Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15. August 2009, 02:42 PM   #8
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

MUT`A NİKÂHI
Nikâh/evlenme konusu işlenirken değinmek zorunda olduğumuz ayrıntılardan birisi de “Mut’a Nikâhı”dır. Zira tarih içinde unutulup gitmesi gereken ve İslâm öncesi bir uygulama olan “Mut’a Nikâhı”, belirli çevrelerce zaman zaman gündeme taşınıp zihinlerin karıştırılmasında bir araç olarak kullanılmaktadır. Ne yazık ki, dindarından cahiline kadar halkımızın hiçbir kesimi bu konuda yeterince bilgili değildir. İslâmî değerlere yönelme eğiliminin güç kazandığı dönemlerde, bu eğilimin önüne set çekmeye gücü yetmeyenler, geçmişte ve günümüzde son çare olarak daima İslâm ilkelerini yozlaştırma yoluna başvurmuşlardır. Bugün de aynı süreç yaşanmaktadır. Vahiy karşıtı kesimler, bildik tavırlarının bir sonucu olarak bu konuda sinsice davranmakta ve insanlarımızın zihinlerine fevkalade mahirane tuzaklar kurmaktadır. Ortaya çeldirici fikirler, zihin karıştırıcı konular atarak her ne pahasına olursa olsun, Allah’ın Dini’nin imajını bozmaya, kalpleri İslamî değerler ve kavramlar konusunda kuşkuya düşürmeye çalışmaktadırlar. Esefle belirtmek gerekir ki, bu konuda pek de başarısız olmamaktadırlar.
İnsanlığın kapitalizm, sosyalizm ve diğer beşerî düzenler altında maddi ve manevi acılar yaşadığı, hüsran ve bunalım içinde kıvrandığı çağımızda, Şeytan ve avenesi, akıllı kimselerin, özellikle de gençlerin İslâm’a duydukları ilgi ve eğilimi hazmedememekte, toplumda İslâm diye İslâm olmayan konuların tartışılması yönünde müfsitçe ve münafıkça bir kampanya yürütmektedir. Tercih edilen konular, modern fikir akımlarının aşkın/müteal değer algısından yoksun perspektiflerinin bir sonucu olarak ortaya atılan “kadın-erkek eşitliği”, “cinsel özgürlük”, “kölelik”, “insanın kökeni” “Kutsal kitaplar ve mitolojik anlatımlar”, “dogmatizm ve akılcılık”, “sanat ve yaratıcı özgürlük” gibi konulardır. Vahiy düşmanları, bu konular ekseninde ele aldıkları dini değer ve kavramları Müslümanların kendi dinleri hakkındaki ilgisizlik ve bilgisizliklerini de malzeme yaparak bu tartışma alanlarına sürmekte, zehirli ima, işaret ve hatta açık iftiralarla halkımızı kendi inanç değerlerine yabancılaştırmaya çalışmaktadır. Ancak bu tartışma alanlarının en can alıcı noktası yine de cinsellik ve cinsel hayatla ilgili konulardır. Bu konular, cinsel dürtülerin de motive edilmesiyle okuyucuların, seyircilerin ve dinleyicilerin hoşlarına gidecek şekilde ele alınmakta, bu suretle İslâm dışı öğretilerle sahte ve zararlı bir Müslüman tipi oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Bu doğrultuda olmak üzere, zaman zaman kotarılıp kamuoyu önünde tartışılan konulardan biri de “Mut’a Nikâhı”dır. Bu nedenle, güncelleşmiş bu konu hakkında halkımızı bilgilendirmeyi gerekli görüyoruz.
“Mut’a” sözcüğü, dilimizde “faydalanmak, kâr elde etmek, çıkar sağlamak” anlamında kullandığımız “temettu” sözcüğüyle aynı kökten türeyen ve aynı anlamı taşıyan bir sözcüktür.
“Mut’a Nikâhı” da kısaca “kâr, çıkar amacıyla yapılan nikâh anlamına gelmektedir. Ancak Fıkıh terminolojisiyle ifade etmek gerekirse, “Mut’a Nikâhı”, “ücret karşılığı belli bir süre için yapılan nikâhtır/evliliktir.”
Bu tür nikâhta, normal nikâhın şartları olan mehir, nafaka, nesep, ünsiyet, veraset, talak/boşanma ve iddet gibi olgular söz konusu değildir. Süre biter, her şey biter. Mut’a Nikâhı, İslâm öncesi Arap kültürüne ait bir nikâh çeşididir.O çağlardaki kadınlar bilgisiz, haklardan mahrum, aç ve sefil idiler.
İslâm dininin niye geldiği, Kur’ân’ın niye indiği, Resulullah’ın niye gönderildiği bilindiği takdirde, bu konunun da doğru anlaşılacağına inanıyoruz. İslam öncesinde Arapların vahşeti, her alandaki yoğun cehaletleri bilinen bir durumdur. Cahiliye Araplarının kadın hakları, aile düzenleri konularında da insanlığın aleyhine birçok uygulamaları mevcuttu. Bu gayri insani, gayri vicdani uygulamalardan bir tanesi de “Mut’a Nikâhı” idi.
Konu hakkında biraz daha ayrıntılı inceleme yapmak yararlı olacaktır: Ayşe Valide’miz şöyle haber vermiştir:
Cahiliyet zamanında nikâh dört çeşitti. Bunlardan birisi, bu gün insanların yapmakta oldukları nikâhtır. Şöyle ki: Erkek, diğer bir erkekten velâyetindeki kadını yahut kızını ister, akabinde o kadının mehrini tayin edip miktarını belirler. Sonra da o kadını nikâh eder.
Diğer bir nikâh şekli şudur: Erkek, kendi karısı hayızından [regl günlerinden] temizlendiği zaman karısına “Kendini filan kimseye gönder de, ondan seninle cinsel ilişki yapmasını iste!” derdi. Kadının, (kocasının) cinsel ilişki yapmasını istediği o erkekten gebe kaldığı anlaşılıncaya kadar, kocası asla kadınına dokunmayıp ondan ayrı dururdu. Kadının gebeliği belirince, kendi kocası isterse o gebe kadınla cima ederdi. Kocası bu başka erkekle cinsel ilişki kurma işini ancak çocuğun necipliğine, asaletine rağbet ettiği için yapardı. İşte bu nikâh, “Nikâhu’l-İstibzâ’” [başkasından cinsi münasebet isteme] olur.
Diğer bir nikâh şekli de şudur: On kişiden az bir cemaat toplanırlar da bunların hepsi bir kadının yanına giderler ve her biri ayrı ayrı kadınla cima eder. Neticede kadın bundan gebe kalıp da doğurduğu ve doğumdan birkaç gece geçtiği zaman o erkeklere haber gönderir. Artık o erkeklerden hiçbiri gelmezlik edemez. Nihayet hepsi kadının yanında toplanırlar. Kadın onlara hitaben:
“İşinizden meydana gelip de doğurmuş bulunduğum çocuğu tanıdınız. Bu çocuk, senin çocuğundur ey filan!” der.
Ve kadın, onlardan arzu ettiği kimsenin adını söyler. Böylece kadının çocuğu, o adamın nesebine katılır. İsmini söylediği o erkek, bu çocuktan çekinmeye, yani onu kabul etmemeye muktedir olamaz.
Dördüncü nikâh çeşidi şöyledir: Birçok insanlar toplanırlar da bir kadının yanına girerler. O kadının yanına giren erkeklerden hiç biri çekinmez. Bu kadınlar bir takım fahişelerdir ki, bunlar kendi kapıları üzerine bir alamet olsun diye birer bayrak dikerlerdi. Artık kim isterse bu bayraklı kadınların yanına girer. Bunlardan biri gebe kalıp da çocuğu doğurduğu zaman, o erkekler kadın için toplanırlar ve kendileri için birkaç kâif, yani iz sürmekte hünerli kimseler çağırırlar. Sonra bu kâifler o kadının çocuğunu, karar verdikleri kimsenin nesebine katarlar. Böylece çocuk onun soyuna katılır ve o şahsın çocuğu diye çağrılır. O zat bundan çekinemez.
Nihayet Muhammed (as) hakk ile peygamber gönderilince insanların bu günkü nikâhı müstesna olmak üzere, bu cahiliyet nikâhlarının hepsini kaldırdı.” (Sahih-i Buhârî; Nikah Bölümü, Hadis No: 60, Ebu Davud; Talak Bölümü, Hadis No: 33)
Ayşe Valide’mizden gelen bu rivayeti şerh eden şârihler ve tarih araştırmacıları, İslâm öncesinde câhil Araplar arasında tam yedi çeşit nikâh olduğunu belirtmektedirler: (İbn-i Hacer; Fethu’l-Bâri, c:2, s:88)
1- Bu günkü uygulanan nikâha yakın, kadının velisinden istenmesiyle, karşılıklı rızadan sonra mehir ödenerek yapılan müebbed nikâh.
2- Mut’a Nikâhı (Yukarıda tarif etmiştik.)
3- İstibza Nikâhı: Daha asaletli bir nesil elde etmek için, erkeğin hanımını, hayız halinden çıkınca, hamile kalması için bir başka erkeğe göndermesidir. Kadın hamile kalıncaya kadar kocası ona temasta bulunmazdı.
4- Bedel nikahı: Bu, iki erkeğin, hanımlarını karşılıklı olarak değiştirmeleridir.
5- Hıdn nikahı: Bu, kadınların gizlice dost edinmeleri şeklinde hasıl olan nikahtır. (Kur’ân’ı Kerim bu çeşit haram münasebete Nisa/25 ve Maide/5’te değinmektedir.)
6- Fahişeliği meslek yapan ve bunu kapısına diktiği bayrakla ilan eden kadınların nikahı: Çocuk sahibi olduğu takdirde kendisine temas eden erkekleri toplar, getirilen bir Kâif’in hükmüyle onlardan birisini baba tayin ederdi. (Kâif: Nesep tespiti yapabilen bilirkişi demektir. Şimdilerde DNA tespiti yapıldığı gibi, o dönemlerde de bu işi alelusul yapanlar vardı.)
7- On kişiden az bir grup bir kadınla sırayla temasta bulunur, hamilelik halinde kadın bunları çağırır, en ziyade hoşuna gideni baba ilan eder, erkek buna itiraz edemezdi.
Bu bilgiler, insanlığın cinsellik ve aile konularında ne kadar trajik dönemler geçirdiğini gözler önüne sermektedir. Ancak şunun özellikle belirtilmesi gerekir ki, bu trajik durumlar sadece Cahiliye Arapları için söz konusu değildi. İslam öncesinde birçok toplumun farklı düzeylerde farklı sapkın cinsel davranışları vardı.
Dikkat çekmek istediğimiz bir konu da, Arapça kökenli olan “nikâh” sözcüğünün bugün toplumda algılanan “nikâh” terimiyle birebir örtüşmeyen bir anlama sahip olduğu gerçeğidir. Nakillerden de anlaşılacağı gibi, Cahiliye Araplarında “nikâh” kavramıyla ifade edilen cinsel davranışların bir kısmı, “fuhuş”, “metreslik”, “birlikte yaşamak”, “seks köleliği” gibi adlarla bugün bizde ve diğer dünya toplumlarında yaygın olarak görülen cinsel davranışların birebir aynısıdır.
Resulünü insanlığa gönderip bizi bu rezilliklerden kurtaran, kadını ve aileyi karanlıklardan izzete ve aydınlığa çıkaran Yüce Rabbimize ne kadar hamd ve sena etsek azdır.
PEYGAMBERİMİZ MUT’A NİKÂHI’NA İZİN VERDİ Mİ?

Eldeki rivayet ve tarih belgelerine bakılırsa Peygamberimiz iki defa bu nikâha izin vermiştir. Rivayetleri sunuyoruz:
Rivayet 1:
İbn Mes’ûd anlatıyor:
“Biz Resulullah ile birlikte gazveye çıkmıştık. Beraberimizde kadın yoktu. “Husyelerimizi aldırmayalım mı?” diye sorduk. Bizi bundan yasakladı, sonra da muvakkat istifade hususunda bize ruhsat tanıdı. Herhangi birimiz, bir elbise mukabilinde, kadınla bir müddet için nikâh yapıyorduk. (Buhârî; Tefsir, Maide/9 hakkında, Nikâh; Hadis No: 6)

Rivâyet 2:
Seleme İbnü’l-Ekvâ anlatıyor:
“Resulullah Evtas Gazvesi yılında Mut’a’ya ruhsat verdi. Sonra da onu yasakladı.” (Buhârî; Nikâh, Hadis No: 31)
Rivâyet 3:
İbn Abbas anlatıyor:
“İslam’ın evvelinde Mut’a vardı. Kişi yabancı bir beldeye gelince, oradan yerli bir kadınla, orada kalacağını tahmin ettiği müddet miktarınca nikâh yapardı. Kadın böylece onun eşyasını muhafaza eder, gerekli işlerini görürdü. Bu hal: “Onlar namuslarını korurlar. Ancak hanımlarına ve cariyelerine karşı müstesna, bunlarla olan yakınlıklarından dolayı kınanmazlar(Mü’minun/6) ayeti ininceye kadar devam etti. Bu ayet gelince Mut’a haram ilan edildi” (Tirmizi; Nikah, Hadis No: 28)
Rivâyet 4:
Muhammed İbn el-Hanefiyye anlatıyor:
“Hz. Ali, İbn Abbas’a dedi ki: “Resulullah Hayber gazvesi günü, kadınlarla Mut’a’yı, ehli eşek etlerinin yenmesini yasakladı.” (Buhârî; Nikah, Hadis No: 31)
Benzer daha birçok rivayet söz konusudur. Rivayetlerin genelinden çıkan sonuç, Peygamberimizin Mut’a Nikâhı’nın uygulanmasına iki sefer fırsat verdiği, fakat daha sonra bu tür nikâhı yasakladığıdır.
MUT’A NİKÂHI’NIN YASAKLANMASI:
Kur’ân’ın def’aten bir kerede toplu olarak inmediği, bu nedenle de dinimizdeki haram-helal hükümlerin hepsinin bir kerede ortaya konulmadığı daha önce de birçok kez dile getirilmişti. Bu husus Kur’ân’da şöyle yer almıştır:
İnkâr edenler: “Kur’an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi?” de dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirelim diye böyledir [parça parça indirdik]. Ve Biz onu tane tane okuduk.
Onların sana getirdikleri her bir meselede Biz mutlaka sana hakkı ve en güzel açıklamayı getirmişizdir. (Furkan/32, 33)
Allah’ın hükümleri iyice anlaşılsın, anlaşılan hükümler gönüllere iyice yerleşsin, ortaya çıkan problemler teker teker çözülsün diye Kur’ân tam yirmi üç senede parça parça inmiştir. Bu süreçte, hakkında henüz vahiy gelmeyen konulardaki geleneksel uygulamalar Allah nimetini tamamlayana kadar devam etmiştir. Bazı rivayetlerde Resulullah “haram etti”, “helal etti” gibi ifadeler görülüyorsa da, bunlar kesinlikle doğru değildir. Resulullah’ın teşri/yasama yetkisi yoktur, icra/yürütme yetkisi vardır. O, hiçbir şeyi haram ya da helal edemez. Ancak Allah’ın haram veya helal ettiğini uygular ve tebliğ eder.
Nakillerde Resulullah’ın izin verdiği belirtilen Mut’a Nikâhı ile ilgili olaylar henüz İslâmî ilkeler oluşmadan evvel cereyan etmiştir. Bunun daha başka örnekleri de vardır: Peygamberimiz, Nur suresinin zina hükümlerini düzenleyen 2. ayeti gelip de zina cezası belirlenmeden önce, Ehlikitap kültürüne ve Medine Sözleşmesi kurallarına göre [18- 22. maddeler] Ehlikitap’tan zina suçlularına recm uygulamıştır. Keza Medine’ye vardığı zaman bir süre Beytü’l-Makdis’i kıble edinmiş, vahiy geldikten sonra ise Mescid-i Haram’a yönelmiştir. Vahiy geldikten sonra derhal vahiydeki ilkeleri uygulamaya başlamıştır. Mut’a Nikâhı’na izin vermesi olayı da bunlar gibi bir uygulamadır. Cahili kültürün henüz temizlenmediği bir zamanda gerçekleşmiştir.
Şimdi, izin konusundaki şu rivayete tekrar bir göz atalım:
İbn Abbas anlatıyor:
“İslam’ın evvelinde Mut’a vardı. Kişi yabancı bir beldeye gelince, oradan yerli bir kadınla, orada kalacağını tahmin ettiği müddet miktarınca nikâh yapardı. Kadın böylece onun eşyasını muhafaza eder, gerekli işlerini görürdü. Bu hal: “Onlar namuslarını korurlar. Ancak hanımlarına ve cariyelerine karşı müstesna, bunlarla olan yakınlıklarından dolayı kınanmazlar(Mü’minun/6) ayeti ininceye kadar devam etti. Bu ayet gelince Mut’a haram ilan edildi” (Tirmizi; Nikah, Hadis No: 28)
Sebre İbn-ü Ma’bed el Cühenî anlatıyor:
“Resulullah şöyle buyurdular: “Ey insanlar! Ben sizin kadınlarla Mut’a yapmanıza izin vermiştim. Şimdi Allah Teâlâ onu kıyamet gününe kadar haram etmiş bulunmaktadır. Öyleyse, kimin yanında böyle nikâhlı bir kadın varsa, artık ona yol versin. Onlara ücret olarak verdiklerinizden herhangi bir şey geri almayın.” (Müslim; Nikâh, Hadis No: 21)
Ebu Hüreyre anlatıyor:
Mut’a’yı talak, iddet ve miras [ile ilgili ilahi hükümler] haram kılmıştır.” (Darukutni; 3,259)
İbn-i Mes’ud şöyle demiştir:
Mut’a mensuhtur. Onu İslâm’ın getirdiği talak, mehir, iddet ve miras hükümleri neshetmiştir.” (Beyhaki, es-Sünenü’l-Kübra, 7/207)
İbn-i Hibban bu rivayeti İbn Mes’ud’un değil, direkt Resulullah’ın sözü olarak nakleder.
Bu rivayetler hiçbir yoruma ve açıklamaya meydan vermeden konumuzu aydınlatmış olsa gerektir.
MUT’A NİKÂHI’NIN SAKINCALARI:
Mut’a Nikâhı, kadının cinsiyetine, cibilliyetine, kişiliğine, duygularına ve onuruna yapılan bir saldırıdır. Onu insanlıktan alıp, alınan satılan, kiralanan bir meta durumuna düşürmektedir. İslam böyle bir rezilliğe ne cevaz, ne de fırsat verir. Zaten aklı başında bir kimse de, özellikle de kadın, böyle bir rezaletin parçası olmaz.
Dinimiz çocukları değerli birer emanet olarak görür. Onlara ihanet edilmemesini, sağlıklı, eğitimli olarak yetiştirilmelerini emreder. Mut’a Nikâhı’ndan doğan çocuklar heder olur. Sağlıklı büyümeleri, öğretim ve eğitimlerinin sağlanması mümkün olmaz. Çünkü kiralık kadından doğan çocuğa kimse sahip çıkmaz. Bu da onların doğurana ve topluma bela olmaları riskini doğurur. Hele de bu çocukların kız olmaları durumunda, hal ve akıbetlerinin ne olabileceği kolayca tahmin edilebilir. Mut’a Nikâhı sonrasında, dinimizde haram edilen, nikâhla ilgili birçok mahzurun doğması muhtemeldir. Mesela: Birisi gidip babasının Mut’a Nikâhı yaptığı kadınla evlenebilir; Mut’a Nikâhı mahsulü olan kız kardeşiyle evlenebilir; halasıyla, teyzesiyle evlenebilir. Bu ihtimalleri uzatabiliriz.
Mut’a Nikâhı sonrasında miras hukuku uygulanamaz. Varis ve muris tespiti mümkün olmaz.
MUT’A NİKÂHINA CEVAZ VERENLERİN DELİLLERİ:
Açıkça iyi niyetli olmadıklarını söyleyebileceğimiz bazı kesimler, geçmişten bu yana Mut’a Nikâhı ile İslâm ümmeti arasında fitne çıkarabilmenin yollarını aramışlardır. Cinsel bakımdan sömürülenler ile buna alet olanların bir süre sonra suçu İslâm dinine yükleyeceklerini öngörüyorlardı. Böylece akılları sıra insanlıkla ve insanlık onuru ile ilgisi olmayan bu tür uygulamalar yüzünden İslâm dinini gözden düşürebileceklerini hesaplamışlardı.
Bu kesimin kendilerince delil olarak öne sürdükleri hususlar şunlardır:
1-İbni Mes’ud’a nispet edilen bir kıraatte, güya Nisa/24’ün “femestemta’tum bihi minhunne fâtuhunne ucûrahunne [O halde onlardan nimetlendiklerinizin mehirlerini onlara verin. …]” cümlesinde bir de “ila ecelin [belirlenen müddet kadar]ibaresi de varmış. Bu da Mut’a Nikâhı’nı ifade etmekteymiş.
Böyle bir ifade ve nakil hiçbir Sünnî kaynakta yoktur. Ayrıca böyle bir ibarenin varlığı ayetin cümle yapısını etkiler ve ayette anlam bozuklukları meydana getirir.
Böyle bir delil iddiası ile ortaya çıkıp “İslâm’da Mut’a Nikâhı vardır” demek, Kur’ân’ın nikâh, miras, iddet ve talak hükümlerine yüz dönmektir.
2- Sahabeden gelen eksik nakiller: Sahabe ve tabiinden herkes imkânları ölçüsünde gördüklerini, duyduklarını başkalarına aktarmıştır. Bu zatlar aktardıklarının dini bir kaynak olacağını bilemezlerdi. O nedenle nakillerinde konunun ayrıntılarına girmemişlerdir. Bu yüzden de birbiriyle çelişen nakilleri söz konusudur. Mesela İbn Abbas’tan bir konuda birkaç çelişik rivayet söz konusu olabilmektedir. Mut’a ile ilgili olarak da tutarsız birçok rivayet vardır. Araştırmacılar ve bunların kritiğini yapan bilginler, bu tutarsızlıkların sahabelerin konudan yeterli derecede haberlerinin olmadığından kaynaklanmış olduğunu belirtmişlerdir. O günkü iletişim araçları bu günkü gibi hızlı ve yaygın olmadığından, sahabenin birçoğunun İslâmi hükümleri yıllar sonra öğrenmiş olduğunu açıklar ve bunu örneklendirirler.
1-Mut’a Nikâhı’nın Allah tarafından değil de Ömer tarafından yasaklandığı iddiası:
Bazı rivâyetlerde “Ömer Mut’a Nikâhı’nı yasakladı” gibi nakiller vardır. Mesela:
Cabir anlatıyor:
“Resulullah ve Hz. Ebu Bekir zamanlarında bir avuç hurma ve un mukabilinde birkaç gün boyu devam eden Mut’a Nikâhı yapardık. Bu hal Hz. Ömer’in Amr b. Hureys hadisesi vesilesiyle Mut’a’yı yasaklamasına kadar devam etti.” (Müslim; Nikah, Hadis No: 16)
Cabir’den gelen bu rivayetteki yasaklama haberinin iyi tahlil edilmesi gerekir. İlinti kurulan olay üzerinden yapılan tarih hesaplaması, Mut’a Nikâhı’nın yasaklanmasının Halife Ömer’in halifeliğinin ortalarına denk geldiğine delalet etmektedir. Bu da o zamana kadar Mut’a Nikâhı’nın haramlığını bilmeyenlerin, duymayanların, dolayısıyla kıyıda köşede, taşrada kimilerinin Mut’a Nikâhı yapmaya devam ettiğini göstermektedir.
Nakillere göre, yasaklama tarihiyle ilintili olay şöyle gerçekleşmiştir: Halife Ömer döneminin ortalarında Kûfe’ye gelen Amr b. Hureys, bir cariye ile Mutâ Nikâhı yapar ve cariye hamile kalır. Gelip durumu Halife’ye anlatır. Halife bu vesile ile yasağın bütün müminlerce henüz bilinmediğini anlar. Konuyu bir hutbe konusu yapar ve bugünkü tabiriyle ifade etmek gerekirse, “genelge” mahiyetindeki bu hutbesinde Mut’a’nın haram olduğunu, işleyenin zina cezasıyla cezalandırılacağını bildirir. Müslümanların hiç birinden Ömer’e karşı tepki gelmez [Geniş bilgi için: İbn Mace, Nikâh, Hadis No: 44; Muvatta, Nikâh, Hadis No: 41).
Kaynaklardan da anlaşılan, Mut’a’nın yasaklanmasının Ömer’in içtihadı olmadığıdır. Bu nedenle, karşı bir içtihat yapılması da söz konusu değildir.
Şia bu konuya Halife Ömer’in içtihadı olarak bakmakta, gerek mezhep taassubu ve gerekse Ömer’e duydukları kin yüzünden Mut’a uygulamasını sahiplenme durumuna düşmektedir. Şîa’nın objektif, tarafsız nakillere itibar etmeyip hep Şiî kökenli nakilleri dikkate aldığı göz önünde tutulursa, bu konudaki yaklaşımlarının yeterince sağlıklı olmadığı daha da iyi anlaşılır.
Şia genel olarak Mut’a’yı caiz görse de, mezhep ileri gelenleri, üst düzey Şîîler bunu tasvip etmezler; tersine, çirkin bulurlar. Mut’a’yı alt tabakaya [avama] reva görürler. (Tûsî)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla