Tekil Mesaj gösterimi
Alt 8. August 2010, 10:53 PM   #1
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart 90 Ahzab Suresi

90 (33). Ahzab Suresi
MEDENÎ, 73 ÂYET

GİRİŞ

Medîne'de inen –ki 90. sırada indiği kabul edilir– Ahzâb sûresi, adını 20. âyette geçen الأحزاب [el-Ahzâb] sözcüğünden alır. Ahzâb, “hizibler” [gruplar, partiler] demektir ki bununla, Müslümanlarla savaşmak için birleşen Mekke kâfirleri, Gatafan, Benî Kurayza ve diğer Arap kabileleri [birleşik müşrik grupları] kastedilir.

Sûrenin içeriğinden, âyetlerin değişik zamanlarda ve uzun aralıklarla indiği anlaşılmaktadır. Durum böyle olmasına rağmen sûre, Mushaf tertip heyetinin anlayışına göre oluşturulmuştur. Rasûlullah'ın çok eşliliğinin konu edildiği âyetlerin [22-26. âyetler], Nisâ sûresi'ndeki nikâh hükümleri içeren âyetlerden sonra indiği de kesindir.

Bu sûrede evlatlık konusu, Peygamber'in ve mü’minlerin aile hayatına yönelik birtakım ilkeler, zıhâr ve evlâtlık edinmeyle ilgili hukukî düzenlemeler, savaş hukuku, görgü kuralları ve münâfıkların Rasûlullah'a verdikleri eziyetler, o'nun evliliklerine ve başka hususlara dil uzatmaları yer alır.

https://youtu.be/zu6WDAe50vI Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 451. Bölüm Ahzab Suresi 1. Bölüm

https://youtu.be/jQbw6OYuMQg Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 452. Bölüm Ahzab Suresi 2. Bölüm.

https://youtu.be/jQbw6OYuMQg Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 453. Bölüm Ahzab Suresi 3. Bölüm.

https://youtu.be/RXrcOHGgjtY Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 454. Bölüm Ahzab Suresi 4. Bölüm.


RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA

MEAL:

1. Ey Peygamber! Allah'a takvâlı davran, kâfirlere ve münâfıklara da itaat etme. Şüphesiz Allah, alîm'dir [en iyi bilendir], hakîm'dir [en iyi yasa koyandır].

2. Ve Rabbinden sana vahyedilen şeylere uy. Şüphesiz Allah, sizin ne yapıp durduğunuza haberdardır.

3. Ve Allah'a tevekkül et, vekîl olarak da Allah yeter.

4. Allah, bir er kişinin göğüs boşluğu içinde iki kalp kılmadı. Ve kendilerini annelerinize benzeterek yemin konusu yaptığınız [zıhârda bulunduğunuz] eşlerinizi de sizin anneleriniz kılmadı. Evlâtlıklarınızı da sizin öz çocuklarınız saymadı. Bu, sizin ağzınızla söylemenizdir. Allah ise hakkı söyler. Ve yol'a kılavuzlar.

5. Onları [evlâtlıkları] babalarına nisbet ederek çağırın; bu, Allah katında daha hakkaniyetlidir. Artık, eğer babalarını bilmiyorsanız artık onlar, dinde sizin kardeşleriniz ve mevâlinizdir [sözleşmeyle yakınlık kurduklarınızdır]. Kalplerinizin kasıt göstererek yaptıkları şeyler dışında hata olarak yaptıklarınızda ise, sizin için bir günah yoktur. Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

6. Peygamber, mü’minlere kendi nefislerinden daha yakın, o'nun [Peygamber'in] eşleri, onların [mü’minlerin] analarıdır. Ve akrabalar; Allah'ın yazgısında onlardan bir kısmı, bir kısmındandır, –velîlerinize ma‘rûfu yapmanız dışında– mü’minlerden ve muhacirlerden daha önceliklidirler. Bu, Kitap'ta yazılmıştır.
7-8. Ve hani Biz, doğru kimselere doğruluklarından sormak için, peygamberlerden; Nûh'tan, İbrâhîm'den, Mûsâ'dan ve Meryemoğlu Îsâ'dan mîsâklarını [kesin sözlerini] almıştık. Senden de (mîsâk aldık). Biz, onlardan ağır bir mîsâk [kesin bir söz] aldık. Ve O [Allah], kâfirler için acı verecek bir azabı hazırladı.

9. Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani size ordular gelmişti de Biz, onların üzerlerine bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Ve Allah, işlemiş olduklarınızı çok iyi görendir.

10. Hani onlar, üst tarafınızdan ve sizden daha aşağıdan size gelmişlerdi. Ve hani gözler kaymıştı, yürekler gırtlaklara ulaşmıştı. Ve siz Allah hakkında zann yaptıkça zann yapıyordunuz.

11. İşte burada mü’minler belâlandırılmış ve çok şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı.

12. Ve o vakit münâfıklar ve kalplerinde bir hastalık bulunanlar, “Allah ve Elçisi bize bir aldanıştan başka bir vaad yapmamış” diyorlardı.

13. Ve hani bunlardan bir grup, “Ey Yesrib [Medîne] halkı! Sizin için duracak yer yok, hemen dönün” diyorlardı. Onlardan bir kısmı da, “Evlerimiz gerçekten savunmasızdır” diyerek Peygamber'den izin istiyorlardı. Hâlbuki onlar [evleri] savunmasız değildi. Onlar, sadece kaçmak istiyorlardı.

14. Eğer onların üzerine, onların [evlerinin] her bir bucağından girilseydi sonra da fitne çıkarmaları istenilseydi, kesinlikle bunu yerine getirirlerdi. Buna fazla da beklemezlerdi.

15. Ve hiç kuşkusuz onlar, bundan önce, arkalarını dönüp kaçmayacaklarına Allah'a ahid vermişlerdi. Ve Allah'ın ahdi sorumluluktur.

16. De ki: “Eğer ölmekten veya öldürmekten kaçıyorsanız, kaçmak hiç bir zaman size yarar sağlamaz. Ve o zaman sadece, çok az bir şeyi kazandırılırsınız.”

17. De ki: “Eğer Allah size bir kötülük dilediyse veya size bir rahmet dilediyse, sizi Allah'tan kim korur?” Hem onlar kendilerine Allah'ın astlarından bir velî bulamazlar, bir yardımcı da.

18-19. Şüphesiz Allah, sizden o engelleyenleri savsaklayanları ve sizi kıskanarak, kardeşlerine, “Bize gelin!” diyenleri biliyor. Ve onlar, sıkıntıya ancak, pek az geliyorlar. Derken o korku gelince, sen onları, ölümden baygınlık sarmış kimse gibi gözleri dönerek sana bakıyorlarken gördün. Sonra o korku gidince, iyiliğe kıskançlık ederek size keskin keskin diller sıyırdılar. İşte bunlar iman etmediler de Allah amellerini boşa çıkardı. Ve bu, Allah üzerine çok kolaydır.

20. Onlar, ahzâbı [birleşik düşman birliklerini] gitmedi sanıyorlardı. Eğer o [Ahzâb/birleşik düşman birlikleri] gelecek olursa, çölde bedevi Araplar içinde yer alıp, sizin haberlerinizden sormayı isterler. Ve eğer onlar içinizde olsalardı ancak pek az savaşırlardı.

21. Andolsun ki, Allah Elçisi'nde, sizin; Allah'ı ve son günü uman ve Allah'ı çokça anan kimseler için güzel bir örnek vardır.

22. Mü’minler, ahzâbı [birleşik düşman birliklerini] gördükleri zaman da, “İşte bu, Allah'ın ve Elçisi'nin bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Elçisi doğru söyledi” dediler. Bu, onlara sadece iman ve güvenlik sağlamada artış sağladı.

23-24. Mü’minlerden öyle kimseler vardır ki, Allah'a, üzerine ahd verdikleri şeylere sadakat gösterdiler. İşte, onlardan kimisi adağını gerçekleştiren [canını veren] kimsedir, kimi de bekleyen kimsedir. Onlar, Allah'ın doğru kimseleri doğrulukları sebebiyle karşılıklandıracağı, dilerse münâfıklara da azab edeceği veya tevbe nasip edeceği için hiç değiştirmedikçe değiştirmediler. Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

25. Ve Allah, o küfreden kişileri herhangi bir hayra ulaşmadan kinleriyle geri çevirdi. Ve Allah, mü’minlere savaşta kâfi geldi. Ve Allah kavî'dir [çok güçlüdür], azîz'dir [mutlak üstün olandır].

26-27. Hem de O [Allah], Kitap Ehlinden onlarla [kâfirlerle] yardımlaşanları kalelerinden indirdi. Ve kalplerine korku saldı: siz onların bir kısmını katlediyordunuz, bir kısmını da esir alıyordunuz. Ve O [Allah], onların arazilerine, yurtlarına, mallarına ve henüz ayak basmadığınız bir yere sizi vâris [son sahip] yaptı. Ve Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.

28-29. Ey Peygamber! Eşlerine söyle: “Eğer siz basit hayatı ve onun zînetini [süslü çekiciliğini] istiyorsanız, gelin sizi yararlandırayım [size boşanma bedeli ödeyeyim]. Ve güzel bir salma tarzıyla sizi salıvereyim. Eğer siz Allah'ı, Elçisi'ni ve son yurdu istiyorsanız, artık hiç şüphesiz Allah, sizden muhsinler [iyileştirenler-güzelleştirenler] için çok büyük bir ecir hazırlamıştır.”

30-31. Ey Peygamber'in kadınları! Sizden kim açık bir çirkin utanmazlıkta bulunursa, onun azabı [suçun cezası] iki kat olarak artırılır. Bu da Allah'a göre pek kolaydır. Sizden kim de Allah'a ve Elçisi'ne sürekli saygıda bulunursa ve sâlihi işlerse, ona da ecrini iki kere veririz. Ve Biz ona üstün bir rızık da hazırlamışızdır.

32-34. Ey Peygamber'in kadınları! Siz kadınlardan herhangi biri değilsiniz; eğer takvâlı davranıyorsanız, artık sözü çekicilikle söylemeyin ki, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse tamah eder. Sözü ma‘rûf bir tarzda söyleyin. Evlerinizde vakarlı olun, ilk câhiliye gösterişi hâlinde gösteriş yapmayın; Salâtı ikâme edin, zekâtı verin, Allah'a ve Elçisi'ne itaat edin. –Ey ehli beyt! Gerçekten Allah, sizden kiri gidermek ve sizi temizlemek ister.– Ve evlerinizde okunmakta olan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Hiç şüphesiz Allah, latîf'tir, habîr'dir.

35. Şüphe yok ki İslâm dinine giren erkekler ve İslâm dinine giren kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, saygıda duran erkekler ve saygıda duran kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, huşûlu erkekler ve huşûlu kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını muhafaza eden erkekler ve ırzlarını muhafaza eden kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve Allah'ı çok zikreden kadınlar; Allah, onlar için bir mağfiret ve çok büyük bir ödül hazırlamıştır.

36. Ve Allah ve Elçisi bir işte hüküm verdiklerinde, hiç bir mü’min erkek ve mü’min kadın için kendi işlerinde serbestlik yoktur. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne isyan ederse o, açık bir sapıklıkla sapmıştır.

37. Ve hani sen, Allah'ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye, “Eşini yanında tut ve Allah'a takvâlı davran!” diyordun; insanlardan çekinerek Allah'ın açığa vuracağı şeyi kendi içinde saklı tutuyordun. Oysa Allah, Kendisine haşyet duymana çok daha lâyıktı. Artık Zeyd, ondan ilişkisini kesince, Biz onu seninle evlendirdik; ki böylelikle evlâtlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zaman, onlarla evlenme konusunda mü’minler üzerine bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir.

38-39. Allah'ın kendisine farz kıldığı şeyde Peygamber üzerine, daha önce gelip geçen kimselerde; Allah'ın verdiği elçilik görevini tebliğ eden, O'na haşyet duyan ve Allah'tan başka kimseye haşyet duymayan kimselerde olan Allah'ın sünneti [yasası] olarak bir güçlük yoktur. Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir. Hesap görücü olarak Allah yeter.

40. Muhammed, sizin er kişilerinizden hiç birinin babası değildir. Ancak o, Allah'ın Elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Ve Allah, her şeyi en iyi bilendir.

41-42. Ey iman eden kişiler! Allah'ı ‘çok çok anmak’ olmak üzere anın. Ve O'nu sabah-akşam [her zaman] tesbîh edin [arındırın].

43-44. O, sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size destek verendir. O'nun melekleri de (destek verirler). Ve O, mü’minlere çok merhametlidir. O'na kavuşacakları gün onların selâmlamaları, “selâm”dır. O [Allah] da onlar için saygın bir ödül hazırlamıştır.

45-48. Ey Peygamber! Şüphesiz Biz seni, bir şâhit, bir müjdeci, bir uyarıcı, Kendi izniyle Allah'a bir davetçi ve ışık saçan bir kandil olarak gönderdik [elçi yaptık]. Sen de inananlara, şüphesiz kendileri için Allah'tan büyük bir lütuf olduğunu müjdele. Kâfirlere, münâfıklara da itaat etme, onların ezalarını bırak. Ve sen Allah'a tevekkül et. Vekîl olarak da Allah yeter.

49. Ey iman etmiş kimseler! Mü’min kadınları nikâh edip, sonra onlara dokunmadan boşadığınız zaman, artık sizin için üzerlerinde sayacağınız bir iddet yoktur. Derhal onları kazançlandırın ve onları güzel bir şekilde salıverin.

50. Ey Peygamber! Şüphesiz Biz sana, ecirlerini [mehirlerini] verdiğin eşlerini, Allah'ın ganimet olarak sana verdiklerinden sözleşmenin mâlik olduğunu [savaş esirlerinden himâyene verilmiş bayanları], amcanın kızlarından, halanın kızlarından, dayının kızlarından ve teyzenin kızlarından seninle birlikte hicret etmiş olanları ve kendisini Peygamber'e hibe eden Peygamber'in de nikâhlamak istediği Müslüman kadını, mü’minlerin seviyesinden aşağı sadece sana özgü olmak üzere, sana helâl kıldık. Biz kendi eşleri ve sözleşmelerinin mâlik oldukları şeyler konusunda onlar üzerine [senin dışındaki mü’minlere] neyi farz kıldığımızı kesinlikle bildik. Bu durum [sana özgü olarak getirilen çok eşlilik ve diğer özel maddeler], senin için bir güçlük olmasın diyedir. Ve Allah gafûr'dur, rahîm'dir.

51. Onlardan dilediğini geri bırakır, dilediğini de yanına alabilirsin. Ayrıldıklarından, istek duyduklarına dönmende artık senin için bir sakınca yoktur. Onların gözlerinin aydınlanıp hüzne kapılmamalarına ve kendilerine verdiğinle hepsinin hoşnut olmalarına en yakın olan budur. Allah kalplerinizde olanı bilmektedir. Allah her şeyi bilendir, halîm'dir.

52. Bundan sonra kadınlar ve bunları başka kadınlar ile değiştirmek –güzellikleri hoşuna gitse bile– sana helâl olmaz. Ancak yemininin mâlik olduğu [harp esiri olup da senin himâyene verilen] başka, (onu nikâhlayabilirsin). Allah, her şeyi gözetleyip denetleyendir.

53. Ey iman eden kimseler! Peygamber'in evlerine sadece –vaktine bakmaksızın– yemeğe izin verilince girin. Ama çağırıldığınız vakit hemen girin. Artık yemeği yediğinizde de hemen dağılın. Söz için de beklemeyin. Şüphesiz bu (hâliniz) Peygamber'e eziyet veriyor, sonra da o, sizden utanıyor. Allah ise gerçekten utanmaz. Onlardan [o'nun hanımlarından] bir kazanım istediğiniz zaman da perde arkasından isteyin. Bu [böyle yapmanız], sizin kalpleriniz ve onların kalpleri için daha temizdir. Ve sizin Rasûlullah'a eziyet etmeniz ve kendisinden sonra hanımlarını da ebediyen nikâh etmeniz olacak bir şey değildir. Bu, Allah katında çok büyüktür.

54. Siz bir şeyi açığa vursanız yahut onu gizleseniz, biliniz ki, şüphesiz Allah her şeyi en iyi bilendir.

55. Onların [Peygamber eşlerinin] üzerine, babaları, oğulları, kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları ve sözleşmelerinin sahip oldukları hakkında bir günah yoktur. –Ve siz (Peygamber'in eşleri), Allah'a takvâlı davranın.– Şüphesiz Allah her şeye en iyi tanıktır.

56. Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'i destekliyorlar [yardım ediyorlar]. Ey iman etmiş kimseler! Siz de o'na destek olun [o'na yardım edin] ve o'nun güvenliğini tam bir güvenlikle sağlayın!

57. Şüphesiz Allah'a ve Elçisi'ne eziyet verenler; Allah onlara dünyada ve âhirette lânet etmiştir. Ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır.

58. Mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, yapmadıkları bir şey sebebiyle eziyet eden kimseler de kesinlikle, artık bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.

59. Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle, üzerlerine dış giysilerinden örtsünler. Tanınıp da eziyet edilmemeleri için bu daha uygundur. Allah çok bağışlayandır ve çok merhamet edendir.

60-62. Andolsun ki, eğer o münâfıklar ve kalplerinde bir hastalık olan şu kimseler ve Medîne'de ortalığı karıştıranlar, bu yaptıklarından vaz geçmezlerse, mutlaka seni onlara, onlar dışlanmış olarak musallat ederiz. Sonra, onlar, seninle orada az bir zamandan fazla komşu kalamazlar; Allah'ın önceki geçen kimseler hakkındaki sünneti [tutumu-kanunu] olarak nerede bulunurlarsa yakalanırlar ve öldürüldükçe öldürülürler. Ve sen Allah'ın sünneti için asla bir değişiklik bulmayacaksın!

63-73. İnsanlar sana Sâ‘at'ten [kıyâmetin kopuş vaktinden] soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi, Allah'ın; münâfık erkekleri, münâfık kadınları, müşrik erkekleri, müşrik kadınları azap etmesi; Ve Allah'ın, mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların tevbelerini kabul etmesi için ancak Allah'ın nezdindedir. Ne bilirsin belki Sâ‘at [kıyâmetin kopuş vakti] yakında olur. Ve Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”

64-66. Kesinlikle Allah kâfirlere lânet etmiş [onları dışlamış] ve içinde ebedî olarak kalmaları üzere, onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada, bir velî ve yardımcı bulamazlar. Yüzleri ateş içinde evirilip çevrildiği gün, “Ah keşke Allah'a itaat etseydik, Elçi'ye itaat etseydik!” diyecekler.

67-68. Ve dediler ki: “Ey Rabbimiz! Şüphesiz biz efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi onlar yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara azaptan iki kat ver ve kendilerini büyük bir lânet ile lânetle.”

69. Ey iman etmiş kişiler! Sizler Mûsâ'ya eziyet eden kimseler gibi olmayın. İşte, Allah o'nu [Mûsâ'yı], onların [eziyet edenlerin] söylediklerinden temize çıkardı. Ve o, Allah katında mevki sahibi [değerli] biri idi.

70-71. Ey iman etmiş kimseler! Allah'a takvâlı davranın ve sağlam belgeli söz söyleyin, ki O [Allah], işlerinizi lehinize düzeltsin günahlarınızı da bağışlasın. Her kim Allah'a ve Elçisi'ne itaat ederse, artık o, gerçekten çok büyük bir kurtuluş ile kurtulmuş olur.

72. Şüphesiz Biz, emâneti [bütünlüğü, kusursuzluğu, mükemmelliği] göklere, yere ve dağlara yaydık-yaygınlaştırdık da, onlar, onu taşımaya yanaşmadılar, ondan [bütünlüğün, kusursuzluğun, mükemmelliğin alıp götürülmesinden] korktular. Ve onu insan taşıdı [ona ihânet etti]. Şüphesiz o [insan], çok zâlim ve çok câhildir.

TAHLİL:

1. Ey peygamber! Allah'a takvâlı davran, kâfirlere ve münâfıklara da itaat etme. Şüphesiz Allah, alîm'dir [en iyi bilendir], hakîm'dir [en iyi yasa koyandır].

2. Ve Rabbinden sana vahyedilen şeylere uy. Şüphesiz Allah, sizin ne yapıp durduğunuza haberdardır.

3. Ve Allah'a tevekkül et, vekîl olarak da Allah yeter.

Sûrenin bu ilk üç âyetinde Rasûlullah direkt olarak muhatap alınıp, o'nun Allah'a takvâlı davranması, kâfirlere-münâfıklara itaat etmemesi, sadece vahye uyması ve Allah'a tevekkül etmesi istenmiş olsa da, o'na verilen direktifler, herkese yöneliktir.

Bu âyetlerin indiği dönemde, dışarıdan müşrikler, içeriden münâfıklar var güçleriyle Rasûlullah'ı yıpratmaya, hatta yok etmeye çalışıyorlardı.

Sûrenin başındaki bu emir ve direktifler dikkate alınmadığında, müşriklerin, münâfıkların, kalbi hasta olanların saldırısı karşısında görev yapmak bir yana, hayatta kalmak bile mümkün olmayabilir. Zira toplumda, düzeltilmesi ve değiştirilmesi gereken birçok yanlış gelenek düzeltilemez ve değiştirilemezdi. Söz gelimi, evlâtlığın öz evlât kabul edilmesi geleneğinin kaldırılması, evlâtlığın boşadığı kadınla örfen onun babası kabul edilen kişinin evlenmesi, zengin ve asil kabul edilen bir kadının azatlı bir köle evlenmesi gibi câhiliye örfünde yerleşik uygulamaların ortadan kaldırılması gerçekleştirilemezdi. O nedenle Rasûlullah karşılaşacağı olay ve sıkıntılara karşı peşinen hazırlanmaktadır.

Bu âyet grubunun iniş sebebi ile ilgili kaynaklarda şu bilgiler verilmiştir:

Rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a) Medîne'deki Kurayza, Nadîr ve Kaynukaoğulları'nın –ki Yahûdi idiler– İslâm'a girmesini arzu ediyordu. Onlardan bazı kimseler de münâfıklık ederek o'na tâbi olmuşlardı. O da onlara yumuşak davranıyor, küçüklerine ve büyüklerine ikramlarda bulunuyordu. Bir kötülük yapacak olurlarsa, affediyor, onlardan (rahatsız edici pek çok şeyler) işitiyordu. İşte bu buyruklar bunun üzerine nâzil olmuştur.

el-Vâhidî, el-Kuşeyrî, es-Sa‘lebî, el-Maverdî ve başkalarının naklettiklerine göre bu buyruk, Ebû Süfyân b. Harb ile İkrime b. Ebî Cehl ve Ebu'l-A‘ver Amr b. Süfyân hakkında nâzil olmuştur. Bunlar Uhud'dan sonra Medîne'ye gelmiş ve münâfıkların başı Abdullah b. Ubey b. Selul'e misafir olmuşlardı. Peygamber (s.a) onunla konuşmak hususunda kendilerine eman vermişti. Abdullah b. Sa‘d b. Ebî Serh ile Tu’me b. Ubeyrık onlarla birlikte kalktı ve yanında Ömer b. el-Hattâb bulunduğu hâlde Peygamber'e (s.a) şöyle dediler: “Artık ilâhlarımız Lat, Uzza ve Menat aleyhinde konuşmaktan vazgeç. Onların, kendilerine ibâdet eden kimselere şefaat edeceklerini, onları koruyacaklarını söyle, biz de seni Rabbinle başbaşa bırakırız.” Onların bu sözleri Peygamber'e (s.a) çok ağır geldi. Bunun üzerine Ömer (r.a), “Ey Allah'ın Rasûlü! Onları öldürmek için bana izin ver” dedi. Peygamber (s.a), “Ben onlara eman verdim” deyince, Ömer (r.a), Allah'ın lânet ve gazabı içerisinde çıkıp gidin” dedi. Peygamber (s.a) Medîne'den çıkmalarını emretti, bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.

ez-Zemahşerî dedi ki: Rivâyet edildiğine göre Ebû Süfyân b. Harb, İkrime b. Ebî Cehl, Ebu'l-A‘ver es-Sülemî aralarındaki barış antlaşması esnasında Peygamber'in (s.a) yanına gelmişlerdi. Abdullah b. Ubey b. Selul, Muattib b. Kuşeyr ve el-Ced b. Kays da onlarla birlikte gelip Rasûlullah'a (s.a), “İlâhlarımızı diline dolamaktan vazgeç” dediler. Daha sonra ez-Zemahşerî az önce naklettiklerimizle aynı anlamda rivâyeti kaydetmekte ve âyet-i kerîmenin ahdi bozmak ve yapılmış olan antlaşmanın bozulduğunu ilan etmek hakkında nâzil olduğunu bildirmektedir. Yani, “Senden istedikleri şeyler hususunda Mekke ehlinden olan kâfirlere ve Medîne ehlinden olan münâfıklara itaat etme.”

Yine rivâyet edildiğine göre Mekkeliler, dininden dönmesi karşılığında Rasûlullah'ı (s.a) mallarının yarısını ve Şeybe b. Rabia da kendisine kızını vermek teklifinde bulundular. Medîne münâfıkları da, eğer dininden dönmeyecek olursa, o'nu öldürmekle tehdit ettiler. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.[1]

2. âyetteki, Ve Rabbinden sana vahyedilen şeylere uy emri, sadece Kur’ân'a uyulmasını istemekte ve tüm câhiliye ilkelerini, törelerini yasaklamaktadır.

Âyetteki, Ve Allah'a tevekkül et, vekîl olarak da Allah yeter ifadesiyle de, Rasûlullah'tan görevini hakkıyla yapıp, gerisini Allah'a bırakması istenmektedir. Tevekkül, “insanın her türlü hazırlığı yaptıktan sonra sonucu Allah'a bırakması”; vekîl de “canlı-cansız tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyup destekleyerek uygulayan” demektir. Bu konuyla ilgili olarak yaptığımız açıklamaya bakılabilir.[2]

Âyetlerdeki, Şüphesiz Allah, alîm'dir [en iyi bilendir], hakîm'dir [en iyi yasa koyandır]. Şüphesiz Allah, sizin ne yapıp durduğunuza haberdardır ifadelerinde, iltifat sanatı yapılarak muhatap çoğullaştırılmıştır. Böylece Rasûlullah ve mü’minlere, görevlerini iyi yapmaları hususunda ihtar bulunulurken, müşrik ve münâfıklara da, karşı koymalarının, engelleme ve saldırılarının Allah tarafından bilindiği, izlenecekleri ve cezalandırılacakları tehdidi yapılmaktadır.

4. Allah, bir er kişinin göğüs boşluğu içinde iki kalp kılmadı. Ve kendilerini annelerinize benzeterek yemin konusu yaptığınız [zıhârda bulunduğunuz] eşlerinizi de sizin anneleriniz kılmadı. Evlâtlıklarınızı da sizin öz çocuklarınız saymadı. Bu, sizin ağzınızla söylemenizdir. Allah ise hakkı söyler. Ve yol'a kılavuzlar.

5. Onları [evlâtlıkları] babalarına nisbet ederek çağırın; bu, Allah katında daha hakkaniyetlidir. Artık, eğer babalarını bilmiyorsanız artık onlar, dinde sizin kardeşleriniz ve mevâlinizdir [sözleşmeyle yakınlık kurduklarınızdır]. Kalplerinizin kasıt göstererek yaptıkları şeyler dışında hata olarak yaptıklarınızda ise, sizin için bir günah yoktur. Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Yukarıda, Ey peygamber! Allah'a takvâlı davran, kâfirlere ve münâfıklara da itaat etme. Şüphesiz Allah, alîm'dir [en iyi bilendir], hakîm'dir [en iyi yasa koyandır]. Ve Rabbinden sana vahyedilen şeylere uy. Şüphesiz Allah, sizin ne yapıp durduğunuza haberdardır. Ve Allah'a tevekkül et, Vekîl olarak da Allah yeter buyurularak olacaklara karşı Elçi hazırladıktan sonra, o'nun sıkıntı çekeceği konular ele alınmaya başlamaktadır. Bu âyetlerde insanın psikolojik yapısı açıklanmakta ve aile hukukuna yönelik bazı reformlar yapılmaktadır:

• Bir er kişinin göğüs boşluğu içinde iki kalp olmaz.

• Annelere benzeterek yemin konusu yapılan eşler anne sayılmaz.

• Evlâtlıklar, öz çocuk sayılmaz.

• Evlâtlıklar babalarına nisbet edilerek çağırılmalıdır.

• Eğer babaları bilinmiyorsa, kardeş ve yakın biri gibi kabul edilmelidir.

• Kalplerin kasıt göstererek yaptıkları şeyler dışında hata olarak yapılanlar günah sayılmaz.

Bu paragrafın iniş sebebine dair kaynaklarda şu bilgiler verilmiştir:

Mücâhid dedi ki: Bu âyet-i kerîme dehası dolayısıyla “iki kalpli” diye anılan Kureyş'ten bir adam hakkında nâzil olmuştur. Bu kişi, “Benim iki kalbim vardır. Bunların her birisi ile Muhammed'in aklından daha üstün bir seviyede aklederim” diyordu. (Mücâhid) dedi ki: “Bu adam Fihr'den idi.”

el-Vâhidî, el-Kuşeyrî ve başkaları da şöyle demişlerdir: Bu âyet-i kerîme Fihrli Cemil b. Ma‘mer hakkında inmiştir. Duyduğunu ezberleyen bir adamdı. Kureyşliler, “Bu adam bunca şeyi ancak iki kalp sahibi olduğu için ezberleyebilir” diyorlardı. Bu adam da şöyle dermiş: “Benim iki kalbim var. Bu iki kalp sayesinde Muhammed'in aklından daha üstün bir akıl sahibiyim.” Bedir günü müşrikler beraberlerinde Cemil b. Ma‘mer de bulunduğu hâlde yenilgiye uğrayınca, Ebû Süfyân onu kervan arasında ayakkabılarından birini ayağına giyinmiş, öbürünü ise eline asmış [almış] olduğu hâlde görünce, ona, “İnsanların hâli nedir?” diye sordu, o da, “Bozguna uğradılar” diye cevap verdi. Bu sefer Ebû Süfyân ona, “Peki ne diye senin ayakkabılarından bir elinde, diğeri ayağında?” diye sorunca, adam, “Ben her ikisinin de ayağımda olduğunu zannediyordum” diye cevap verdi. İşte o vakit, “Eğer onun iki kalbi bulunmuş olsaydı, ayakkabılarından birini elinde unutmazdı” diyerek gerçeği anladılar.[3]

İbn Abbâs da şöyle demektedir: Âyetin nüzûl sebebi şudur: Bazı münâfıklar, “Muhammed'in iki kalbi vardır. Çünkü o herhangi bir husus ile meşgul iken bir başka işle uğraşıyor, sonra tekrar önceki işine geri dönüyor” demişlerdi. Onlar Peygamber hakkında bunu söylemişlerdi, yüce Allah da onları bu buyruğu ile yalanladı.

Âyetin Abdullah b. Hatal hakkında indiği de söylenmiştir. ez-Zührî ve İbn Hibban dediler ki: Bu buyruk, Peygamber'in (s.a) Zeyd b. Hârise'yi evlâtlık edinmesi hakkında bir temsil olmak üzere nâzil olmuştur. Yani, bir adamın iki kalbi olmayacağı gibi, aynı şekilde tek bir evlât iki ayrı babanın oğlu olamaz.[4]

Âyetteki, Bir er kişinin göğüs boşluğu içinde iki kalp kılmadı ifadesiyle, iki inancı bir arada götürmek isteyen münâfıklar eleştirilmektedir: Herkesin sadece bir kalbi vardır ve bu kalpte ya iman ya da küfür bulunur. İnsanın iki kalbi olup da birinde iman, birinde küfür bulunmaz. Münâfıklar, iki inancı birden taşıdıklarını iddia etmekteydiler.

Burada konu edilen kalp, biyolojik kalp [insanın göğüs kafesinde bulunan ve vücuda kan pompalayan organ] değil; aklın, düşüncenin ve tüm zihinsel fonksiyonların merkezi olan beyin”dir. Kalp sözcüğü hakkında yaptığımız açıklamaya bakılabilir.[5]

Âyetteki, Ve kendilerini annelerinize benzeterek yemin konusu yaptığınız [zıhârda bulunduğunuz] eşlerinizi de sizin anneleriniz kılmadı ifadesiyle, Arap câhilî örfündeki bir uygulama ortadan kaldırılmaktadır. Arap örfüne göre bir adam, karısının herhangi bir davranışına kızdığı zaman, ona, “Sen bana anamın sırtı gibisin” derdi. Bunun üzerine aralarındaki aile bağları kopmasa bile helâl kabul edilmezdi. Ancak tam anlamıyla boşanmış da sayılmadığı için kadın, başka bir yol seçemezdi. Kadın çileye mahkum olur giderdi. Buna Mücâdele sûresi'nde de değinilmiştir:

Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah kesinlikle işitmiştir. Allah, ikinizin konuşmasını da işitir. Şüphesiz Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir. Sizden, kadınlarınızdan zıhâr yapanlar; onlar [zıhâr yapılan kadınlar], onların anaları değildir. Onların anaları ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar, sözden çirkin olanı ve yalanı söylüyorlar. Ve şüphesiz Allah, çok affedici, çok bağışlayıcıdır. Ve kadınlardan zıhâr ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin, birbiriyle temastan [ilişkiden] evvel bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. İşte siz bununla öğütleniyorsunuz [size öğütlenen, yapmanız gereken işte budur]. Allah, yaptıklarınızdan çok iyi haberi olandır. Artık, kim ki bulamazsa, temaslaşmalarından önce aralıksız olarak iki ay oruç tutmalıdır. Artık kim ki güç yetiremedi, altmış miskini doyurmalıdır. Bu, Allah'a ve Elçisi'ne inanmanız içindir. Ve bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kâfirler için de acıklı bir azap vardır. (Mücâdele/1-4)

Böylesine berbat bir câhilî uygulama olan “îlâ”, Allah tarafından (bkz. Bakara/226) uygulamadan kaldırılmıştır.[6]

Âyetteki, Evlâtlıklarınızı da sizin öz çocuklarınız saymadı. Bu, sizin ağzınızla söylemenizdir. Allah ise hakkı söyler. Ve yol'a kılavuzlar beyânıyla, câhilî Arap örfündeki evlâtlık anlayışı ortadan kaldırılmıştır. Bunun ilk uygulaması da, Rasûlullah'ın yakın çevresinde olmuştur. Tüm Kur’ân bilginlerinin kabulüne göre bu âyet, Zeyd b. Hârise hakkında inmiştir.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla