Tekil Mesaj gösterimi
Alt 8. August 2010, 10:54 PM   #4
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

RASÛL İLE NEBÎ ARASINDAKİ FARK

Hacc sûresi'nde, nebi ve rasûl sözcükleri birbiri üzerine atfedilmiştir:

Biz senden önce hiç bir elçi ve hiç bir peygamber göndermedik ki, o bir şey arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna bir şeyler atmış olmasın. Bunun üzerine Allah şeytanın attığı şeyleri giderir. Sonra da Allah, âyetlerini tahkim eder [güçlendirir]. Ve Allah alîm'dir [her şeyi en iyi bilen], hakîmdir [yasalar koyan, güçlendirendir]. (Hacc/52)

Bu iki kelime arasındaki farkın anlaşılması için şu âyetlerin dikkate alınması gerekir:

Yoksa onlar, şüphesiz Bizim, onların sırlarını ve fısıltılarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Evet (işitiriz), yanlarında bulunan elçilerimiz de yazıyorlar. (Zuhruf/80)

Ve O [Allah], kulları üzerinde kâhir'dir [hükümranlığı sürdürür] ve O, sizin üzerinize koruyucular gönderir. Sonra da sizden birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç eksik-fazla yapmadan, onu vefat ettirirler. (En‘âm/61)

Bu iki kelime arasındaki bir diğer fark da şudur: Rasûl, hem insandan hem melekten olurken, nebi sadece insandan olmaktadır:

Allah meleklerden elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah en iyi işiten, en iyi görendir. (Hacc/75)

Burada melek elçi ile, “Kur’ân, kitap” kastedilmiştir:

Urf hâlinde [yığın yığın, öbek öbek, küme küme] gönderilmişlere kasem olsun ki…(Mürselât/1)

Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O hâlde ey kavrama yetenekleri olan iman etmiş kimseler! Allah'a karşı takvâlı olun. Kesinlikle Allah, iman etmiş ve sâlihâtı işlemiş kimseleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size bir öğüt, size Allah'ın açık açık âyetlerini [mucizelerini] okuyan bir elçi indirdi. Ve Allah'a inanır ve sâlihi işlerse O [Allah], onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere girdirir. Allah onun için rızkı güzelleştirmiştir. (Talâk/10-11)

Hacc/52. âyet, sanki fark varmış gibi atıfla gelmiştir. Ama paragraf bütünlüğünden hareketle oradaki rasûl, “kitap”; nebi de “peygamber” olarak anlaşılabilir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki: Bir kişi de rasûllük görevi varsa, onda nebilik görevi de vardır. Zira elçi olmadan/atanmadan, haber verme imkânı olmaz. Habercilik bittiğine göre, elçilik de bitmiştir. Artık yeni bir haber/bilgi getiren kimse olmayacağına göre, elçi de gönderilmeyecek demektir. Öyleyse rasûl ve nebî kelimeleri arasındaki en belirgin fark, elçilik/risâlet görevinin Allah'a yönelik, nebilik/habercilik niteliğinin kullara yönelik olmasıdır.

Peygamberliğin elçilik/risâlet yönü Allah açısından [Allah'tan alıp getirirler], habercilik yönü kullar açısındandır [Allah adına kullara haber verirler].

Bazıları, “rasûl” ve “nebi” arasında fark bulunduğu iddiasından hareketle, “Muhammed'in son nebi olduğunu, ama son rasûl olmadığını” ileri sürmüşler; ardından da kendilerini veya üstatlarını rasûl ilan etmişlerdir.

41-42. Ey iman eden kişiler! Allah'ı ‘çok çok anmak’ olmak üzere anın. Ve O'nu sabah-akşam [her zaman] tesbîh edin [arındırın].

43-44. O, sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size destek verendir. O'nun melekleri de (destek verirler). Ve O, mü’minlere çok merhametlidir. O'na kavuşacakları gün onların selâmlamaları, “Selâm”dır. O [Allah] da onlar için saygın bir ödül hazırlamıştır.

Rasûlullah'a yapılan hitaplardan sonra bu âyetlerde mü’minlere hitap edilmiş, onların Allah ve Elçisi'ne karşı yapılan saldırılar karşısında ne yapmaları gerektiği bildirilmiş ve âhirette karşılaşacakları onurlu âkıbet kendilerine müjdelenmiştir. Burada verilen görevler şunlardır:

• Allah, bilinçle anılmalıdır.

• Allah sürekli olarak tanıtılmalı, câhiller ve hâinler tarafından Allah'a atılan iftiralar ortadan kaldırılmalıdır:

Göklerin ve yeryüzünün yaratılışında, gecenin ve gündüzün ardarda gelişinde, elbette, ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde, “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen noksanlıklardan münezzehsin. Artık bizi ateşin azabından koru! Rabbimiz! Şüphesiz Sen kimi ateş'e girdirirsen artık onu kesinlikle rezil etmişsindir. Zâlimler için hiç yardımcılardan da yoktur. Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, ‘Rabbinize inanın!’ diye çağıran bir nidacıyı duyduk ve hemen inandık. Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi ebrâr [iyiler/yardımseverler] ile birlikte vefat ettir. Rabbimiz! Ve bize, elçilerin üzerine vaad ettiğin şeyleri ver, kıyâmet günü bizi rezil etme. Şüphesiz Sen verdiğin sözden dönmezsin” diye tefekkür eden, kavrama yetenekleri olanlar için nice âyetler vardır. (Âl-i İmrân/190-194)

Hiç şüphesiz mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen ve O'nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman, imanca güç kazanan ve yalnızca Rabb'lerine tevekkül eden kimseler, salâtı ikâme eden ve Bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak eden kimselerdir. İşte bunlar, gerçekten inananların ta kendisidir. Onlara Rabb'leri katında dereceler, bağışlama ve saygın bir rızık vardır. (Enfâl/2-4)

O kişiler, inanan ve kalpleri Allah'ı anmakla yatışan kişilerdir. Gözünüzü açın! Kalpler yalnız ve yalnız Allah'ı anmakla yatışır/tatmin olur. (Ra‘d/28)

Âyetteki, O, sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size destek verendir. O'nun melekleri de (destek verirler) ifadesi, indirilen âyetlerin insanları aydınlatmasını ifade eder. Allah indirdiği vahiyler ile insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Bu gerçek, Kadr sûresi'nde şu ifadelerle zikredilmişti:

Muhakkak ki Biz onu Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesi nedir, sana ne idrak ettirdi [bildirdi/öğretti]? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler [haberciler], içlerindeki rûh ile Rabb'lerinin izniyle iner dururlar/hulûl eder dururlar; her bir işten. Bir esenliktir o şafak sökene kadar/aydınlığa kavuşuncaya kadar. (Kadr/1-5)

Ey iman etmiş kimseler! O [Elçi], sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah'a ve Elçi'ye icâbet edin. Ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Ve siz kesinkes O'nun huzurunda toplanacaksınız. (Enfâl/24)

Bu âyetteki, O'na kavuşacakları gün onların selâmlamaları, “Selâm”dır ifadesi, farklı bir ödüllendirme tarzıdır. Selâmlaşma, samimiyet ve sevgi ifade eder. Selâm, başka âyetlerde de zikredilmiştir:

Söz olarak [onlara] rahîm Rabbden “selâm” (vardır). (Yâ-Sîn/58)

Onların oradaki duaları, “Allahım! Sen her türlü eksiklikten münezzehsin”dir. Ve onların oradaki selâmlaşmaları, “Selâm”dır. Dualarının sonu da, “Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun”dur. (Yûnus/10)

Ve takvâlı davranmış kimselere, “Rabbiniz ne indirdi?” denilince onlar, “Hayır” derler. Bu dünyada güzelleştirenlere-iyileştirenlere iyilik-güzellik vardır. Âhiret yurdu ise kesinlikle daha hayırlıdır. Ve takvâlı davrananların yurdu; Adn cennetleri ne güzeldir! Onlar oraya girecekler. Onun altından ırmaklar akar. Orada onlar için diledikleri şeyler vardır. Allah, takvâ sahiplerini işte böyle karşılıklandırır. (Takvâ sahipleri) o kimselerdir ki, melekler, onları hoş ve rahat ettirerek vefat ettirirler. “Selâm size, yapmış olduğunuz işlerin karşılığı olarak girin cennete!” derler. (Nahl/30-32)

45-48. Ey Peygamber! Şüphesiz Biz seni, bir şâhit, bir müjdeci, bir uyarıcı, Kendi izniyle Allah'a bir davetçi ve ışık saçan bir kandil olarak gönderdik [elçi yaptık]. Sen de inananlara, şüphesiz kendileri için Allah'tan büyük bir lütuf olduğunu müjdele. Kâfirlere, münâfıklara da itaat etme, onların ezalarını bırak. Ve sen Allah'a tevekkül et. Vekîl olarak da Allah yeter.

Bu âyetlerde, Rasûlullah tekrar muhatap alınarak kendisinin, insanlara bir şâhit, bir müjdeci, bir uyarıcı, Allah'a bir davetçi ve ışık saçan bir kandil olarak gönderildiği açıklanıp, bu amaçlar doğrultusunda yapması gerekenler bildirilmiştir.

Burada Rasûlullah için zikredilen nitelikler ve o'na verilen görevler birçok yerde geçmiş ve detaylıca açıklanmıştı. Âyetteki, Sen de inananlara, şüphesiz kendileri için Allah'tan büyük bir lütuf olduğunu müjdele ifadesi daha evvel şöyle açıklanmıştı:

O, kendilerine vaki olduğunda kazandıkları şeylerden dolayı o zâlimlerin ürktüklerini görürsün. İman etmiş, sâlihâtı işlemiş kimseler de cennetlerin bahçelerindedirler. Rabb'lerinin yanında onlar için istedikleri şeyler vardır. İşte bu, büyük lütfun ta kendisidir. (Şûrâ/22)

Paragrafın son cümlesinde, Kâfirlere, münâfıklara da itaat etme, onların ezalarını bırak. Ve sen Allah' tevekkül et. Vekîl olarak da Allah yeter denilerek, sûrenin başında yapılan uyarı tekrarlanmıştır: Rasûlullah'a, evlâtlığı Zeyd ve Zeyneb'le ilgili uygulamalar hakkında kâfirlerin ve münâfıkların kötü söz ve propagandalarına aldırmaması uyarısı yapılırken, mü’minlere de hakka dayalı uygulamalarda karşılaşacakları zorluklar nedeniyle dönmemeleri, dedikoduları dikkate almamaları mesajı iletilmektedir:

Ey iman etmiş kimseler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki O [Allah], onları sever, onlar da O'nu [Allah'ı] severler; mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiç bir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dır, çok iyi bilendir. (Mâide/54)

Rasûlullah'ın ve ümmetin şâhitliği hususu, Bakara sûresinde açıklanmıştı:

Ve işte böyle Biz, siz, insanlar üzerine şâhitler olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şâhit olsun diye sizi hayırlı bir ümmet kıldık. Üzerinde olduğun bu kıbleyi kılmamız da yalnızca; elçilere uyan kimseleri, iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım diyedir. Bu [tesbit ettiğimiz kıble], elbette, Allah'ın hidâyet ettiği kimselerin dışındakilere çok büyüktür. Ve Allah imanınızı kaybedecek değildir. Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir. (Bakara/143)

Elçiler, vakitlendirildikleri zaman, bunlar hangi gün için ertelendiler ise! Ayırt etme günü için... (Mürselât/11-13)

Her ümmetten bir tanık getirdiğimiz ve seni de işte onların üzerine bir tanık olarak getirdiğimiz zaman bak nasıl? (Nisâ/41)

49. Ey iman etmiş kimseler! Mü’min kadınları nikâh edip, sonra onlara dokunmadan boşadığınız zaman, artık sizin için üzerlerinde sayacağınız bir iddet yoktur. Derhal onları kazançlandırın ve onları güzel bir şekilde salıverin.

Bağımsız bir necm olan bu âyetin, önceki ve sonraki âyetlerle herhangi bir bağı yoktur; Mushaf tertip heyeti tarafından burada tertip edilmiştir. Bu âyette, kendisiyle gerdeğe girilmeden önce boşanan kadının hükmü bildirilmiştir.

Boşanma ve dul kalma gibi durumlarda kadının iddetinin ne kadar olacağı hususu Bakara sûresi'nde işlenmişti.[36] Burada iddeti konu alan diğer âyetleri takdim ediyoruz:

Boşanmış kadınlar da, kendi kendilerine üç adet süresi beklerler. Eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorlarsa Allah'ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri, kendilerine helâl olmaz. Ve onların kocaları, barışmak isterlerse o süre içersinde onları geri almaya daha çok hakk sahibidirler. Onların da aleyhlerindeki gibi, ma‘rûf ile kendileri için de vardır. Erkekler için de, onların üzerinde bir derece vardır. Ve Allah azîz'dir, hakîm'dir. (Bakara/228)

Ve kadınlarınızdan aybaşından kesilenler ve henüz aybaşı olmayanlar; eğer şüphe ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Gebe olanların da bekleme süresi, yüklerini bırakmalarıdır [doğum yapmaları veya düşük yapmalarıdır]. Kim Allah'a takvâlı davranırsa O [Allah], ona işinde bir kolaylık kılar. (Talâk/4)

Âyetteki, Derhal onları kazançlandırın ifadesinden, Bakara/236-237'de konu edilen “tesbit edilen mehirin yarısının” derhal verilmesi, hatta zorunlu olmamakla birlikte daha fazlasının bile verilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Ve onları güzel bir şekilde salıverin ifadesinden de, onur kırıcı bir hareket yapmadan, suçlamadan, kadının geleceğini karartmadan efendice bırakılması gerektiği anlaşılmaktadır.

50. Ey Peygamber! Şüphesiz Biz, sana, ecirlerini [mehirlerini] verdiğin eşlerini, Allah'ın ganimet olarak sana verdiklerinden sözleşmenin mâlik olduğunu [savaş esirlerinden himâyene verilmiş bayanları], amcanın kızlarından, halanın kızlarından, dayının kızlarından ve teyzenin kızlarından seninle birlikte hicret etmiş olanları ve kendisini Peygamber'e hibe eden Peygamber'in de nikâhlamak istediği Müslüman kadını, mü’minlerin seviyesinden aşağı sadece sana özgü olmak üzere, sana helâl kıldık. Biz kendi eşleri ve sözleşmelerinin mâlik oldukları şeyler konusunda onlar üzerine [senin dışındaki mü’minlere] neyi farz kıldığımızı kesinlikle bildik. Bu durum [sana özgü olarak getirilen çok eşlilik ve diğer özel maddeler], senin için bir güçlük olmasın diyedir. Ve Allah gafûr'dur, rahîm'dir.

51. Onlardan dilediğini geri bırakır, dilediğini de yanına alabilirsin. Ayrıldıklarından, istek duyduklarına dönmende artık senin için bir sakınca yoktur. Onların gözlerinin aydınlanıp hüzne kapılmamalarına ve kendilerine verdiğinle hepsinin hoşnut olmalarına en yakın olan budur. Allah kalplerinizde olanı bilmektedir. Allah her şeyi bilendir, halîm'dir.

52. Bundan sonra kadınlar ve bunları başka kadınlar ile değiştirmek –güzellikleri hoşuna gitse bile– sana helâl olmaz. Ancak yemininin mâlik olduğu [harp esiri olup da senin himâyene verilen] başka, (onu nikâhlayabilirsin). Allah, her şeyi gözetleyip denetleyendir.

Bu âyetlerde aile hukuku kapsamında Rasûlullah'a özgü, diğer mü’minleri ilgilendirmeyen kurallar konu edilmektedir, ki bunlar şöyle sıralanabilir:

• Peygamber'e, mehirlerini verdiği eşleri, Allah'ın ganimet olarak verdiklerinden sözleşmesinin mâlik olduğu [savaş esirlerinden himâyesine verilmiş bayanlar], amcasının kızlarından, halasının kızlarından, dayısının kızlarından ve teyzesinin kızlarından kendisiyle birlikte hicret etmiş olanlar ve kendisini o'na hibe eden, Peygamber'in de nikâhlamak istediği Müslüman kadın, mü’minlerin seviyesinden aşağı sadece Peygamber'e özgü olmak üzere helâldir.

• Bu ayrıcalık, Peygamber için bir güçlük olmasın diyedir.

• Peygamber, eşlerinden dilediğiyle beraber olma hakkına sahiptir.

• Peygamber, Bunlardan ayrıldığı eşiyle tekrar birleşebilir.

• Peygamber, bundan sonra herhangi bir kadınla evlenemez. Sadece himâyesine verilmiş harp esiri kadını nikâhlaması serbesttir.

Bu âyetlerde, Rasûlullah'ın çok eşliliği, himâye ve siyasî faydaya bağlanmaktadır.

Âyette akraba kızlarının sayılması ve onlarla evliliğin hicret kaydına bağlanması, hicret etmeyenlerin mü’min sayılmamasından kaynaklanmaktadır. Nitekim Enfâl sûresi'nde şöyle buyurulmuştu:

Kuşkusuz şu iman etmiş, hicret etmiş, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşan ve barındırıp yardım eden kimseler; evet işte bunlar, bazısı bazısının velîsi olanlardır. İnanan ve hicret etmeyen kimselere gelince, hicret edene kadar, onlara yakınlık söz konusu değildir. Ve din uğrunda yardım isterlerse, aranızda antlaşma bulunan bir halk zararına olmaksızın, onlara yardım etmeniz gerekir. Ve Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir. (Enfâl/72)

Âyetteki, Müminlerin seviyesinden aşağı sadece sana özgü olmak üzere ifadesi, maalesef gelenekte, “kendisini Peygamber'e hibe eden Peygamber'in de nikâhlamak istediği Müslüman kadın” şeklinde anlaşılmış ve bundan da, mehirsiz evlenmenin sadece Rasûlullah'a özgü olduğu, diğer Müslümanların mehirsiz evlenmesinin helal olmadığı hükmünü çıkarmışlardır. Bize göre bu ifade, yukarısında bulunan maddelerin tümüne yöneliktir. Ayrıca âyetteki, min duni'l-mü’minîn [mü’minlerin seviyesinden aşağı] ifadesi, çok eşliliğin hoş bir şey olmadığını, mü’minlere uygun bulunmadığını, ancak özel koşullar gereği Peygamber'e bu yükün yüklendiğini ifade etmektedir.

Âyetteki, Biz kendi eşleri ve sözleşmelerinin mâlik oldukları şeyler konusunda onlar üzerine [senin dışındaki mü’minlere] neyi farz kıldığımızı kesinlikle bildik ifadesiyle de, diğer mü’minlerin evlilik kurallarının farklı olduğu açıklanmaktadır ki bu kurallar da Bakara/221, 230; Nisâ/20-26 ve Mâide/5'de zikredilmiştir.

52. âyetteki, Bundan sonra kadınlar ve bunları başka kadınlar ile değiştirmek –güzellikleri hoşuna gitse bile– sana helâl olmaz ifadesiyle, hem Peygamber'in eşlerini boşamasına engel getirilmekte, hem de bir câhiliye geleneği ortadan kaldırılmaktadır. Bu gelenek hakkında kaynaklarda şu bilgi yer alır:

Burada kastedilen, Arapların yapmış oldukları bir iştir. Biri diğerine, “Sen benim hanımımı al, bana da senin hanımını ver” derdi. Dârekutnî'nin rivâyet ettiğine göre Ebû Hureyre şöyle demiştir: Câhiliye döneminde, bir adam diğerine, “Sen benim için hanımından vazgeç, ben de senin için hanımımdan vazgeçerim ve sana fazlasını da veririm” der ve böylece hanımlarını değiştirirlerdi. Bunun üzerine yüce Allah, Onların güzellikleri hoşuna gitse de bunların birini başka zevcelerle değiştirmen –güzellikleri hoşuna gitse bile– sana helâl olmaz buyurdu.[37]

Bu âyetler çerçevesinde Rasûlullah'ın çok eşliliği ile ilgili şöyle bir değerlendirme yapılabilir:

PEYGAMBERİMİZİN ÇOK EŞLİLİĞİ

Normal şartlarda İslâm'da çok eşliliğin olmadığı, çok eşliliğin ancak olağanüstü koşullarda kamu otoritesinin kararıyla uygulanacak özel bir durum olduğu, Nisâ sûresi'nden anlaşılmaktadır. Peygamberimizin çok eşliliği ise, Nisâ sûresi'nde belirtilen genel hükümler dışında bazı özel ayrıcalıklara dayanmaktadır.

Kendilerini yakından ilgilendirdiği hâlde maalesef Müslümanlar bu konuyu yeterince araştırmamış ve doğru bilgiye ulaşamamışlardır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da uydurma rivâyetler hükmünü yürütmüş ve pek çok kimse, çok eşli olması delil gösterilerek Peygamberimizin otuz erkek gücünde olduğu yalanına inandırılmıştır. Peygamberimizi yüceltmek adına uydurulan bu tip yalanlar neticesinde gayr-i müslimler Peygamberimizi kadın düşkünü, şehvetperest biri olarak değerlendirmişlerdir. Bu durum, İslâm'ı tanıtmak ve anlatmak gayreti içinde olan herkes için büyük önem arz etmektedir.

PEYGAMBERİMİZİN GENÇLİĞİ, BEKÂRLIĞI

Peygamberimiz, erkeklerin 12-14 yaşları arasında ergenliğe eriştiği bir iklimde doğup büyümüştür. O dönemde çevresinde zina ve fuhşun yaygın olmasına, iffetsizliğin kol gezmesine rağmen Peygamberimiz gâyet mazbut bir hayat sürmüş, o'nun iffetsiz, kadına düşkün, şehvetperest davranışlarda bulunduğu hiç görülmemiş ve duyulmamıştır. Peygamberimizin bu özellikleri, Doğulu-Batılı tüm târihçiler ve araştırmacılar tarafından da kabul edilmiştir.

PEYGAMBERİMİZİN EVLİLİK HAYATI

Peygamberimiz ilk evliliğini, 25 yaşında bir genç iken, kendisinden 15 yaş büyük, başından iki evlik geçmiş dul bir kadın olan Hatice ile yapmıştır. Hatice'nin ölümüne kadar 25 yıl devam eden bu beraberlik esnasında Peygamberimiz başka bir kadınla evlenmemiş, tıpkı bekârlığındaki gibi hayatını, iffetine toz kondurmadan lekesiz olarak sürdürmüştür.

Allah tarafından elçi olarak seçildiğinde, davasından vazgeçmesi için kendisine krallık, servet ve Mekke'nin en güzel-zengin kızları teklif edilmiş, bütün bunları elinin tersiyle iterek herkesin bildiği o meşhur cevabı vermiştir: “Bir elime ay'ı, bir elime güneş'i koysanız, yine de davamdan vazgeçmem.”

Peygamberimiz, gerek bekârlık döneminde, gerekse Hatice ile evli olduğu dönemde hiç kimse tarafından olumsuz eleştirilere maruz kalmamıştır.

Hatice öldüğü zaman yapayalnız kalan Peygamberimizin üzerindeki ağır elçilik görevine, bir de öksüz kalan çocukların sorumluluğu eklenmiştir.

Peygamberimizin bundan sonraki evlilik hayatı ise, üstlendiği görevin gereklerine bağlı olarak, kendi iradesi dışında çok eşli hâle dönüşmüş, ama bu durumdan ne kendisi ne eşleri mutlu olmuşlardır. Peygamberimizin, hem kendisinin hem de eşlerinin özverilerini gerektiren bu çok eşli hayatı, en doğru şekilde Kur’ân'dan öğrenilebilir. Dolayısıyla bu konuda başka bir kaynak aramaya gerek yoktur.

Peygamberimizin çok eşliliği konusunun iyi anlaşılabilmesi için, önce Müslümanların evliliklerini düzenleyen evlilik hakkındaki genel kuralların zikredildiği âyetlere bakılmalıdır:

Ve kadınlardan babalarınızın nikâhladıklarını nikâhlamayın. Ancak geçen geçmiştir. Şüphesiz bu, çirkin bir hayâsızlıktır ve öfke duyulan bir iğrençliktir. Ne kötü bir yoldu o! Size, anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, teyzeleriniz, halalarınız, erkek kardeşinizin kızları, kız kardeşinizin kızları, sizi emzirmiş olan anneleriniz, sütten kız kardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri, birleşme yaptığınız kadınlarınızın eski kocalarından doğup evinizde bulunan üvey kızlarınız –birleşme yapmadıysanız bir sakınca yok size– kendi sulbünüzden olan oğullarınızın hanımları ve iki kız kardeşin arasını birleştirmeniz –eski yapılıp geçenler hariç–, yeminlerinizin sahip oldukları hariç muhsan kadınlar [nikâhlı kadınlar] da haram kılındı. Allah çok affedici, çok merhametlidir. Bunlar Allah'ın üzerinize yazdığıdır. Bunların dışında iffetlerinizi koruyup fuhuşta bulunmamak üzere mallarınızla muhsanlaşacak [evlenecek] kadın aramanız size helâl kılındı. Öyleyse onlardan ne ile faydalandıysanız, farz bir görev olarak ücretlerini ödeyiniz. Zorunlu ödemenizden sonra, rızalaştığınız şeyde size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah en iyi bilen ve hikmet sahibi olandır. (Nisâ/22-24)

Ve müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikâhlamayın. İman etmiş bir câriye, –o [müşrik kadın], sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da– müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikâhlamayın; iman etmiş bir erkek köle, –o [müşrik erkek], sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da– müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise Kendi bilgisi ile cennete ve mağfirete çağırır. O, öğüt alıp düşünürler diye insanlara âyetlerini ortaya koyar. (Bakara/221)

Bu gün size temiz olan şeyler helâl kılındı. Kitap verilenlerin yemeği size helâl, sizin de yemeğiniz onlara helâldir. Mü’minlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce kendilerine kitap verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar da, namuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak –onlara ücretlerini/mehirlerini ödediğiniz takdirde– size helâl kılındı. Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O, âhirette hüsrana uğrayanlardandır. (Mâide/5)

Yukarıdaki âyetlerde açıklanan kurallar dışında Kur’ân'da, Bakara/230'da, üçüncü kez boşanan bir kadınla tekrar evlenilemeyeceği, Ahzâb/6'da, Peygamber'in eşlerinin mü’minlerin anneleri olduğu, dolayısıyla onlarla da evlenilemeyeceği, teaddüd-i zevcâtın/çok eşliliğin ancak olağanüstü koşullarda uygulanabileceği bildirilmektedir.

Bunlar İslâm'ın, evlilikle ilgili tüm ümmete şâmil genel kurallarıdır. Bunlardan başka Kur’ân'da, sadece Peygamberimize mahsus kurallar da mevcuttur:

Ey Peygamber! Şüphesiz Biz, sana, ecirlerini [mehirlerini] verdiğin eşlerini, Allah'ın ganimet olarak sana verdiklerinden sözleşmenin mâlik olduğunu [savaş esirlerinden himâyene verilmiş bayanları], amcanın kızlarından, halanın kızlarından, dayının kızlarından ve teyzenin kızlarından seninle birlikte hicret etmiş olanları ve kendisini Peygamber'e hibe eden Peygamber'in de nikâhlamak istediği Müslüman kadını, mü’minlerin seviyesinden aşağı sadece sana özgü olmak üzere, sana helâl kıldık. Biz kendi eşleri ve sözleşmelerinin mâlik oldukları şeyler konusunda onlar üzerine [senin dışındaki mü’minlere] neyi farz kıldığımızı kesinlikle bildik. Bu durum [sana özgü olarak getirilen çok eşlilik ve diğer özel maddeler], senin için bir güçlük olmasın diyedir. Ve Allah gafûr'dur, rahîm'dir. Onlardan dilediğini geri bırakır, dilediğini de yanına alabilirsin. Ayrıldıklarından, istek duyduklarına dönmende artık senin için bir sakınca yoktur. Onların gözlerinin aydınlanıp hüzne kapılmamalarına ve kendilerine verdiğinle hepsinin hoşnut olmalarına en yakın olan budur. Allah kalplerinizde olanı bilmektedir. Allah her şeyi bilendir, halîm'dir. Bundan sonra kadınlar ve bunları başka kadınlar ile değiştirmek –güzellikleri hoşuna gitse bile– sana helâl olmaz. Ancak yemininin mâlik olduğu [harp esiri olup da senin himâyene verilen] başka, (onu nikâhlayabilirsin). Allah, her şeyi gözetleyip denetleyendir. (Ahzâb/50-52)

Bazı tefsir ve mealler, 50. âyetteki, Ve kendini Peygamber'e hibe eden Peygamber'in de nikâhlamak istediği mü’min kadını ifadesini, “mehir istemeden Peygamber'le evlenmek isteyen mü’min kadın” olarak açıklamışlar ve âyetin devamında durum zarfı olarak geçen, Mü’minler için olmaksızın sadece sana özgü olarak ifadesini de bu kısma bağlayarak, sadece Peygamber'in mehir ödemeden nikâh yapabileceğine, diğer Müslüman erkeklerin ise mehirsiz nikâh yapamayacaklarına kâil olmuşlardır. Hâlbuki Nisâ/24'teki, …miktarın tesbitinden sonra, karşılıklı rızalaştığınız bir şey konusunda üstünüze sorumluluk yoktur ifadesi ile Nisâ/4'teki, …eşler gönül rızalarıyla size mehirlerinden bağışlarlarsa, onu da afiyetle, iç huzuruyla yiyin ifadesi, açık olarak eşlerin birbirlerine bağışlarda bulunabileceğini bildirmektedir. Yani, her karı-koca mehir konusunda anlaşma yapabilir ve böyle bir anlaşma ile kadınlar mehirlerinin tamamını veya bir kısmını kocalarına bağışlayabilirler. 50. âyetteki, kendini hibe eden mü’min kadın ifadesiyle de, “bu işe baş koyan, malını-mülkünü ve ömrünü Peygamber uğrunda harcamaya karar veren mü’min kadın” kastedilmiştir. Nitekim, Peygamber'in eşleri arasında böylelerinin varlığı bir gerçektir.

50. âyetteki, mü’minlerin seviyesinden aşağı sadece sana özgü olmak üzere ifadesi, “durum zarfı” olarak kullanıldığından, yukarısında geçen tüm maddeleri kapsar. Yani âyet, “bu sayılanların nikâhlanması sûretiyle ortaya çıkacak çok eşlilik durumu sadece sana özgüdür, mü’minlere değil” manasındadır.

50. âyetteki bir başka maddede ise, Peygamberimize diğer Müslümanlara nazaran kısıtlama getirilmekte; diğer Müslümanlar için amca, hala, dayı, teyze kızları ile nikâhlanmak serbest bırakılmış iken, Peygamberimizin bunlar arasından sadece kendisiyle hicret edenleri nikâhlayabileceği bildirilmektedir.

Peygamberimizle ilgili bu farklılıkların gerekçesi de, “o'nun güçlük çekmemesi” olarak açıklanmıştır. Peygamberimizin çektiği veya çekmesi muhtemel güçlük ve sıkıntılar ise, o'nun görevinden kaynaklanan güçlük ve sıkıntılardır:

TEBLİĞ GÖREVİ ve ZORLUKLARI

İslâm'ın kuralları sadece erkekleri değil, kadınlara da ilgilendirmektedir; dolayısıyla onlara da bildirilmesi, anlatılması ve öğretilmesi gerekir. Bu kuralların bazıları ise öncelikle kadınlara yöneliktir ki bunların kadınlara öğretilmesi, öğretenlerin kadın olması ile daha kolay olur. Çünkü hem kadınlar zihinlerinde oluşan soruları bütün açıklığı ile bir erkeğe sormaktan utanabilirler, hem de Peygamberimiz özel hayatla, cinsellikle ilgili konuları kadınlara anlatma hususunda sıkıntıya girebilirdi.

Nitekim uygulama da bu yönde olmuş, kadınlara özgü kuralları Müslümanlar kadınlar, Peygamberimizin eşlerinden öğrenmişlerdir.

SOSYAL GÜÇLÜKLER

Kur’ân'ın indiği dönemde, Araplar arasındaki bir geleneğe göre evlâtlıklar öz evlât gibi telâkki ediliyordu. Hayatın gerçeklerine aykırı olan bu geleneğin ve bu gelenekten kaynaklanan tabunun İslâm'da yeri olmadığı için yıkılması gerekiyordu. Bunun en kestirme ve en etkili yolu ise, o tabunun Peygamberimiz tarafından fiilen yıkılması idi. Nitekim Peygamberimiz de, evlâtlığı olan Zeyd'in boşadığı Zeyneb bt. Cahş ile evlenerek bu tabuyu yıktı. Bu evlilik, evlâtlıkların öz evlât olmadığını, evlâtlığın boşadığı kadının, evlâtlığın babası konumundaki bir kimse ile evlenebileceğini topluma en etkili şekilde öğretmiştir.

O dönemdeki kötü geleneklerden biri de, harp esiri kadınların alınıp satılmasıydı. Yine Peygamberimiz, bir savaş esiri olan Cüveyriye ile evlenerek bu yanlış geleneği ortadan kaldırmış, onların da her insanın sahip olduğu onura sahip oldukları gerçeğinin toplum tarafından anlaşılmasını sağlamıştır.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla