Tekil Mesaj gösterimi
Alt 13. November 2014, 12:37 PM   #10
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

RESULULLAH SONRASI, FETİH DÖNEMİ YÖNETİCİLERİ ÇOĞUNLUKLA CEHENNEME

Bu hadisi açmadan önce fetih kavramı üzerinde durmak gerekir. Kuran’da Fetih isimli bir sure vardır. Yine Nasr suresinde bu kavram geçmektedir.
Peki, Fetih nedir?
Niçin fatihler günaha girerler.
Fetih nedeniyle mi günah kazanırlar?
Yoksa fethedilen yerlere idareci atarken mi günaha girerler.
Fey dağıtırken mi günaha girerler?

Kavramsal anlamı “Açmak” olan fetih çeşitli alanlarda çeşitli amaçları ifade etmek için kullanılır. Siyasi ve askeri anlamda fetih genişlemedir. İstilâdır. Hak din esas olarak avunma savaşlarını bize öğütler. Yine evrensel hukuk ve hak dinler bir toplumun “hayat alanları” temin edecek şekilde bir makul genişlemeyi yasaklamaz. Mesela İslam ayakta kalabilecek bir saha olarak Arap yarımadasını kendisine vatan seçmiştir.
Bu sınırların aşılması ve muhafazası konusunda iki ayrı fikrin olduğunu tarihi kaynaklardan öğreniriz. Mesela Ali genişleme politikası içinde olunmamasını ideal bir yönetim kurularak ve imrenilecek güzel ahlak üzere bir sosyo ekonomi politikle özendirme yolunun tutulmasını önerdiği, ancak Emevi taifesinin başını çektiği ve toplumun çoğunluğunun desteklediği diğer görüşün genişlemeci bir politika takip edilmesini benimsediklerini kaynaklardan öğrenmekteyiz.
Endonezya’nın müslüman olması hariç, genellikle dini yayma biçimi olarak da fetih yöntemi uygulanmıştır. Bunun eleştirisini yapacak değiliz. Zaten hadis de bunu konu edinmiş değildir. Emaneti ehline vermemek söz konusudur. Öyle ise “Emanet” kavramını tanımlayalım ki üzerinde düşünebilelim.

Emanet: Emniyet edilen kimseye bırakılan şey, eşya veya kimse.

Demek ki emânete konu olan şey ya eşyadır veya kimsedir. Mal mülk cinsinden de olabilir, insan veya toplum cinsinden de olabilir. Yine bırakılan bu emânet herkese değil, bunu koruyacağına dair bırakanda bir güven olması gerekir.
Güvenilen kimse ümitleri boşa çıkartırsa buna “hain” denilir. Çünkü ihânet etmiştir. Yani düşük ahlâklı birisine aklı olan kimse emânet bırakmaz.
Eğer emânet bırakılan kimse güvenilmez bir kimse iken, bir kimse ona itimat ederek bir emânet bırakmışsa veya mülkü ona teslim etmiş ve yönetime getirmişse bu ihânete kendi kusuruyla katkıda bulunmuş olur. Hatta özel şartlar oluşmuşsa bu suç emânete ihânet bile sayılmaz. Yani haine emânet etmişse kusur da emânet eden daha kusurludur. Adamın dolandırıcılığı aşikârken ona eşya bırakmak, namus ve ırz düşmanlığı aşikârken ona kadınını emanet edenin büyük oranda kusuru vardır.
Çünkü emin olan ve bu nitelikle maruf olana emanet bırakılır.

Yine ülke ve insanını sevmemekte aşikâr bir tutumu olan kimsenin müstevlilerle(işgalcilerle) şahsi menfaati karşılığı yönetme emânetine her an ihânet ihtimali açık iken ona ülkenin yönetimini emânet edenler elbette ki yöneticinin seçiminde halkın yetkili olduğu sistemlerde müteselsilen sorumludur. Yani tercihini böyle yapmayan akıllı ve teenni(ihtiyat/tedbir) sahiplerine ihânet etmiş, hainin iktidar olmasına yardım etmiştir. Ki Kuran dini “Emâneti ehline verin” derken halkın seçimini/seçme özenini vurgulamıştır.
Yoksa verâset yoluyla gelecek bir sistemi benimsense idi, niçin “ehline verin” desin ki? Bu konuda Nisa–58 ve 59 ayetlere bakılabilir(yukarıdaki konularda değinildi). Bu ayetlerden sonra emânete konu olduğunu bir de örnek hadislerden verelim ki, emanetin konusu hükmetme ve yönetme yetkisi dışında eşya ve kimse olan emnete ilişkin iki ayrı hadisle sözlük anlamını onaylatalım. Buna girmeden de iki önemli hususu daha belirtelim.

Emâneti vereceğimiz kişi güven verse de bu yeterli değildir. Bilgi ve becerisi müsait olacak. Yine emaneti koruyacak gücü olacak.
İyi niyetli olması yetmez. Onu kimseye vermeyip, emanet eden istediğinde ona sapasağlam teslim edecek olduğu için korumaya güç yetirecektir. Onu çaldırmayacak, gasıplara karşı koruyacak.
Yine ilim ve tecrübe sahibi olacaktır. Kendisine bir çuval tuzu koru diye bıraktığınız emin kimse bunu korumaya azmetmiş, insanlardan gelen gasp ve hırsızlık fiillerini durduracak gücü de vardır. Ancak onu üzerinden yağmur yağan bir yere koymuşsa veya altında su akıntısı bulunan bir yere koymuşsa emaneti koruyacak bilgiye sahip olmadığı için doğal afetlerden nasıl korunacağını bilmediğinde onu zayi etmiş olur.

Şimdi bakalım hadis de emanet konusu olan şeyin sözlükte ki tanımı onaylayan hadislerden birer örnek verelim.

1-Aile efradı ve onların işlerinin görülmesinin emanet edilmesi:

EMANETE İHANET EDENLERİN AHİRETTE SEVAPLARI KALMAZ İFLAS EDER.
1958. [3:381, Hadîs No: 3705]

Büreyde'den (r.a.) rivayetle:
“Allah yolunda cihada çıkan mücahitlerin hanımlarının cihada çık*mayanlara haram oluşu tıpkı annelerinin kendilerine haram oluşu gibidir. Her kim mücahitlerden birinin ailesinin işleri konusunda bir vazife alır da ona riâyet etmeyip hainlik ederse, Kıyamet Günü bu adam mücâhidin karşısında durdurulur ve kendisine şöyle denir; "Bu, senden sonra ailenin işlerini üzerine almış ve hainlik etmişti. Dolayısıyla iyiliklerinden istediğin kadarını al." O da onun sevabın*dan istediği kadar alır. Emânete ihanet etmiş olan bu adamın seva*bından geride bir şey kalacağını mı sanıyorsunuz(Suyuti-Camius sağır)



2-Şimdi de eşyanın emanet edilmesini konu yapan bir başka hadis:

VERDİĞİ SÖZÜ YERİNE GETİRMEK, ALDIĞI EMANETİ YERİNE GETİRMEK
1862. [3:306, Hadîs No: 3469]

Hz. Ali rivayet ediyor:
“Şu üç şeyin ihmaline hiçbir insan için izin ve müsamaha yoktur: Müslüman olsun kâfir olsun anne babaya iyilik, Müslüman olsun kâfir olsun verilen sözü yerine getirme, Müslüman olsun kâfir olsun aldığı emâneti sahibine vermek.”Suyuti-Camius sağır)

Görüldüğü gibi bir Müslüman bir kâfirden bir emanet alıp da, "nasılsa o kâfirdir ona verilen sözü ihlal etsem ne çıkar, ben nasılsa Allah’ın has kuluyum" diye düşünmesi gaflet ve dalâlettir. Bunu yapanlar geçmiş ümmetlerden çok çıktığı için bunu Resulullah insanlara özellikle hatırlatıyor. Hatta “iman etmiş olmanın kibri” de diyebileceğimiz bu hastalık sıkça karşılaştığımız bir hastalıktır.
Bu o kadar önemlidir ki, Ehli kitabı cehennemlik yapan bir özelliktir Kuran bunu ayet yapmıştır. Yani “Biz Allahın has kullarıyız onların haracını yiyebiliriz” yanlış düşüncesiyle küfre batmaktır. Adaletsizlik yapmaktır. Gayemiz meşrudur, öyle ise vasıta meşru da olmasa olur hatasıdır.

Bunu İsrail oğulları tarihinde sıkça görmekteyiz. Seçilmişliğin sınava tabi tutmak anlamını bir yana atıp, ona alâkasız anlamlar yüklemek gibi. Yine hıristiyanların ari ırktan olmaları iddiasıyla diğer insanların değersiz olduğunu, onların bazı nimetlere bile layık olmadığı yolundaki “asabiyetleri” gibi hastalıklı düşünce ve bunun gereğini yaparak zulmetmeyi haklı bulmaları gibi hastalıklı algı ve eylemler.
Ehli kitaptan birçok hastalık mikrobu alam İslam toplumlarının durumuna gelince. Onlar da "mâdem ki biz hak bir dinin mensubuyuz, öyle ise bu dini yayarken istilâ edebiliriz ve gerektiğinde nimetin en iyisine biz lâyığız" hastalığına zaman zaman kapılmışlardır. Bu da Cihadı amacından saptırıp mâli kaynak ve refah arttırmak için haddi aştıkları görülen eylemlerdendir.

Biz buradan konuya girerek yukarıdaki hadisin anlamıyla sınırlı amacı ortaya koyacağız. Ona ilişkin “menkul emaneti zayi etmeyi” işleyeceğiz.
Bu ise halktan vergi veya bağış olarak toplanan meblağların toplama amacı dışında kullanılması suretiyle yapılan emanete ihaneti açıklayacağız.
İhanet sadece alınan emaneti vermemekte direnmek ile kalmaz. Bir amaç için toplananları amaç dışı kullanmak ta yine iki sebepten kaynaklanır.
Birincisi bunu siyasi ve ticari amaçları için kullanmaktır. Bunun örneği ise, vergi olarak toplanan veya hayır kurumlarının topladıklarıyla bir siyasi görüşün iktidar olması ve iktidarda kalması için kullanılmasıdır. Mesela bunun tipik örneği vergi veya fonlarda biriken milletin geneline ait ve kamu hizmetlerinin yürütülmesi için toplanan paraları iktidarda bulunan partinin seçim kazanması için kullanılması böyledir. Yine uzak doğuda deprem yardımı olarak bağış niteliğinde toplanan parayla bir siyasi akım veya partiye taraftar kazandırmak için kullanılmasıdır. Yine bu cümleden olmak üzere Depremzedelere yardım edilmesi için “emanet” olarak toplanan paraların önemli bir kısmıyla bir medya kurulması veya onun güçlendirilmesi için kullanılması tipik örneklerdendir.

Şimdi emanetin alınma amacı dışında kullanılmasında bir beis görmeyenlerin kendilerine göre haklı sebeplerini sosyal psikoloji ilmi açısından değerlendirelim.
Birinci saik yine İsrail oğullarının hüsnü kuruntusuna benzeyen bir saiktir.
"Biz dini değerlere hizmet edeceğiz. Bu çok ulvi bir amaçtır. Öyle ise bize emanet edilmiş bu parayı kamu oyu oluşturacak bir kurumun inkar edilmez büyük faydası uğrunda kullanmamız emaneti amacı dışında kullanmak suretiyle ihanet etmekten muaf tutar. Çünkü daha hayırlı bir işe harcıyoruz"
bahanesidir. Bu insanın kendisini kandırmasının bir yoludur.

İkinci sebep ise yandaşlara harcamayı hata saymamaktır.
"Çünkü bunlar Allah’ın has kullarıdır ve cihad yapmaktadırlar. Öyle ise gaye meşru ise vasıtayı da meşru kılar" kendini aldatma yoludur.
Tam da buradan konu başlığı olan hadise geçecek değerlendirmeyi ortaya koymuş olduk.

Bir yönetici veya yönetici gurup, haklı bir cihadın meşru bir ganimetine el koymuşsa, el koyan kuvvet ve onun hükümdarı veya hükümeti bunu kamu adına yapmıştır. Bu bir emanettir. Hak din böyle bir arızı kazancın halkın zayıf kesimlerinin hakkı olduğunu hükme bağlamıştır. Gerek işgal kuvveti ve gerekse hükümdar bunu bu amaç dışında yandaşlarına veya muhariplere peşkeş çekemez. Çünkü bu şâkilik olur. O bu ganimetin emânetçisidir.

İşte bu fetih dönemlerinde bu emânetler zayi edilmiştir Gerek peygamberler ve halifeler tarihi isimli eserlerde ve gerekse İbn Haldun’un mukaddeme isimli eserinde uygulananın hadarat(yeşillik, yeşillenme, otlanılan yer, faydalanma) ve asabiyet(akrabayı,yakını, kavmini faydalandırma) olduğu bellidir. Yani yönetime yakın olanlar menkul ve gayrı menkul ganimetlerle semirmişlerdir. Ayrıca sair gedikler de “Asabiyeti/akraba, yakın, aynı kavimden olanlara” peşkeş çekilmiştir. Ayrıca bu ASABE ve yandaş elde tutma zihniyetinin bir başka tezahürü de idari taksimatta yandaşlar görevlendirilerek onlara bu kez de emânetin “şey ve kimse” şeklinin ikisini de kapsayan veya bir üçüncü türü olan "yönetme" emâneti verilmiştir. Bu yoldaki emânete ihânet üstün ahlak sahibi Ömer bin Abdülaziz tarafından adaletle ıslah edilmiştir. Bu sebepten onu katlederek yukarda açıklanan cihad dışı amaçlı fetihler sürdürülmüştür.. İşte bölüm başlığı yaptığımız hadisin kapsamında bu da vardır. Öyle ise şimdi de onu yazalım.

Hasan-ı Basrî rivayet ediyor:
“Ümmetime yeryüzünün doğusunu, batısını fethetmek nasib olacaktır. Dikkat ediniz! Allah'tan korkan ve emâneti sahibine verenler hâriç idarecileri Cehennemde olacaktır.”
(Suyuti- Camius sağır)2336. [4.98, Hadîs No: 4668]


Böylece hem geçmişten ve hem de güncel örnekler vererek olacakları olmadan haber veren bir hadisi daha incelemiş olduk. Emanetin açıklamasını ve emanete konu olabilecek üç şeyin tarif tanım ve açıklamasını yaptığımıza göre benzer hadisleri incelerken kavramları tekrar açmaya gerek kalmadı.

Av.İlhami Çetin'den
Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (13. November 2014 Saat 01:47 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (13. November 2014)