Konu: Maide Suresi
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 9. August 2010, 12:05 AM   #4
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

Yine âyetteki, Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da, ben elimi seni öldürmek için uzatacak değilim ifadesinden de bu kişinin, kardeşi canına kastetse de, kendisinin onu öldürmeyi düşünmediği, karşı koyarsa da nefsini korumaya, onun zararını engellemeye yönelik hareket edeceği bildirilmektedir. Düelloda öldüren kadar öldürülen de suçludur; zira o, öldürülmeseydi, ötekini öldürecekti.

Âyetteki, Şüphesiz ben isterim ki sen, benim günahımı ve kendi günahını yüklenip de ateş'in ashâbından olasın! Zâlimlerin de cezası budur ifadesindeki benim günahımı… yüklenip de… ifadesiyle, öldürülenin günahlarının, öldüren tarafından yüklenileceği kastedilmemiştir. Zira kimsenin başkasının günahını yüklenmeyeceği onlarca âyette bildirilmiştir. Bu ifade, “eski günahlarınla beraber beni öldürme günahını da yüklenip de…” anlamındadır.

32. âyette, Şüphesiz her kim bir zat veya yeryüzünde bozgunculuk karşılığı olmadan bir zatı öldürürse, artık bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir zatın yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur ifadesiyle de, Allah'ın insan hayatına verdiği değer ortaya konulmakta ve insan hayatının korunması için herkesin, başkasının hayatının kutsallığını kabul edip onun korunmasına yardım etmesi gerektiği anlaşılmaktadır.

Hakksız yere birini öldüren kimse, bütün insanları öldürebileceği görünümünü veren bir canavar hükmündedir.

Buna karşılık, bir tek insanın hayatının korunmasına yardım eden kimse, tüm insanlığı yaşatmış gibidir.

33-34. Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların –siz onlar üzerine güçlü olmazdan [onları yakalayıp kontrol altına almazdan] önce tevbe edenler hariç– karşılığı, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama/arka arkaya kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir zillettir. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.

Bu âyet, 32. âyetin tefsiri niteliğinde olup insanları dininden döndürmeye çalışmanın zararlarının boyutları açıklanmaktadır. Allah ve Rasûlü'ne savaş açmak ve insanları şirke-küfre yöneltmek, imandan döndürme faaliyetleridir. Bir insanın dinden döndürülmesi, öldürülmesinden daha beterdir. Bakara/191'de, Ve fitne [dinden döndürme], öldürmeden daha şiddetlidir buyurulmaktadır.

خلافHILAF/ حلافHILAF

Kur’an’da duyarlı davranmamız gereken sözcüklerden bir tanesi de “ خلافHılaf” sözcüğüdür. Bilindiği üzere ilk mushaflarda bu sözcük, noktasız ve harekesizdir. İlk Mushaflardaki noktasız ve harekesiz yazıyı, sözcüğün sonundaki harfi, tek nokta ile “ فF” okumak mümkün iken iki nokta ile “ قQ” okumak da mümkündür. Aynı zamanda kelimenin başındaki harfi, “ جC”, “ حH” ve “ خHI (noktalı ha)” olarak da okumak mümkündür.

Biz, konumuz ayette, şimdiki Mushaflardaki “ خHı” harfiyle okunan “ خلافHılaf” sözcüğü üzerinde duracağız.

Sözcüğü “ خلافHılaf (noktalı ha; hı)” olarak ele alınca, “arka” anlamındaki “ خ ل فhlf” kökünden türemiş olan bu sözcüğün anlamı, “tersine, karşısına, tam tersi olarak; arka arkaya” anlamına gelir. Bu sözcüğün birçok türevi (halef, halife, muhalif, muhalefet vs. gibi)Türkçemizde de kullanılır.

Nitekim. Tevbe/81 ve İsra/76’da “karşıt olarak”, “senin ardından” anlamında yer alır.

Bir de bu sözcüğün A’raf/124, Ta Ha/71, Şuara/49 ve Maide/33’te “elleri ve ayakları kesme” ifadesiyle birlikte yer aldığını görürüz. Ve genellikle de “elleri, ayakları çaprazlama kesmek” olarak kabul ederiz. Çapraz kesme; her yandan bir tane kesmek demektir. Bu pozisyon sağ el, sol ayak veya sol el, sağ ayak şeklinde gerçekleşir. Zira bu ancak durumda iki organdan biri ötekinin arkası olur. “Bu el, bu ayak; bu sağ bu da sol” şeklinde belirlenir.

“Hılaf” sözcüğünü noktasız “ حلاف olarak okursak, bu sözcük, “yemin” anlamındaki “ ح ل فh l f” den türemiş olur. Bu kökten gelme Kur’an’da on iki adet fiil ( يخلفنّyahlifünne, خلفتمhaleftüm, يخلفونyahlifune) bir adet de mübaleğa ismifail ( خلاّفhallaf) mevcuttur.

“ حلافHılaf” sözcüğünün anlamı, “toplum arasında olan sözleşme, taahütleşme, ahitleşme,” demek olup, “genellikle birlik, beraberlik, güç birliği konularındaki sözleşme” demektir. (Tac ve LİSAN)

“Ellerin ayakların kesilmesi” ifadesi, “insanın nimetlerden yararlanamaz hale gelmesi” anlamında bir deyime dönüşmüş olmalıdır. Türkçemizde de “bir şeyle ilgisini, ilişkisini kesmek” anlamında “Elini ayağını (eteğini) kesmek (çekmek)” deyimi vardır. Bu deyimi “ حلافHılaf” ile birlikte kullanınca; “sözleşmelerden, yapılmış taahhütlerden; vatandaşlık haklarından yararlandırmama, nimetlerden uzaklaştırma; ilişkisini kesme” anlamına gelmektedir.

Kur’an’da; A’raf/124, Ta Ha/71, Şuara/49’te yer alan “لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ “خِلَافٍ

ifadesinin anlamı. Size verilmiş sözlerden, sizinle yapılmış antlaşmalardan; vatandaşlık haklarından sizi yararlandırmayacağım; onlardan sizin ilişkinizi keseceğim” demek olur.

Nitekim Firavun ve bilginlerinin antlaşmalarını, A’raf/113, 114 ve Şuara/41, 42’de görmekteyiz.

A’raf/113, 114:

113,114Ve o çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler Firavun'a geldiler: “Eğer galip gelen/ yenen biz olursak, gerçekten bizim için büyük bir ödül olacak/ olacak mı?” dediler. Firavun, “Evet” dedi, “siz kesinlikle yakınlaştırılmışlardan olacaksınız da.”

Şuara/ 41, 42:

41Etkin bilginler geldiklerinde Firavun'a: “Şâyet biz üstün gelirsek, kesinlikle bize bir ücret var mı?” dediler.

42Firavun: “Evet, o takdirde siz, hiç şüphe yok ki, yakınlardan olacaksınız” dedi.

Bu durumda Firavun, bilginlerin ellerini ayaklarını fiziki olarak kesmeyi değil yapılan sözleşmedeki haklardan ve diğer vatandaşlık haklarından mahrum etmeyi bildirmiş olmaktadır.

Bu tespitlerden sonra Kur’an’ın ceza hukuku ile ilgili Maide/ 33’teki maddelerden “اَوْ تُقَطَّعَ اَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلَافٍ” hükmünün anlamı da “ Bu suçu işleyen kimselerin “GÖREVLERİNDEN AZLEDİLMELERİ; SÖZLEŞMELERİNİN FESH EDİLMESİ yâni İŞLERİNE SON VERİLMESİ, vatandaşlık haklarından ve diğer sözleşmelerdeki haklarından mahrum edilmesi; ilgi ve ilişkilerinin kesilmesi”dir.

Bazı Kur’an çalışanları, “خِلَافٍ مِنَ min hılafin” ifadesindeki “مِنَ min” edatını Ta’lil için kabul edip “muhalifliklerinden, karşı çıkışlarından; dönekliklerinden dolayı ellerinin ayaklarının kesilmesi” anlamı elde etme yoluna gitmişlerdir.

Gerçekte de Kur’an’da “مِنَ min” edatının Ta’lil için kullanıldığı iki ayette görülür. Bunlar şu ayetlerdir:

Nuh/25

مِمَّا خَط۪ٓيـَٔاتِهِمْ اُغْرِقُوا

25Onlar, hatalarından dolayı suda boğuldular,

Bakara/19

يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِۜ

Onlar, ölüm korkusuyla yıldırımlardan parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar.Ne var ki konumuz olan ayetlerde cezanın gerekçesi zaten mevcuttur. Bunun üzerine ikinci bir gerekçe ilave etmek, hem anlamsızdır hem de ana gerekçe ile çakışır.


صلبSALB- صلابةSALABET

“ صلبSalb” (Mastarı “ صلابةsalabet”tir) sözcüğünün anlamı, yumuşaklığın karşıtı, “sertliktir, şiddettir.

Bu anlam ekseninde , “iki yağrın arasından kuyruk sokumuna kadar olan kemiklere; omurgaya” “ صُلبsulb اصلاب aslab ” denir. Bu sözcüğü Tarık/7 ve Nisa/ 23’te görmekteyiz. Bu ayetlerde ve özellikle Tarık/7 de “ صُلبsulb” sözcüğü, insanın üremesine vesile olan hormon ve meninin çıkış noktalarını ifade eder.

Kaba taşları olan yerler ve mekânlar için de bu sözcük kullanılır. Bıçak, ok, mızrak gibi araçların bilenmesini, uçlarının sivriltilmesini sağlayan “ bileği taşına da bu sözcüğün türevlerinden “ الصلبييةes Sulebiyye” denir; “ صلَبتُ السنانsallebtü s sinan” diye ifade edilir.

Ayrıca “kemiklerin toplanıp, yağının çıkarılması” da “ صَلَبَsalebe” fiiliyle ifade edilir. (TAC. ve LİSAN.)

Bu açıklamalardan sonra diyeceğimiz o ki bu sözcüğün gerçek anlamı, SERTLİK, ŞİDDET demektir.

Bu sözcük, fiil formuyla Kur’an’da, A’raf/ 124, Ta Ha/71, Şuara/49,Yusuf/41, Nisa/ 157 ve Maide/33’te yer alır.

Sözcüğün gerçek anlamı “sertlik ve şiddet” olmasına rağmen bu sözcüğün “insanı öldürmek için asma; çarmıha germe” anlamında (!) kullanılışına gelince:

Bazı suçluların bu şekilde cezalandırılmaları Roma hukukunda mevcut bir cezalandırma şekliydi. Hıristiyanlar, inançlarına göre İsa’nın asıldığı ağaç şekline (HAÇ) “ الصليبes saliyb ” derler. Hıristiyanlara: İsa’nın asıldığına, çarmıha gerildiğine inananlara da “ اهل “ الصليب Ehl-i sâlip” denir. Haç şeklinin işlendiği kumaşa, elbiseye de “ ثوب مصلّلبSevbün musallebun” denir.

“ صلبSalb” sözcüğünün “insanı öldürmek için asma; çarmıha germe” anlamı, sözcüğün öz anlamından değildir. Sözcüğün öz anlamı dışında kullanılması; yukarıda belirtildiği gibi Roma Hukukundaki bir cezalandırma türünden kaynaklanmaktadır. Böylece “şiddeti, sertliği; sert davranmayı; işkenceyi” ifade eden sembol araç; olan çarmıh, isim olmuş ve maalesef “ صلب salb” fiili de “öldürmek için adam asmak” anlamına kaydırılmıştır. Kısacası, bu fiile yüklenen, asma, çarmıha germe gibi anlamlar, sözcüğün öz anlamından değildir. Ve bu Kur’an’ın da bir hükmü olmayıp Hristiyan inancının hediyesidir.!

Ta Ha/71. Ayetin teknik yapısı, zaten ““insanı öldürmek için asma, çarmıha germe” anlamına izin vermemektedir.

… ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘوَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ …

Ayetin bu bölümü, “ صلبsalb” fiili “ فىfi” edatı, “ جذوعcüzû’, çoğul ismi ve “ نخلnahl” sözcüklerinden oluşmaktadır. “ صلبSalb” sözcüğünü “öldürmek için insan asmak” anlamına alarak bu ifadeyi tercüme etsek, “kesinlikle sizi hurma KÜTÜKLERİNİN İÇİNE ASACAĞIM” anlamını elde ederiz. Ki insan, HURMA KÜTÜKLERİNİN İÇİNE ASILMAZ. Ayette “ فىFi” edatı yerine “ علىAla” edatı olsaydı; bu durumda cümlenin anlamı “sizi hurma kütüklerine asacağım” şeklinde olurdu.

İşin özü kavranılamadığından; “dallara asılan şeylerin orada durması; ya kabında muhafaza edilen bir şeyin durmasına benzetilmiş”; (Keşşaf, Razi) ya da tutarsız ve asılsız olmasına rağmen “ فىFi” edatı, “ علىala” edatı ile aynı anlamda olup “ علىala” edatı yerine de kullanılır” denilerek konuya gereken önem verilmemiş; baştan savma bir tutum sergilenmiştir.

Metne sadakat ve sözcüklerin öz anlamları dikkate alındığında; ayrıca paragrafın ana konusu ve mesajı itibariyle Firavun, Musa’dan yana oluveren yakınlarına, taraftarlarına: “Sizi rahat ortamdan; kentteki işinizden, memuriyetinizden çıkarıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yaptıracağım; taş ocaklarında çalıştıracağım; zorlu işlerde çalıştırarak yağınızı çıkaracağım; iliğinizi sömüreceğim” diyerek şiddet ve hiddetini göstermektedir.

Netice olarak, diğer ayetlerde konu edilen “ صلبSalb (şiddet uygulanması, yağlarının çıkarılması)”; kent yaşamından uzaklaştırılıp çiftliklerde tarım işçiliği yaptırılması, taş ocaklarında çalıştırılmasıdır.

A’raf/ 124,

123-126Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden önce ona iman mı ettiniz? Şüphesiz bu, halkını şehirden çıkarmak için, şehirde kurduğunuz gizli bir tuzaktır. Yakında bileceksiniz. Kesinlikle sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkinizi keseceğim, sonra da hepinizi kesinlikle rahat ortamdan; kentteki işinizden, memuriyetinizden çıkarıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yaptıracağım; taş ocaklarında çalıştıracağım; zorlu işlerde çalıştırarak yağınızı çıkaracağım; iliğinizi sömüreceğim. Çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler de dediler ki: “Hiç şüphesiz biz sadece Rabbimize dönenleriz. Senin bizi, yakalayıp cezalandırman da sırf Rabbimizin ayetleri gelince onlara iman etmemizden dolayıdır.” –“Ey Rabbimiz! Bize çok çok sabır ver de gevşemeyelim, zaafa düşmeyelim, boyun eğmeyelim. Canımızı da Müslümanlar olarak al!”–

Ta Ha/71,

71Firavun: “Ben size izin vermezden önce mi o'na iman ettiniz? Şüphesiz o, size etkili bilgi öğreten büyüğünüzdür. Andolsun ki sözleşmelerden; taahhütlerden

ilişkinizi keseceğim ve kesinlikle hepinizi rahat ortamdan; kentteki işinizden, memuriyetinizden çıkarıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yaptıracağım, taş ocaklarında çalıştıracağım, zorlu işlerde çalıştırarak yağınızı çıkaracağım; iliğinizi sömüreceğim. Ve hangimizin azap bakımından daha şiddetli ve daha kalıcı olduğunu kesinlikle bileceksiniz” dedi.

Azabın daha şiddetli ve daha kalıcı olduğunu; etkili bilginlerin bilmeleri için azabın temadi etmesi ve bunun şiddetli olması gerekir. Bir anda uygulanan ve hayata son veren cezanın (öldürmek için asmak) ; diğer cezalardan azap bakımından daha şiddetli ve daha kalıcı olduğunun; cezaya çarptırılan tarafından; bilinmesi düşünülemez.

Bu durumda “sizi hurma dallarının içine asacağım.” anlamında hayata son verecek bir azap söz konusu olmayıp bu azabın, etkili bilginlerin rahat ortamdan, kentteki işinden, memuriyetten çıkarılıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yapmaları; taş ocaklarında çalıştırılmaları; zorlu işlerde çalıştırılarak iliklerinin sömürülmesi şeklinde bir ceza olmasıdır.

Verilecek cezanın bu türde olacağını Ta Ha/71. ayetinin “ Ve hangimizin azap bakımından daha şiddetli ve daha kalıcı olduğunu kesinlikle bileceksiniz” cümlesi de desteklemektedir.

Şuara/49,

49Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden o'na iman mı ettiniz? Şüphesiz ki o, elbette size sihri öğreten büyüğünüzdür! Peki, yakında bileceksiniz! Andolsun, sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkinizi kestireceğim ve kesinlikle hepinizi rahat ortamdan; kentteki işinizden, memuriyetinizden çıkarıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yaptıracağım, taş ocaklarında çalıştıracağım, zorlu işlerde çalıştırarak yağınızı çıkaracağım; iliğinizi sömüreceğim!”

Yusuf/41,

37-41Yûsuf: “Size yiyecek olarak verilecek bir yemek gelmeden önce onun te’vîlini size bildiririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir. Şüphesiz ben, Allah'a inanmayan bir toplumun –ki onlar âhireti bilerek reddedenlerin; inanmayanların ta kendileridir– dinini, yaşam tarzını terk ettim. Ve atalarım İbrâhîm, İshâk ve Ya‘kûb'un dinine, yaşam ilkesine uydum. Bizim, Allah'a hiçbir şeyi ortak tutmamız olmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara bir armağanıdır. Velâkin insanların çoğu kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödemiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı birçok rabbler mi daha hayırlı, yoksa her şeye hâkim ve galip

olan bir tek Allah mı? Sizin, O'nun astlarından o taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Bunlara tapmanız konusuna Allah hiçbir delil indirmiş değildir. Hüküm ancak Allah'a aittir: O, size, Kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte bu dosdoğru/koruyan dindir. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Biriniz efendisine yine şarap sunacak. Diğeri de kent yaşamından uzaklaştırılıp çiftliklerde tarım işçiliği yapacak, taş ocaklarında çalışacak da kuşlar onu başından yiyecekler. İşte hakkında fetva istediğiniz iş gerçekleşti” dedi.

Nisa/ 157

154-158Ve söz vermeleri ile birlikte üstlerini/ en değerlilerini/Mûsâ'yı Tûr'a yükselttik. Ve onlara: “O kapıdan boyun eğip teslimiyet göstererek girin” dedik. Yine onlara: “Tefekkür/kulluk gününde sınırları aşmayın” dedik. Sonra da onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerine inanmamaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: “Kalplerimiz örtülüdür/ sünnetsizdir” demeleri –aksine Allah, küfretmeleri; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeleri nedeniyle kalplerine damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar– ve Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmamaları ve Meryem'in aleyhinde büyük bühtanlar söylemeleri; “Biz, Allah'ın Rasûlü Meryem oğlu Mesih Îsâ'yı gerçekten öldürdük” demeleri nedeniyle onlardan sağlam bir söz aldık. Oysa O'nu öldürmediler ve o’na sert davranmadılar. Ama onlar için, Îsâ, benzetildi. Gerçekten o'nun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir yetersiz bilgi içindedirler. Onların zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. O’nu kesin olarak öldürmediler. Aksine Allah o'nu, Kendine yükseltti/ derecesini artırdı. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.

Maide/33

33,34Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan; bozum yapmaya teşebbüs etmiş olan ve yeryüzünde kargaşa çıkarmaya çalışanların –siz onlar üzerine güçlü olmazdan/onları yakalayıp denetim altına almazdan önce hatalarından dönenler hariç– karşılığı, ancak öldürülmeleri veya kent yaşamından uzaklaştırılıp çiftliklerde tarım işçiliği yaptırılması, taş ocaklarında çalıştırılmaları yahut sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkilerinin kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir aşağılıktır. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.

Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan; bozum yapmaya teşebbüs etmiş olan ve

yeryüzünde kargaşa çıkarmaya çalışanların Maide /33 teki cezalarından biri de; meallerde yer alan

öldürmek için asmak (slb) cezası; olmayıp; kent yaşamından uzaklaştırılıp çiftliklerde tarım işçiliği yaptırılması, taş ocaklarında çalıştırılmasıdır. Bu suçun cezalarından biri olan zilletin (hor görülüş,aşağılık) yaşatılmasi için suçluyu asmak amaca engeldir.Suçlu bu dünyada zillet içinde yaşamalıdır.Nitekim Maide/33 dünyada bu şartlar içinde yaşamanın suçlular için bir zillet olduğunu belirtmiştir.


35. Ey iman etmiş olan kişiler! Felâha ermeniz için, Allah'a takvâlı davranın, O'na yaklaştıracak/ulaştıracak şeyleri arayın ve O'nun yolunda gayret gösterin.

36. Şüphesiz, küfretmiş olan şu kimseler; bütün yeryüzündekiler ve onunla birlikte bir o kadarı daha, kıyâmet gününün azabından kurtulmalık vermek için kendilerinin olsa, onlardan kabul edilmez. Ve onlar için can yakıcı bir azap vardır.

37. Onlar, ateş'ten çıkmak isterler. Ama oradan çıkanlar değillerdir. Ve onlar için devamlı bir azap vardır.

Bu âyetlerde de uyarılar devam etmektedir:

• Mü’minler, felâha ermek [kurtulmak, zafer kazanmak, durumlarını koruyabilmek] için, Allah'a takvâlı davranmalıdır.

• Allah'a yaklaştıracak şeyleri aramalı, O'nun rızasını kazandıracak her türlü aracın peşinden koşmalı ve O'nun yolunda gayret göstermelidirler.

• Yeryüzündekilerin tümü ve onunla birlikte bir o kadarı daha küfredenlerin olsa ve kıyâmet gününün azabından kurtulmak için fidye olarak verseler, onlardan kabul edilmez ve onlar için can yakıcı bir azap vardır.

• Onlar, ateş'ten çıkmak isterler. Ama oradan çıkanlar değillerdir. Ve onlar için devamlı bir azap vardır.

وسيلة [vesîle], “kendisiyle bir başkasına ulaşılan, yaklaşılan şey” demektir.[15]

Burada, mü’minlerden, kendilerini Allah'a yaklaştıracak ameller işlemeleri istenmektedir. Kişiyi Allah'a yaklaştıracak amelleri de şu âyetlerden öğrenebilmekteyiz:

Hayır, hayır! Ona itaat etme! Secde et [teslim ol, boyun eğ] ve yakınlaş. (Alak/19)

Ve sizi huzurumuza yaklaştıracak olan, mallarınız ve evlâtlarınız değildir. Ancak kim iman eder ve sâlihâtı işlerse, işte onlar; kendileri için yaptıklarına karşı kat kat karşılık olanlardır. Ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe/37)

Yine bedevî Araplardan kimi de vardır ki, onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri edinir [sayar]. Gözünüzü açın! Şüphesiz bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah onları yakında rahmetine girdirecektir. Şüphesiz Allah gafûr'dur, rahîm'dir. (Tevbe/99)

Şüphesiz şu, Rabb'lerinin haşyetinden [Rabb'lerine duydukları derin hayranlık ve saygı sonucu O'ndan uzaklaşma korkusundan] tirtir titreyen kimseler, Rabb'lerinin âyetlerine inanan kimseler, Rabb'lerine ortak tanımayan kimseler, şu, şüphesiz kendileri, Rabb'lerine dönecekler diye verdiklerini kalpleri ürpererek veren kimseler; işte onlar, iyiliklerde yarışanlardır ve onun [iyilikler] için önde gidenlerdir. (Mü’minûn/57-61)

Muhâcir ve Ensâr'dan ilk önce öne geçenler ve iyileştirme-güzelleştirme ile onları izleyen kimseler; Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı oldular. Ve O [Allah], onlara, içlerinde temelli kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, büyük bir kurtuluştur. (Tevbe/100)

Öne geçenler de, öne geçenlerdir. İşte onlar [öne geçenler], yaklaştırılanlardır. (Vâkıa/10-11)

Ve yeryüzünde hiçbir dâbbeh/canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. O [Allah], onun yerleşik yerini de geçici bulunduğu yeri de bilir. Hepsi apaçık bir kitaptadır. (Hûd/6)

Ve andolsun ki, Biz, sizi güçlü kılmadığımız şeylerde onları güçlü kılmıştık [size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik]. Onlara da kulaklar, gözler ve duygular kılmıştık [vermiştik]. Buna rağmen kulakları, gözleri ve duyguları onlara hiçbir fayda sağlamadı/kendilerinden hiçbir şeyi uzaklaştıramadı. Çünkü onlar Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey de onları sarıp kuşatıverdi. (Ahkâf/26)

Hayır, hayır! “Ebrâr”ın kaydı, kesinlikle illiyyîn'dedir. –İlliyyîn'in ne olduğunu sana ne bildirdi?– Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/yazılmış bir kayıttır! Şüphesiz ki “ebrâr”, elbette, naim'in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mühürü/neticesi misktir. Karışımı tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. –Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.– (Mutaffifîn/21-28)

Bazıları, buradaki vesîle sözcüğüne, “Allah'a götürecek, Allah ile kul arasında aracı olacak mürşit” manası vermektedirler, ki bu, tevhid ile bağdaşmayan, şirk içeren bir anlayıştır:

Dikkatli olun, hâlis din sadece Allah'a aittir. O'nun astlarından birtakım velîler edinenler, “Onlar [Allah'ın astlarından edindiğimiz velîler] bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz.” Şüphesiz kendilerinin ihtilaf edip durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez. (Zümer/3)

Ölü veya diriyi, peygamber veya sâlih kulu Allah'a aracı yapmaya kalkmak şirktir.

Şurası da unutulmamalıdır ki, Allah'a vesile arama yükümlülüğü, sadece Müslümanlar için değil, Peygamber için de geçerlidir. Zira Peygamber de bu âyetin muhatabıdır. Kişiler vesile oluyorsa, peygamberler kimi vesile edineceklerdir?

38. Hırsız erkek ve hırsız kadın; bunların yaptıklarına karşılık, Allah'tan bir engelleyici uygulama olarak hemen ikisinin de gücünü/ellerini [ikiden çok el] kesin. Ve Allah, azîz'dir, hakîm'dir.

39. Sonra kim yaptığı hakksızlıktan sonra tevbe eder ve düzeltirse, bilsin ki, şüphesiz Allah, onun tevbesini kabul eder. Şüphesiz Allah, gafûr'dur [çok bağışlayandır], rahîm'dir [çok merhamet edendir].

40. Göklerin ve yerin mülkünün Allah'a ait olduğunu bilmedin mi? O, dilediğine azap eder, dilediğini de bağışlar? Ve Allah her şeye en iyi güç yetirendir.

Bu âyetlerde toplumda vukû bulabilecek olan hırsızlık hâdisesine karşı tedbirler öngörülmektedir. 33. âyette, yeryüzünde fesat çıkaranların cezalandırılması konu edilmişti. Burada ise, yeryüzünde fesat çıkarma kapsamındaki hırsızlık konu edilmekte ve hırsızlığa karşı önlemler ve hırsızlara uygulanması gereken yaptırımlar bildirilmektedir.

Âyette geçen أيد[eyd] sözcüğü, يَد[yed] sözcüğünün çoğulu olabileceği gibi, أيَدَ [eyede] filinden tekil mastar ve isim de olabilir (bkz. Sâd/17, Zâriyât/47, Sâd/45). Tekil olduğu ve eyede fiilinden geldiği kabul edilirse sözcük. “kuvvet” anlamına gelir. Yed sözcüğünün çoğulu olduğu kabul edilirse sözcük, “eller” [üç ve daha fazla el] anlamını ifade eder. Hırsızın ikiden fazla eli olmadığına göre, buradaki “eller” sözcüğü, mecazî olarak anlaşılmalıdır. Bu sözcük, yedullâh [Allah'ın eli] şeklinde de birçok âyette geçmektedir. Allah'ın eli olmadığından, buralarda da sözcük, mecazî anlamıyla kabul edilmelidir.

Yed sözcüğü mecazen, “ kuvvet, zenginlik, iktidar, saltanat, nimet, yay, elle yapılan işlerin tümü” anlamında kullanılır.

Anlaşılan o ki, O ikisinin ellerini kesin ifadesi, “onların hırsızlık yapma güçlerini, gerekçelerini ortadan kaldırın” anlamındadır. Burada kesme işini, –Yûsuf/31'in delâletiyle– elinde bir iz bırakmak üzere kesme şeklinde yorumlamaya gerek olmadığı gibi, âyetin metni de buna izin vermez.

Hırsızlık, “kendine ait olmayan bir şeyi gizlice almak”tır. İnsanlık târihi kadar eski olan hırsızlığı, şekli ve niteliği çağlara göre değişebilir. Bir bahçeden gizlice meyve koparmak, okulda bir kalem-silgi araklamak hırsızlık olduğu gibi, banka soymak, hortumlamak, vergi kaçırmak vs gibi davranışlar da hırsızlıktır. Hayatî tehlike durumunda ihtiyaç miktarı yiyecek çalmak, hırsızlık sayılmaz.

Buradaki, ellerini/güçlerini kesin ifadesi, en geniş kapsamıyla, “önce onları hırsızlığa iten açlık ve muhtaçlık gibi gerekçeleri ortadan kaldırın, malı-mülkü kontrol altına alın, teşhir ederek kimsenin iştahını kabartmayın, kapınızı-pencerenizi açık bırakmayın, eğitim, rehabilite merkezleri kurun; keyfî olarak hırsızlık yapanlara karşı da hapis, sürgün vs. gibi caydırıcı cezalar tayin edin, büyük soygun ve vurgunlara karşı hukukî boşlukları doldurun” şeklinde anlaşılabilir.

İslâm, câhiliye Araplarının hırsızlık için uyguladıkları el kesme cezasını farklı bir boyuta çekmiş; hırsızlığa karşı tedbirler alınmasını emretmiş ve hırsıza verilecek cezanın şeklini toplumlara bırakmıştır.

41. Ey Elçi! Kalpleri iman etmediği hâlde ağızlarıyla “İnandık” diyen kimseler ve Yahûdileşmişlerden, durmadan yalana kulak veren ve sana gelmeyen kimseler için dinleyen [casusluk eden] küfür içinde koşuşan şu kimseler seni üzmesin. Onlar, kelimeyi yerlerinden kaydırıp değiştirirler. “Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!” derler. Allah bir kimseyi fitneye düşürmek isterse, sen Allah'a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve âhirette onlara çok büyük bir azap vardır.

42. Yalana çok kulak verenler, haramı çok yiyenler; artık onlar, eğer sana gelirlerse, aralarında hükmet ya da onlardan mesafeli dur. Ve eğer onlardan mesafeli durursan, artık sana hiçbir zaman zarar veremezler. Ve eğer hükmedersen o zaman aralarında hakkaniyetle hükmet. Şüphesiz Allah, hakkaniyetle davrananları sever.

43. İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrât yanlarında iken seni nasıl hakem yapıyorlar da ondan sonra da geri duruyorlar? Onlar, inanan kimseler değillerdir.

44. İçinde hidâyet ve nûr bulunan Tevrât'ı, şüphesiz Biz indirdik. Müslümanlaşmış kişiler olan peygamberler onunla Yahûdilere hükmederler, rabbaniler [kendilerini Allah'a adamış kişiler] ve ahbar [âlimler] da, Allah'ın kitabından kendilerinden korumaları istenilen ve kendilerinin de üzerine tanıklık ettikleri şeylerle hükmederler. İnsanlara saygı duyup ürpermeyin Bana saygı duyup ürperin. Benim âyetlerimi de az bir paraya satmayın. Ve kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.

45. Ve Biz onda [Tevrât'ta] onlara, zata zat, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş yazdık. Yaralara kısas vardır. Bununla beraber kim kısas hakkını bağışlarsa, bu kendisi için kefaret olur. Ve kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.

Gâyet açık olan bu âyetlerde, Allah'ın koyduğu ilkelerin önemine dikkat çekilip, Allah'ın âyetlerini dikkate almayanlarla ilgili bilgiler verilmekte ve onların davranışları yüzünden Rasûlullah'ın üzülmemesi istenmektedir.

Rasûlullah'ın Medînelilerle yaptığı sözleşmeye göre Yahûdiler, iç işlerinde serbest olup aralarında kendi kanunlarına göre işlerini yürüteceklerdi. Pasajdan anlaşıldığına göre Yahûdiler, kendi kanunlarındaki hüküm işlerine gelmediği zaman, lehlerine bir hüküm verir ümidiyle Rasûlullah'a müracaat ediyorlardı.

42. âyetteki, Yalana çok kulak verenler, haramı çok yiyenler; artık onlar, eğer sana gelirlerse, aralarında hükmet ya da onlardan mesafeli dur. Ve eğer onlardan mesafeli durursan, artık sana hiçbir zaman zarar veremezler. Ve eğer hükmedersen o zaman aralarında hakkaniyetle hükmet. Şüphesiz Allah, hakkaniyetle davrananları sever ifadeleriyle Rasûlullah, onların davasına bakıp bakmamakta serbest bırakılmıştır.

Kaynaklarda bu âyetlerin iniş sebebine dair şu bilgiler yer almıştır:

Bu âyet, zinâ eden iki Yahûdi hakkında nâzil olmuştur. Yahûdiler, kendi elleriyle Allah'ın kitabını değiştirmişler ve evli kişilerin recmedilmesi emrini te’vîl ve tahrif ederek, yüz sopa ve yüzü karaya boyayıp ters-yüz olarak merkebe bindirme şekline çevirmişlerdi. Hz. Peygamber'in Medîne'ye hicretinden sonra, bu vaka cereyan edince, kendi aralarında dediler ki: “Gelin, Muhammed'in hükmüne başvuralım. Eğer sopa ve yüzü siyaha boyama hükmü verirse, onu alalım. Ve Allah ile kendi aramızda hüccet kılalım. Allah'ın peygamberlerinden bir peygamber, bizim aramızda böylece hüküm vermiş olur. Eğer recm kararı verirse, ona uymayalım.”

Mâlik de, Nâfi kanalıyla Abdullah ibn Ömer'in şöyle dediğini nakletmiştir: Yahûdiler, Hz. Peygamber'e geldiler ve kendilerinden bir kadınla bir erkeğin zinâ ettiğini söylediler. Rasûlullah (s.a) onlara, “Tevrât'ta recm konusunda ne görüyorsunuz?” diye sordu. Onlar, Biz, zinâ edenleri sopalatırız” dediler. Abdullah ibn Selâm dedi ki: “Yalan söylüyorsunuz, Tevrât'ta recm vardır.” Tevrât'ı getirdiler, ortaya yaydılar. Birisi elini recm bölümünün üzerine koydu. Bölümün öncesini ve sonrasını okudu. Abdullah ibn Selâm dedi ki: “Elini kaldır.” O elini kaldırınca, bu kısımda recmle ilgili bölüm bulunduğu görüldü. Yahûdiler, “Muhammed doğru söylüyor. Tevrât'ta recm bölümü vardır” dediler. Rasûlullah (s.a) onlara emretti ve zinâ eden kişiyi recmettirdi. Ben, adamın kadının üzerine eğilip, atılan taşlardan onu korumaya çalıştığını gördüm. Bu hadisi, Buhârî ve Müslim tahric etmişlerdir. Ancak lafız Buhârî'nindir.

Buhârî'nin bir başka ifadesinde ise metin şöyledir: Hz. Peygamber Yahûdilere, “Zinâ edenlere ne yaparsınız?” diye sordu. Onlar, “Yüzlerini karaya boyar ve rezil ederiz” dediler. Rasûlullah (s.a), “Eğer doğru söylüyorsanız, Tevrât'ı getirin de size okuyayım” dedi. Onlar Tevrât'ı getirdiler. Ve şaşı olan beğendikleri bir adama, “Oku” dediler. Adam Tevrât'ı okudu. Nihâyet bir noktaya gelince, elini üzerine koydu. Rasûlullah, “Elini kaldır” dedi. Adam kaldırdı ve görüldü ki, burada recm emri vardır. Adam dedi ki: Ey Muhammed! Burada recm bölümü bulunmaktadır. Ancak biz onu kendi aramızda gizleriz.” Rasûlullah emretti ve zinâ edenlerin her ikisi de recmedildi.

Müslim'in ifadesi de şöyledir: “Rasûlullah'a (s.a) zinâ eden erkek ve kadın iki Yahûdi getirildi. Hz. Peygamber, Yahûdilerin yanına gelerek dedi ki:

— Sizin Tevrât'ta zinâ eden hakkında ne görüyorsunuz?

Onlar şöyle karşılık verdiler:

— İkisinin de yüzlerini karalar, merkebin üzerine ters bindirir ve gezdiririz.

Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

— Eğer doğru söylüyorsanız, getirin Tevrât'ı da onu size okuyayım.

Tevrât getirildi ve okundu. Recm bölümüne gelince; Tevrât'ı okuyan delikanlı elini recmle ilgili kısmın üzerine koydu ve bu bolümün başını ve sonunu okudu. Bu sırada Hz. Peygamber'le beraber bulunan Abdullah ibn Selâm dedi ki: “Yâ Rasûlullah! Emir buyur da, elini kaldırsın.” Delikanlı elini kaldırınca görüldü ki; altında recm bölümü bulunmaktadır. Rasûlullah (s.a) emir verdi ve her iki Yahûdi de recmedildi. Abdullah ibn Ömer der ki: “Ben, o iki Yahûdiyi recmedenler arasında bulunuyordum. Kendisini taştan koruduğunu görmüştüm.”[16]

Müfessirler şöyle demektedirler: “Hayber ahalisinin soylularından bir erkek ve bir kadın zinâ etmişlerdi. Tevrât'ta zinâ haddi ise, recm idi. Bunun üzerine Yahûdiler, onları recmetmeyi uygun bulmadılar ve evli oldukları hâlde zinâ edenlerin hükmünün ne olduğunu sormak için bazı kimseleri Allah'ın Rasûlü'ne gönderdiler ve onlara şu tembihte bulundular: “Eğer Muhammed, bunların cezasının sopa okluğunu söylerse bunu kabul edin; yok eğer, size onları recmetmeyi emrederse, sakın bunu kabul etmeyin!...” Onlar, bu meseleyi Allah'ın Rasûlü'ne sordukları sırada Cebrâîl, onların recmedileceği hükmünü indirdi. Ama onlar bunu kabule yanaşmadılar. Bunun üzerine Cebrâîl (a.s) Hz. Rasûl'e, “Seninle onlar arasında İbn Sûriyâ'yı (hakem) yap” dedi. Bunun üzerine de Hz. Peygamber (s.a), “Tüysüz, beyaz tenli, şaşı, Fedek'te oturan ve kendisine İbn Sûriyâ denilen bir genç var; onu tanıyor musunuz?” deyince, onlar, “Evet, o yeryüzündeki Yahûdilerin en âlimidir” dediler ve onun hükmüne razı olacaklarını belirttiler. Bunun üzerine Allah'ın Rasûlü İbn Sûriyâ'ya, “Kendisinden başka ilâh olmayan; Hz. Mûsâ'nın geçmesi için denizi yaran; üzerinize Tûr dağını kaldıran; sizi Firavun ve hanedanından kurtarıp. Firavun ve hanedanını suya garkeden; size kitabını, helâl ve haram hükümlerini indiren o Allah aşkına söyle: Evli kimselerin zinâ etmeleri hâlinde, onların recmedileceklerine dair kitabınız Tevrât'ta bir hüküm var mıdır? Böyle bir hüküm biliyor musun?” dedi. İbn Sûriyâ, “Evet, var!” deyince, Yahûdilerin ayak takımı İbn Sûriyâ'nın üzerine atıldılar. Bunun üzerine de İbn Sûriyâ, “Eğer O'na yalan söylemiş olsaydım, üzerimize ilâhî azabın ineceğinden endişelendim...” deyip müteakiben Allah'ın Rasûlü'ne, bildiği alâmetlerden bazılarını sordu. Bunun üzerine İbn Sûriya, “Allah'tan başka ilâh olmadığına, senin Allah'ın Rasûlü ve daha önceki peygamberlerin müjdelediği Arap soyuna mensup ümmî peygamber olduğuna şehâdet ederim...” dedi. Daha sonra Allah'ın Rasûlü, zinâ edenlerin recmedilmesi hükmünü verdi; onlar da Mescid-i Nebevî'nin kapısının önünde recmolundular.[17]
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla