Tekil Mesaj gösterimi
Alt 26. December 2009, 09:15 PM   #3
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

ILLİYYİN
Bu sözcük, “uluvv [yükseklik, yücelik]” sözcüğünün mübalağa kalıbından olup “en yüksek nokta, en şerefli yer” anlamındadır.
Surede “füccar”ın kaydı ile “ebrar”ın kaydı mukayese edilmektedir. Füccarın kaydı “en aşağı karanlık, çok muhkem bir zindan”da iken, “ebrar”ın kaydı “en yüksek mevki”de bulundurulmaktadır.

المقرّبونMUKARREBUN [YAKLAŞTIRILMIŞLAR]
“Yaklaştırılmışlar”ın kimler olduğu vakıa suresinde açıklanmıştı:
Öne geçenler de, öne geçenlerdir.
İşte onlar [öne geçenler], yaklaştırılanlardır.
İşte onlar [öne geçenler], Naim cennetlerindedirler.
Bir topluluk [çoğu] evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir.
(Onlar), yaptıklarına karşılık olarak; mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. Üzerlerinde [çevrelerinde], kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler -ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir- beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; süreklileştirilmiş [hep aynı bırakılmış] çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. Orada lağv [boş söz, saçmalama] ve günaha sokan işitmezler. Sadece söz olarak: “selâm!”, “selâm!” (Vakıa/10- 26)
Konumuz olan ayetlerde geçen “Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar” ifadesiyle akıllı adamların yapması gereken hareket gösterilmiş ve dünyada hiçbir şeyin “yaklaştırılmış”lar için hazırlananların yerini tutamayacağı, dünya malı için yarışanların bunun için yarışmaları gerektiği vurgulanmıştır. Buna benzer mesajlar daha evvel de geçmişti:
Şüphesiz siz, o acı azabı tadacaksınız ve sadece yaptığınız amellerinizle cezalandırılacaksınız.
Allah'ın arıtılmış kulları müstesnadır.
İşte onlar [Allah’ın arıtılmış kulları], kendileri için belli bir rızık; meyveler olanlardır. Naîm cennetlerinde karşılıklı olarak tahtlar üzerinde ikram görenlerdir. İçenlere lezzet veren, pınardan doldurulmuş, kendisinde zararlı bir yön olmayan, sarhoşluk da vermeyen bembeyaz bir kadehle onların etrafında dolaşılır. Yanlarında da gözlerini kendilerine dikmiş iri gözlüler vardır. Korunmuş yumurta gibidir onlar.
Sonra da bazısı bazısına dönüp birbirlerine sorarlar.
Onlardan bir sözcü der ki: “Şüphesiz benim ‘Sen gerçekten, kesinlikle doğrulayanlardan mısın? Öldüğümüz ve toprak, kemik olduğumuz zaman mı, gerçekten mi biz karşılık göreceğiz?’ diyen bir karinim [yaşıtım, yakın arkadaşım] vardı.”
Dedi ki: “Siz muttali olanlar mısınız [onu tanıyan, bilen biri misiniz]?”
Derken kendisi muttali oldu da onu cahimin [cehennemin] ta ortasında gördü.
Dedi ki: “Allah'a yemin ederim ki, doğrusu sen az daha beni helak edecektin. Rabbimin nimeti olmasaydı, kesinlikle ben de bu hazır bulundurulanlardan olacaktım. Peki, nasılmış bak! Biz ilk ölümümüzden başka bir daha ölmeyecek miymişiz? Biz azaba uğratılmayacak mıymışız?”
Şüphesiz işte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.
Artık, çalışanlar, sadece bunun [büyük kurtuluşun] gibisi için çalışsınlar. (Saffat/38 61)

Gerçekten Bizim ayetlerimize ancak, kendilerine öğüt verildiği zaman secde ederek yerlere kapanan ve Rablerine hamd ile tesbih eden ve büyüklük taslamayan kimseler inanırlar.
Onların yanları yataklardan uzaklaşır, onlar korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan bağışlarlar.
İşte, kişi, kendileri için, yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden gizlenmiş olan şeyleri bilmiyor! (Secde/15 17)
Şüphesiz, ebrar/iyiler/yardımseverler, kâfur katılmış bir tastan içerler, fışkırtıldıkça fışkırtılacak bir pınardan ki, ondan, verdikleri sözleri yerine getiriren ve kötülüğü yayılan bir günden korkan ve “Biz sizi, ancak Allah yüzü [Allah rızası] için doyuruyoruz ve sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz; evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde, Rabbimizden korkarız.” diyerek Allah sevgisi için, yiyeceği, yoksula ve öksüze ve tutsağa veren Allah’ın kulları, içerler. Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur; onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak, sabretmelerine karşılık onlara Cennet’i ve ipekleri verecek; orada tahtlara kurulmuş olarak kalacaklar; orada bir güneş de, dondurucu bir soğuk da görmeyecekler ve bahçenin gölgeleri onların üzerlerine sarkacak ve onların koparılması son derece kolaylaştırılacak. Ve aralarında gümüş bir kap ve billûr kâseler dolaştırılacak, Kendilerinin ayarladığı billûrları gümüştendir. Ve orada, onlara karışımı zencefil olan bir tastan sulanırlar, Orada Selsebil denilen bir pınardan... Ve aralarında büyümez, yaşlanmaz çocuklar dolaşır; onları gördüğünde, saçılmış birer inci sanacaksın! Orayı gördüğünde, mutluluk ve büyük bir krallık [mülk ve yönetim] göreceksin; üzerlerinde ince, yeşil ipekli, parlak atlastan giysiler olacak; gümüş bileziklerle süslenmiş olacaklar; Rableri onlara tertemiz bir içecek içirecek. Şüphesiz ki bu, sizin için karşılıktır. Çalışmalarınız da meşkûrdur [karşılık ödenecek niteliktedir]. (İnsan/5-122)
Yüzler var ki o gün apaydınlıktır.
Rabblerine nazar edicidirler. (Kıyamet/22-23)
Yüzler vardır o gün, pırıl pırıl.
Gülen, müjdeleyen. (Abese/38,39)
İşte onlar [Allah’ın arıtılmış kulları], kendileri için belli bir rızık; meyveler olanlardır. Naîm cennetlerinde karşılıklı olarak tahtlar üzerinde ikram görenlerdir. İçenlere lezzet veren, pınardan doldurulmuş, kendisinde zararlı bir yön olmayan, sarhoşluk da vermeyen bembeyaz bir kadehle onların etrafında dolaşılır. Yanlarında da gözlerini kendilerine dikmiş iri gözlüler vardır. Korunmuş yumurta gibidir onlar. (Saffat/41- 49)
Takvalı davranmışlara vaad edilen cennetin örneği: “Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için cennette her çeşit meyve ve Rablerinden bir bağışlanma vardır. Bunlar, ateşte ebedî olarak kalacak olan ve bağırsaklarını parçalayacak kaynar su içirilen kimse gibi olur mu? (Muhammed/15)

Ayetteki “… mührü/ neticesi misktir” ifadesi, “meşrubatın bulunduğu şişenin başı misk ile mühürlenmiştir, kimse açmamıştır. Bunu tadan, o nimete mazhar olan ilk kişi olacaktır” veya “o içkinin neticesinin misk olması” şeklinde anlaşılabilir. Yani, bu kimse, meşrubatını bitirince, tadının hoşluğunun yanı sıra, onun lezzetini ve en güzel kokusunu da alacaktır” anlamı çıkarılabilir. Kazançlı, hayırlı sonuçlar için “misk gibi!” deyimi buradan gelse gerektir.
TESNİM
Ayette geçen “Karışımı Tesnim'dendir” ifadesindeki “tensim” sözcüğü, “ س ن م snm” kökündendir. “Senem”, her şeyin en üst, şerefli yeri demektir. (Lisanü’l Arab, c.4 , s. 711, “snm” mad)
Klasik yorumcular Tesnîm’in cennette bir çeşmenin özel ismi olduğunu; suyunun cennetteki köşklerin yukarısından akarak kaplara döküldüğünü söylemişlerdir.
Sözcüğün “nekre [belgisiz hal]” olduğu dikkate alındığında, ifadeden cennet içeceklerinin insan aklının ötesinde, en değerli, en üstün, en şerefli, en çok zevk veren maddeler ile karıştırılmış bir kokteyl şeklinde ikram edileceği anlaşılmaktadır. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
İşte, kişi, kendileri için, yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden gizlenmiş olan şeyleri bilmiyor! (Secde/17)
-Onların [muttakilerin] çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.- Ve siz orada sürekli kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine varis edildiğiniz cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz. (Zuhruf/71-73)
29 – Şüphesiz suç işleyen o kimseler, inanan kimselerden bir kısmına gülüyorlardı.
30 - Onlara uğradıkları zaman da birbirlerine kaş-göz işareti yapıyorlardı.
31 – Kendi yakınlarına döndükleri zaman da zevklenenler olarak dönüyorlardı.
32 – Ve onları [Müminleri] gördükleri zaman; “Şüphesiz işte bunlar, kesinlikle sapıklardır” diyorlardı.
33 - Hâlbuki onlar [müminler], bunların [suç işleyenlerin] üzerine bekçi olarak gönderilmemişlerdi.
Bundan evvelki ayetlerde kötülerin kötülüklerinin sonucu açıklanmıştı. Bu ayetlerde de onların dünyadaki kötülükleri nakledilmektedir. Bunlar inananların bir kısmını alaya alıp gülüyorlardı. Sonra da arkadaşlarının yanında onlarla nasıl eğlendiklerini ballandıra ballandıra anlatıyorlardı.
Kılasik kaynaklarda bu kişilerin Kureyş'in elebaşılarından Velid b. el-Muğîre, Ukbe b. Ebi Muayt, As b. Vail, Esved b. Abdi Yağus, As b. Hişam, Ebu Cehil ve Nadr b. el-Haris' olduğu nakledilir. Çünkü bunlar ilk Müslümanların garibanları olan Ammar, Habbab, Suheyb ve Bilal ile alay eder gülerlerdi.
Müfessirler bu ayetin sebeb-i nüzulü olarak şu iki şeyi zikretmişlerdir:
1- Ayetteki "mücrimler" ile Ebû Cehil, Velid b. Muğlre, As b. Vâil es-Sehmî gibi kodaman müşrikler kastedilmiş olup bunlar Ammar, Suheyb, Bilal (r.a) gibi fakir müslümanlara gülüyor ve onlarla alay ediyorlardı.
2-Hz. Ali (r.a), bir müslüman cemaat ile geliyordu. Derken münafıklar onlarla alay edip üzerlerine güldüler, birbirlerine kaş-göz işaretlerinde bulundular. Sonra kendi eş ve dostlarının yanlarına döndüklerinde "Biz bugün kelleri gördük" dediler ve buna hep beraber gülüştüler. Bu ayet, Hz. Ali (r.a) daha Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanına varmadan bu olay üzerine indi. (Razi; el Mefatihu’l Gayb)

34 -36 - İşte bugün de inanmış kimseler, koltuklar üzerinde “bu kâfirler işleye geldiklerinin cezasını buldular mı?” diye bakarak, kâfirlere gülecek.
Bu ayetlerde, müminlerle alay eden inkârcılar ile müminler arasında cereyan eden zıtlığın sonucu açıklanmaktadır. Bu sonuca göre, son gülen müminler olmaktadır. Şöyle ki: Bu kez de müminler cennette koltuklarına yaslanmış, “kâfirler işleye geldiklerinin cezasını buldular mı?” diyerek gülüp eğlenmektedirler.
O [Allah], dedi ki: “Sinin oraya! Bana konuşmayın da.
Şüphesiz Benim kullarımdan bir gurup: "Rabbimiz! Biz iman ettik; artık bizi bağışla, bize merhamet et, sen, merhametlilerin en iyisisin." diyorlardı.
İşte siz onları alaya aldınız; sonunda da onlar, size benim zikrimi/ öğüdümü unutturdu/ terk ettirdi. Ve siz onlara gülüyordunuz.
Şüphesiz ki bugün Ben onlara, sabrettiklerine karşılık verdim; onlar, kazançlı çıkanların ta kendileridir. (Mü'minûn/108- 111)
Şüphesiz ki, Ayırma Günü onların hepsinin buluşma yeridir/ kararlaştırılmış buluşma vaktidir.
O gün Allah'ın merhamet ettiği kimseler hariç, hiçbir yakının, yakına hiçbir şeyce faydası olmaz. Onlar yardım da olunmazlar. Şüphesiz ki O [Allah], Azîz’in, Rahîm’in ta kendisidir.
Şüphesiz zakkum ağacı, aşırı günahkârların yiyeceğidir. O, erimiş maden gibidir, kızgın bir sıvının kaynaması gibi karınlarda kaynar.
-“Tutun şunu da Cahim’in ortasına sürükleyin. Sonra onun başının üstüne kaynar su azabından dökün.”
- “Tat bakalım! Şüphesiz sen, çok güçlü ve çok üstün biri idin! Şüphesiz işte bu, sizin kendisine kuşku duyup durduğunuz şeydir.”-
Şüphesiz ki takvalı davrananlar Rabbinden bir lütuf olarak güvenli bir makamdadırlar; Bahçelerde ve pınardadırlar. Onlar karşılıklı oturarak ince ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyerler. İşte böyle! Biz onları iri siyah gözlülerle eşleştirdik. Onlar orada güven içinde her çeşit meyveyi isteyebilirler. Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Ve O [Allah] onları cehennem azabından korumuştur. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. (Duhan/40 – 57)
Surenin bu son ayetinde, sosyal statüsü düşük, gariban müminleri alaya alan, onlara gülen kişilerin sonunda kendilerinin gülünç duruma düşeceği; müminlerin ise kendileriyle alay edenlerin aksine cennet nimetleri içinde mesut bir hayat yaşayacakları mesajı verilmektedir.
Allah doğrusunu en iyi bilendir.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
ÖmerFurkan Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (9. January 2010)