenecek bir yeriniz olacak. Orada Rabb size titreyen yürekler, umutsuzluk ve bakmaktan yorulmuş gözler verecek. Sürekli can kaygısı içinde yaşayacaksınız. Gece gündüz dehşet içinde olacaksınız. Yaşamınızın güvenliği olmayacak. Yüreğinizi kaplayan dehşet ve gözlerinizin gördüğü olaylar yüzünden, sabah, ‘Keşke akşam olsa’, akşam, ‘Keşke sabah olsa’ diyeceksiniz. Bir daha görmeyeceksiniz dediğim yoldan Rabb sizi gemilerle Mısır'a geri gönderecek. Orada erkek ve kadın köle olarak kendinizi düşmanlarınıza satmaya kalkışacaksınız; ama satın alan olmayacak.”[28]

64. âyette Yahûdilerin, “Allah'ın eli sıkıdır” sözleriyle ilgili şu bilgi verilmiştir:

Muhammed ibn İshâk der ki: Bize Muhammed ibn Ebû Muhammed, Sa‘îd veya İkrime kanalıyla Abdullah ibn Abbâs'ın şöyle dediğini nakletti: Şeys ibn Kays isimli bir Yahûdî dedi ki: “Senin Rabbın cimridir, harcamaz.” Bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyet-i kerîme'yi indirdi.[29]

Allah onların ithamlarını reddetmiş, gayr-i insanî karakterlerini, Söyledikleri şeyler sebebiyle kendi elleri bağlandı ve onlar lanetlendi. Aksine O'nun [Allah'ın] iki eli açıktır; dilediği gibi harcar. Ve andolsun ki, Rabbinden sana indirilen, onların çoğunda azgınlık ve küfürce artış yapar. Ve Biz, onların aralarına kıyâmete kadar düşmanlık ve kin attık. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Ve onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Oysa Allah bozguncuları sevmez ifadeleriyle teşhir etmiştir.

Yahûdilerin bu âyette konu edilen karakterlerine daha evvel de değinilmiştir:

İşte onlar, Allah'ın lanet ettiği kimselerdir. Allah kime lanet ederse artık ona asla bir yardımcı bulamazsın. Yoksa onlar için mülkten bir pay mı vardır?! Eğer öyle olsaydı, insanlara bir hurma çekirdeğinin oyuğunu bile vermezlerdi. Yoksa onlar insanları, Allah'ın onlara lütfundan verdiği şey için kıskanıyorlar mı? Bakınız şüphesiz Biz, İbrâhîm soyuna da kitap ve hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] vermiştik. Hem de onlara büyük bir mülk [hükümranlık] verdik. (Nisâ-52-54)

Ve hani bir zamanlar siz, “Ey Mûsâ! Biz tek yemeğe asla sabredemeyiz, artık bizim için Rabbine dua et de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, acurundan, sarmısağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın” demiştiniz. O [Mûsâ] da size, “O üstün olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya/Mısır'a inin, o vakit istediğiniz şeyler sizin olacaktır” demişti. Ve üzerlerine zillet ve meskenet damgalandı ve nihâyet Allah'tan bir gazaba uğradılar. İşte bu, Allah'ın âyetlerini inkâr etmiş olmaları, peygamberleri hakksız yere öldürmüş olmaları nedeniyledir. İşte bu, isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri nedeniyledir. (Bakara/61)

Rabbimizin ihsanı ise gerçekten sayılamayacak ölçüdedir:

Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten su indirip de onunla size rızık olarak çeşitli meyveler çıkarandır. Ve O [Allah], emri gereğince denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi, ırmakları da emrinize verdi. Sürekli olarak dönüş hâlinde olan güneşi ve ayı da emrinize verdi. Geceyi ve gündüzü de sizin emrinize verdi. Ve O, Kendisinden istediğiniz her şeyden size verdi. Allah'ın nimetini saymak isterseniz de sayamazsınız! Şüphesiz insan kesinlikle çok zâlim, çok nankördür. (İbrâhîm/32-34)

67. Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Ve eğer bunu yapmazsan, o zaman O'nun verdiği elçilik görevini iletmemiş [yerine getirmemiş] olursun. Allah da seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler toplumuna hidâyet etmez.

Gâyet net ve anlaşılır bir ifadeye sahip olan âyette Kitap Ehlinin tavırları nakledildikten sonra Rabbimiz, Elçisi'ne, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Ve eğer bunu yapmazsan, o zaman O'nun verdiği elçilik görevini iletmemiş [yerine getirmemiş] olursun. Allah da seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler toplumuna hidâyet etmez buyurarak, o'nun görevini yapıp gerisine karışmamasını istemektedir. Bu tarz ifadeler birçok âyette [A‘râf/62, 79, 93, 68; Hûd/57; Ahkâf/23; Cinn/28] geçmişti. Elçiler her türlü şat altında tebliğ görevlerini yapmakla yükümlüdür; mesajları saklayamazlar, uhdelerinde tutamazlar, mesaja ekleme yapamazlar. Kendi aleyhine bile olsa mesajı tebliğ etme zorundadır.

Âyetteki, Allah da seni insanlardan koruyacaktır ifadesiyle, Elçi'nin hem şahsının hem de elçiliğinin korunacağı garantisi verilmiş ve nitekim Rasûlullah'ın tebliğ ettiği vahiyler ve şahsı her türlü saldırıya rağmen korunmuştur:

Hiç kuşkusuz Biz, o Zikr'i Biz indirdik Biz. Ve mutlaka Biz onun için koruyucularız. (Hicr/9)

Ve Biz senden önce hiçbir elçi ve hiçbir peygamber göndermedik ki o bir şey arzuladığı zaman, şeytân onun arzusuna bir şeyler atmış olmasın. Bunun üzerine Allah şeytânın attığı şeyleri giderir. Sonra da Allah, o Allah, şeytânın bıraktığını, kalplerinde hastalık bulunan ve kalpleri kaskatı olan kimseler için fitne kılmak, –şüphesiz zâlimler de kesinlikle uzak bir ayrılık içindedirler.– Ve kendilerine ilim verilmiş olan kimseler, onun [Kur’ân'ın] şüphesiz Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilsinler de ona iman etsinler, sonra da kalpleri ona saygı duysun diye âyetlerini tahkim eder [güçlendirir]. Ve Allah alîm'dir, hakîmdir [yasalar koyan, güçlendirendir]. Ve şüphesiz Allah, iman eden kimseleri dosdoğru yola kılavuzlayandır. (Hacc/52-54)

O nedenle, sen onların söylediklerine karşı sabret. Ve güneşin doğmasından önce ve batmasından önce Rabbinin övgüsü ile birlikte tesbîh et, ve geceden bir bölümde. Ve secdelerin artlarında da O'nu tesbîh et. (Kaf/39-40)

68. De ki: “Ey Kitap Ehli! Tevrât'ı, İncîl'i ve Rabbinizden size indirileni ikâme etmedikçe hiçbir şey üzerinde değilsiniz.” Şüphesiz ki, Rabbinden sana indirilenler, onların çoğunda azgınlık ve küfrü artırıyor. Öyleyse kâfirler toplumu için üzülme!

69. Şüphesiz şu iman etmiş kişiler, Yahûdileşmiş kişiler, Sâbiiler ve Nasraniler; kim Allah'a ve âhiret gününe iman eder ve sâlihi işlerse, artık onlar için bir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.

70. Andolsun ki Biz, İsrâîloğulları'nın sözleşmesini aldık ve kendilerine elçiler gönderdik; ne zaman ki onlara elçi, nefislerinin hoşlanmadığı bir şeyle geldi; bir kısmını yalanladılar bir kısmını da öldürürler.

71. Ve onlar, bir fitne olmayacağını sandılar da körleştiler ve sağırlaştılar. Sonra Allah onların tevbesini kabul etti. Sonra yine onlardan çoğu körleşti, sağırlaştı. Ve Allah, onların yaptıkları şeyleri en iyi görendir.

72. Andolsun “Allah, Meryem oğlu Mesih'in kendisidir” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Hâlbuki Mesih, “Ey İsrâîloğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz Allah'a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah'a ortak koşarsa kesinlikle Allah ona cenneti haram eder, onun barınağı da ateş'tir. Ve zâlimler için yardımcılardan kimse yoktur” demişti.

73. Andolsun “Allah, üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek İlâh'tan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfir olan kimselere acı veren bir azap dokunacaktır.

74. Hâlâ onlar, Allah'a tevbe etmez ve O'ndan af dilemezler mi? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

75. Meryem'in oğlu Mesih, sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Anası da dosdoğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak onlara âyetleri nasıl açığa koyuyoruz. Sonra yine bak, onlar nasıl döndürülüyorlar!

76. De ki: “Allah'ın astlarından sizin için zarar ve fayda vermeye gücü yetmeyen şeylere mi kulluk ediyorsunuz? Oysa Allah, çok iyi işitendir, çok iyi bilendir.”

77. De ki: “Ey Kitap Ehli! Dininizde hakkın dışında aşırılığa gitmeyin. Daha evvel sapmış, bir çoklarını sapıtmış ve yol'un ortasından sapmış bir toplumun tutkularına da uymayın.”

78. İsrâîloğulları'ndan şu küfreden kimseler, Dâvûd ve Meryem'in oğlu Îsâ diliyle lanetlenmişlerdir. Bu, onların isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri sebebiyledir.

79. Onlar, yaptıkları kötülüklerden birbirlerini men etmiyorlardı. Elbette, yapıp durdukları şey ne kötü idi!

Bu âyetlerde de konunun merkezinde olan Ehl-i Kitabın yanlışları sayılmakta, doğru yola gelmeleri istenmektedir. Onlara önce, Ey Kitap Ehli! Tevrât'ı, İncîl'i ve Rabbinizden size indirileni ikâme etmedikçe hiçbir şey üzerinde değilsiniz çağrısı yapılarak, Tevrât ve İncîl'de yer alan ilkeleri hayata geçirmedikçe bir değerlerinin olmayacağı açıklanmıştır. Bu mesaj Cum‘a sûresi'nde şöyle yer almıştı:

Kendilerine Tevrât yükletilip de sonra onu taşımayan kimselerin durumu, kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlayan toplumun misali ne kötüdür! Ve Allah, zâlimler toplumuna hidâyet etmez. (Cum‘a/5)

Bu çağrının mesajı daha evvel detaylıca kendilerine iletilmişti:

Ehl-i Kitaptan bir çoğu, gerçek kendileri için ortaya konduğu hâlde, benliklerindeki kıskançlıktan dolayı sizi imanınızdan sonra çevirip kâfir etsinler isterler. Buna rağmen siz, Allah'ın emri gelinceye kadar af ile, hoşgörüyle davranın. Şüphesiz Allah, her şeye en iyi güç yetirendir. Ve siz salâtı ikâme edin ve zekâtı verin! Kendiniz için önceden her ne iyilik yaparsanız, Allah katında onu bulursunuz. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir. Bir de onlar [inananları Yahûdileştirmek, Hristiyanlaştırmak isteyenler], “Yahûdi ve Hristiyanlardan başkası asla cennete giremeyecek” dediler. Bu, onların kendi kuruntularıdır. De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, delilinizi getirin.” Hayır, aksine kim iyileştiren-güzelleştiren biri olarak yüzünü [kendisini] Allah için islâmlaştırırsa, işte onun, Rabbi katında ecri vardır. Onlara hiçbir korku da yoktur ve onlar üzülmezler de. Ve Yahûdiler, “Hristiyanlar bir şey üzerinde değillerdir” dediler. Hristiyanlar da, “Yahûdiler bir şey üzerinde değillerdir” dediler. Oysa onlar, kitab'ı okuyorlar. Bilmeyen kimseler de onların sözü gibisini dediler. Artık içinde ihtilaf edip durdukları şeylerde, kıyâmet günü aralarında Allah hüküm verecektir. (Bakara/109-113)

Bu çağrıdan sonra Rasûlullah, Şüphesiz ki, Rabbinden sana indirilenler, onların çoğunda azgınlık ve küfrü artırıyor. Öyleyse kâfirler toplumu için üzülme! denilerek teselli edilmiş, sonra da onların geçmişine ve âkıbetlerine dair birtakım bilgiler verilmiştir: Şüphesiz şu iman etmiş kişiler, Yahûdileşmiş kişiler, Sâbiiler ve Nasraniler; kim Allah'a ve âhiret gününe iman eder ve sâlihi işlerse, artık onlar için bir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. Andolsun ki Biz, İsrâîloğulları'nın sözleşmesini aldık ve kendilerine elçiler gönderdik; ne zaman ki onlara elçi, nefislerinin hoşlanmadığı bir şeyle geldi; bir kısmını yalanladılar bir kısmını da öldürdüler. Ve onlar, bir fitne olmayacağını sandılar da körleştiler ve sağırlaştılar. Sonra Allah onların tevbesini kabul etti. Sonra yine onlardan çoğu körleşti, sağırlaştı. Ve Allah, onların yaptıkları şeyleri en iyi görendir. Andolsun “Allah, Meryem oğlu Mesih'in kendisidir” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Hâlbuki Mesih, “Ey İsrâîloğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz Allah'a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah'a ortak koşarsa kesinlikle Allah ona cenneti haram eder onun barınağı da Ateş'tir. Ve zâlimler için yardımcılardan kimse yoktur.” demişti. Andolsun “Allah, üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfir olan kimselere acı veren bir azap dokunacaktır.

Bu açıklamalardan sonra sitemkâr ifadelerle, Hâlâ onlar, Allah'a tevbe etmez ve O'ndan af dilemezler mi? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Meryem'in oğlu Mesih, sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Anası da dosdoğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak onlara âyetleri nasıl açığa koyuyoruz. Sonra yine bak, onlar nasıl döndürülüyorlar! buyurularak kınanmışlar, ardından da, Allah'ın astlarından sizin için zarar ve fayda vermeye gücü yetmeyen şeylere mi kulluk ediyorsunuz? Oysa Allah, çok iyi işitendir, çok iyi bilendir. Ey Kitap Ehli! Dininizde hakkın dışında aşırılığa gitmeyin. Daha evvel sapmış, birçoklarını sapıtmış ve Yol'un ortasından sapmış bir toplumun tutkularına da uymayın denilerek hakka davet edilmişler, sonra da hem Ehl-i Kitaba hem de başkalarına ibret olmak üzere, İsrâîloğulları'ndan küfreden kimselerin, isyan etmeleri, aşırı gitmeleri yaptıkları kötülüklerden birbirlerini men etmemeler nedeniyle Dâvûd ve Meryem'in oğlu Îsâ diliyle lanetlendiği bildirilmiş, en sonunda da isyanları, aşırı gitmeleri ve nemelazımcılıkları, Elbette, yapıp durdukları şey ne kötü idi! ifadeleriyle kınanmıştır.

72. âyetteki, Hâlbuki Mesih, “Ey İsrâîloğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz Allah'a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah'a ortak koşarsa kesinlikle Allah ona cenneti haram eder onun barınağı da ateş'tir. Ve zâlimler için yardımcılardan kimse yoktur” demişti ifadesiyle, ellerindeki İncîl nüshalarına da işaret edilmiştir:

Îsâ İblis'e şu karşılığı verdi: “‘Tanrın olan Rabbi sınama’ diye de yazılmıştır.” İblis aynı şekilde Îsâ'yı çok yüksek bir dağa çıkarıp o'na tüm görkemleriyle dünyanın bütün ülkelerini gösterdi. “Yere kapanıp bana taparsan, bütün bunları sana vereceğim” dedi. Îsâ ona şöyle karşılık verdi: “Çekil git, Şeytân! ‘Tanrın olan Rabbe tap, yalnız O'na kulluk et’ diye yazılmıştır.” Bunun üzerine İblis Îsâ'yı bırakıp gitti. Melekler de gelip Îsâ'ya hizmet ettiler.[30]

Ayrıca bu sûrenin 116-117. âyetlerinde de şöyle ifade buyurulmuştur: Ve hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Sen mi insanlara, ‘Beni ve annemi, Allah'ın astlarından iki tanrı edinin’ dedin?” O [Îsâ], “Sen münezzehsin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer ben onu demiş olsam, Sen bunu mutlaka bilmiştin. Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise Senin nefsinde olanı bilmem. Şüphesiz Sen, ğaybları en iyi bilenin ta kendisisin! Ben onlara sadece, Senin bana emrettiklerini; ‘Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin’ dedim. Ve ben içlerinde olduğum müddetçe onlar üzerine tanıktım. Ne zaman ki Sen beni vefat ettirdin, Sen onları gözetleyenin ta kendisi oldun. Ve şüphesiz Sen, her şeye en iyi tanık olansın. Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır ve eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Sen, azîz ve hakîm'in ta kendisisin” dedi.

Burada, Hristiyanların inançlarına dair Merhum Mevdûdî'nin açıklamalarını aynen aktarıyoruz:

Bu âyet Hz. Îsâ'yı (a.s) tanrı kabul eden Hristiyan doktrinini açıkça reddeder. Eğer bir kişi o'nun ne olduğunu içtenlikle bilmek isterse, burada verilen işaretlerin yardımıyla kolayca insandan başka bir şey olmadığı yargısına varacaktır. İncîl de o'nun bir insan ve normal insanların istek ve ihtiyaçlarına tâbi olduğuna tanıklık etmektedir: “Bir kadından [Meryem] doğmuştur o. Diğer insanlar gibi o'nun da bir soy kütüğü vardır; başka insan bedenleri gibi aynı özellik ve sınırları taşıyan bir bedeni vardı; uyur, yer, soğuğu ve sıcağı hissederdi; şeytânın kışkırtmasına bile maruz kaldı.” Bütün bunlar o'nun ilâh ve Allah'a ilâhlığında ortak olamayacağını açıkça göstermektedir. Hristiyanların kendi İncîlleri o'nu sadece bir insan olarak nitelerken, ilâhlığı Hz. Îsâ'ya (a.s) vermekte ısrar etmeleri zihnî sapıklığın tuhaf bir marifetidir. Bu, onların İncîl'lere değil de, kendilerinin icat edip, ilâhlığa yükselttikleri hayalî bir Hz. Îsâ'ya (a.s) inandıklarının açık bir delilidir. Burada, Hristiyanların kendilerinden sapık itikat ve yollar edinmiş oldukları yanlış yoldaki uluslara telmihte bulunulmaktadır. Telmih, fantezileri Hristiyanları başlangıçta kendilerine gösterilmiş olan Doğru Yol'dan saptıran Yunan filozoflarındandır özellikle. Mesih'in ilk izleyicilerinin inançları, büyük ölçüde şâhit oldukları gerçeğe ve peygamberlerinin kendilerine öğrettiğine uygun düşüyordu. Fakat, daha sonra Hristiyanlar Mesih'e saygı ve bağlılık göstermede sınırları öylesine aştılar ve inançlarının felsefî yorumlarından ve fantezilerinden öylesine etkilendiler ki, Mesih'in gerçek öğretileriyle ortak hiçbir yanı olmayan yeni bir din icat ettiler.

Bu bağlamda, Charles Anderson Scott'un Jesus Chrıst'tinden alınan şu satırlar (s. 677-678) (Encyclopadia Britannica, 14. baskı) okunmaya değer: “Matta, Markos ve Luka'nın (bu noktada taşıdığı gerçek anlam ve önem kuşkuludur) başlangıcındaki doğuş hikayelerinden ayrı olarak, bu üç İncîl'de yazarlarının Îsâ'yı, insandan, özellikle Allah'ın rûhuyla donanmış ve Allah'la kendisinden ‘Allah'ın oğlu’ olarak söz edilen varlığını hakklılayan kopmaz ilişki içinde bulunan bir insandan başka bir şey olarak düşündüklerini gösteren hiçbir şey yoktur.

Matta bile o'na, bir marangozun oğlu olarak değinir ve Petrus'un o'nu Mesih olarak tasdik etmesinden sonra, ‘kendisini alıp sert sözler sarfetmeye başladığını’ anlatır (Matta, XVI:22) ve Luka'da iki mürit Emmaus yolunda o'ndan hâlâ ‘Allah ve tüm insanlar önünde amelde ve sözde sağlam bir peygamber’ olarak söz etmektedirler (Luka, XXIV:19). Oldukça ilginçtir ki, Markos yazılmadan önce “Rabb”in Hristiyanlar arasında yaygın biçimde Îsâ'yı tanımlamak için kullanılmakta olduğu gerçeğine rağmen ikinci İncîl'de hiçbir zaman bu isimle anılmaz. (Kelime Allah için serbestçe kullanılırken, Îsâ hakkında birinci İncîl'de de görülmez.) Üçü de taşıdığı büyük önemi vurgulayarak ve bütünüyle Îsâ'nın çektiği işkenceyi ve ölümünü anlatır, fakat ‘kefaret’ bölümü (Markos, X:45) ve Son Yemek'teki bazı sözler dışında, bu kelimeye sonradan eklenen anlamla ilgili hiçbir işaret yoktur. Îsâ'nın ölümünden günah veya afla herhangi bir ilgisinin bulunduğu bile ima edilmez. Pavlos ‘kefaret’ sözünü etmeseydi, yalnızlığı ve muğlaklığı içinde yaptığını da yapmayacaktı.”

Aynı yazar yine şöyle diyor: “Onun kendisini bir peygamber olarak gördüğü, ‘Bugün, yarın veya yarından sonra yoluma gitmeliyim, çünkü bir peygamberin Kudüs'ten yok olup gitmesi olmaz’ gibi birkaç sözünde belli olmaktadır” (Luka, 13:39). O sık sık kendisine ‘insanoğlu’ der. Hatta göğe çıkışından sonra bu çıkış olayı nedeniyle Îsâ'nın ‘Allah'ın oğlu’ yapılıp tam bir güçle donatıldığını açıklayanın azîz Pavlos olduğunu söyler. “Îsâ hiçbir zaman kendisine ‘Allah'ın oğlu’ demez” der o ve bu ismin kendisine başkaları tarafından verildiği zaman, bununla herhâlde ancak o'nun mesih olduğunun itiraf edildiğini belirtir. “Fakat Îsâ kendisini her zaman mutlak anlamda “oğul” olarak tarif eder... Bunun da ötesinde, Allah'la olan ilişkisini tarif etmek için yine mutlak olarak “Baba” kelimesini kullanır. Onun bu ilişkinin eşsizliğini her zaman farketmediği düşünülebilir; öyle ki, hayatının ilk döneminde ilk ayrıcalığını başka insanlarla paylaştığı bir ayrıcalık sanıyordu; fakat edindiği hayat tecrübesi ve insan tabiatı hakkındaki derin bilgi, kendisini bu ayrıcalıkta yalnız olduğunu görmeye zorladı. Petrus'un Pentrikos'ta söylenmiş ‘Allah'tan razı olmuş kişi’ sözleri, çağdaşlarının Îsâ'yı nasıl tanıyıp kabul ettiklerini gösterir... İncîller bu sözlerin kabul edilmesi gerektiği hakkında hiçbir kuşkuya yer bırakmaz. Onlardan öğrendiğimize göre, Îsâ fizikî, zihnî ve tabiî gelişme aşamalarından geçmiş, acıkmış, susamış, yorulmuş ve uyumuştu; şaşırtılabilir ve bilgi isteyebilirdi; acı çeker ve ölürdü. Hiç bir zaman sonsuz bilgi iddiasında da bulunmadı.

“Böyle bir iddia, kuşkusuz yalnızca İncîllerin yarattığı izlenime ters düşmekle kalmayacak, aynı zamanda, başlıca günaha teşvik, ‘Gethsemane’ ve Çarmıha Gerilme tecrübeleriyle de uzlaştırılamayacaktı. Bu tür tecrübeler tümden gerçek dışı görülmedikçe, Îsâ bunları yaşamış ve insanî bilgideki peygamberî basirete ve marifete dayalı birtakım değişikliklere tâbi insan bilgisinin sınırları içerisinde bu tecrübelerden geçmiş olmalıdır. Îsâ'yı her şeye gücü yeter görmek için de öyle pek neden yoktur. Onun Allah'tan bağımsız veya bağımsız bir ilâh olarak davrandığına dair hiçbir gösterge yoktur. Gerçekte, ibâdet alışkanlığının ve böylesi ancak ibâdetle gider gibi sözlerinin de ortaya koyduğu üzere, Allah'a olan bağımlılığını itiraf etmektedir kendisi. Hatta kendisine mutlak anlamda yalnızca Allah'a ait olan iyiliği ve hayrı da yakıştırmamıştır o. Son şekilleriyle Hristiyan Kilisesi, doğmuş Îsâ'yı ilâhî varlık düzeyine çıkarıncaya değin yazıya geçirilmemiş olmalarına rağmen, bir yanda kayıtların Îsâ'nın gerçek insanlığıyla ilgili tüm delilleri barındırması, öte yandan hiçbir yerde o'nun kendisini Allah olarak gördüğüne dair herhangi bir şeyin bulunmaması İncîllerin gerçek târihî karakterleri konusunda dikkat çekici bir şehâdettir...

“Allah'ın oğlu ismine, Îsâ ile ilgili olarak kullanıldığı şekliyle ilk olarak tümden dinî bir muhteva verenin, ilk Hristiyan toplumu mu yoksa bizzat Pavlos'un kendisi mi olduğunu kestirmek mümkün olmayabilir. Herhâlde birincisi, yani toplumun kendisi olsa gerektir. Fakat havari Pavlos şüphesiz bu ismi tüm anlamıyla benimsemiş ve ‘Oğul Îsâ/Krist'e Ahd-i Atik'te özellikle Rabb Yehova'ya verilen pek çok fikir ve deyim aktararak anlamı açıklığa kavuşturmak için çok şeyler yapmıştır. Her ismin üstünde bu ismi, ‘Rabb’ ismini vermiştir o'na. Aynı zamanda Krist'i Allah'ın hikmeti ve Allah'ın şanı ile eşleştirip, o'na mutlak anlamda Oğul'luk da vermekle Pavlos, Îsâ [Krist] için Allah'la miras yoluyla gelen eşsiz, ahlâkî kişisel ve sonsuz bir ilişki iddia etmiş oluyordu. Öte yandan, Pavlos çoğu biçim ve yollarla Îsâ'yı Allah'la eşleştirmişse de, kendisi o'ndan Allah olarak söz etmekten kaçınmıştır...” (s. 22-25, Enc. c. 13, 1946).

“(Üçleme) düşüncesi biçimleri Yunan filozoflarına ait olup, onlardan Yahûdi öğretilerine girmiştir. Böylece, tipik bir bileşimle karşılaşıyoruz. Îsâ'nın kişiliğinde olgunlaşan Kitab-ı Mukaddes'in dinî doktrinleri yabancı bir felsefenin içinden geçmektedir...

“Üçleme Doktrini'nde Yahûdi kaynağı, Baba, Oğul ve Rûh terimlerini donattı. Îsâ son terimi nadiren kullandığı gibi, Pavlos'un onu kullanışı da o kadar açık değildir. Yahûdi edebiyatında ise bu bütünüyle şahıslaştırılmıştır. Görüldüğü üzere Yunan etkisiyle değişikliğe uğramışsa da, malzeme Yahûdi'ye aittir; fakat sorun Yunan'ındır ve öncelik ahlâkî hatta dinî bile değil, metafizikîdir. Nedir bu üç faktör arasındaki ontolojik ilişki? Kilisenin cevabı İznik formülündedir ve Yunan karakteri taşımaktadır...” (Enc. Britanicca, c: 5, s. 633 son satır, “Christianity” maddesi.)[31]

Pasajın son âyetlerinde “İsrâîloğulları'ndan şu küfreden kimseler, Dâvûd ve Meryem'in oğlu Îsâ diliyle lanetlenmişlerdir. Bu, onların isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri sebebiyledir. Onlar, yaptıkları kötülüklerden birbirlerini men etmiyorlardı. Elbette, yapıp durdukları şey ne kötü idi!” burularak, İsrâîloğulları'nın isyan, aşırı gitme ve nemelazımcılıkları yüzünden Davut ve Îsâ peygamber tarafından lanetlendikleri de açıklanmıştır. Bu lanetlenme olayını Kitab-ı mukaddes'te görebilmekteyiz:

Yâ Rabb! Neden uzak duruyorsun, sıkıntı günlerinde Kendini gizliyorsun? Kötüler gururla mazlumları avlıyor, mazlumlar kötülerin kurduğu tuzağa düşüyor. Kötü insan içindeki isteklerle övünür, açgözlü insan Rabbe lanet okur, O'nu hor görür. Kendini beğenmiş kötü insan Tanrı'ya yönelmez, hep, “Tanrı yok!” diye düşünür. Kötülerin yolları her zaman başarıya götürür. Öyle yücedir ki Senin yargıların, kötüler anlayamaz, düşmanına burun kıvırır. İçinden, “Ben sarsılmam” der, “hiçbir zaman sıkıntıya düşmem.” Ağzı lanet, hile ve zulüm dolu, dilinin altında kötülük ve fesat saklı. Köylerin çevresinde pusu kurar, masumu gizli yerlerde öldürür, çaresizi sinsice gözler. Gizli yerlerde pusuya yatar çalılıktaki aslan gibi, kapmak için mazlumu bekler ve ağına düşürüp yakalar. Kurbanları çaresiz çöker, saldıranın üstün gücü altında ezilir. Kötü insan içinden, “Tanrı unuttu” der, “örttü yüzünü, asla göremez.” Kalk, yâ Rabb, kaldır elini, ey Tanrı! Mazlumları unutma! Neden kötü insan Seni hor görsün, içinden, “Tanrı hesap sormaz” desin? Oysa Sen sıkıntı ve acı çekenleri görürsün, Yardım etmek için onları izlersin;çaresizler Sana dayanır, öksüzün yardımcısı Sensin. Kötünün, hakksızın kolunu kır, sormadık hesap kalmasın yaptığı kötülükten. Rabb sonsuza dek kral kalacak, uluslar O'nun ülkesinden temizlenecek. Mazlumların dileğini duyarsın, yâ Rabb, yüreklendirirsin onları, kulağın hep üzerlerinde; öksüze, düşküne hakkını vermek için, bir daha dehşet saçmasın ölümlü insan.[32]

ASAF'IN MEZMURU

Güçlü olan Tanrı, Rabb konuşuyor; güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar yeryüzünün tümüne sesleniyor. Güzelliğin doruğu Siyon'dan parıldıyor Tanrı. Tanrımız geliyor, sessiz kalmayacak, önünde yanan ateş her şeyi kül ediyor, çevresinde şiddetli bir fırtına esiyor. Halkını yargılamak için yere göğe sesleniyor: “Toplayın önüme sadık kullarımı, kurban keserek Benimle antlaşma yapanları.” Gökler O'nun doğruluğunu duyuruyor, çünkü yargıç Tanrı'nın Kendisidir. Sela: “Ey halkım, dinle de konuşayım, ey İsrâîl, sana karşı tanıklık edeyim: Ben Tanrı'yım, senin Tanrı'nım! Kurbanlarından ötürü seni azarlamıyorum, yakmalık sunuların sürekli önümde. Ne evinden bir boğa, ne de ağıllarından bir teke alacağım. Çünkü bütün orman yaratıkları, dağlardaki bütün hayvanlar Benimdir. Dağlardaki bütün kuşları korurum, kırlardaki bütün yabanıl hayvanlar Benimdir. Acıksam sana söylemezdim, çünkü bütün dünya ve içindekiler Benimdir. Ben boğa eti yer miyim? Ya da keçi kanı içer miyim? Tanrı'ya şükran kurbanı sun, Yüceler Yücesi'ne adadığın adakları yerine getir. Sıkıntılı gününde seslen Bana, seni kurtarırım, sen de Beni yüceltirsin.” Ama Tanrı kötüye şöyle diyor: “Kurallarımı ezbere okumaya ya da antlaşmamı ağzına almaya ne hakkın var? Çünkü yola getirilmekten nefret ediyor, sözlerimi arkana atıyorsun. Bir hırsız görünce onunla dost oluyorsun, zinâ edenlere ortak oluyorsun. Ağzını kötülük için kullanıyor, dilini yalana koşuyorsun. Oturup kardeşine karşı konuşur, ananın oğluna kara çalarsın. Sen bunları yaptın, Ben sustum, Beni kendin gibi sandın. Seni azarlıyorum, suçlarını gözünün önüne seriyorum. Dikkate alın bunu, ey Tanrı'yı unutan sizler! Yoksa parçalarım sizi, kurtaran olmaz. Kim şükran kurbanı sunarsa Beni yüceltir; yolunu düzeltene kurtarışımı göstereceğim.”[33]

Bundan sonra Îsâ halka ve öğrencilerine şöyle seslendi: “Din bilginleri ve Ferisiler Mûsâ'nın kürsüsünde otururlar. Bu nedenle size söylediklerinin tümünü yapın ve yerine getirin, ama onların yaptıklarını yapmayın. Çünkü söyledikleri şeyleri kendileri yapmazlar. Ağır ve taşınması güç yükleri bağlayıp başkalarının omuzlarına koyarlar da, kendileri bu yükleri taşımak için parmaklarını bile kıpırdatmak istemezler. Yaptıklarının tümünü gösteriş için yaparlar. Örneğin, muskalarını büyük, giysilerinin püsküllerini uzun yaparlar. Şölenlerde baş köşeye, havralarda en seçkin yerlere kurulmaya bayılırlar. Meydanlarda selâmlanmaktan ve insanların kendilerini ‘Rabbî’ diye çağırmalarından zevk duyarlar. Kimse sizi ‘Rabbî’ diye çağırmasın. Çünkü sizin bir tek öğretmeniniz var ve hepiniz kardeşsiniz. Yeryüzünde kimseye ‘Baba’ demeyin. Çünkü bir tek Babanız var, o da göksel Baba'dır. Kimse sizi ‘önder’ diye çağırmasın. Çünkü bir tek önderiniz var, o da Mesih'tir. Aranızda en üstün olan, diğerlerinin hizmetkârı olsun. Kendini yücelten alçaltılacak, kendini alçaltan yüceltilecektir. Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Göklerin egemenliğinin kapısını insanların yüzüne kapıyorsunuz; ne kendiniz içeri giriyorsunuz, ne de girmek isteyenleri bırakıyorsunuz! Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Tek bir kişiyi dininize döndürmek için denizleri ve kıtaları dolaşırsınız. Dininize döneni de kendinizden iki kat daha cehennemlik yaparsınız. Vay halinize kör kılavuzlar! Diyorsunuz ki: ‘Tapınak üzerine and içenin andı sayılmaz, ama tapınaktaki altın üzerine and içen, andını yerine getirmek zorundadır.’ Budalalar, körler! Hangisi daha önemli, altın mı, altını kutsal kılan tapınak mı? Yine diyorsunuz ki: ‘Sunak üzerine and içenin andı sayılmaz, ama sunaktaki adağın üzerine and içen, andını yerine getirmek zorundadır.’ Ey körler! Hangisi daha önemli, adak mı, adağı kutsal kılan sunak mı? Öyleyse sunak üzerine and içen, hem sunağın hem de sunaktaki her şeyin üzerine and içmiş olur. Tapınak üzerine and içen de hem tapınak, hem de tapınakta yaşayan Tanrı üzerine and içmiş olur. Gök üzerine and içen, Tanrı'nın tahtı ve tahtta oturanın üzerine and içmiş olur. Vay hâlinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Siz nanenin, anasonun ve kimyonun ondalığını verirsiniz de, Kutsal Yasa'nın daha önemli yönleri olan adalet, merhamet ve sadakati ihmal edersiniz. Ondalık vermeyi ihmal etmeden esas bunları yerine getirmeniz gerekirdi. Ey kör kılavuzlar! Küçük sineği süzer ayırır, ama deveyi yutarsınız! Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Bardağın ve çanağın dışını temizlersiniz, ama bunların içi açgözlülük ve taşkınlıkla doludur. Ey kör Ferisi! Sen önce bardağın ve çanağın içini temizle ki, dıştan da temiz olsunlar. Vay hâlinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Siz dıştan güzel görünen, ama içi ölü kemikleri ve her türlü pislikle dolu badanalı mezarlara benzersiniz. Dıştan insanlara doğru kişilermiş gibi görünürsünüz, ama içte ikiyüzlülük ve kötülükle dolusunuz. Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Peygamberlerin mezarlarını yaparsınız, doğru kişilerin türbelerini donatırsınız. ‘Atalarımızın yaşadığı günlerde yaşasaydık, onlarla birlikte peygamberlerin kanına girmezdik’ diyorsunuz. Böylece, peygamberleri öldürenlerin torunları olduğunuza siz kendiniz tanıklık ediyorsunuz. Haydi, atalarınızın başlattığı işi bitirin! Sizi yılanlar, sizi engerekler soyu! Cehennem cezasından nasıl kaçacaksınız? İşte bunun için size peygamberler, bilge kişiler ve din bilginleri gönderiyorum. Bunlardan kimini öldürecek, çarmıha gereceksiniz. Kimini havralarınızda kamçılayacak, kentten kente kovalayacaksınız. Böylelikle, doğru kişi olan Hâbil'in kanından, tapınakla sunak arasında öldürdüğünüz Berekya'nın oğlu Zekeriyyâ'nın kanına kadar, yeryüzünde akıtılan her doğru kişinin kanından sorumlu tutulacaksınız. Size doğrusunu söyleyeyim, bunların hepsinden bu kuşak sorumlu tutulacaktır. Ey Kudüs! Peygamberleri öldüren, kendisine gönderilenleri taşlayan Kudüs! Bir tavuk, civcivlerini kanatları altına nasıl toplarsa, ben de kaç kez senin çocuklarını öylece toplamak istedim, ama siz istemediniz. Bakın, eviniz ıssız bırakılacak! Size şunu söyleyeyim: ‘Rabbin adıyla gelene övgüler olsun!’ diyeceğiniz zamana dek beni bir daha görmeyeceksiniz.”[34]

Onların sapmaları Kur’ân'da birçok yerde konu edilmiştir:

De ki: “Allah katında cezaya çarptırılma bakımından bunlardan daha kötüsünü size haber vereyim mi? Allah, kimlere lanet etmiş ve gazabına uğratmışsa; kimlerden maymunlar, domuzlar ve şeytâna tapanlar yapmışsa, işte bunlar, mekanca kötüdür ve yolun doğrusundan daha çok kaybolmuşlardır.” (Mâide/60)

Kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş olan kimseleri görmüyor musun? Onlar, sapıklığı satın alıyorlar ve sizin yol'dan sapmanızı istiyorlar. Ve Allah sizin düşmanlarınızı daha iyi bilir. Ve velî olarak Allah yeter. Yardımcı olarak da Allah yeter. (Nisâ/44-45)

80. Onlardan bir çoğunu, küfretmiş kişileri mütevelli [kollayıcı, gözetici, yönetici] yaptıklarını görürsün. Benliklerinin kendilerinin önüne getirdiği şey; Allah'ın kendilerine gazap etmesi ne kadar kötüdür! Onlar, azap içinde de sürekli kalıcıdırlar.

81. Ve eğer onlar, Allah'a, Peygamber'e ve o'na indirilene inanmış olsalardı, onları velîler edinmezlerdi. Velâkin onlardan bir çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.

Ehl-i Kitabın genel durumuyla ilgili bilgilerden sonra Rasûlullah'a o devirdeki Yahûdilerle ilgili açıklamalar yapılmakta, bilgiler verilmektedir:

• Onlardan bir çoğunun, küfredenleri mütevelli [kollayıcı, gözetici, yönetici] yaptıkları, savaşlarda mü’minlere karşı müşriklerin yanında yer aldıkları görülür. Bu hareketleri, Allah'ın kendilerine gazap etmesine sebeptir. Onlar, azap içinde sürekli kalıcıdırlar.

• Onlar, Allah'a, Peygamber'e ve o'na indirilene inanmış olsalardı, onları velîler edinmezlerdi. Allah'a inanan kimse, kâfiri velî edinmez. Ancak yoldan çıkmış kimseler bunu yapar.

82. Sen, kesinlikle iman eden kişilere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak Yahûdileri ve ortak koşan kimseleri bulursun. Ve kesinlikle iman eden kimselere sevgi bakımından en yakın olarak da, “Şüphesiz biz Nasraniyiz [Hristiyanlarız]” diyen kimseleri bulursun. Bu, kendi içlerinde keşişler ve rahipler olduğundan ve onlar büyüklük taslamadıklarından dolayıdır.

83-84. Ve onlar Elçi'ye indirileni [Kur’ân'ı] dinledikleri zaman, onun hakk olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Onlar, “Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi şâhitler ile birlikte yaz!” ve “Biz, Rabbimizin bizi sâlihler toplumu ile birlikte girdirmesini umarken, neden Allah'a ve hakktan bize gelen şeylere neden inanmayalım!” derler.

85-86. Allah da, onların böyle demeleri sebebiyle, onları, içinde sürekli kalanlar olarak, altlarından ırmaklar akan cennetler ile mükâfâtlandırmıştır. Ve işte bu, muhsinlerin [iyilik-güzellik üretenlerin] karşılığıdır. İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler; işte onlar, cahîm'in [cehennemin] ashâbıdır.

Bu âyetlerde de Ehl-i Kitap ile ilgili bilgiler verilmektedir:

• İman edenlere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi, Yahûdiler ve ortak koşan kimselerdir.

• İman edenlere sevgi bakımından en yakın olanlar da, “Şüphesiz biz Nasraniyiz [Hristiyanlarız]” diyenlerdir. Bu ise, içlerinde keşişler ve rahipler olduğundan ve onların büyüklük taslamamalarından dolayıdır. Onlar Elçi'ye indirileni [Kur’ân'ı] dinledikleri zaman, onun hakk olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözleri yaşla dolar ve “Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi şâhitler ile birlikte yaz!” ve “Biz, Rabbimizin bizi sâlihler toplumu ile birlikte girdirmesini umarken, neden Allah'a ve hakktan bize gelen şeylere neden inanmayalım!” derler. Allah da, böyle demeleri sebebiyle onları, içinde sürekli kalanlar olarak, altlarından ırmaklar akan cennetler ile mükâfâtlandırmıştır. İşte bu, muhsinlerin [iyilik-güzellik üretenlerin] karşılığıdır. İnkâr eden ve Allah'ın âyetlerini yalanlayanlar ise, cehennemin ashâbıdır.

Kur’ân'ın değişik âyetlerinde Ehl-i Kitabın hepsinin aynı olmadığı, içlerinde ehl-i insaf kimselerin bulunduğu da vurgulanmıştır:

Şüphesiz ki Kitap Ehlinden, Allah'a inananlar, size indirilene ve kendilerine indirilene –Allah'a huşû [saygı] duyanlar olarak– inananlar da vardır. Onlar Allah'ın âyetlerini az bir değere değişmezler. İşte onlar, ücretleri Rabb'leri katında olanlardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir. (Âl-i İmrân/199)

Ondan [sözden; vahiyden, Kur’ân'dan] önce kendilerine kitap verdiğimiz kimseler; onlar ona [söz'e; vahye, Kur’ân'a] da inanırlar. Ve onlara o [söz; vahiy, Kur’ân] okunduğu zaman onlar; “Biz ona [söz'e] inandık. Şüphesiz o, Rabbimizden gelen gerçektir. Kesinlikle biz ondan önce teslim olanlardık [Müslümanlardık]” dediler. İşte onlar; sabretmelerinden ötürü onların mükâfatları iki kere verilecektir. Ve onlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler. Ve onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve “Bizim işlerimiz yalnızca bizim için, sizin işleriniz de yalnızca sizin içindir. Size selâm olsun! Biz câhilleri aramıyoruz” derler. (Kasas/52-55)

De ki: “Siz ona [Kur’ân'a] ister inanın, ister inanmayın; şu daha önce kendilerine ilim verilenler; o [Kur’ân] onlara okunduğunda onlar, secde ederek [teslimiyet göstererek] çeneleri üstü kapanırlar. Ve “Rabbimiz tenzih ederiz. Rabbimizin vaadi mutlaka gerçekleşecektir” derler. Ve onlar, ağlayarak çeneleri üstü kapanırlar. Ve bu [Kur’ân] onların huşûunu [saygılarını, alçak gönüllüğünü] artırır.” (İsrâ/107-109)

Ayrıca Âl-i İmrân/114, Bakara/62, Ahkâf/10, En‘âm/114 âyetlerinde de açıklama yapılmıştır.

Bu âyet grubunun inişi ile ilgili şu nakillere mevcuttur:

İbn İshâk'ın Sîret'inde ve diğerlerinde meşhur olduğuna göre bu âyet-i kerîme, müşriklerden ve onların işkencelerinden korkarak Müslümanların “I. Habeşistan Hicreti” diye bilinen hicretleri esnasında Necaşî'nin ve arkadaşlarının yanına gitmeleri üzerine; onlar hakkında nâzil olmuştur. Sayıca az değillerdi. Daha sonra Rasûlullah (s.a) Medîne'ye hicret etti, fakat kendileri Hz. Peygamber'e ulaşamadılar. Çünkü Rasûlullah (s.a) ile kendileri arasına (yani, yanına gitmelerine) ortadaki savaş hâli engel olmuştu.

Bedir vakasında Allah'ın takdiri ile kâfirlerin ileri gelenleri öldürülünce, Kureyş kâfirleri şöyle dediler. “Siz, intikamınızı Habeşistan topraklarında alabilirsiniz. Necaşî'ye birtakım hediyeler ile aranızdaki görüş sahibi kimselerden iki kişi gönderin. Belki yanında bulunanları size verir ve siz de Bedir'de sizden öldürülenlere karşılık onları öldürürsünüz.” Bunun üzerine Kureyş kâfirleri, Amr b. el-Âs ile Abdullah b. Ebî Rebia'yı birtakım hediyelerle gönderdiler. Peygamber (s.a) de bunu işitince, Amr b. Umeyye ed-Damrî'yi (Habeşistan'a) gönderdi ve onunla birlikte Necaşî'ye verilmek üzere bir mektup verdi. Amr b. Umeyye, Necaşî'nin yanına vardı. Ona Rasûlullah'ın (s.a) mektubunu okudu. Daha sonra da Ca‘fer b. Ebî Tâlib ile Muhâcirleri çağırdı. Ayrıca, rahiplere ve keşişlere de haber göndererek onları bir araya topladı. Arkasından Ca‘fer'e, bunlara Kur’ân-ı Kerîm okumasını emretti. O da Meryem sûresi'ni okudu. Yerlerinden gözleri yaşla dola dola kalktılar. İşte yüce Allah, İman edenlere sevgi beslemeleri bakımından en yakınlarını da, “Biz Hristiyanlarız” diyenleri bulacaksın âyetini bunlar hakkında indirdi. Bunu, Artık bizi şâhit olanlarla beraber yaz” (Mâide/83) buyruğuna kadar okudu.[35]

87. Ey iman eden kimseler! Allah'ın size helâl kıldığı tayyibatı [temiz-nefis şeyleri] haram saymayın. Ve aşırı gitmeyin. Şüphesiz Allah, aşırı gidenleri sevmez.

88. Ve Allah'ın size verdiği rızıklardan helâl ve temiz olarak yiyin ve siz inandığınız Allah'a takvâlı davranın.

Bu âyetlerde mü’minlere, Ey iman eden kimseler! Allah'ın size helâl kıldığı tayyibatı [temiz-nefis şeyleri] haram saymayın. Ve aşırı gitmeyin. Şüphesiz Allah, aşırı gidenleri sevmez. Ve Allah'ın size verdiği rızıklardan helâl ve temiz olarak yiyin ve siz inandığınız Allah'a takvâlı davranın buyurularak, Allah'ın helâl kıldığı şeyleri mü’minlerin kendilerine haram kılmaları ve haddi aşmaları yasaklanmaktadır. Mü’minler, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği helâl ve güzel şeylerden, savurganlık yapmadan yiyip içmeli ve Allah'a takvâlı davranmalıdırlar.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla