Tekil Mesaj gösterimi
Alt 6. September 2010, 11:16 AM   #7
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart

EDEBİYATTA KULLANILAN EDEBİ SANATLAR VE DEYİMLER HAKKINDA BİLGİ EDİNDİKTEN SONRA KURANDAKİ KAVRAMLARA GEÇELİM
EDEBİ SANATLARI TEKRAR ÖNEMLİ OLANI TEKRAR NAKLEDEREK BİLGİLERİMİZİ TAZELİYELİM.
Edebi Sanatlar mana üzerinde oyunlar yapıp, sözü güzelleştirme yolları. Edebi eserlerde mana ve fikri daha iyi anlatmak, açıklamak, zevkle okunmasını sağlamak ve ifadeyi temin etmek için yapılır.


Bir dildeki kelimelerin iki manası vardır. Bunlara hakiki ve mecazi manalar denir. Kelimelerin her zaman öz manalarında kullanılması Özellikle edebi eserler için kusur sayılır. Ayrıca hakiki manalar, her zaman duygu ve düşünceleri, hayalleri anlatmaya yetmez. Bu yüzden edebi sanatlar bütün dünya edebiyatlarının her döneminde kullanılmıştır. Türk edebiyatında, Özellikle divan edebiyatı sanatkârları bu sanatlara yer vermiş, istedikleri sanatı yapabilmek için hususi gayret sarf etmişlerdir. Son devir Türk edebiyatında istisnalar hariç söz sanatlarından vazgeçilmemiştir. Bir edebi eseri zevkine vararak okumak ve yazarının anlatmak istediğini tam anlayabilmek için diğer bilgilerin yanı sıra edebi sanatları da bilmek gerekir.



Yukarda Edebi sanatlarda kullanılan kelimeler nasıl o kültürün ürünü ise, ne anlatmak istediği o kültürde anlaşılıyorsa, Kuranda geçen kelimeler ve ayetler de kuranın inişi ve bitişi arasındaki kültürde anlaşılır.
Kuran Kültürü Peygamberimizin peygamber oluşu ile başlar. peygamberlik tarihinin bitişine kadar devam eder. Kuranda geçen hiçbir kelime kurandan önceki yaşayan Arap kültürünün anlayışını yansıtmadığı gibi kurandan sonraki gelen Arap kültürünü de yansıtmaz.

Bu sebeple asıl kuranı anlamada engel olan Kuranın kendisi tarafından kurana yüklenilen manaların yakalamamasından kaynaklanmaktadır. Biz belki kuran içerisinde geçen kelimeleri bütünüyle ele alıp kuranın yüklediği manayı anlatma fırsatı olmasa da kuranda geçen ayetlerin büyük bir kısmının ortaya koyduğu ortak anlayışta olan önemli kelimeler üzerinde durmaya çalışacağız.

Kuranda geçen kelimeleri kuranda geçen ayetler içerisinde aramayı bizim olmazsa olmazını oluşturacaktır. Kuran gerçekten orijinalliği bu güne kadar korunmuş ve kıyametin sonuna kadar da bozulmadan orijinalliği devam edecektir.
Mucitler bir şey icat edecekleri zaman. Bütün bildikleri ön bilgi ve ön yargılardan kendilerini uzaklaştırarak yöneldikleri yöndeki ilim dalındaki buldukları bilgi ve bulgularla hareket ederek icat etme haline ulaşırlar.

İşte kurandaki herhangi bir konudaki doğru bilgiye ulaşabilmek için de kuranın dışından gelen bütün doğru ve yanlış olan ne kadar bilgi varsa hepsini atarak kurana besmele ile yaklaşarak, Kuranda bulunan bilgi ve bulgularla saf ve halis bir din anlayışı yakalanacak inşallah.

Bir Taraftan Kuranda Kuranın ana çatısını meydana getiren ayetleri kuranı doğru anlamada bir araya getirirken kuranda hiçbir konunun veya hiçbir ayetin yanlış anlaşılmasına meydan verilmemesine çalışılacak hem de her kelimeye yüklenen mana bütün ayetlere yüklendiği zaman kuran bütünlüğünde hiçbir ayetin yanlış anlaşılmasına sebep olmayacak.

Kuran okuyucuların inşallah kuranda geçen kelimeleri kuran okumaya başlamadan Kuranda kastedilen manaları öğrendiği zaman ayetlere yabancı kalmayacak kelimenin geçtiği ayetler rahatlıkla anlaşılmaya çalışılacak.

KURANDA GEÇEN KELİMELERİN KURANLA TANIMLANMASI

HALİFE
Halife kelimesi kuranda on bir yerde geçmektedir.

HALİFE: iki anlamda kullanılmıştır. Dünya hayatında özgür iradesiyle istediği gibi evrendeki varlıklara hükmedebilen onlara boyun eğdiren âdemoğlu şemsiyesi altındaki insanlar. İkinci anlamı ise Allahın insanlar arasından elçi seçerek güç ve otorite haline geldiğinde Allahın emirlerini Allah adına emreden anlamında halifedir. Bu iki Anlamda kullanılan halifeye kurandan örnekler vererek açıklamaya çalışalım

İNSAN OLAN HALİFE

2/30- Hani Rabbin meleklere: "Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti. Onlar da: "Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" dediler. (Allah "Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben bilirim" dedi.

Bu Ayette Halife Kâinatta yaratılan bütün varlıklardan, yaratılış bakımından üstün olan ve onlara hükmedebilen insan olan halifeden bahsetmektedir. Bu İnsan olan halife insanın dışındaki bütün varlıklara hükmedebildiği halde, kendi aralarında kavga savaş çıkaran ve kanlar akıtan bozguncu olan bir halife tipinden söz etmektedir.
İşte Bu Halife tipi temel olarak iki kısma ayrılmaktadır. Birincisi rabbim Allah’tır diyenlerin iktidarı otoritesini elinde tutanların halifeliği, İkincisi de Rabbim Allah’tır diyenlerin dışında hareket edenlerin iktidar olanlarıdır.

RABBİM ALLAHTIR DİYENLERİN HALİFELİĞİ

38/26- "Ey Davud, gerçek şu ki, Biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azap vardır."

Bu Anlamda halife Fert ve toplum bazında, Allahtan peygamberler aracılığı ile vahiylerin hayatta uygulanmasıdır. Bu Anlamda olan halife örneği en önemli olanı son peygamberle her örnekten bir örnek verildiği ve hiçbir eksiğin bırakılmadığı son peygamber ve etrafında ona yürekten bağlı insanlarla yirmi üç yıllık dönem içerisindeki Örnek bir peygamber örnek bir toplum ve örnek vahyin güdümünde olan dönemdir.

2/ 143- Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka'be'yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah'ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.

İşte kuranının inişi ve vahyin gözetiminde yaşanan bir hayat örneği kuranla bize anlatılmış ve bu örnek yaşamını, kuran bize bir model olarak sunmuştur. Kendisinden sonraki çağlara ışık tutan örnek bir model olarak alınmalıdır.

Hayatın doğru yaşamını gösteren bir mizan bir terazidir. Böyle bir hayat yaşanmaz diyenlere bir örnektir. Evet insanlar yöneldiği zaman bu hayat yaşanır.

Halife olan insanlara yeryüzünde ve kâinatta ulaşabileceği bilgileri kendi lehinde ve aleyhine olabilecek malzemeleri insan önüne sererek o malzemelerle insanlığın önüne koymuş. İnsanoğlunun ömrünün sonuna kadar minimum kültürden maksimum kültüre kadar, Ulaşabilecek aklı da vermiş kâinat içerisinde insanın dilediği gibi dolaşmasını kendi özgür iradesine bırakmıştır.

İşte Kuran evrende insanların hizmetlerinde olanlara melek ismini koymuştur. Şimdi kuranın tanımladığı melek nedir onu kurandan anlamaya çalışalım.
MELEK


Kuran içerisinde yaklaşık doksan üç yerde melek kelimesi geçmektedir. Eğer kuranda kullanılan melek tabirini kuranın anlattığı gibi anlayamaz ve tanımlayamazsak, Kurandaki hem ayetler hem de kıssalar içerisinde kullanıldığında kavram kargaşası çıkar. Biz burada melek ile ilgili tanımı yapabilmek için doksan üç yerde geçen ayetlerin hepsini alacak değiliz zaten buna ne benim zamanım ne de okuyucuların zamanı yetmez. Sadece Melek tanımını kavrayacak kadar ayet örneklerinden verip geçeceğim.

2/ 30- Hani Rabbin meleklere: "Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti. Onlar da: "Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" dediler. (Allah "Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben bilirim" dedi.

Bu ayeti halife örneğinde de vermiştim. Melekle ilgili konuda da vermemin sebebi Hem kuranın halife olarak yüklediği anlam hem de kuranın melek olarak yüklediği anlam bu ayetle şekillenmektedir.

Kuran Kâinatta temel olarak iki farklı varlıktan bahsetmektedir. İşte yeryüzünde ve kâinatta sözünü ve hükmünü geçirebilen insanlardır. Bu insanlar var oluşla beraber insanlarda bilgi kültürü, insanlardaki akılla insanların yok oluşlarına kadar devam edecek olan süreç içerisinde tamamlanacaktır. İşte kâinatta geçen varlıkları Allah lisanı halleriyle konuşturarak bize melek ve insanları tanımlamaktadır.
2/ 31- Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: "Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin" dedi.
2/32- Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın."
2/33- (Allah "Ey Âdem, bunları onlara isimleriyle haber ver" dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: "Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim."
2/34- Ve meleklere: "Âdem’e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu.
2/35- Ve dedik ki: "Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."
Kuran: kâinatta temel olarak iki varlıktan söz etmektedir. Birincisi yeryüzünde ve kâinatta hükmünü yürütebilen aklıyla takvasıyla fısk ve fücuruyla mükemmel bir varlık olan insandır. yerleri ve gökleri yaratan Allaha hesap verecektir. Attığı her adımdan konuştuğu her sözden sorumlu tutulacaktır. ikincisi de insanoğlunun emrine amade olan sadece görevleri insanlar yöneldiği zaman kendisine kotlanmış bilgileri insanlara cömertçe veren ve insanlığın hizmetinde olan, meleklerdir.
Meleklerin tanımını lisanı haliyle konuşturarak şöyle yapmaktadır.
2/32- Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın."
MELEK: İnsanların madde ve mana âleminden gelen vahiy bilgiler de dâhil olmak üzere insanların dışında ve insanların hizmetinde amade olan bütün varlıklar olarak tanımlanır. Bir başka deyişle kâinat ve içerisinde insanlar dışında olan varlıkların tümüdür.
Melekleri kuranın anlattığı şekilden insanların anlayabileceği şekle dönüştürüp yorumlayacak olursak, El ayak ve vücutta bulunan görülen ve görülmeyen soyut ve somut olarak ne varsa dâhil edilerek, kâinatta var olan güneşiyle yıldızlarıyla dünyasıyla ve dünyada yaratılmış olan madenleriyle bitkileriyle vahiyi ile var olan insan dışında her şeydir. Allah meleklere Ayette de geçtiği gibi, bilgi kotlamış. Her melek kendisine verilen bilgi dışında bilgi bilemez o bilgi çerçevesi içerisinde hareket eder. ve verilen görevi dışında bir görevi yoktur.
Bu sebeple Meleklerde kültür aşaması yoktur. Allah ilk yaratılışta onlara nasıl bir bilgi, yüklemişse onlar bu güne kadar o bilgilerinde bir değişiklik olmamış bu kıyametin sonuna kadar da böyle devam edecektir.
Bu anlattıklarımı biraz daha müşahhas hale dönüştürecek olursak, Arı İlk yaratılışından bu tarafa görevi bal yapmaktır. Arı konmuş olduğu çiçeklerden nasıl var oluşunda bal yapıyorsa şimdi de doğal Seyrini değiştirmemiş yine bal yapmadan öteye teknolojisini geliştirip çağ atlayamamıştır.
Hayvanlar yaratılışla beraber hangi görevde iseler şimdi de görevlerini değiştirmemiş bilgilerinde bir değişiklik olmamıştır. Bitkilerde ve sebzeler de öyledir. İnsanlar müdahale etmedikçe görevleri aynı kalmıştır. Portakal portakal vermekte kaysı kayısı vermekte domates domates vermekte karpuz bitkisi karpuz vermektedir. Allah meleklere kotladığı bilgilerin dışında meleklerin başka bir bilgileri yoktur. Başkalarına ait bilgilerden de haberleri yoktur. Onlarda akıl da yoktur. fısk da yoktur. irde de yoktur.
Bu Anlamla meleklerin iki görevleri vardır. Birincisi kendilerine kotlanmış olan bilgilerde kusur yapmadan Allah’ı tespih ederler. İkinci görevi ise halife olan insana görevlerini eksiksiz olarak yerine getirirler ve ona secde ederler.
17/44- Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O'nu tesbih eder; O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır.
Bu Ayet bütün meleklerin Allaha secde ettiklerini hiçbir zaman Allahın onlara yüklemiş olduğu görevden uzaklaşmadıklarını anlatmaktadır.
İnsanoğluna secdelerini de şöyle anlatmaktadır.
2/34- Ve meleklere: "Âdem’e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu.
İşte meleklerin âdeme secdesi insanlar onları kendi lehlerinde olan hayatlarında kullandıklarında itiraz etmeden boyun eğmeleridir. Develerin yükünden gübresinden sütün den istifade etmeleri bitkilerin meyvelerinden, dağların madenlerinden istifade etmeleri meleklerin insanoğluna secde etmeleri ve ona boyun eğmeleridir.
İşte Evrende yaratılmış bütün varlıklara insanlardan inanalar ve inanmayanlar ayırt etmeden hizmetlerini insanların o konuda gösterdiği performans ölçüsünde cömertçe Allahın kendilerine kodladıkları bilgileri sunarak insan hayatında kolaylaştırmayı sağlamışlardır. İşte bu gün insanların uzay ve bilgisyar çağına ulaşmaları insanların meleklere değer verip onların kendilerine hizmetlerini sağlamalarından kaynaklanmaktadır.
İnsanlar demir meleğini ağaç meleğini aklına gelebilecek bir bilgisayarın bir geminin bir uçağın bir füzenin yapımında kullanılan ne varsa onların bilgilerinden istifade ederek hayatlarında büyük kolaylıklar sağlamayı becerebilmişlerdir.
Binlerce ton gemiler insanların ihtiyacı olan malzemeler yükletilip istenilen yerlere götürülmesi binlerce km.lik yolları uçaklarla arabalarla insanların kısa bir zamanda kat etmeleri hep insanoğlunun melekleri kendi emrinde kullanmaları meleklerin hizmetlerinden kaynaklanmaktadır.
İşte insanları dünya hayatlarında gerekli gayreti gösterdikleri bütün şeylerde onlara başarılı kılmaları meleklerin kendi lehlerinde hizmet ettirilmelerine bağlıdır. Bir başka deyişle Hayvanlarla iyi diyalog kuranlar hayvanlardan iyi et iyi süt iyi hizmet alırlar. Madenlerle güzel diyalog kurmasını bilenler onlardan güzel verim alırlar. Ağaçlarla güzel diyalog kuranlar ağaçlardan güzel meyve veya güzel ürünler alırlar.
İşte dünya üzerinde Temel olarak iki sınıf olmuş insanlardan Rabbani yolda ve gayrı rabbani yolda olanlardan kim gerekli gayreti gösterirse Allah dünya hayatında onu başarılı kılacağını vaat etmiştir.
11/15- Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse, onlara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz ve onlar bunda hiçbir eksikliğe uğratılmazlar.
11/16- İşte bunların, ahirette kendileri için ateşten başkası yoktur. Onların onda (dünyada) bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuştur.
Dünyada Allah insanları deniyor. Melekleri insanların emrine veriyor. Bu Meleklerle dünyada ihtiyaçlarınızı karşılayın onlardan gereği gibi istifade edin ama ahiret hayatından da nasibinizi unutmayın diyor. İnsan inansa da inan masada kim melekleri kendilerine daha çok yardımcı kılmaya ikna ederse güçlü olan odur.
Maalesef Müslüman olanlar meleklerden bu istifade etmeyi başaramamış kâfir olanlar başarmış ve dünya üzerinde teknoloji ve güç kimde ise Allah onlara hükümranlığı vermiştir. Şimdi İnsanlardan bazıları rabbim Allah dediği halde bazıları neden rabbim Allah demiyor. Bunun sebebi nedir? İşte bunun asıl sebebi insanlardan meleklerden ayıran özelliğin ve denemesine vesile olan iblisin ayartması oluyor. Kuranın intak sanatıyla anlattığı varlıkları anlamaya devam edelim.
ÂDEM
Âdem kelimesi kuranda yirmi dokuz yerde geçmektedir.
İblis kelimesini tanımlamadan önce âdem kelimesini tanımlamak öncelik arz etmektedir. Çünkü iblis âdemle gündeme gelmiştir.
2/31- Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: "Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin" dedi.
Bakara otuzuncu ayette Kâinatta iki varlıktan bahsederken kâinatta halife olarak yaratılan varlık burada âdem kelimesi ile karşımıza çıktı. Âdeme isimlerin öğretilmesi ondaki meleklerden farklı olarak akılla olmasıdır. Meleklerde olan bilgiler âdemde de olmasına rağmen, yani başka biir deyişle kotlanmış bilgi insanda da olmasına rağmen onu meleklerden farklı kılan düşünme ve akletmesi o karşısına çıkan problemleri çözebilme yeteneği ile farklılaştığından dolayı” Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti” ifadesi kullanmaktadır.
2/ 32- Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın."
2/33- (Allah "Ey Âdem, bunları onlara isimleriyle haber ver" dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: "Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben Bilirim."
Dikkat edilirse akabinden gelen ayetler Meleklerin ve âdemin tanımını lisanı haliyle mükemmel bir şekilde yapmaktadır. Melekler verilen bilgilerin dışında bir bilgisi yok ama âdem yaratılışıyla beraber Kendisine verilen akılla ile evrendeki melekler ile ilgili bilgileri tek tek çözerek kendisine hizmet ettirecek yeteneğe sahip bir varlıktır. O zaman meleklerin âdeme secde etmesi istenmektedir.
2/ 34- Ve meleklere: "Âdem’e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu.
Evet, her maharetli olanların kendilerinden daha az maharetli olanlara karşı bir üstünlüğü olduğu gibi âdemin mahareti de meleklere göre daha ilerde olunca meleklerin âdeme secde etmesi istenmektedir.
2/35- Ve dedik ki: "Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."
Otuz dördüncü ayette yeni bir varlık çıktı karşımıza –İblis- İblis kelimesine geçmeden önce âdem kelimesini bitirelim Âdem ve eşi cennette ama meleklere emir yükümlülük bir tipleme bir sembol olan insan fotoğrafı çizmekte yasaklanan ve serbest edilen bir şeyler var ortada.
İşte burada Adem profili kapanıp yeni bir profil çıkıyor karşımıza. Otuz beşinci ayette yapılması gerekenler ve yapılmaması gerekenler ortaya çıkmaya başladı
Tefsirlerde anlatılan yasak ağaç haram ağaç buğday ağacı elma ağacı değil Dünya hayatında yaşayan her insanın da bildiği gibi haram olanlar ve helal olanlar anlamında kullanılmıştır. İşte âdem ve eşi de cennette iken haram ve helal günah ve sevap sorunu yoktu aynen meleklerde olduğu gibi. Ne zaman haram ve helal ortaya çıkıyor? İblisten söz edilmeye başladığı zaman. İşte Âdem ve eşi insanın günah işlemden cennette olduğu halde bir başka deyişle iblisin insan üzerinde adı anılmadığı günah işlemeyen bir ortamdı.Yani adem ve eşi iblis kelimesi ortaya çıkınca adem ve eş kalkıyor yerine insan kelimesi giriyor.
2/2/36- Fakat şeytan, oradan ikisinin ayağını kaydırdı ve böylece onları içinde bulundukları (durum)dan çıkardı. Biz de: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta vardır" dedik.
İşte insanın oluşumuna kadar geçen dönem bitiyor. Yani günahsız bir ortamdan günah işleyen ve günahından dolayı tövbe edebilen nötr bir varlık karşımıza çıkıyor. Bir başka deyişle Âdem kelimesi yaratılış biçimi lisanı haliyle anlatılırken insanın günah işlemeden ki halden günah işleyen bir hale dönüşmesinin asıl sebebi iblis oluyor. İblis yokken günah işleme de yoktu ne zaman iblis ortaya çıktı âdem âdem olmaktan günahsız olmaktan çıktı, ve insan oldu.
Burada İblis kelimesine geçmeden önce İnsan kelimesini tanımlayarak girelim insan kelimesini ilerde detayı ile anlatmaya çalışacağım.
İnsan: hem takva yoluna gidebilen hem de fısk yoluna gidebilen nötr bir varlıktır. Önce insanı oluşturan ve âdemin cennetten kovulmasının asıl nüvesini oluşturan iblis konusunda kuranın anlattıklarını incelemeye çalışalım
İBLİS
İBLİS: Kelimesi kuranda on iki yerde geçmektedir. Nötr bir varlık olan insanın, asıl denenmesine sebep olan kötü yolda yürümeyi teklif sunan bir melektir. İblisin diğer meleklerden farkı şudur. Diğer melekler insan nereye gitmek isterse o yolda hizmet ettikleri halde iblis sadece insanlara kötülüğü fısıldamakla kötülük yapmayı teklif sunmakla görevli bir melektir.
Aynı zamanda asıl insanların yaratılış gayesi Allaha ibadet ve kulluk yapması olduğu halde, insanları Allaha ibadet ve kulluktan caydırmayı teklif sunmakla, insan yaratılışına yabancı olmakla, cinlerdendi. ifadesi kullanılmaktadır.
18/50- Hani meleklere: "Âdem’e secde edin" demiştik; İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir.
Aslında İnsan âdem melek, iblis şeytan cin kelimeleri bir ağacın kökleri gibi girift bir bilmece gibidir. Her birinden bahsedildiğinde mutlaka diğerinden de söz etmek gerekiyor. Hepsi bir birleriyle bağlantılıdır. Biz burada dilimizin döndüğü kadar ayetler arasında düzgün bir mantık çerçevesi içerisinde aralarında ki farkı ayırarak tanımlamaya çalışacağız inşallah. Burada benim yıllarca üzerinde çalışıp da anlayabildiğim fakat okuyucuların daha bu konularla ilgili kuran-i bilgileri yoksa anlamada epey güçlük çekecekleri kanaatindeyim. Ama burada bu konularla ayrı ayrı her kelimeyi geniş olarak anlatmak istememe rağmen kısa tanımlarla konuştuğumuz konu ile ilgili kelimelerin tanımını yaparak uzun tanımlamalara zemin oluşturulsun istiyorum.
HALİFE: Allahın yeryüzünde kendisi adına iş gören kâinat üzerinde yetkili ve sorumlu tek varlık olan insanlardır.
ÂDEM: İnsanın oluşumunu şekillendirirken daha günaha ve sevaba eğilim yönü yaratılmamış insanın günah veya sevaba yönelmeden ki günahsız halidir.
MELEK: İnsanların fiziki ve ruhi yapıları da dâhil olmak üzere insanların dışındaki insanların emirlerine amade olan Allahın yarattığı zerreden küreye kadar bütün varlıkların adıdır.
İNSAN: Dünya hayatında Meleklerden farklılaşarak aklıyla takvasıyla fısk ve fücuru ile ayrılarak hem yanlış yola gidebilecek hem de doğru yolda yürüyebilecek ibadet ve kullukla sorumlu nötr. Bir varlıktır.
İBLİS: Asıl insanı Allaha karşı ibadet ve kulluk yolundan ayırmakla görevli ve insanın meleklerden farklılığının tek nedenini oluşturan insanlara Kötülüğü teklif sunmakla görevli takvanın alternatifi olan bir melektir. Teklifleri insan yaratılışına muhalefet ettiğinden dolayı yabancı anlamında cinlerdendi ifadesi kullanmaktadır.
CİN: Asıl yaratılış gayesini unutmuş ve kendisine dünyayı tabu edinmiş İbadet ve kulluktan uzaklaşmış İnsanların yaratılırken rabbim sensin sözünden caymış yabancılaşmış yabancı insana verilen isimdir
ŞEYTAN: Günah işlemeye ve sevap işemeye doğru eğilimli nötr bir varlık olan insana iblisin kötülüğü isyanı başkaldırmayı teklif etmeyi sunması sonucunda bu teklifi kabul eden, onu ameline dönüştüren ve günahta ısrarcı olan insanın adıdır.
Konumuz iblis hakkında kuranın anlattıklarıyla ilgili idi. İblis bir insan değil ama Kuran burada Teşhis ve intak sanatı yapmıştır. ” Teşhis ve İntak: Teşhis, insan olmayan varlıklara insanların yaptığı işleri mecazi olarak yaptırma; intak da bu varlıkları söyletme, konuşturma sanatıdır.”
İblis insan değildir. Soyut bir varlıktır.
7/ 12- (Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın."
Burada iblisi hem intak sanatı yaparak konuştururken İbadet ve kulluk için yaratılmış olan insanlardan günah işleyen ve günahında ısrar eden insanların davranış biçimlerini ve bulunmuş olduğu konumu beğenmemesini isyankârlık olarak tanımlamaktadır.
7/ 13- (Allah "Öyleyse oradan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin."
Allah insanları çeşitli karakterlerde cinsleriyle ırklarıyla renkleriyle Farklı farklı yarattığını bunların sadece hem isnsanlar birbirlerini tanısın hem de insanlar bir birleriyle diyalog kurarak hayatlarını tamamlasın diye böyle yarattığını söylemektedir.
49/ 13- Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.
Ayette bahsedilen bu farklı yaratılışlar İnsanların Allah katında, Hiçbir insan hangi ırktan hangi renkten hangi cinsten olursa olsun bir birlerine karşı asla ütünlük farkının olmadığını üstün olmak güzel davranışların ön plana çıkramakla ancak mümkün olacağını anlatmaktadır. Allah katında bütün insanlar eşittir. Farklı şekillerde farklı kimliklerde yaratılan insanların kendilerine yüklenmiş olunan görvleri gücü nisbetinde yapmakla sorumludurlar.
İblis insanlardaki bu farklı yaratılışlardan kendisine malzeme yaparak, insanları zenginse insanlar üzerinde güçlülük taslayarak onlara zulmetmeyi fakir veya güçsüzse kendisine neden zenginler gibi güçlüler gibi imkân tanınmadığını fısıldayarak insanları hem Allaha hem de Allahın kendilerine göndermiş olduğu peygamberlere ve ulul emirlere karşı çıkmayı fısıldamaktadır. Bu Her insan içerisinde var olan bir olgudur. Kuran burada sebebi bilinen bir olayı daha güzel bir sebebe bağlama sanatı(hüsnü-tahlil) yapmıştır.
7/ 14- O da: "(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)" dedi.
7/15- (Allah "Sen gözlenip-ertelenenlerdensin" dedi.
Bu ifade her insanda var olan nefsin, bir adı fıskın, bir adı iblisin insan üzerinde insanlar üredikçe insanlardan insanlara aktarılan bir olgudur. İblis süre istese de o vardı süre istemese de vardı. insan oldukça bu olgu devam edip gidecektir. Burada Allahın huzurundan kovduğu İnsanları Allaha ibadet ve kulluktan alı koyan ve Müslüman ol kelimesine muhalefet eden her türlü düşünme ve tekliflerdir. Davranşlardır.
İnsanlar yaratılırken, bir başka deyişle fıtrat olarak Rabbimiz Allah’tır. Demelerini bozan ve insanların asıl denenmesine vesile olan iblistir.

Meleklerde iblis denen bir olgu yoktur. Bu sebeple onlar görevlerini hakkıyla yaparken engelleyecek bir olgu da yoktur. Ama insanlarda Meleklerden onları ayıran rabbim Allah’tır sözünü bozmaya davet eden bir ses gelmesi onların imtihana tabi tut utulmasına neden olmaktadır.
7/ 20- Şeytan, kendilerinden 'örtülüp gizlenen çirkin yerlerini' açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: "Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir."
Burada varlıkları intak sanatı yaparak konuştururken İnsanların küfre ve kötülüğe gitme eğilimini oluşturarak onlara hem takvaya hemde fıska gidebilme eğilimi vererek akıl ile de gideceği yolu seçene gittiği yolda hizmet ettirmiştir. İşte onlardaki bu özellik onları meleklerden ayırarak sorumlu ve yetkili kılmıştır. Eğer iblis denen bir olgu olmamış olsaydı, insanlar zina yapmayacaklardı adam öldürmeyeceklerdi bozgunculuk yapmayacaklardı. Zulüm yapmayacaklardı. Hırsızlık yapmayacaklardı. İşte bu insanları Allah’ı tespihten ona ibadet ve kulluktan alı koymak ve kötülüğe doğru giden yolların tetikleyicisi hep iblisin insan üzerinde var olan bir olgu oluşundan kaynaklanmaktadır. Her erkek ve kadını meleklerden ayıran özellik iblisin var oluşudur. Eğer bu olgu olmamış olsaydı insanlar melek olurlardı
7/ 172- Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) Onlar: "Evet (Rabbimiz'sin), şahid olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.
Kuran burada da intak sanatı kullanmıştır. İnsanlar yaratılış anlarında rabbim sensin sözünü söyleyebilecek karakterde Değillerdir. İnsanlar sorgulamaya akıl baliğ çağında başlarlar. İnsanlar o anda aynen melek özelliğindedir melekler nasıl verilen görevi kusursuzca yerine getirirler? Ve Allah’ı Hamd ile tespih ederler insanlar da yaratılış anında da aynen melek gibidirler. Asıl insanların bozuluşuna vesile olan iblis ve şeytan olgusudur.
İblis soyut bir varlıktır. Cin de somut bir varlıktır. Ama kuran iblis kelimesini tanımlarken iblis cinlerdendi ifadesi kullanmaktadır. Nasıl oluyor da soyut bir varlık somut bir varlıktan olabilir? İşte bunu anlayabilmek için hem kuranda anlatılan edebi sanatları hem de Kuranın kelimelere yüklediği manaları kurandan yakalamak gerekmektedir. Bunları yapabilmek için güçlü bir mantık kurallarını kavrayıp işletmek gerekiyor.
51/ 56- Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.
Kuranda cinlerin Allaha ibadet etmesi için yaratıldığı halde, İblisin sadece bulunmuş olduğu konum gündeme getirilmektedir.
7/ 11- Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Âdem’e secde edin" dedik. Onlar da İblis'in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı.
7/12- (Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın."
İblisin ateşten yaratıldığını Melekler familyasından olup bulunmuş olduğu görev ve sorumluluk yönüyle diğer meleklerden ayrılarak insanın imtihana tabi tutulmasına sebep olan bir melektir. Ama İnsan Topraktan yaratıldığı halde neden iblisi kuran tanımlarken iblis cinlerdendi ifadesi kullanıyor da iblis insanlardandı ifadesi kullanmıyor?
Âcizane Ben neden bu ifadeyi kullandığını uzun yıllar kuranı tahlil ve inceleme neticesinde anlayabildim.tabiî ki anlayabildimse. Ama bu anladığımı başkalarına anlatırken onların anlayabileceği konumda anlatamıyorum ki hep tepki alıyorum.
Okuyan okuduğunu anlayan bütün kuran okuyucuları iyi bilirler ki Kuranda hiçbir kelime hiçbir kelimenin yerine kullanmamıştır. her kelime de birbirleriyle sıkı bir ilişkisi vardır birbirlerinden kesinlikle bağımsız da değildir. Laboratuar ortamında bir kandamlası tahlil yapıldığında ondaki ayrıntıları en ince şekilde ortaya konabiliyorsa Kuranda bir kelimenin ne anlama geldiği öyle inceleme yapıldığı zaman kastedilen manalar yakalanabilecektir.
İblis kelimesi insanı asıl yaratılış gayesinden saptırma teklif sunma konumunda bir melek ise soyut bir varlık konumundadır. Cin de insanın asıl yaratılış gayesi olan ibadet kavramını delerek bu görev bilincinden uzaklaşmış, yabancılaşmış insan anlamında kuran cin tabirini kullanmıştır. İşte İblis de cinde insan fıtratına insan yaratılışına birisi teklif sunan soyut bir varlığı oluştururken diğeri de somut bir varlığı oluşturmaktadır.
İblis ateşten yaratılmış cin de somut olan insanın yaratılışı gibi topraktan yaratılmıştır.
Klişeleşmiş cin kavramı hakkında bilgi sahibi olanlara cinler topraktan yaratılmıştır desen, kıyam ederler. Çünkü onların beyinlerinde cinler beş duyularla algılanamayan dumansız ateşten yaratılmış varlıklar olarak algılanmaktadır. Cin konusunu ilerde inşallah detayına kadar inceleyeceğiz.
Sıfat Nedir

Sıfat hakkında ansiklopedik bilgi..
________________________________________

Sıfat (Önad)

İsimleri niteleyen ya da belirten sözcüklerdir.


Sıfatlar ancak varlıklarla ortaya çıkar. Bu nedenle tek başlarına kullanılamaz. Sıfat olarak kullanılan çoğu sözcük bazen bir kavramın karşılığıdır. Örneğin “mavi”, bir renk ismidir, “iki”, bir sayı ismidir. Ancak bu sözcükler isimlerin özelliklerini bildirecek duruma gelirse sıfat olur. Yani;


“Mavi gözlerine bayıldım.” cümlesinde “mavi” göz isminin rengini bildirdiğinden sıfattır. Ya da “iki” sözü; “İki kalemi vardı.” cümlesinde kalemlerin sayısını bildirdiğinden sıfat olmuştur.


Ancak sıfatın mutlaka isimden önce gelmesi gerekmez. Bazen bir ismin niteliğini bildirmesine rağmen isimden önce gelmediği de olur.


Bu genel bilgilerden sonra, şimdi de sıfatların çeşitlerini görelim.


a. niteleme sıfatları

Varlıkların yapısal özelliklerini ortaya koyan sıfatlardır. Bunlar varlığın nasıl olduğunu bildirir ve isme sorulan “nasıl” sorusuna cevap verir.


“Kurumuş yapraklar yere döküldü.” cümlesindeki altı çizili sözcük, yaprağın nasıl olduğunu yani niteliğini bildiriyor. İsme “Nasıl yapraklar?” diye sorarsak cevap olarak “kurumuş” sözünün geldiğini görürüz.



b. Belirtme sıfatları

Varlıkların diğer varlıklarla ilgileri sonucunda aldığı özellikleri belirten sıfatlardır. Kendi arasında dört gruba ayrılır.


İşaret Sıfatı: Varlıkların bulunduğu yerleri gösteren sıfatlardır. Söyleyen kişinin, sözünü ettiği nesneye uzaklığına göre değişir.


“Bu evi biz aldık.” cümlesinde evin yakın olduğu;

“Şu evi biz aldık.” cümlesinde biraz uzak;


“O evi biz aldık.” cümlesinde çok uzak ya da, sözü edilen bir evin olduğu anlaşılır. Bu cümlelerde altı çizili sözcükler işaret sıfatıdır. Bu tür sıfatlar isme “hangi” sorusunun sorulmasıyla bulunur. “Hangi ev?”, “ “Bu ev” gibi...

Bazı işaret sıfatları ise yer bildirir. Bunlar çoğu zaman “-ki” ekini alarak kullanılır.

Buradaki evi biz aldık.

Şuradaki evi biz aldık.

Oradaki evi biz aldık.


Cümlelerinde bulunan altı çizili sözcükler yer bildiren işaret sıfatlarıdır. Bunların dışında; öteki sokak, beriki ağaç gibi yer bildiren sıfatlar da vardır.

Sayı Sıfatları: İsimlerin sayısal özelliklerini bildiren sıfatlardır. Birkaç türü vardır.

Sınıfta yedi öğrenci vardı.

Asıl sayı

sıfatı
Yedinci öğrenci gelsin.

Sıra sayı

sıfatı
Yedişer kişi geldi.

Üleştirme
sayı sıfatı

Yedi de bir ihtimal var.

Kesir sayı

sıfatı
Çeyrek ekmek aldı.

Kesir sayı

sıfatı

Bunların dışında bazı kaynakların topluluk sayı sıfatı diye adlandırdığı, ikiz çocuk gibi sıfatlar da vardır.




Belgisiz Sıfat : İsimlerin nicelik yönüyle belirsizliklerini ifade eden sıfatlardır.

Bazı konularda bilgisi yoktur.

Birtakım yanlış fikirleri vardı.

Hiçbir öğrenci gelmemişti.

Bütün kitapları aldı.

Her yer tertemizdi.

Bir gün bu iyiliğinizi ödeyeceğim.


Cümlelerinde altı çizili sözcükler belgisiz sıfatlardır. İsimleri sayıca az çok belli etmişler ancak tam bir özellik bildirmemişlerdir.



Soru Sıfatı: İsimlerin niteliğini, herhangi bir özelliğini soran sıfatlardır. Bu sözcüklerin yerine konan sözcükler de sıfattır.


Nasıl filmleri seversin?

Kaçar lira ayırmamız gerekiyor?

Hangi soruyu çözemedi?



Adlaşmış Sıfat

Bazen kişinin tam olarak bilinmediği ya da niteliğinin vurgulanmak istendiği durumlarda isim söylenmeyip sıfat, ismin yerine geçirilebilir. Bu tür sözcüklere adlaşmış sıfat denir. Adlaşmış sıfatlar niteleme sıfatlarıyla yapılır.

“Korkak insanların kendine güveni yoktur.”

Cümlesinde niteleme sıfatı olan “Korkak” sözcüğü,

“Korkakların kendine güveni yoktur.”


Cümlesinde “insanlar” isminin düşmesiyle adlaşmış sıfat olmuştur.
Adlaşmış sıfat olan sözcükten sonra bir isim gelirse, anlam karışıklığını önlemek için iki sözcük arasına virgül (,) konur.


İhtiyar, adamlara şöyle bir baktı.

İhtiyar adamlara şöyle bir baktı.



Not: Sıfatla, onun nitelediği isim arasına Hiçbir noktalama işareti konmaz.

KELİMELERİN CÜMLE İÇİNDE KAZANMIŞ OLDUKLARI ANLAMLAR

1 … GERÇEK ANLAM ( SÖZCÜK ANLAM )
2 … MECAZ ANLAM (CÜMLE İÇERİSİNDE KAZANILAN ANLAM
3 … TERİM ANLAM ( ÖZEL KAZANILAN ANLAM)

ÇOK ANLAMLILIK:
Her sözcük temelde belli bir nesneyi, kavramı ya da durumu karşılamak için doğarlar. Ancak toplumsal değişmeler, yeni nesne ve kavramlar yeni adlandırmaları gerektirdiğinden zamanla bir sözcük çok farklı anlamlara gelebilir. Buna çok anlamlılık denmektedir.
Örneğin; “bağlamak” sözcüğü ilk anlamıyla bir nesneyi ip veya benzeri maddelerle bağlı duruma getirmektir. Aynı kelime “Bu karar beni bağlamaz.” Cümlesinde kararın geçersiz olduğu, “Bizim ilçeyi yeni bir ile bağlamışlar.” Cümlesinde ilçenin başka bir ilden yönetileceği anlamında kullanılmıştır.

Çok anlamlılık LGS , ÖSS ve diğer sınavlarında mecaz anlam olarak değerlendirilir.


1. GERÇEK ANLAM ( TEMEL ANLAM )
Kelimelerin taşıdıkları ilk ve genel anlama gerçek anlam denir. Kelimelerin sözlükteki ilk anlamıdır. Kelimenin gerçek anlamı, herkesçe bilinen yaygın anlamıdır. Buna "temel anlam" da denir.
Meselâ, “ağız” dendiğinde akla ilk gelen, organ adıdır.

Soğuktan su boruları patlamış.
Ayağında eski bir spor ayakkabı var.
Biraz sonra toprak bir yola girdik.
Kanadı kırık bir martı gördüm.
Soğuk sudan boğazı şişmişti.
Yataktan kalkarken başımı duvara çarptım.
Dün gece erken yattım.
Sıcak çorbayı içince rahatladım.
Dolaptan temiz elbiselerini çıkardı.
Ahmet’in burnu iyi koku alır.
Ağzında yaralar oluşmuştu.
Elini hırsla masaya vurdu.
İri hantal gövdesini zorlukla sürüklüyor gibiydi.
Gölün kıyılarını yapraksız, bodur ağaçlar kuşatmıştı.
2. MECAZ ANLAM (CÜMLE İÇERİSİNDE KAZANILAN ANLAM)
Bir sözcüğün gerçek anlamından uzaklaşarak kazandığı yeni anlama mecaz anlam denir. Başka bir deyişle bir kelimenin, gerçek anlamı dışında, başka bir anlama gelecek şekilde kullanılması sonucu ortaya çıkan anlamdır. Bu kullanımda anlatımı renklendirmek ve kuvvetlendirmek esastır.
“Burun” kelimesi gerçek anlamda vücudun bir organıdır. “ Bu günlerde burnu büyüdü.” Cümlesinde burun kelimesi kendini büyük diğer insanları küçük görmek manasında kullanılarak mecaz olmuştur.

Bu konuyu bir daha açmayacağım.
İşsizlik sorunu hükümeti terletecek.
Derdim çoktur, hangisine yanayım.
Doktora boş gözlerle bakıyordu.
Bu şarkıya bayılıyorum.
Tatlı sözlerle babasının gönlünü aldı.
Yakında savaş patlayacak.
Hepimiz onun hafif biri olduğunu biliyorduk.
İnce işlere aklım pek ermiyor.
Kitapları taşırken kolum koptu.
İlk damlalardan sonra yağmur birden coştu.
Bu söze gençlerden biri ince bir karşılık verdi.
Onun pişkinliğine bir anlam veremedik.
Cesaretinin kırılmasına sen sebep oldun.
Engellemek için işime konan taşın hesabı yok.

Eş sesli kelimelerde her bir anlam gerçek anlamdır; bu nedenle eş sesli kelimelere mecaz anlamlıdır denemez.
Yüz= 100 . insan yüzü . yüz (mek) sağ= yön . canlı olmak . sağ (mak)


Mecaz anlamlar, benzetme ve ilgi yollarıyla da yapılır.
Benzetme yoluyla yapılanlardan biri deyim aktarması ( istiare , eğretileme ). Değim aktarması açık ve kapalı olmak üzere ikiye ayrılır. Edebiyat dersinde söz sanatları arasında incelenir.
“Kurban olam, kurban olam
Beşikte yatan kuzuya” (açık istiare)

Kuzu kelimesi mecaz anlamdır. Bebek kuzuya benzetilmiştir.
“Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor.” (kapalı istiare)
tekerleklerin çıkardığı sesler insana benzetme yoluyla yolla konuşuyormuş gibi gösterilmiştir.

İlgi yoluyla yapılanlara ad aktarması denir. (mecazı mürsel)
Benzetme amacı güdülmeden bir kelimenin bir başka kelime yerine kullanılmasıdır.
Ad aktarmasında benzetme amacı olmaz. İç-dış, parça-bütün, neden-sonuç, sanatçı-yapıt, yer-insan, yer-olay gibi ilgiler vardır. Aşağıdaki cümleler ad aktarmasına örnektir. (ad aktarması ayrıca mecaz-ı mürsel adıyla söz sanatlarında da işlenir.)

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey nazlı hilâl (bayrak)
Başını (saç) kestir demedim mi?
Bereket (yağmur) yağıyor; çiftçinin yüzü gülecek.
Ayağını (ayakkabı) çıkarmadan girebilirsin.
Bu olaylara Ankara (meclis) sessiz kalıyor.
Orhan Veli’yi ( Orhan velinin kitapları) okur musun?
Çocuk eli uzun biri, cüzdanımı almış.
Burası çok ayak altı, şurada duralım.

Deyimlerde mecaz anlam olarak değerlendirilir. Bir bölüm değimler ise gerçek anlamında olabilir.
Her gördüğüne dudak büküyordu.
Senin yaptığın pire için yorgan yakmak.
İki genç adam boğaz boğaza geldi.
Olur olmaz konularla baş ağrıtmayı seversin.
Bu şekilde anlatırsanız aklı yatar.
Matematiği aklım almıyor.
Çocuk ağzı açık beni dinliyordu.
Öğrenciler, beni can kulağı ile dinliyordu.
Hiçbir işte dikiş tutturamamıştı.
Bizimkinin iyice çenesi düştü.
Göze girmek için her şeyi yapıyor.
İşin ağırlığı gözümüzü korkutmuştu.
Bu soruya kafa yormanı istemiştim.

3. TERİM ANLAM
Bir bilim, sanat ya da meslek dalıyla ilgili bir kavramı karşılayan kelimelere terim denir. Terimlerin anlamları dar ve sınırlıdır.

Örnek: "Ekvator" kelimesi tek bir anlama gelir ve tek bir nesneyi karşılar.
Örnek: kök, mısra, muson, kare, denklem, pi sayısı, hücre, bileşke, özne, kafiye, meridyen, ova, es, nota, portre, sülfe, aktör…

Terimler halkın söz varlığında yer almaz, ama halk ağzında kullanılıp da sonradan terim özelliği kazanmış kelimeler vardır.
Örnek: "Budala" kelimesi halkın söz varlığında aptal, anlayışsız, sersem anlamlarıyla kullanılır, fakat bu kelime psikolojide belli bir zeka seviyesine sahip anlamında kullanıldığında terimdir.
Terimler, genellikle gerçek anlamıyla kullanılan sözlerdir. Terimlerin, mecaz anlamı, deyim anlamı yoktur.

Boğaz’ı geçip Karadeniz’e ulaştık.
Ayağı olmayan göllerde tuz oranı yüksek olur.
Ağacın kökleri çok derinde.
Üçgenin iç açıları toplamı 180’dir.
Bu gün derste deney yaptık.
Şiirin kafiyelerini bulamayınca öğretmen bize çok kızdı.
İNSAN
Kuranda insan kelimesi altmış yedi yerde geçmektedir. Günümüze kadar tarif edilen insan kavramı eksik ya da yanlış tanımlanmıştır.
İNSAN: Kurana göre, aklıyla takva yönüne ve fısk yönüne eğilimli olan, Allaha ibadet ve kullukla sorumlu nötr bir varlıktır. Kuranda İnsan Olduğu halde insan kelimesi dışında kelimeler kullanılmıştır. Bu Kelimeler insanın duruş davranış biçimlerine göre anıldığı gibi, renkleriyle dilleriyle cinsleriyle, nasıl ve nice olduklarını belirlemek için başka isimlerle de anılmışlardır.
Kurandaki ayetlerin anlaşılmasında, Yukarda açıklamalarla Bir kelimenin ne manalara geldiğini, değişik anlamlarda nasıl kullanıldığını izah etmeye çalıştık.
Bunlardan bir kaçını sayalım. Kâfir, Müslüman, münafık, ehli kitap, müşrik, şeytan, cin, erkek kadın, çocuk, ihtiyar, İngiliz alman Fransız, beyaz siyah vs. kelimeleri kullanılmıştır. Bunlar ve daha saymadıklarımız, insanın sıfatlarıdır. kimliklerini cinsiyetlerin renklerini davranış biçimlerini sembolize etmek onlar arasındaki farklılığı ayırt etmek için anlatım sanatıdır.
Nötr Bir varlık olarak tanımlanan insan, insan kelimesinin yerine kullanılan diğer isimler kelimelerinin özünü anasını bir başka deyişle hammaddesini oluşturmaktadır. Bitkiler insandan oluşamaz, hayvanlar insandan oluşamaz, melekler insandan oluşamaz. Taşlar madenler insanlardan oluşamaz. Ama insanlardan münafık olanlar kâfir olanlar Yahudi olanlar Müslüman olanlar İngiliz Türk Kürt vs. oluşur.
Şimdi Kuranda geçen insan kelimesi ile ilgili ayetlerden İnsan tanımını detaylı olarak incelemeye çalışalım.
10/ 19- İnsanlar, tek bir ümmetten başka değildi; sonra anlaşmazlığa düştüler. Eğer Rabbinden geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda mutlaka aralarında hüküm verilmiş olurdu.
Bu Ayeti açıklayabilmek için, Hemen şu ayeti bilmek veya hatırlamak gerekir.
7/ 172- Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) Onlar: "Evet (Rabbimiz'sin), şahid olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.
İşte Ayette geçen ümmet kelimesi Aynı Yaşam aynı inanç sahiplerinde olan varlıklar için kullanılmışlardır. İnsanlar yaratılırken hepsi yaratılış şekliyle rabbim Allah diyorlardı. Aralarında farklı bir ilah seçme farklı bir yaşam yoktu. Hepsi fıtrat üzere doğuyorlardı. İblisin şeytanların insan üzerinde etkisiyle tek ümmetten ayrılıp tevhit bozulup farklı ilahlar ortaya çıkarak anlaşmazlığa düşmüşlerdir.
İşte Tek bir ümmeti tek bir şeraiti Allah insanlar içerisinden seçtiği nebi ve resullerle gündemde tutmuştur. Bu sebeple hemen söyleyebiliriz ki, Her peygamberin getirdikleri dinin adı İslam teslim olanların adı da Müslüman’dır.
İslam dinine girenlerin tek bir şeraitleri vardır. O da vahiy orijinli dinlerin ortaya koyduğu kurallardır. Herhangi bir şey bir peygamberde helal ise diğer peygamberlere de helaldir. bir peygambere herhangi bir şey haramsa diğer peygamberler de haramdır. Bir başka deyişle Rabbani yolun yol göstericileri peygamberlerdir. Bunlarda kesinlikle haram ve helal kargaşası çıkmaz ve çıkmamıştır. Vahiy orijinli dinde olduğunu zannedip de olmayanların ortaya koyduğu zanlarla helal ve haramlarda farklılaşmalar olmuştur.
6/ 38- Yeryüzünde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır.
İşte Kuranda tanımlanan insanların dışındaki melekler, kendisi üzerine kotlanmış bilgilerle görev seyri içerisinde seyrederler. Melekler İnsanların iman edenlerin emrine girdikleri gibi, iman etmeyenlerin de emirlerinde hareket etmektedirler.
Halife kelimesi dünya hayatında insanlara yüklenen bir kavramdır. Yerlerin ve göklerin yaratıcısı Allah olduğu halde, dünya hayatında gerek evreni keşfetme kabiliyeti verilerek gerekse de yollardan istediğini seçerek, davranış biçimini Allah insanların özgür iradesine vermiştir. Ve dünya hayatında Nasıl bir davranış ortaya koyarsa koysun, sonucuna sadece ve sadece kendisi katlanacaktır.
33/ 72- Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.
Allah bu ayette de intak sanatı yapmıştır. Eşyayı varlıkları konuşturmuştur. Her halde sorumluluk yüklenme veya sorumluktan kaçma akıllı olanlara ait bir haslettir. Başak bir anlatımla sebebi bilinen bir olayı daha güzel bir sebebe bağlayarak hüsnü tahlil sanatı yapmıştır. Bu Konuya Meleklerin ve halifenin ne anlama geldiğini melekleri ve halifeyi tanımlarken değinmiştik. Meleklerin tanımında verilen görev içerisinde hareket ederler. Onlar kendilerine verilmiş bilgileri sadece bilebilirler. Ama âdem halife insan kâinatın esrarını çözmek yerleri ve gökleri yaratan Allaha ibadet ve kulluk yapmada iki seçenekle denemeye tabi tutulmuşlardır.
Her akıllı olan insan belirli bir yaştan sonra olayları sorgulamaya başlarlar. Her olayda insana iki ses gelir. Bu seslerden brisi takvadandır diğeri ise fısktandır. Bir başka anlatımla birisi doğru bir davranışı kendi aleyhinde olsa bile onu yapmaya diğeri ise sadece kendisini düşünmeye adalet hak hukuk tanımayan bir çağrıda bulunan bir ses. İşte Allah insanın kendi özgür iradesiyle dünya hayatında bu iki sesten hangisini yapıp yapmayacağını denemek için bu dünya hayatına gönderildiğini anlatmaktadır. Allah adaletle insanlara dünya hayatında davranmayı emretmiştir.
4/ 135- Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.
5/ 8- Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.
Adalet Allah’ın İnsanların öz yapısına yerleştirdiği, takva sesi fısktan gelen adaletsizlik sesine karşı hemen bir tepki bir yanlış diyen uyarı sesi gelir insana. Bu yanlış olan davranışı yaptığı zaman yanlış olduğunu onun kendisi de bal gibi bilir ama nefsi onu istemiştir. Ama Allah yanlış olan adaletsiz bir davranışı insana yapma adaletli ol demektedir. Bunu Müşahhas bir örnekle açıklamaya çalışayım.
Kasap bir vatandaş başından geçen bir olayı şöyle anlattı. Sığırları dolduruyor bir kamyona bir şehirden başka bir şehre pazarlamak için götürüyor. Bir köyden geçerken küçük yaşlarda bir çocuk aniden arabanın önünden geçmek istiyor. ve arabanın altında kalarak çocuk ölüyor. Adamcağız istemeyerek kendi elinde olmayan bir nedenle kasıtlı olmadan suç çocuk da olsa da çocuğun ölümüne sebep olduğundan dolayı tir tir titriyor.. Başına gelecekleri de kestirmiş olmalı ki Yabancı bir köyde kimseyi tanımıyor köylülüler çocuğun yakınları başta olmak üzere adamı linç etmek için şoförün üzerine saldırıyorlar.
Bizim kasap da kendi işini yapan kendi lehine çalışan şoföre o da saldırıyor. dövmek için. Ben de kasaba dedim ki haydi köylüler olayın iç yüzünü bilmiyor adamı yargılamadan infaz ediyorlar. sen de biliyorsun ki şoförde bir kabahat yok. Çocuk da ismi üzerinde çocuk o da farkında olmadan arabanın önüne fırlayıp ölmüş. bu elbette bir takdirdir insanın kendi elinde olmayan nedenlerle başına gelen bir kaderidir. Sen neden köylülerle beraber olup onu linç etmeye çalıştın? Diye sordum Kasap da dedi ki evet şoförde bir kabahat yoktu. eğer ben sessiz kalsam veya şoförü savunmaya kalksam ben de aynı akıbete uğrayacaktım dedi.
Evet, kasap da biliyordu yaptığı davranışın yanlış olduğunu ama orada kendi aleyhine olacak diye adaletli davranmayı çiğnedi. ve böylece kaybedenler oldu.
İşte böyle bir olay karşısında nasıl bir davranış sergileneceğini kuran bize detayna kadar açıklıyor. Konumuz o değildi ama Adaleti hem insanların içerisine yerleştirmiş hem de vahiyle bildirmiştir.
4/ 92- Bir mü'mine, -hata sonucu olması dışında- bir başka mü'mini öldürmesi yakışmaz. Kim bir mümini 'hata sonucu' öldürürse, mü'min bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması ve ailesine teslim edilecek bir diyeti vermesi gerekir. Onların (bunu) sadaka olarak bağışlamaları başka, Eğer o, mü'min olduğu halde size düşman olan bir topluluktan ise, bu durumda mü'min bir köleyi özgürlüğe kavuşturması gerekir. Şayet kendileriyle aranızda andlaşma olan bir topluluktan ise, bu durumda ailesine bir diyet ödemek ve bir mü'min köleyi özgürlüğe kavuşturmak gerekir. (Diyet ve köle özgürlüğü için gereken imkanı) Bulamayan ise, kesintisiz olarak iki ay oruç tutmalıdır. Bu, Allah'tan bir tevbedir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
İşte İnsan; iki yöne de eğilim göstermesi sebebiyle her iki yönde de davranış biçimlerini sergileyenlere rastlanmaktadır. Ama şu bir gerçek ki, nefsin azgın isteklerinden kendisini arındıran ve adaleti ihsanı ayakta tutan insan sayısı yok denecek kadar azdır.
ŞEYTAN
Şeytan kelimesi kuranda seksen dört ayette zikredilmiştir.
ŞEYTAN: İnsan yapısında var olan iblisin kötülüğü isyanı baş kaldırmayı adaletsizliği yaygınlaştırmayı insana teklif etme sonucunda bu teklifi, yanlış olduğunu bile bile kabul eden insanlara denir.
Önce şeytan hakkında bu güne kadar söylenenlere bir göz atalım.
Şeytan
→ Şeytan maddesi bir kavram ile ilgilidir, aynı isimli diğer ile ilgili madde için Şeytan Nedir (anlam ayrım) sayfasına bakınız.
Şeytan; birçok dinde insanları kötülüğe teşvik eden, adaletsizliğin önderi bir varlığın ismidir. Şeytan, rakip, muhalif, bozucu ve bozguncu gibi anlamlara gelen İbranice bir kelime olan "Satan"'dan ya da arapça kökü "rahmetten uzaklaştı, hak'dan uzak oldu" anlamlarına gelen "şetane"'den gelmektedir.
Modern dinlerde ya da mitolojilerde, Şeytan genellikle, doğaüstü güçlere sahip, sürekli insanları dinden, dolayısıyla yaratıcısının emirlerinden uzaklaştırmaya çalışan bir varlık olarak düşünülmüştür. Latincede "Diábolus, Diaboli", Yunancada "Diabolos", "Karanlıkların Efendisi," "Beelzebub" (Sinek Kral), "Belial", "Mephisto", ya da "Lucifer", eski Türkçe'de "Yek" yada 'Albız ' olarak geçer. Talmud ya da Kabbala felsefesinde "Samael" olarak geçer.(Yahudi inanışında Samael başka bir melektir). İslamda "İblis" (إبليس) olarak bilinir ancak Kuran'da "şeytan" kelimesi (87 kez), "iblis"'ten daha fazla kullanılmıştır. Şeytan, ayrıca "Azazel" olarak da anılmıştır.
Eliphas Levi: Şeytan
Eski Antlaşma'da Şeytan
Eski Antlaşma'da Şeytan Hrıstiyanlıktaki gibi korkulan bir mahlûk değildir ve kötülüklerin temelini oluşturmaz. Çünkü musevilikte Hayrın da şerrin de Tanrı'dan geldiği inancı vardır. Bu sebeple Satan ya da Samael adı verilen Şeytan'nın hile ve aldatmacalarına karşı dikkatli olunmalıdır.
Yine Talmud, Bava Batra Bölümü, Daf 16a 'ya göre:
(הוא שטן הוא יצר הרע הוא מלאך המות הוא שטן דכתיב): Şeytan, kötü dürtüler ve Ölüm Meleği aynı şahsiyetlerdir.
Ezekiel 28:12–19: "..güzellerin ve bilgelerin en mükemmeliydin. Eden'de, Tanrı'nın bahçesindeydin. Giysilerin hep güzel taşlarla – yakut, zümrüt, aytaşı, beril, onix, safir, turkuazla - ve altın işlemelerle süslüydü. Bunlar sana sen yaratıldığın gün verildi. Seni kudretinle ve gücünle bekçim yaptım. Tanrının kutsal dağına gidebiliyor ve ateş tarlalarında yürüyebiliyordun. Yaptıklarından tamamen muaf tutulurdun ta ki için kötülükle dolana dek. Bu varlık içinde bile daha büyük şiddet yarattın ve günahkar oldun. Seni tanrının dağından men ettim ve seni bekçilik ettiğin ateş tarlalarından sürgün ettim. Güzelliğin yüzünden için kibirle doldu ve bilgeliğini kendi ünün için harcadın. Seni içine hapsettiğim ateşle beraber dünyaya attım. Seni takip edenlerle beraber sonunuz ateşler içinde küle dönecek. Çok feci bir sona geldin."
Yeni Antlaşma'da Şeytan
Şeytan özellikle Yeni Antlaşma'da ve Hıristiyan inancında kendisine daha çok yer bulmuştur. Özellikle İsa'yı sürekli olarak kışkırtır. Ancak Şeytanın kişiliğinin kaynağı İncil değil, Hıristiyan edebiyatıdır. John Milton'nun epik bir şiirinde Şeytanın en üst düzeyde bir melekken insanı ve kendini yaratan tanrıya karşı düşmanlığa yönelen bir kişilik olduğu anlatılır. Ancak Şeytan kesinlikle cehennemde hapsolmuş biri değildir aksine istediği her yere - dünyaya hatta cennete bile - girip çıkabilir. Bu özellikleriyle Şeytanın nihai amacı, insanlığı Yaratıcı'nın yolundan saptırmaktır. Bu anlamda kendisini tanrıya bir rakip olarak kabul ettirme gayreti içindedir. Kendisine bir süre verilmiş ve bu sürenin dolmasına kadar yaratıcıya karşı açtığı savaşın sonucunu beklemektedir.
Yaradılış (Genesis) bölümünde, Âdem ve Havva'yı kışkırtan yılan figürü, Tevrat'taki anlatımın aksine daha sonraları Hıristiyan uleması tarafından Şeytan olarak değerlendirilmiştir. Doğu (Ortodoks) Kilisesine göre Şeytan, insanın üç düşmanı (günah-ölüm)'den birisidir. Bütün Hıristiyan inanışlarında, Şeytan, Hz. İsa'ya ve Hz. İsa figüründe Tanrı'ya karşı son bir savaş (Armageddon) açacaktır. Bu savaş aynı zamanda Şeytana verilen sürenin de (aeonios) sonuna çok yaklaşıldığını gösterecektir. Unitaryan Kilisesine göre Şeytan bu zaman geldiğinde tekrar iyi olacak ve melek özelliklerine kavuşacaktır. Bu sürenin nasıl işleyeceği her kilisede farklılıklar gösterir. Neticede dünya tüm şeytanlıklardan arınır ve tıpkı cennet gibi günahsız bir yere dönüşür.
Ortaçağ'da Şeytan bir keçi gibi sakallı ve boynuzlu, elinde çatal ve kuyruklu olarak tasvir edilirdi. Bu görüntünün oluşmasının sebebi İncil değildir ve Hıristiyanlıktan önceki pagan inanışlarda simgelenen bazı tanrı figürlerinden (Pan, Dionysus) kaynaklanır.
Kuran'da Şeytan
Şeytan İslamiyete göre cin (diğeri melek) türünden bir varlıktır. Cinler, meleklerden farklı olarak irade sahibidir. Yaratılışının en büyük nedeni, kıyamete kadar, insan iradesinin sınanmasıdır. Bu sınavı geçenler ödüllendirilecek, geçemeyenler ise cezalandırılacaktır. Kuran'da şeytandan bahsedilen ayetlerde insanlar onunla birlikte hareket etmemeleri konusunda uyarılmıştır. Şeytanın önceleri bilgeliğinden yararlanılan ve sayılan biriyken, Allahın huzurundan kovulma aşamasına nasıl geldiği Araf suresinde anlatılır. Hristiyanlık ve İslamiyet, şeytanın bir zamanlar Allahın sevdiği bir hizmetkârı olduğu konusunda hemfikirdir.
Araf (11-25): Hamdolsun, size yeryüzünde imkan ve iktidar verdik. Sizin için orada birçok geçim imkânları da yarattık. Ama siz ne kadar az şükrediyorsunuz! Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” dedik. İblisten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı. Allah, “Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” dedi. (O da) “Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın” dedi. Allah, “Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine değil! Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın” dedi. Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.” Allah da, “Sen süre verilenlerdensin” dedi. Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.” “Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.” Allah dedi ki: “Yerilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan. Andolsun, onlardan sana kim uyarsa sizin, hepinizi cehenneme doldururum.” “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.” Derken şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedi kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı.” “Şüphesiz ben size öğüt verenlerdenim” diye de onlara yemin etti. Bu sûretle onları kandırarak yasağa sürükledi. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rableri onlara, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi. Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” Allah dedi ki: “Birbirinizin düşmanı olarak inin (oradan). Size yeryüzünde bir zamana kadar yerleşme ve yararlanma vardır.” Allah dedi ki: “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (mahşere) çıkarılacaksınız.”
Yehova Şahitliğinde Şeytan
Yehova Şahitleri, Şeytanın mükemmel ruh özelliklerine sahip bir melek olarak yaratıldığına; Ancak Âdem ve Havva'nın tanrı Yehova yerine kendisine itaat etmelerini sağlamaya çalışmasıyla Şeytan'a dönüştüğüne inanırlar. Şeytan'ın zamanla güzelliğinden ötürü gurura kapılarak kendisini bir tanrı gibi görmeye başladığını ve bu şekilde kendisini Yehova'ya bir rakip yaptığına inanırlar. Şeytan sözcüğünü daha kesin anlamak için, Kerub sınıfından bir melek olan "Şeytan" sözcüğünün "Karşı Koyan" anlamına geldiğinin göz önünde tutulması gerekir. Şeytan, Tanrı'nın amacına karşı koymaya çalıştığı için bu sıfatı almıştır. Şeytan adı bu varlığın özel adı değildir.
Şeytan "Aden Bahçesi"nde, "-Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün." denilerek, yasaklanan meyveyi yemesi için Havva'yı kışkırtmış ve yalan söyleyerek itaatsiz olmasını sağlamıştır. Bunu yaparken bir yılanı kukla gibi şu sözlerle konuşturmuştur: Yılan, "-Kesinlikle ölmezsiniz" dedi, "-Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.". Bu şekilde, Şeytan Adem'le Havva'yı tanrıya itaatsiz olmaları için ayarttığında, meselenin yalnızca bir meyveyi yemek olmadığına, tanrı Yehova'nın insanları yönetme hakkına meydan okuduğuna inanırlar. Tanrı Yehova'nın, Şeytan'a ortaya çıkardığı bu dava nedeniyle (Tanrı'ya göre altı gün) 6000 yıllık bir süre tanıdığına inanırlar. Şeytan'ın ortaya çıkardığı davaların şunları içerdiğine inanırlar:
Şeytan'ın, "Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz (anlayışınız) açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız." sözlerine göre; Şeytan Yehova'nın insanlar üzerindeki yönetiminin haksız olduğunu iddia etmiştir. Şeytan, insanların kendi kendilerini daha iyi bir şekilde yönetebileceklerini ve Yehova'nın karışması olmadan kendi yönetimleriyle Dünya'yı cennet gibi bir yer yapabileceklerini iddia etmiştir. Bu nedenle, Şeytan'a göre, Yehova insanların kendi kendilerini yönetmelerine izin vermelidir.
Şeytan'a göre, Tanrı'ya gerçekten vefalı, sadık tek bir kişi bile yoktur. Sadık olan kişiler yalnızca kendileri için iyi şartlar sürdüğünde sadık kalmaya devam ederler. Eğer bu sadık insanların başlarına çeşitli sıkıntılar gelecek olursa, bu kişiler Yehova'ya sadık olmaktan vazgeçeceklerdir. Bunun ispat edilebilmesi için kendisine bir fırsat verilmesi gerektiğini iddia etmiştir.
Yehova'nın Şahitleri, Yehova'nın Şeytan'ı bu davalar nedeniyle hemen yok etmediğini ve eğer hemen yok edecek olsaydı, bütün yarattığı ruh varlıkların zihinlerinde kendisinin haklı olup olmadığı kuşkusunun doğacağını bilerek, Şeytan'a geçici bir süre için izin verdiğine inanırlar. Ayrıca, Tanrı'nın Şeytan'a ve insan yönetimlerine izin vermekle, kötülüğe de izin verdiğine; çünkü bunun sonuçlarının kötü olacağını bildiğine inanırlar. Yehova'nın, Şeytan'ın iddialarının geçersizliğini bu kötü sonuçlara göre ispat edeceğine inanırlar.
İncil'deki "Bu dünyanın egemeni şimdi dışarı atılacak." ve "Artık sizinle uzun uzun konuşmayacağım. Çünkü bu dünyanın egemeni geliyor. Onun benim üzerimde hiçbir yetkisi yoktur." sözlerine göre, Yehova Şahitleri bu davaların çözümüne kadar, 6000 yıllık bir süre için dünyayı perde arkasından Şeytan'ın yönettiğine inanırlar. Ve Şeytan'ın bunu yaparken "Buna şaşmamalı. Şeytan da kendisine ışık meleği süsü verir." sözlerine göre, Şeytan'ın insanları çoğu kere iyilik meleği gibi görünerek kandırdığına inanırlar. Yehova'nın Şahitleri, Şeytan'ın 6000 yılın bitiminde, bir "uçuruma" atılarak 1000 yıl boyunca faaliyetsiz bırakılacağına ve 1000 yıl geçtikten sonra sonsuza dek yok edileceğine inanırlar. Bu 1000 yıllık dönemde Şeytan'ın bozduğu şeylerin telafisinin olacağına inanırlar. Bu telafi Yehova'nın Şahitleri'ne göre yeryüzünde cennetin yeniden kurulması ve ölmüş kişilerden birçoğunun dirilerek bu cennette yaşamasıdır.
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla